Bölüm.1 (part2)

2828 Words
Iyi okumalar dilerim... Yazardan anlatım... Derin duygular; Adam Zehir idi , kadın ise masum bir gül. Adam bir gece vakti görmüştü onu yaralandığı zamanlarda uğrayıp ilacını aldığı eczanenin önünde görmüştü masum güzeli. O geceden beri içi içine yer hale gelmişti. Bir kadına ağlamak bile bu kadar yakışır mı ? Diye düşündü günlerce. O gece araştırdı kadını kim olduğunu , nerede yaşadığını. Her şeyi biliyordu artık. Arabasının üzerine bıraktığı gül buketini alışını , o gülleri koklayışını , gözleri dolu dolu bir halde sokağın her bir tarafına bakıp kimin araca o gül buketini bıraktığını öğrenme çabasını her şeyi izlemişti adam. Yıllardır yüzü gülmeyen adam masum kadının tatlı yüz mimikleri ile gülümsemişti. Kim bilir belki de en son çocuktu güldüğünde. Bekir onun sağ kolu ve her şeyden önemlisi can yoldaşı. Yıllar önce bir yetimhanede yolları kesişmişti iki genç adamın. O zamanlar ikisi de masum birer çocuktu. Ta ki yetimhane müdürünün kız çocuklarına yaptığı iğrençliği görene kadar. İlk cinayetlerini o gece işlemiş ve kendileri ile birlikte bir çok çocuğun da oradan kaçmalarını sağlamıştı. Bekir yanında durup gülümseyerek masum güzeli izleyen adamdan iki yaş küçüktü. O gün abi demişti ömrü boyunca yanında olacağı adama. O gece sokakta sabahlayan iki çocuğu heybetli duruşu ve çatık kaşları ile izleyen adam bulmuş ve yanında ki adamlara zorla uyandırmıştı. Kış günü ormanlık bir yolda birbirlerine sarılarak uyuyan iki çocuk o sabaha gözlerini açamamış , soğuktan cayır cayır ateşler içinde yanmışlardı. İki küçük çocuğun hayatı ilk cinayetlerini işledikleri gecenin , gözlerini açamadıkları sabahında değişmişti. Onları bulan sadece İstanbul'un değil Türkiye'de ve Avrupa'nın çoğu ülkesinde ismi hüküm kılmış Mehmet Kılıç'tı. Soy adı gibi keskin bir adamdı , bastığı toprağı inleten , bir sözü ile herkesi ayaklarının dibinde boyun eğdiren Kılıç. Günler sonra gözlerini açan çocuklar şaşkınca etraflarına bakmışlardı. Kuş tüyü kadar yumuşak bir yatak üzerinde , sıcacık bir odada açmışlardı gözlerini. Hele ki burunlarına dolan o eski ahşap cilasının kokusu tarif edilemeyecek kadar güzeldi. Fakat merakları gittikçe kabarıyordu kim bulmuştu onları en son bir ağacın dibinde uyuya kalmışlardı. Birbirlerinin yüzüne merakla bakarken odanın kapısı gıcırdayan sesi ile açılmış ve Mehmet Kılıç tüm heybeti ile odaya girmişti. Çocuklar biraz tedirgin olmuş ve korkak gözlerle karşılarındaki adama baka kalmışlardı. Mehmet Kılıç belki de tüm dünyayı ayaklarının altına seren adam , seneler önce aşk denilen o hastalıklı duyguya yenilip sevdanın içinde bulmuştu kendini. Sevmişti hem de canını verecek kadar çok. Lakin bu adamın hayatı masum bir kadını içinde barındıracak kadar temiz değildi ve onu kalbine gelen bir kurşunla kaybetmişti. Hem de çocuğuna hamile iken. Hayat işte yıllar sonra Mehmet Kılıç gibi bir adamın karşısına iki tane güzel evlat çıkartmıştı. Mehmet Kılıç o günden sonra ilk kez gülümsemiş tok sesi ile "korkmayın bundan sonra benim evlatlarımsınız" demişti. Ve öylede oldu Murat adını değiştirip Bekir Kılıç , yanındaki adam ise Zehir olmuştu. O günden sonra Bekir can yoldaşın kardeşi olmuştu. Zehir ise abiliğinin hakkını veren mert ve korkusuz bir adam. Yut dışında aldıkları eğitim bitip evlerine döndüklerinde almışlardı kötü haberi. Mehmet Kılıç ona kurulan pusuda hayatını kaybetmiş ve sevda çiçeğinin yanına defin edilmişti. Zehir o gün daha ayağının tozu ile güzel bir plan oluşturmuş ve işletmeciliğini yaptıkları barlardan dört tane kız alarak ölüm tezgahını kurmuştu. Özel hediye olarak gönderilen dört kız baron toplantısına deyip yerindeyse Geyşa gibi hazırlanıp toplantı ve işlerden bulanan dört adama göz zevki sunmuştu. Zavallı adamlar mutlu sonla biteceğini planladıkları gecede kızların hazırladığı alkol karışımı içkileri içerken yavaş yavaş ölmeye başlamışlardı. İlk önce vücut hareket yetisini kaybettiren zehir yavaşça beyinlerini ele geçirirken kızların çağrısı ile odaya gelen yemyeşil gözlü adam yüzüne Azrail gülümsemesi yerleştirip acı çeken adamlara bakmıştı. Kızları odadan gönderen adam kurbanlarının hepsinin gözlerinin içine bakıp "son göreceğiniz yüz benim size kendimi taktim edeyim" diyerek biraz daha yanlarına yaklaşıp yemyeşil gözlerini biraz daha açıp " ben Zehir sizin Azrail'iniz" diyerek arkasını dönmüş ona bu hayatı vaad eden adamın intikamı çokta geçmeden almıştı. O günlerden bu günlere gelene kadar çok kan akmış , eline bin bir pislik adamın kanına bulamıştı Zehir. Tecavüzcüsü , kadın ticareti yapan , organ mafyası daha sayılmayacak kadar çok kişi. Pişman mıydı peki ? Asla bugün yine o yetimhanede yaşayan çocuk olsaydı küçücük kızlara tecavüz eden o adamı öldürürdü. Yaptığı hiçbir şeyden pişmanlık duymayan bir adamdı. Ama kalbini çokta feci kaptırmıştı bu masum kadına. Bekir'e bakıp "bu kızın bütün hayatını öğrenmek istiyorum" dedi soğuk ve tok çıkan sesi ile. Bekir başını aşağı yukarı sallayıp "tamam abi" demişti. Aracına binip yola koyulan masum kadının gidişini izleyen adam "hadi takip et" diyerek kardeşini uyarmıştı. Bekir şaşkındı aslında Zehir nice kadınlarla birlikte olmuştu ama hepsi yatağından çıktıktan sonra gök yüzünden kayan yıldızlar gibi yok olup gitmişlerdi. Şaşkındı çünkü abisi yıllardır ilk kez içten gülümsemiş ve bir kadını bu denli merak etmişti. Yaklaşık on dakika sonra küçük bir evin önünde duran arabayı oldukça mesafeli bir şekilde takip eden Bekir abisine dönerek "neden burada durdu acaba ?" diye sordu. Daha abisi ağzını açmadan orta yaşlarda başı örtülü tıknaz bir hanım evden çıkıp acele ile aracın ön kapısını açarak binmişti. Hızla yola koyulan araba ile takibe kaldıkları yerden devam eden ikili Kadıköy Moda'ya geldiklerinde şaşırmışlardı. Aracını park eden masum kadının telaşla araçtan inip koşturarak karşı tarafa geçtiklerini izlediler. İki kadının küçük ve güzel bir kafeye girdiklerini görünce kapının üzerinde asılı olan tabelaya kaymıştı Zehir'in bakışları. 'Gül Tadında' dedi gülümseyerek ve o an anladı. Bu gül kokusu bu adamın sonu olacaktı. Gülpare'den devam... Sabah geç kalmıştık ve acele ile gelmiştik iş yerimize. Sağ olsun gökçe yine atikliğini konuşturmuş kafeyi açtığı gibi çayı dememiş , masaları silmiş ve yerlere de paspas atmış. Yeşim'de Gökçe'den sonra gelip kahvaltı tabaklarını hazır hala getirmiş. Bu sabah bir kahvaltı gurubu gelecekti. Bu nedenle daha hızlı olmamız gerekiyordu. Yeşim "Gülpare abla kahvaltılıklar tamam , sen de tatlıları bir kontrol et istersen" dediğin de başımı sallayıp mutfağa geçtim. Tatlı dolabını açıp baktığım da bu güne yetecek kadar tatlının olduğunu gördüm. Arkamı dönüp "hanımlar tatlılar bugüne fazlasıyla yeter. Tuzlularda yeterli" diyerek mutfaktan çıktım. Tekrar masama döndüğüm de kapıdan kahvaltı gurubu girmeye başlamıştı. Yüzüme yerleştirdiğim gülümseme ile "hoş geldiniz buyurun lütfen" diyerek onlar için hazırladığımız masayı işaret ederek yol gösterdim. Her ay düzenli olarak gelen kahvaltı gurubunun önderi Melek hanım "günaydın güzel kızım. Ah şuranın kahvaltısı yok mu , hele o tatlına bayılıyorum" dediğinde kıkırdayarak "çok teşekkür ederim Melek hanım afiyet olsun şimdiden" diyerek masalarına oturtup servislerinin yapılması için Gökçe'ye ve Yeşim'e talimat verdim. Hanımların bol kahkahaları ile geçen kahvaltılarının ardından Gülpare tatlıları ve bol körüklü kahveleri ikram etmiştik. Memnuniyetle kafeden ayrılan hanımların ardından yine bir hareketlilik olmuş kafede bir tane boş masam dahi kalmamıştı. Ne kadar yoğunluk olursa olsun tebessüm ederek baktım iş yerime. İçeride gülüşen arkadaş grupları , el ele tutuşup birbirlerinin gözlerinin içine bakan sevgililer , annesinin kucağında ağzına tabaktan bir şeyler atma çabasındaki çocuklar iyi ki dedim o an. İyi ki ben bu kafeyi açtım ve bir çok hayat tanıdım. Gökçe isyan bayrağını eline alıp başımın ucunda biterken "yemin ederim birazdan kendimi keseceğim" dedi. Onun bu haline her zaman ki gibi kıkırdayarak "hadi bir saat antre kullan canım" dedim. Bakışları sertleşmiş başını sağa sola doğru sallayıp "olmaz Yeşim tek başına halledemez bunca işi" dedi. Bu sefer kahkaha atıp "öyleyse işinin başına marş marş" dedim. Bana yüzünü buruşturup dil çıkartarak arkasını dönüp mutfağın yolunu tuttu. Derince nefes alıp sistemden hesapları işlerken "merhaba" diyen sese başımı kaldırdım. Buğra'yı karşımda görünce kaşlarım bir anda çatılmış ve istemsizce tüm keyfim kaçmıştı. Oturduğum yerden kalkıp "ne işin var burada ?" diye sorduğum da gülümseyen yüzü solmuş çatık kaşları ile "konuşmaya geldim" demişti. Sıkıntıyla soluyup "seni dinlemek istemiyorum Buğra. Biraz gurur sahibi ol ve defol buradan" dedim. Buğra bir anda koluma yapışıp beni kendine çekerek "sabrım kalmadı artık sadece konuşacağız" dedi. Nefretle yüzüne bakıp "çek o pis ellerini üzerimden karaktersiz" dedim. Bu söylediklerim onu daha çok öfkelendirirken kolumdan sürükleyerek beni kafeden dışa çıkardı. Hızlı adımlarla yürümeye devam ederken kolumu ondan zorla çekip kurtardım. Bir hışımla bana dönüp "DİNLEYECEKSİN LAN BENİ" diye bağırdı. Bu kadar kötü bir muameleyi asla hak etmemiştim. Bu nedenle gözlerim dolmuş , ellerim titremeye başlamıştı. Buğra bir anda kendini toparlayıp "Gülpare ben öyle bağırmak istemedim lütfen ağlama" diyerek bana dokunmaya çalışmıştı. Bir anda birkaç adım gerileyip "sakın bana dokunayım deme" dedim. Buğra "ban yemin ederim o gece kendimde değildim yalvarırım bir şans daha ver bana" diye yalvarmaya başladı. Mide bulantımla yüzüne bakıp "iğreniyorum senden neden anlamıyorsun? Midem almıyor seni , biraz adam ol da yediğin haltın arkasında dur. Gözlerimle gördüm sizi deliler gibi öpüştüğünüzü neyi inkar ediyorsun Allah aşkına ?" diye sordum. Buğra başını önüne eğip "çok içmiştim , seninle de kavga edince kendimi kaybettim. Tamam haklısın ama bir şans daha ver bana" dedi. Başımı sağa sola doğru sallayıp "ne şansından bahsediyorsun sen ? Seni bir daha hayatıma almak mı ? Asla sana en mahrem günahım bile haram" dedim. Buğra yine öfkeyle yüzüme bakıp "benim olmak istemedin , ne yapmamı bekliyorsun? Bir kez bile öpemedim seni , hem de bu kadar çok severken" dedi. Yüzümü buruşturarak baktım yüzüne "sen bu dünyada tanıdığım en aşağılık adamsın. Rezil şerefsiz defol buradan hemen. Bir daha ne karşıma çık , ne de adımı ağzına al" dedim. Tam bir şey diyecekken "tek kelime dahi etme git dedim sana , ardına bakmadan defol git" dedim. Buğra derince nefes alıp "şimdi gidiyorum ama seninle işim daha bitmedi. Sen yalvaracaksın bana öyle şeyler yapacağım ki sana ölmekten beter olacaksın" dedi. Başımı dikleştirerek "ısıracak köpek havlamaz defol git" diyerek arkamı döndüm. Homurdanarak bir şeyler söylüyordu ama hızla kafeye tekrardan geri dönüp hemen bayanlar lavabosuna girdim. Soğuk su ile elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım. Aşağılık herif sanki yıllardır birlikteymişiz gibi benimle birlikte olmak istemiş bunu kabul etmediğim de soluğu başkasının koynunda almıştı. Ya ben gerçekten salağın en önünde gideniyim. Böyle bir adamı nasıl alabildim hayatıma. Damla o kadar uyarmıştı beni 'yapma Gül alma onu hayatına. Okulun en çapkın çocuğu , kendini bir halt sanıyor seni asla hak etmiyor' demişti ve haklıda çıktı. Ne bileyim ilk kez birinden etkilenmiştim aşk değildi belki ama hoşuma gitmişti bana öyle güzel davranması. Babamı kaybettiğim dönemde arkadaş olarak girmişti hayatıma , okulumuz bitip mezun olduktan sonra da kopmamıştık. Geçen sene 'benim sevgilim olur musun ? Bu mutluluğu bana yaşatır mısın ? Diye sorarak hayatıma özel olarak girmişti. İlk dört ay her şey yolundaydı fakat daha sonra öpmek istediğini ama beni incitmekten korktuğunu söylemişti. Ben de bu gibi yakınlıklara daha hazır olmadığımı dile getirmiş o da o günün şartıyla anlayışla karşılamıştı. İlişkimizin yedinci ayında artık beni daha çok hissetmek istediğini ve benimle cinsel olarak da birliktelik kurmak istediğini söylenişti. Asla bunu kabul edemeyeceğimi isterse ayrılabileceğimizi söylediğim de büyük bir kavga etmiştik. Beni sevdiğini her anlamda ona ait olmamı istediğini söylemişti ama yine de kabul etmemiştim işte. Kavga ettiğimiz günün gecesin de Damla'nın bana gönderdiği fotoğraf ile başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Hemen hazırlanıp evden çıkmış meşhur Siyah İnci gece kulübüne gitmiştim. Damla sağ olsun beni kapıdaki güvenliklere içeride ki guruba tabi olduğumu söyleyerek almıştı. Damla ve arkadaşlarının bulunduğu masaya gidip onun nerede olduğuna baktım. Karşı köşede bir locaya oturmuş , fotoğraftaki kız ile kucak kucağa öpüştüklerini görmüştüm. Birkaç fotoğraf ve video çekip Damla ile vedalaşıp mekandan çıkmıştım. Rezil bir insan değildim ki ben rezillik çıkartayım. Sessizce bir taksi bulup yine sessizce evime gelmiştim. Güzel bir duş alıp telefonumda fotoğrafları ve videoları buğraya mesaj olarak gönderip ; 'o kadar çok seviyormuşsun ki beni , aşkımdan ne hallere düşmüşsün. Umarım teselli aradığın o kollar bir ömür yaralarına iyi gelir. Bundan sonra karşıma hiçbir şekilde çıkmaman dileğiyle BİTTİ...' yazarak göndermiştim. Ne yazılırdı ki? Hiç gereği yoktu tartışmanın. Damla beni en başında uyarmıştı , o uçkuruna düşkün şeref yoksunu adamın biriydi. Beni asla hak etmeyen zavallı bir adam. O mesajımdan sonra tıpkı bugün ki gibi defalarca beni aramış , sayısız kere af dilemişti. Daha önce yine dayanamayıp 'sana güvenmiyorum. Kim bilir kaç kere aldattın beni ?" diye sorduğum da sessiz kalışı ile güzel bir bela okuyup yüzüne tükürmüştüm. Sorun aşk , sevgi ya da hoşlanma değil. Sorun her ne olursa olsun yalan söylemek , ihanet etmek. Aynadaki yüzüme bakıp yine istem dışı yüzümü buruşturmuştum. Kendime yine kızarak lavabodan çıkıp masama oturdum. Günün geri kalan kısmı sorunsuz geçerken akşam 20:00 gibi kafeyi toparlamaya başlamıştık. Bir saat için de kafeyi temizleyip kapatırken Gökçe ve Yeşim ile vedalaşıp Saniye abla ile araca doğru yürüdük. Yorgunlukla araca bindiğimiz de Saniye abla "neyin var kızım ?" diye sordu. Burukça tebessüm edip "hiç yalan söylemeyeceğim. Buğra geldi bugün yine canımı sıkıp gitti" dedim. Saniye abla da öfke ile "ne bulaşık bir çocukmuş yarabbim. Kızım sen sıkma canını en iyisini yaptın çıkarttın hayatından" dedi. Başımı aşağı yukarı doğru sallayıp "biliyorum ablam sen bakma bana yoğunlukta var üzerimde" dedim. Kısa bir süre sonra Saniye ablayı evine bırakmış ve kendimi ecelsiz eve atmıştım. Resmen ayaklarımı sürüyerek banyoya girip kendimi güçlükle duşa attım. Ilık su vücuduma nüfus ederken yine düşünmeye başladım. Aşık değildim , Buğra'ya böyle mükemmel bir duygu hissetmemiştim , fakat ne olursa olsun bana yaşattığı o iğrenç duygudan dolayı kendimden bile nefret eder hala gelmiştim. Hala daha utanmadan karşıma çıkıp beni sevdiğini söyleyebilecek kadar yüzsüz. Bu gerçekten mide bulandırıcı. Duşumu alıp bornozu üzerime geçirip salona doğru adımladım. Telefonumu çantamdan alıp bu aralar en çok sevdiğim 'gülü soldurmam' şarkısını açıp hem eşlik edip hem de üzerimi kurulayıp giyindim. Tam mutfağa gidecek iken kapım kırılırcasına çalınmaya başlamıştı. Dehşet içinde gözlerimi açıp olduğum yerde dona kaldım. Bu ses Allah kahretsin... Yazardan devam... Gülpare'nin duyduğu ses tam da tahmin ettiği gibi Buğra'ya aitti. Genç adam o kadar öfkeliydi ki bu zamana kadar ona hayır demiş ve terk etmiş olan kızı Gülpare'yi büyük bir takıntı haline getirmişti. Şiddetle kapıyı çalmaya devam ederken Gülpare panik bir şekilde ne yapacağını düşünüyordu. Biraz daha bu şekilde bağırmaya devam ederse bütün apartmana rezil olacaktı. Deli bir sinirle yapmaması gereken o şeyi yapıp bir anda kapıyı açmıştı. Karşısında kırmızı görmüş boğa misali adamı görünce ağırca yutkunsa da yine de dik bir şekilde durup "ne işin var burada Buğra ? Derdin beni rezil etmek mi Allah aşkına ?" diye sorduğun da Buğra hışımla kızın üzerine atılıp "bu rezil dediğin adam var ya seni doğduğun o güne pişman edecek" diye içeri doğru itekleyip sağlam bir tokat atmıştı. Gülpare böyle bir hamle beklemediği için yüzüne yediği tokat ile yere düşmüş ve başını da sert bir şekilde zemine vurmuştu. Aldığı ağır iki darbenin etkisi ile gözleri kararan genç kız kendini ne kadar toplamak istese de bir türlü toplayamamış ve kendini karanlığa teslim etmişti. Ona bu kötülüğü yapan Buğra ise bir anlık ökesi ile karşısındaki genç kadına böylesine zarar vermenin şokundayken Azrail'ine teslim olmuş bir kurbandı artık. Çünkü Zehir kısa sürede Gülpare'nin evine gelmiş ve gördüğü manzara karşısında bütün hücrelerine kadar öfke ile dolmuş "BEKİR BU İTİ DEPOYA ÇEK" deyip hızla yerde yatan adı gibi gül kokan genç kadının yanına gitti. Bir anda onu kucağına alıp apartmandan hızlı adımlarla çıkarken kapıda her zaman sadık olmuş adamı İbrahim'e "doktoru eve çağır hemen" diyerek kendi aracına binmişti. Kucağında çocuk misali baygın yatan genç kadın ile birlikte. Yarım saatlik kısa süren yolculuğun ardından Çengelköy'de bulunan Mehmet Kılıç'tan kalan baba yadigarı villaya gelmiş ve seri bir şekilde hala daha baygın yatan genç kadını kucağın da taşıyarak salona giriş yapmıştı. Hemen klasik üçlü mobilya koltuğun üzerine usulca yatırılan genç kadın gelen doktor Akif beyin kontrolünden sonra biraz daha uyutulmak için sakinleştirici yapılmıştı. Zehir bir an olsun gözlerini bir gece önce tanıdığı bu kadından ayırmadan izlemişti. Bekir'in getirdiği dosyada satır satır yazan genç kadının hayatını okumuş ve o kahve rengi gözlere daha da çok vurulmuştu. Sıkıntı ile nefes alıp hala daha uyanmayan genç kadına bakarken dikkatini içeri gelen Bekir ile dağıtmıştı. Zehir çatık kaşları ile Bekir'in yüzüne bakarken "abi Balat'ta olan depoya götürdüm. Biraz zorluk çıkartmaya çalıştı ben de biraz okşadım haberin olsun" demişti. Zehir çatık kaşları ile başını aşağı yukarı doğru sallayıp tekrar bakışlarını koltukta yatan genç kadına çevirdiğinde Bekir "abi ben mekanlara bakmaya gidiyorum. Var mı benden istediğin bir şey ?" diye sorduğun da Zehir tok çıkan sesi ile "yok aslanım git sen" dedi. Bekir hızla evi terk edip çıktıktan sonra Zehir ayaklanıp her gece mutlaka birkaç kadeh içtiği kehribar rengine sahip alkolü kristal bardağa koyup tekrardan genç kadını izlemek için tam karşısındaki tekli koltuğa oturdu. Yüzünü , dudakları , burnu , elleri bu kadının her şeyi çok tatlı geliyordu ona. Hal bu ki tatlıyı hiç sevmeyen bir adam iken , gülün hasına , şekerin kendisine meftun olmuştu. Kadehinde kalan kehribar renkli sıvıyı hızla başına dikip içtikten sonra kristal bardağı yanında bulunan sehpanın üzerine bırakmış. Bu esna da genç kadının iniltili sesi kulaklarına ilişince hızla onun baş ucuna gitmiş ve dikkat ile yüzünü incelemeye başlamıştı. Yüzünü hafifçe buruşturan kadın , aynı yavaşlıkta gözlerini açtığın da birkaç kez göz kapaklarını kırpmış ve gözleri ışığa alışınca yine de yavaşça göz kapaklarını açmıştı. Karşısında gördüğü gözlerle şok olan genç kadın şaşkınla gözlerini kocaman açmıştı. Bu gözler zehir yeşili o geceden beri onu etkisine alan , aklına her geldiğinde de tüylerini ürperten gözlerdi. Genç kadın ağırca yutkunurken "merhaba Gülpare. Yakında görüşmek üzere demiştim hatırladın mı ?" diye sorduğun da genç kadın daha da fazla şaşırmış ve dilleri lal olmuş şekilde nefes almayı bile unutmuştu. Zehir genç kadına biraz daha yaklaşmış "ben Zehir Gülpare. Yeni hayatına hoş geldin"... Evet zehir belki de istediğini almıştı , ya genç kadın onu gerçekten sevebilecek miydi ???
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD