Eve Dönüş

1870 Words
Eve henüz yeni geldiğimde yatsı ezanı okunuyordu. Merdivenleri teker teker yavaşça çıkıp ikinci kata gelmiştim. Kendi küçük dairemin önüne geldiğimde ceplerimde anahtarımı arıyordum. O arada üst kattan ev sahibinin sesini işittim. Merdivenlerden inip yanıma ilişti. Kısa boylu zayıfcacık biriydi. Sinsi bakışları vardı her zaman. "Gelmişsin." dedi. "Evi bugün sabah boşaltacağını söylemiştin geçen." "Haaa...Tamamen aklımdan çıkmış." "Önemli değil." dedi yapmacık bir şekilde. Tüm gün içinden bana küfürler ettiğine tam o anda yemin edebilirdim. "Zaten az bir eşyan vardı. Birkaç koliye koyup depoya taşıdım, gelirsen alasın diye." "Eve mi girdiniz?.." "Sana bir büyüğünden nasihat." Bir bacağını öne atıp ağırlığını arka bacağına verdi. "Böyle, evini çöplük gibi tutma. Psikolojin bozulur. Ev sahibi olduğum için demiyorum. Benim için kolay! Toplarım, ne olacak? Ben seni düşünüyorum. Gencecik yaşındasın. Az dikkat et kendine, yaşadığın yere. Böyle hayat mı sürülür?" Yüzüm yanıyordu, verecek cevabım yoktu. Aslında bir güzel 'Sana ne ihtiyar, işine bak! Sen mi yaşıyorsun benim hayatımı?' demek vardı. Başkalarının işine burnunu sokmaması gerektiğini öğrenirdi belki. -Öğreneceğini sanmıyordum ama yalnızca iyimser bir fikirdi.- Ancak fazla yorgun hissediyordum bunları söylemek için. Halsizdim, niyeyse başım da ağrıyordu. Kim uğraşacaktı şimdi ? Sessizce "Zahmet etmişsiniz." diyebildim gözlerimi kaçırarak. Birlikte havasız ve küf kokan depoya indik. İki koliye baktım boş boş. Nereye gidecektim? Birkaç gün önce bunu son gün hallederim diyerek kafamdan atmıştım. Şimdi gidecek bir yerim yoktu. Elimde iki koli ile sokakta kalacak halim de yoktu. Ofladım. Şu herif gitseydi de tek başıma doğru dürüst düşünebilseydim. Ne vardı da yanımda duruyordu? Bu ihtiyarlar işsiz güçsüz olduklarından ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Kolilerin yanında duran çantamı elime alıp kıyafetlerimi içine tıktım gelişigüzel. Ders notlarımı ve birkaç defterimi koydum. İki tane sevdiğim, atmaya kıyamadığım okuma kitabım vardı. Onları da sıkıştırdım. "Simyacı" ve "Çürümenin kitabı." Belki çürümenin kitabını atarsam hayatım düzelir diye iç geçirdim. Yanlışlıkla çürümenin kendisi haline gelmiştim. Diş fırçası ve tarağıma da zorla yer bulduktan sonra diğerlerinin yüzüne bakma gereği duymadım. Arkamı dönüp gidecekken bir şeyi unutmuş hissine kapıldım. İki kolinin yanına geri dönüp çömeldim. İçindekileri karıştırdım. En son ikisini de yere döktüm sabırsızlanıp. Cemil amca birden ileri atılsa da yerinde kalmıştı. Onca evi toplamıştı, bunu da toplardı. Avucumun içi kadar olan küçük peluşu bulduğumda derin bir nefes verdim. Küçük çöl tilkim. Aniden mutlu olmuştum. Ayağa kalktım avucumun içinde sıkarak oyuncağımı. "Hoşça kal Cemil Amca." dedim. "Görüşürüz." derken beklemediğim bir şekilde iyice yanıma sokuştu ve alttan elini uzattı. Gözlerimi eline çevirince avucunda az bir para tuttuğunu gördüm. "İhtiyacın olur, öğrencisin." diyerek elini salladı almam için. "Kabul edemem bunu." dedim geri çekilerek. "Teşekkür ederim." "Israr ediyorum!" Diyerek elini uzattı. "Hatırım için! Beni mi kıracaksın?" Ne hatırı vardı ki? Sanırım akşamları karısının yaptığı yemekleri benimle ara sıra paylaşmasından bahsediyordu. Dişlerimi sıkıp parayı aldım. Cebime attım hızlıca. Sanki benimle samimiymiş gibi daha fazla konuşmasını çekemezdim. "Teşekkürler tekrar." dedim. Ne gereği varsa? Sonra tek kelime etmeden dışarı çıktım. Bu hareket neden bu kadar gururumu zedelemişti? Şimdi gözlerim yanıyordu. Sırf o vicdanı rahat hissetsin diye ben kendimi alçaltmak zorunda kalmıştım. Niye sadece bırakıp gitmemişti ki? Kendimi kötü hissettiğim falan da yoktu! Şimdi zavallı biri gibi hissediyor kendime acımadan tek bir adım atamıyordum. Eve dönüş yolunda otobüsü beklerken bacaklarımı sallıyor sürekli ellerimle oynuyordum sinirle. Gereksiz kasıntı davranışlar...Keşke yüzüme tükürseydi ya da yakamdan tutup dışarı atsaydı. Böylesi daha iyi hissettirebilirdi. En azından bunları onlar görmedi diye düşündüm. Ayhan'ın beni eve bırakma teklifini kabul etseydim bu olayı görebilirdi. Akıllılık ettiğimi hissettim ilk kez. Gerçi beni olduğu gibi öylece bırakmaları tuhafıma gitmişti onca şeyden sonra. Reyhan'ın sözünü tutmasını beklemiyordum. Kandırılacağımı düşünmüştüm. Ona istemiyorum dediğimde her ne kadar hayal kırıklığına uğramış gibi görünse de -içten içe sinirlendiğini de hissetmiştim- bana tek kelime kötü söz etmemişti. Zaten edeceği kadar etmişti ya, son anda hoş demesi neye yarardı? Çaresizce büyüdüğüm evin önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Karnım ağrıyordu gerginlikten. Kendimi toparlayıp zile bastım. Çirkin, yüksek tiz bir ses evde yankılandı iki defa. Hemen ardından kapı aralandı. Abimin meraklı koyu bakışlarını gördüm. "Alp?" dedi sessizce. "İçeri gelecek misin?" Sonra geri çekildi ve sorduğu sorunun saçma olduğunu düşünmüş gibi kafasını iki yana salladı hızlıca. "İçeri gelsene." Ayakkabılarımı çıkarıp eve girdim. Kapı eşiğinde durdurdu beni, uzunca yüzüme baktı. "Kavga mı ettin sen? Buz koyalım." "Kavga sayılır." dedim ben de sessizce. "Annem salonda, selam verecek misin?" diye sordu. "Hayır. Ama sen geldiğimi söylersin...Herhalde?" "Sen odana geç." dedi mutfağa ilerlerken. "Ben buz getirip geliyorum." Annemin beni fark etmemesini umarak sessizce odama doğru yürüdüm. Parkelerin gıcırtısı ödümü koparıyordu. Hızlıca kapıyı açıp içeri girdim. Annem odama çamaşırları asmıştı. İçerisi deterjan kokuyordu. Pencereyi açtım havalanması için. Sonra yatağıma oturdum. Gözlerimi halıya diktim. Gerçekten çirkin miydi yoksa sadece bana mı çirkin geliyordu? Etrafa bakındım. Bu odayı oldum olası sevmezdim. Bir kere yatağım kesinlikle rahat değildi, masam küçüktü. Dolabımın da boyaları sökülüyordu. Bu da yetmezmiş gibi odam fazlasıyla dardı. Hayvanı koysan iki güne illallah ederdi, buna emindim. Bense 18 sene kalmıştım burada. Belki diye düşündüm. Duvarları farklı renge boyarsam severim. Kurtulurum bu tiksinti hissinden. Abime bunu yakın zamanda söylemeye karar verdim. Az sonra abim içeri girdi beze sarılmış bir buz parçası ile. Bana uzattı, sonra askılığı hafif kenara çekti. Buzu alıp yüzüme uyguladım. Artık bir işe yarayacağını sanmıyordum ama gönlü olsun diye de itiraz etmemiştim. "Açsan bezelye var mutfakta." dedi. "Aç değilim." "Nasılsın? Okulun nasıl?" "İyi iyi!" Yatağa uzandım. Abim merakla bana bakıyordu. Ona bir şeyleri açıklamak zorundaymış gibi hissettim. "Kaldığım daire var ya..." dedim. "Vardı ya...Ben oradan çıktım. Kalacak yer bulamadım hemen. O yüzden geldim...Bir süreliğine yani. Çok sorun olur mu sence?" "Niye sorun olsun?" diye atıldı hızlıca. "Bilmiyorum, o bazen dengesizleşiyor." dedim abimi yoklayarak. "Kim? Annem mi? Merak etme... Bir şey demez. Ben geldiğini söyledim." "Ne dedi?.." "Cevap vermedi." Yüzümü astım. Abim devam etti. "Kötü bir şey demedi sonuçta. Niye bu kadar takıyorsun sen? Daha ne kadar küs kalacaksın?" "Ben küs değilim." dedim bir anda. "Benden nefret ediyor başından beri...Olanların faturasını bana kesiyor." Bir anda irkildim. Kadın kapı eşiğinde yaslanıp bize bakıyordu, kollarını göğsünde birleştirmişti agresif bir şekilde. Ağzı aşağı doğru sarkmış, kaşları çatılmıştı. Bir anda olduğum yerde doğruldum. Abimin sırtı kapıya dönük olduğundan fark etmemişti. Bu panik halime şaşırıp arkasını döndü. "Kim?" dedi, ayaklarını vurup duruyordu zemine. "Kim tüm faturayı buna kesiyormuş Metehan?" "Gerginliğe gerek yok." diyerek ayağa kalktı abim. "İçeri geç sen." Sesini olabildiğince yumuşak ve yalvarır gibi çıkarmıştı. "Bana emir mi veriyorsun? Oldu! Ben içeri geçeyim o da benim hakkımda atıp tutsun sana. Geldiği gibi söylenip dursun! Ama bana bir selamı bile çok görsün!" Sesi gittikçe yükseliyor yüzü kasılıyordu. "Nankörsün!" diye bağırdı ileriye doğru eğilerek. Hiçbir şey diyemiyordum. Olduğum yere mıhlanmış gibi durakaldım. Ayağa bile kalkamamıştım. Sadece abimin onu odadan çıkarmasını umuyordum. Böylece yatağa girerdim yalnızca. Ancak abim ne kadar dil dökse de işe yaramıyordu. Annem gitmeyi bir kez reddetmişti ya siniri geçene kadar bize saracaktı. Bu mutlak bir gerçekti işte. "Selam versem yine sorun çıkaracaktın." dedim sakince. "Niye geldin, söyle çabuk, niye geldin? Ne istiyorsun?" Göz bebekleri titriyordu bağırırken. Benden bu kadar nefret edecek kadar ne yaptığımı çocukluğumdan beri anlayamamıştım. Böyle kabullenmiştim. Gerçi öz annem değildi, o yüzden hiçbir zaman sevilmeyi de beklememiştim. Yine de onu annem olarak kabullendiğim bir gerçekti. "Bir şey istemiyorum. Sadece evden çıktım...Tekrar gidicem merak etme." "Peki." dedi. Gitmek üzere arkasını döndü derken tekrar bir hışımla odama girdi. "Hala serserilik yapıyorsun. Şu haline bak. Utanmaz gibi de gelip duruyorsun... Annen gibi utanmaz oldun çıktın başımıza." "Anne, tamam gidelim biz." Annemin omuzlarından tutup dışarı çıkarmaya çalıştı. "Rahat bırakalım onu." "Anneme utanmaz mı diyorsun sen?" dedim sessizce. "Kendi kocan seni beğenmediyse bu benim suçum mu? Biraz güzel olsaydın! Benim suçum mu aldatılman?" Kadının birden gözü seğirmeye başladı. "Orospu çocuğu!" diye çığlık attı. Ayağa kalktım. Tek damla sabrım kalmamıştı! Abim her ne kadar beni uyarırcasına baksa da işe yaramadı. Kötü bir zamanlama olmalıydı. Gülmeye başlamıştım artık, sinirlerimi oynatıyordu bu kadın. "Ne gülüyorsun? Ne gülüyorsun sen? Gelip mahvettin güzelim geceyi ve gülüyorsun! Niye ölmüyorsun sen de?" "Bilmiyorum ki!" Gülüşlerimin arasına sıkıştırmıştım bu lafı. "Hahahhaa! Seninle kavga edeceğimi mi düşünüyorsun? Sadece beni güldürüyorsun artık. Çünkü çok ironik değil mi sence de? Sadece ironik." "Yeter, ikiniz de." dedi Metehan sesini yükselterek. "Kimse geçmişi açmasın." "Sen konuşma." dedim hızlıca. "Sen sadece, sadece kendi rahatını düşünüyorsun. Bu kadın bana ağız dolusu küfür etse de benden susmamı isteyeceksin. Neden? Çünkü keyfin bozulur...Yine başkalarının keyfi için susmam gerekecek." "Konuş." dedi annem duvara yaslanıp. "Konuş, söyle ne söyleyeceksen." "Hayır, ikiniz de susun artık." diye tekrar araya girdi abim. "Akşam akşam...Herkes bizi dinliyor." Gözlerimi devirdim. Kadın tekrar çığırır gibi söze daldı. Sesi o kadar tizdi ki her bir lafında başım zonkluyordu resmen. "Ne diyeceğini ben tahmin ediyorum ama! Neler diyeceğini biliyorum ben onun. Adam önce beni bunun annesi ile aldattı sonra birden getirdi bunu eve! Sadece getirmiş olsa yeter mi? Yetmez tabii-" Nefesim kesildi. "Dur!" diye bağırdım. Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyordu. "Yetmez tabii!" diye söze devam etti beni dinlemeyerek. "Bu çocuğu da bana tercih etti. Bizim yatağımızda kaç def-" "Kes artık! Sus! Sus! Sakın bahsetme bundan!" Kendimi kaybetmiş bir halde sesim çıktığı kadar bağırmıştım. Nefeslerim titriyor, başım dönüyordu. Annem hala bir şeyler diyordu ama artık duymuyordum bile. Bacaklarımın bağı çözüldü yatağın kenarına çöktüm. Dizlerimi kendime çekerek kafamı kollarımın arasına almıştım. Dışarıda neler döndüğünü anlamıyordum artık. Sadece nefes almaya çalışıyordum ağlamalarımın arasından. Abim bir şekilde artık onu odamdan çıkarmayı başarmış olmalıydı ki ortalık sessizleşti bir anda. Yalnızca benim kesik nefeslerim ve ağlama sesim duyuluyordu. Yere çömelip omzumdan tuttu. "Özür dilerim." dedi. Kafamı kaldırdım yavaşça. "Git." dedim. Yüzüne belki bir saniye falan bakabilmiştim. Tekrar kollarımın arasına aldım başımı. "Git, babama benziyorsun. Midem bulanıyor. Görmeye dayanamıyorum seni." Nefes verdi. Üzüldüğünü fark etmiştim. Kimse o adama benzemek istemezdi. İşlemediği suçların cezasını çekmek ikimizin de ortak kaderi gibi görünüyordu. Sessizce ayağı kalkıp yanımdan gitti, odadan ayrılırken kapıyı olabildiğince nazik kapatmıştı. Ellerimin titrediğini fark ettim. Yorgun bir halde kafamı yasladım dizlerime. Gözlerim ve başım ağırlıyordu. Burnumu çektim . Bu oda pis kokuyordu. Öleli kaç sene olsa da bu oda onun gibi kokuyordu. Onun kötü nefesini hissediyordum hala. Çıkmam gerekiyordu buradan. Hızlıca ayağa kalkınca başım dönüverdi. Umursamadım, tek düşündüğüm şimdilik buradan gitmem gerektiğiydi. Geri geleceğimi biliyordum zaten. Birinci katta oturuyorduk, yani pencereden atlamak hoş bir seçenekti. Kimseye hesap vermemiş olacaktım evden ayrılırken. Daha fazla beklemeden camdan atladım. Hava bozmuştu. Yağmur yağacaktı anlaşılan. Güldüm. Biraz ilerleyebildim anca sonra gördüğüm uygun bir yere çöktüm. Bir bakkalın önündeki kaldırımdı burası. Hala bizim mahalledeydim aslında. Buradan daha uzak bir yere gidebilmeyi ummuştum. Ama gücüm buna elvermiyordu işte. Ceketime sarıldım, kapüşonu kafama çektim. Yağmur yağıyordu artık. Aslında güzeldi. Tek sorun soğuk olmasıydı. Onun dışında yağmurun sesi ve kokusu beni dindiriyordu. Hala odamdaki pozisyonda duruyordum. Bacaklarıma sarılmış bir halde, yerde birikmiş su birikintilerine bakıyordum. Damlalar düşüyor, sular sıçrıyor. Zorla görülen yuvarlak dalgalar oluşuyor. Sanırım az önce yaşananlar olmasa güzel bir andı bu. Ansızın biri omzuma dokundu o sırada. Korkup geriye atıldım, benim bu ani tepkimden o da korkup geri çekildi. Sonra elindeki şemsiyeyi üzerime tuttu. "Korkutmak istemedim." dedi. "Çek şunu." Şemsiyeyi çekti şaşkınca. "Kriz geçirdiğini sandım. İyi misin? Kontrol etmek istedim...Buradan geçiyordum." Yüzüne baktım. Bir yerden tanıdık geliyordu sanki. O da bana dikkatle baktı. "Bir saniye." dedi. "Metehan'ın kardeşi değil misin se-" "Git başımdan! Seni tanımıyorum bile. Ne diye kontrol ediyorsun? Sanki çok iyi bir insanmış gibi! Tanrım! Bitmiyor bu tavırlar cidden! Tanrım! Hahahah...Kendini hızır mı sanıyorsun? Ya da ne bekliyordun? Her kimsen...Yok artık abimin arkadaşı gelmiş. Hızır gibi yetiştin yahu! Dememi mi?Hahha..." Siyah puslu gözleri şaşkınlıkla açıldı. Şemsiyeyi tekrar üzerime getirdi. "Madde falan mı aldın?" diye sordu. Gözlerimi devirdim. Bir o eksikti sanki. -5. Bölüm sonu-
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD