“İrfan,
Ben de senin gibi mektubuma sevgilim diye başlamak istiyorum. Sevgilim olunca değil de öyle hitap edince yiyormuşum gibi bu haltı.
Kemal hafta sonu Şile’ye gidelim dedi geçen. Bilhassa demiş gibi bunu, öyle geldi bana. Seni öğrendiğini anlamamı ister gibi. Ne işimiz var dedim Şile’de, hiç sevmem. Halbuki ne bilsin bazen okul çıkışlarında üşenmeden bir başıma gidip bizim otelin orada deli bozması bir halde dolanıp durduğumu… Seni özledikçe değil, aklıma estikçe. Çünkü seni hep özlüyorum. Neyse gitmedim Şile’ye falan. Piknik yapacakmışız. Koca şehirde piknik yapacak yer yok sanki. Kemal piknik adamı değildir aslında. Ütülü pantolonu bozulur onun. O şehir adamıdır. Bilmiyorsun belki ama soyu ta saraylara dayanıyor kocamın. Saraylı sevmiyorsam… Burada dişlerini sıktığını, ulan Gönül, ne halt yemeye Kemal’i anlatıp duruyorsun dediğini biliyorum. Damarına bastığımı, kanına dokunduğumu, geçmişini pislettiğimi… Geçmişim de geleceğim de sensin dersin şimdi de sen. Geçmişim sensin de İrfan, geleceğim neden bu kadar karmaşık. Haklı olduğunu biliyorum, bu mevzularla kendimi ne kadar organım varsa hepsinden birden deşiyorum. Faydasız. Manasız. Kalbimden vuruyor evladım. Onu Kemal’den doğurdum diye değil, Kemal’i benden bile çok seviyor diye. Çünkü ben aşk acısı çekerken ona hem anne hem baba olmak zorunda kaldı. Aşk acısı da bir nevi yatak döşek hastalığı çekmek gibiydi benim için. Bir türlü sensizliği kabullenemediğimden… Hala çekmiyor musun aşk acısı? diye sor. Başka acılar da çekiyorum ondan olsa gerek. Yıllar sonra neden dese bana Öykü? Bundan mı diyeceğim, aha şu adamdan, ama değmez mi, sevilmez mi, az mı eder? O da bana sormaz mı ben de anne değmez miyim, sevilmez miyim, az mı ederim? Koskoca bir yalan anneliğim. Bu da eksik yarım. Sen gibi. Zamana gücüm yetmiyor. Şile'de oturup seni düşünmeye gücüm yetiyor. Merdivenleri kucağında çıkarmak isteyişini hatırlayıp ağlamaya… Ağlama, dayanamam deyişin geliyor aklıma sonra. Kıyamam, deyişin. Senden başka kimsenin görmediği ben geliyorum aklıma. Senden başka herkesin geçimsiz, asabi, dengesiz bulduğu be,n senin gözünde, kalbinde nasıl da hassas, kırılgan, hisliyim. Sadece sende. Sendeki beni istiyorum. Sen yokken o ben de yok oluyor. O zaman da seni istiyorum. O iki kişilik dünyanın güneşini, ayını, denizi, mevsimini, sillesini, nefretini, sevgisini, mutluluğunu, mutsuzluğunu yaşamaya, çekmeye razı halde istiyorum hem de. İsteyenin bir yüzü demişler… Benim kararmayan yerim olmasa da… Bir an önce gel. Sendeki beni özledim, senin kadar. Gönül.”
“Sevgilim,
Bendeki sen, sendeki ben demek. Ne de güzel anlatmışsın bizi, bizken ne olduğumuzu… Okurken bin parçaya bölündüm. Şunu düşünüyorum son günlerde, hani biz birbirimizi fakülte koridorlarından bugüne sevdik de sonra dağıldık ya, hani ya şunu deseydik: seni de amma abartmışım. Ben seni abartamam ki sen abartısın zaten. Kaç erkek senin gibi bir kadını tanıma şansına nail sanki? Bir ben, bir de şu muntazam kocan işte. Kemal. Kıymetli Kemal. Ne yapsam sana onun kadar yaranamam ben Gönül. Onu benimle aldatmana sebep olan oldukça onun kadar mukaddes olamam. Çabalamayacağım. Mağdur edebiyatının gördüğü işi bilirim. Reklam geliri yüksek mühim bir müessesedir kendisi. Kızına gelince, yahu tut elinden diyoruz. İki elli değil mi bu çocuk? Diğerinden de ben tutarım. İlla ki benden doğur mu dedik sana? İlla ki bir benimle seviş, başkası değdi ise sana, yok efendim almaz midemiz mi dedik? Ama ruhunu bölerse o muntazam herif, bu incitici Gönül. Beni de anla, ben de seni anlarım. Beni de anla, ben de seni dinlerim. Beni de anla, anla ki ardı ardına kocanla öldürme beni. Ölecek canım kalmadı. Prensesi kurtaramadan “game over” olmasın. Hı? Olmaz mı güzel sevgilim? Olmaz mı çiçeğim? Olmaz mı sevdiğim?
Ben sana karımdan bahsediyor muyum? Karım da Şile’ye gitmek istedi, diyor muyum? Karım da piknik sevmez diyor muyum? Karım da karım, diyor muyum? Benim oğlum da karımı çok seviyor, diyor muyum? Salak olmak lazım bir çocuk anasını babasını sever mi diye düşünüp durmak için. Çocuklar sever Gönül'üm. Onlar bizim gibi değillerdir. Onlar çok sevmeye programlıdırlar. İnan dayanamam. İnan kıyamam. İnan seni paylaşamam.
Tamam dur orada, gitmeden bir yere, hiç kendin için bir şey yapmadan, sen olmaktan çıka çıka yaşa. Anne ol, laf olsun diye bir adamın yalandan sadık karısı ol. Ol be Gönül'üm. Bu ise sana yetecek, yetsin. Sen de bana Şile’den başka yer, bu sefer geldiğimde oraya gidelim. Tanıdık biri görür diye korkma, Kadıköy sokaklarında gezeyim seninle el ele. Gönül gönüle. Beden bedene… Tamam, bu sonuncu çıplak güzel oluyor, ulu orta yapılmaz. Ulu orta ne kadarı yapılırsa o kadarını yaparım. Dur mu bilirim ben, durak mı? Durakta da yaparım. Alt dudağını ısırma şimdi. Heyecanlanınca yaptığın gibi. Gülüşünü gizleme, sağına soluna bakıp durma bu halimi gören var mı diye. Bilirim, sen gizlice okursun benim yazdıklarımı, sen seninle kaldığında o yüzden rahatla, ne yaparak okumak istiyorsan öyle oku. Mesela duşa gir elinde mektupla. Islanır mıyız? Islanalım. Seninle ıslanmayı da kurumak kadar seviyorum ben. Üşümeyi de ısınmak kadar. Sıcak mevsimlerde buluştuğumuzdan soğuklara denk gelemedik. Belki bu kış ortasında sana sürpriz yapar, ansızın çıkar gelirim ve sana derim ki ben geldim. Ansızın. Belki de sizin şu meşhur dükkândan girerim içeri. Tozlu raflarda gezer, antika bir saat sorarım. Sağını solunu kurcalar, sonra da eski bu derim, çok eski. Kızıl kocan bir goncaya benzer o zaman, sinirden köpürür. Yok, efendim neydi, çok sakin adamdı. Ben değilim. Neden çok sakin olmamız gerekiyor ki? Duygularımızı illaki bastırmalı mıyız? Bize bu duygular bastıralım diye mi verildi? Yaşayalım diye, yaşarken lazım olunca kullanalım diye. Palton varken karın altında ince penye ile yürüyene deli deniyor da öfkesini kontrol edene neden aman efendim çok sakin adamdır deniyor. Anlamıyorum bu dünyayı, anlamayacağım da.
Kızmıyorum, kızmak değil yahu bozulma hemen. Konuşuyoruz şurada. İki kelam da mı etmeyelim sevdiğimizle.
Kalpten kalbe bir yol vardır, Moskova ile İstanbul arası, Kadıköy-Şile arası, bazen Sarıyer’e kadar… Tamam tamam, daha da uzatmayacağım. Biliyorsun değil mi Gönül bu mektubu sırf seni daha daha çok sevmek için yazmıyorum. Seni daha daha çok sevemem. Daha üstü yok. En çok seviyorum. Sonum olsan da… Bana bir daha yazdığında lütfen sadece aşktan söz et.”