Başına büyük bir bela aldığının farkında olup da yine de aynı yolda yürüyen Evin kendine binince kez kızdı ve köyün içinden geçerken başını kaldırmadan yürümeye devam etti. Yabacı adamın sana istediğini vereceğim sözlerinden sonra ne dediğini anlamadan köye doğru itmiş ve sinirle git demişti. Aradığı adam her kimse bir an önce bulması için yardım edecekti.
“Hele buna bakın!” diye yanından geçtiği kadınlarından her zaman ki gibi kınayan sesler yükseldi.
“Anası gibi başı boş işte.”
“Ne beklersin ki böylesinden.”
“Köyün adını çıkarmasına az kaldı.”
“Dağın başında ne yaptığı belli değil. Oğullarınıza sahip çıkın.”
“Bu çirkine kim bakar? Baksana şuna kuru odundan farkı yok.”
Biraz yaratıcı olup farklı iftiralar duymayı beklerdi hep Evin. Her gün aynı sözler bir süre sonra sıkmaya ve baymaya başlıyordu. İç çekerek yüzlerine bakmadığı kadınların yanından geçip yürümeye devam etti. Akşam inekler gelmeden yabancıya tarif ettiği adamı bulmasına yardım edip anneannesinin eteklerine sarılmayı her şeyden çok istiyordu. Keçiler yolunu bulup eve doğru giderken Evin hemen arkasında onu takip eden yabancıyı hisseder hissetmez ürperdi. Onu görmese de bakışlarının ağırlığını hissetmişti. O herkesten farklı bakıyordu. Köyün içinde adım attıkça kalbi ağzına gelecek gibi hızla göğsüne çarpıyor elini ayağına dolaştırıyordu. Bu korku değildi bu sıcak ve tende gezen meraklı bir histi. Gittiğinde bunlar da yok olacak yine bu köye gömülecekti.
Peki Evin’in istediği neydi? Hala ne istediğini kendisi dahi bilmezken yabancı adam ne vermeyi düşünüyordu?
Çamurlu daha çok hayvanların gelip geçtiği dar yola saptığında yalnız olacağını sandı ama birkaç genci ellerinde telefon bir şeye gülüp birbirlerine sataşırlarken görünce adımları yavaşladı. Yabacı adamla burada konuşmayı düşünmüştü ama gençler yüzünden başka bir yere gitmek zorundaydı. Şapkasını düzeltip gençlerin yanında başını eğerek geçecekken hiç olmaması gereken bir şey oldu. İçlerinden biri kolundan tutup karşı duvara hızla fırlattı. Korku dolu gözlerle ondan bir iki yaş küçük gençlere baktı. İçlerinden en uzunu ve zayıf olanı iğrenç bir sırıtışla üzerine geldi.
“Bakın hele bu kız oğlana.” dedi kısa bir kahkaha atarak. “Kız mı oğlan mı ben pek ayırt edemiyorum. Bir kontrol edelim bakalım.”
Evin kulaklarına inanamadı. Köyün gençleri kendisine pek karışmaz şehirdeki kızlar için delirirlerdi buradaki kızlara bile bakmazlardı. Bu çocuğun başına ya güneş geçmişti ya da kendine eğlenecek bir şey arıyordu. Korku yüreğinde telaşla kanat çırparken kocaman olmuş gözlerle ellerini kaldırıp gencin gelmesini engelledi. Ağzını açıp yardım etmeyi düşündü ama konuşamıyordu. Konuşsa biri yardım eder miydi? Az önce yanından geçtiği kadınlar yardım eder miydi?
Etmezlerdi. Hak ettiğini buldu derlerdi.
“Al şunu kaydet arada açar izleriz.” dedi Evin’in üzerine gelen genç elindeki telefonu arkadaşına atıp. Diğer kısa boylu genç telefonu alıp gülerek kamerayı açtı ve olup biteni kaydetmek için tuşa bastı.
Gençler iğrenç kahkahalar atıp Evin’in korkusunu perçinlerken Evin iyice duvar dibine sindi. Eğer parmak uçlarıyla dahi konurlarsa acımayacaktı.
“Bu pantolonun altında ne var bakalım.” diye elini pantolonuna attığı sırada yukarıdan tepesine kaya gibi bir şey düştü. Yada iri bir adam. Çok geçmeden gülen gençler donmuş ve yere düşen arkadaşlarına bakmaya fırsat bulamadan yüzlerine inen yumruklarla baygın bir halde yere serilmişlerdi. Her şey o kadar kısa sürede gerçekleşmişti ki Evin gözlerini kırpıp açana kadar gençlerin hepsi yüz üstü çamura sırlanmış bir halde etkisiz hale gerilmişti. Kendisine dönen iri adam başına ve yüzüne sardığı poşuyu biraz daha yukarı çekip koyu mor gözleriyle genç kızı duvara çiviledi.
“Wan dest li te kir?” “Sana dokunlar mı hiç?” diye ölüm kokan sesiyle üzerine doğru eğildiğinde Evin’in tutulan dili taşa dönüştü. Titreyen bedeniyle başını hızla iki yana sallayıp daha önce hiç dokunmadıklarını ifade etmek istedi ama anlamış gibi bakmıyordu.
“Kesî dest neda?” “Kimse elini sürmedi?” diye onun güvende olup olmadığından emin olmak için sorduğunda genç bir kızı koruduğunu düşündü fakat ayağının altında bir böcek bile olamayacak bu gençleri öldürmek istemesi düşüncelerinin de ötesindeydi.
Dilsiz ela gözlü küçük yine başını iki yana salladıktan sonra gözlerinde izler aradı. Bir kadının nasıl yara aldığını onu nasıl gözlerine işlediğine defalarca şahit olmuştu. Şükürler olsun ki bu dilsiz kızda öyle bir acı yoktu. Emin olduğu için rahatladı ve az önce çekim yapan çocuğun yere düşürdüğü telefonu alıp cebine attı.
“Kî dê li vî gundî xiyanetê li welatê xwe bike?” “Bu köyde vatanına kim ihanet eder?” diye direkt konuya girdi. Kaybedeceği zamanı yoktu karanlık çöktüğü gibi adamı elinden kaçırabilirdi.
Evin soruyla kaşlarını çatıp sertçe yutkundu. Bu yabancı asker miydi? Aslında tam da asker gibi görünüyordu. Çevik, hızlı ve güçlüydü. Gençleri yatırma şekline bakılırsa profesyoneldi de. Burada işler değişir yardım etmemek gibi bir seçimi olmazdı. Gözlerini kapatıp düşünmek bir iki saniye kadar bekledi. Her köyde olduğu gibi burada da ortalığı karıştıranlar vardı. Anneannesinden duyduklarından yola çıkarak ortalığı karıştıran iki kardeşin evlerinin olduğu tarafa baktı ve eliyle gösterdi. Bu yolu takip ederse yan yana evlerde yaşayan kardeşlerin evine varırdı.
“Bikeve ber min.” “Önüme düş.” dedi poşu yüzünden çıkan boğuk sesiyle.
Evin başındaki şapkasını kontrol edip başını teslimiyetle eğdi. Bir askere yardım etmekten korkmuyordu burada kim bilirse bilsin umurunda değildi. Yalnızca bu yabancının üzerindeki etkisinden korkuyordu. Bildiği evlere doğru yol alırken omzunun üstünde arkasına baktı ama yabancı bir sihirbaz gibi ortadan kaybolmuştu. Başını kaldırıp damlara baktı. Onu yukarıdan takip edecekti. O gerçekten de bir askerdi. Kalbi başka bir heyecanla atarken bu kez korkusuz adımlarla yürüdü. Onu yukarıdan takip eden birinin varlığını hissetmek ise daha önce tatmadığı bir duyguydu. Biri onu koruyordu. Anneannesinden sonra ilk kez onu her şeyiyle kabul edip yanında duruyordu.
Taşlıların evine yaklaştığında bir gölgeye saklanıp başını kaldırdı damlarda gezen adamı bulmayı umut ederken. Tam da tahmin ettiği gibi pusuya yatar gibi başını yavaşça uzatıp poşu ile gizlediği yüzünü gösterdiğinde Evin derin bir nefes aldı. O gözleri bir daha görecek miydi? Belki şanslı ise rüyalarında. Yabacı ilerdeki evi teyit edercesine başıyla gösterdiğinde Evin de başını hızlı hızlı aşağı yukarı salladı. Köşeden bir kez daha eve bakıp kontrol etti. Tek katlı yeni yapılmış sacdan çatısı olan evin önünde eski bir minibüs zincire bağlanmış iri bir köpek ve kesik tekerleklere doldurulan suları içen tavuk ve hindilerden başka bir şey yoktu. Ortalık gerçekten de dikkat çekecek kadar sessizdi. Normalde bu saatlerde herkesin evinin önünde bir koşuşturma olurdu.
“Here malêxın keça biçûk.”dedi yukarıdan ona gözlerini kısarak bakan yabancı.
Evin avuç içlerini yaslandığı duvara yaslayıp gözlerini kırpıştırarak adamın koyu gözlerine gergin bir şekilde baktı. İstediğini yerine getirirse bir şey vereceğini söylemişti vermese de olurdu ama merak etmişti işte. İstediğim ama haberimin olmadığı neyi verecek diye dakikalardır içinden kendini yiyordu. O her şeyi gördüğünü bildiğini ima eden bakışlarının altında kendisi hakkında neler öğrendiğini merak ediyordu. Tabii hayranlığı dışında.
“Maçek?” “Öpücük?” diye gözlerini kızın dolgun dudaklarına diken Adar söylediğine ve yaptığına çoktan pişman olmuştu ama yine de bakışlarının altındaki kızın sürdüğü boyaya rağmen kızarıp bakışlarını utanç içinde kaçırması yumruklarını sıkmasına neden olduğu gibi hayal dünyasını da büyük bir darbe vurmuştu. Sakın kızı hayal etme dedi kendine ama çoktan onu şelalenin yanındaki kayalara çıplak yatırdığını hayal etmişti. Zehir gibi kanına karışan hayalle gözlerini yumup kendine olan kızgınlığıyla kızı çıkıştı.
“Here malê. Careke li min neyê.” “Evine git. Bir daha da karşıma çıkma.”
Benim istediğim bir öpücük müydü? Ona bakarken bunu yapmak istediğimi mi görüyordu? Farkında değildim ama sözlerinin sıcaklığıyla bunu gerçekten de istediğimi fark ettim. Hayatımda kimse olmayacaktı buna yemin etmiştim anneannem ile bir ömrüm olacaktı ama bu yabancının küçük öpücüğünü istiyordum. Çünkü bir daha onun gibi birini asla görmeyecektim daha ilk bakışta hiç kimseden etkilenmeyecektim.
Yabancı onu tersleyip utancını katlasa da koyu gözlerindeki öfkeye rağmen başını aşağı yukarı salladı.
Adar yanlış gördüğünü düşündü. Başını hafifçe sağa yatırıp aradığı adamı paket yapacağı eve bakıp yeniden inatçı dağ keçisine döndü. Koca ela gözlerindeki cesur bir ışık yanıyor utancını geride bırakıyordu. Nasıl bir işe bulaştığını hesap edemeden cesaretine şaşırdığı küçük kız sakladığı gölgeden çıkıp biraz daha iç tarafa doğru yürüdü ve üst üste istiflenen saman balyalarının üstüne çıktı. Ah siktir! Kendisi Adar’ın vaat ettiği öpücüğü almaya geliyordu.
Bu kız aklını yemişti. Ya da gördüğü gibi masum biri değil miydi?
Adar kızın göze batmaması için sürünerek beklediği noktaya ulaştı. Başını yeniden çıkardığında yüzünün önündeki yüzle burnundan soludu. Bir yanı kendi yanlışının kurbanı olma diye bağırırken diğer yanı altı üstü basit bir öpücük ver gitsin işinin başına dön diyordu. Hayatında hiç düşünmediği kadar bu kızın karşısında düşünüyor ve bir alık gibi yüzüne bakıyordu. Saniyesine adam vurup öldürürdü ama küçük bir kızın karşısında donup kalmıştı. Kendinden utandı ve tam geri çekilip onu görmezden gelecekken poşusuna uzanan titreyen küçük ellerle taşa dönüştü. İnce parmakları poşusunu aşağı çekip çenesine kadar yüzünü meydana çıkarınca Adar kızdaki cesarete milyonuncu kez şaşırmaktan nefes alamadı.
“Tu agir î.” "Sen ateşsin." dedi yüzüne doğru başını uzatan kıza. Bütün bedeninin titrediğini görmesine rağmen uzanıp dudaklarını dudaklarına yaslaması zamanı ağırlaştırdı. Gözlerini kapatmış hislerine yoğunlaşan kızın yumuşak dudaklarına teslim olmamak ve bir şey hissetmemek için avuçlarının altındaki toprağı bütün gücüyle sıktı. Teninde gezinen sıcaklığı ve karnından kasıklarına hücum eden gerilimi hissetmemek için verdiği mücadeleyi kaybedip sinirle burnundan soludu.
Evin sınırı olmayan hayal dünyasında olduğunu farz etti. Saman balyalarını çıkıp ona gelmesini beklediği adamın poşusunu korkularına rağmen indirip dudaklarına yaklaştığını hayal etmekten çekinmedi. Gerçekleri bir kenarı bırakıp hayallerini yaşamak için istediğini aldı. Dudaklarını yasladığı gergin ve serin dudakların temasıyla midesinde başı boş binlerce kelebeği ve küçük canlının nasıl panik içinde dağıldığını ve koca bir ateşin göğsünden karnına doğru hızla yayıldığını hissetmişti. Hisleri tatlı tatlı okşanıyor zamanda sıkışıp kalmanın verdiği hafiflik her uzvuna şiddetle temas ediyordu. Uzayda asılı kalmış gibi. Ama bir o kadar başka duygularla sıkıştırılmış gibi.