Dental koltuğa geçen herkesin bileğinin iç tarafına çip takıldı. Büyük dijital bir şırınga yardımı ile deliksiz ve kesiksiz deri altına yerleştirildi. Sadece işlem sırasında ince bir sızı hissettiler. Öğrencilerin güvenliği için nerede olduklarının tespit edilmesi, online olarak takip edilmelerine ve iletişim kurmalarına yarayacaktı bu çip. Ancak programı başarıyla bitiren 10 kişiye deri üzerine yapılacak bir dövme ile iletişim ve yer tespiti yapabilecek bir çip yapılacaktı. Kulaklık olmadan da duyup konuşabileceklerdi. Bakanlık görevlisi olarak da geçeceklerdi ve ajan olduklarında iyi bir maaş alacakları vaat edilmişti gönüllü olarak programa katılan herkese. Gelincik hariç.
Bu yüzden öğrenciler kendi aralarında rakipleşmeye başlamışlardı bile. Gelincik hariç hepsinin amacı ilk ona girmekti artık. Çipler tek tek yerleştirildikten sonra yardımcı Nesrin aracılığıyla bahçeye çıkarıldılar. Eğitmenlerden İpek Yıldız kendini tanıttıktan sonra öğrencilere ilk görevlerini anlatmaya başladı. "Tahmin ettiğiniz üzere burası eskiden çiftlik evi olarak kullanılıyormuş. Şehir merkezinden uzakta, dağlara daha yakın konumdayız. Sizin için patika bir yol hazırlandı, 8 kilometrelik. Sizden bu yolu gitmenizi istiyorum."
Öğrenciler kendi aralarında fısıldaşmaya başladı. Buraya kadar koşmak için mi gelmişlerdi yani? Programa 2. olarak alınan Lara Pirehen bu durumu yadırgadı. "8 kilometre koşup birinci olmaya mı çalışacağız yani? Çok saçma." Buraya daha farklı, daha zor şeyler yapmaya geldiğini sanmıştı. Koşmak ona çok basit bir etap olarak görünüyordu.
İpek Hanım ciddiyetini hiç bozmadan, parkur hakkında iyi ya da kötü olduğuna dair bir ipucu belli etmeden yanıt verdi. "Sizden istenen patika yolu tamamlamanız." Açıklaması Lara’yı tatmin etmemişti. Kısa açıklamasından sonra boynundaki düdüğü çalıp yarışı başlattı İpek.
Herkes ne olduğunu anlamadan birinci olmak için koşmaya başlarken Gelincik en arkadan ellerini cebine atarak yürüyordu. Birinci olmak gibi bir amacı yoktu. ilk ona girileceğinde haberdar bile değildi. Diğerleri birbirlerini geçmeye çalışırken Gelincik onlardan hızla uzaklaşıyordu. Yalnız kalmak için önünde 8 kilometrelik bir zaman vardı. İpek Hanım yalnızca 'patika yolu tamamlayın' demişti, bir süre belirtmemiş ya da koşmaları gerektiğini söylememişti.
Dağın eteklerini tırmanıp etrafını izledi. Gözünün görebildiği her yer yeşillik içindeydi. Üst kesimlere çıktıkça soğuk hava yüzünü okşuyordu. Boş vakitlerinde yalnız kalabilmek için bu yolda yürüyüşe çıkabilirdi. Sanki kimse onları bulmasın diye dağların arasına gelmişlerdi.
Öğrenciler kendilerini parçalasalar da koşuyu birincilikle tamamlayan Levent oldu. Patikanın son kısmı yokuş yukarıydı ve nefes nefese kalmıştı herkes. Ağzı açık yanardağı andıran bir dağın ağzında eğitmen Filiz Özkaya bekliyordu. Öğrencileri sayıp yoklama aldı. Arkadan gelen öğrencileri de eklediğinde bir kişinin eksik olduğunu gördü. "Son öğrenciyi bekleyeceğiz."
Son öğrencinin Gelincik olduğunun farkındaydı Levent. "Hocam onu neden bekliyoruz ki zaten sonuncu oldu." Gelincik'e karşı hiç tahammülü yoktu ve olacağını da sanmıyordu.
"Göreviniz patika yolu tamamlamaktı. Kimse size koşun demedi, birinci olan kazanır da demedi. Son öğrenci geldiğinde etaba devam edeceğiz." Filiz Hanım da tüm öğrencilerin koşarak geleceğini ve etabın diğer kısmına çabucak geçeceklerini düşünmüştü. Düşünmedikleri tek şey Gelincik'in yürüyerek gelecek olmasıydı.
Son öğrencinin gelmesini beklemekten sıkılan öğrenciler kendilerini yere attı. 8 kilometre yol koşmaktan yorulmuşlardı. 2 buçuk saatin ardından yokuşun aşağısında Gelincik göründüğünde herkes bıkkınlıkla burunlarından soludu. Beklerken de acıkmışlardı. Kimisi de uyuyakalmıştı.
"Sonunda gelebildin... Beklemekten ağaç olduk... Hiç gelmeseydin..." Gibi ters ters nidalar yükseldi beklemekten bıkmış öğrencilerden. Gelincik hiçbirine cevap vermeden ilerledi.
"Son öğrenci de geldiğine göre artık etaba devam edebiliriz." Filiz, oturmuş ya da yere uzanmış öğrencilerin kalkıp kendilerini toparlaması için biraz bekledi. Herkesin dinlediğinden emin olduğunda etabın devamını anlatmaya başladı. "Etabın sonunda sizleri bir ödül bekliyor ve ödülü yalnızca kazanan ya kazananlar alabilecek. İki seçenek var önünüzde... Ya bu ağzı açık dağın içinden atlamayı seçersiniz ya da dağın arkasından dolanmayı. Hangi yolun sonunda ödül olduğunu söylemeyeceğim elbet. Atlayacak olanlar öne çıksın, dağın arkasını yürümek isteyenler olduğu yerde kalsın. Karar vermeniz için 5 saniyeniz var."
Gelincik daha ilk saniyede öne atılmıştı. Yürümekten yorulmuştu artık, ne olacaksa olsundu. Diğerleri hangisinin daha iyi olduğuna karar verip harekete geçene dek verilen süre bitmişti. Levent atlamayı seçecekti ama arkada kaldığı için ön tarafa geçemediğinden yürüyecekti mecburen. Sonuncu kızın atlamaya cesaret etmesine şaşkınlıkla bakıyorlardı.
"Evet, Gelincik dışındaki herkes yürüyecek. Sonunda hangi grubun kazanacağını merak ediyorum. Yürüyecek olanlar..." Filiz açıklamasına devam ettiği sırada Gelincik sözünü kesti.
"Hocam bana söyleyecek bir şeyiniz yoksa ben atlayabilir miyim?" Beklemekle eline bir şey geçmeyecekti. Diğer öğrencilerin de nursuz suratlarına bakmak gelmiyordu içinden. Atlayınca onu nelerin beklediğini bilmiyordu ama atlayıp, ölüme giden yakınlarının neler hissettiğini bir parça tatmak istiyordu. Korku, endişe, karamsarlık... Bunu hak ettiğine inanıyordu. Kendince kendini cezalandırıyordu böylece.
Filiz Hanım, Gelincik'in önünden çekildi bir basamak yukarı çıkabilmesi için. Elini uzattı yardım etmek için ama Gelincik kendi kuvvetiyle dağın ucuna çıktı. Aşağıya baktı. Dipsiz bir karanlıktan başka hiçbir şey görünmüyordu. Sadece bir kaç saniye bekledikten sonra kendini boşluğa attı Gelincik. Ona ne olduğuna bakmak için diğer öğrenciler kafalarını uzatıp baksalar da aşağıda hiçbir şey görünmüyordu.
"Yürüyecek olanlar iple çevrili patika yolu takip etsinler." Filiz onları yürümeye yolladı. Bu defa kimse koşmaya kalkmadı. Ne de olsa koşun denilmedi. Ama Levent yolun sonunda ne olduğunu merak ettiği için hızını arttırıp rakiplerinden uzaklaştı.
***
50 m yükseklikten atlamak korkutucu olur sanmıştım. Uzun atlayışın ardında gerilmiş bir fileye düşüverdim. Gözlerimi kapatıp tamamen bırakmıştım kendimi. Gözlerimi açtığımda yaşıyor olmama bile şaşırdım doğrusu. Bakanlıkla, zarar görmemem adına bir anlaşma yapılmıştı. Ilk günden ölüverseydim Sevil Hanım burayı yerle bir ederdi. Takıldığım fileden kurtulmaya çalışırken bir diğer eğitmenimiz çıkmama yardımcı oldu.
"Bir tek sen he... Şaşırmadım doğrusu. Adım Davut Dalgalı. Programın ilk ödülünü kazanan sensin." Davut hoca elimi sıkp beni tebrik etti. Sonuncu olduğum için diğer öğrenciler tarafından küçük görülüyor olsam da ödülü kazanan ben olmuştum. "Ödül ne?"
Davut hoca, eline bir fener alıp dağın içine doğru yürümeye başlayınca karanlıkta kalmamak için arkasından ilerledim. Çünkü karanlık Davut hoca ilerledikçe artıyordu. Feneri duvara tutup düğmeyebasyı ve sırasıyla yol boyu tüm ışıklar tepemizde açılmaya başladı. Büyk bir tünel vardı karşımızda. Yeni yapılmadığı da duvarların eski durmasından belliydi. Işıklar yeni koyulmuş olabilir tabi. "Ödülün bu işte. İpek hocanın da dediği gibi burası yıllar yıllar önce çiftlik evi olarak kullanılmış. Bu tüneller de mal ya da insan kaçırmak için kullanılmış. Kimseye görünmeden dağın etrafını dolanabilirsin buradan." Birlikte tünelin içinde yürümeye devam ettik.
Ödül olarak tüneli yalnızca benim kullanabileceğimden bahsetti Davt hoca ancak diğerlerine ödülü ne olduğundan bahsetmememi de sıkıca tembih etti. Bu öğrencilere hırs yaptırıp rekabeti arttırmak amaçlı bir çalışma olmalıydı. Çitlik evinde tünele girmek için 4 kapı bulunyormuş ancak bana birinden geçiş izni verildi. Davut hoca beni bilgilendirirken bir kez olsun soru sormadım. Yüzümde mimik dahi oynamadı.
Davut hoca da bendeki durgunluğu fark etmiş olacak ki konuyu değiştirdi. "Atlarken korkmadın mı?"
"Önceliklerim ve korkularım değişti sanırım." Tek düze bir sesle yanıtladım.
Davut hoca konuşmaya pek istekli olmadığımı anlaınca daha fazla soru sormadan yürümeye devam etti. Diğer üç kapıyı görmüştüm ancak çiftlik içinde nereye açıldıklarını bilmiyorum. Biz en sondaki kapıdan girecektik. Karşımıza bir kadın tablosunun olduğu diğer duvarlardan farklı olarak beyaza boyanmış bir duvar çıktı. Davut hoca duvarın sağına bastırarak parmağını okuttu ve benim parmak izimi de kayıt etti. Kesik betonu açtı ve çevirirken ikimiz de aralanan boşluktan geçerek başka bir koridora çıktık. Çıktığımız yer modern yapılmış bir yer olduğundan çiftliğin içinde olmadığımızı anladım. Aynı kadın tablosundan iki tane vardı ve arkalı önlü asılıydı. Davut hoca kapıyı kapatırken ben de etrafıma bakındım.
Çiftliğe ilk girdiğimde bağımsız, yeni yapılan bir yapı görmüştüm. Oranın içindeydik. "Bu bina yeni yapılmış yani yıllar önce buradan tünele kapı açılmış olamaz. Burayı da tünele bağlayacak şekilde inşa etmişler. Diğer 3 kapı çiftlik evinin içinde olmalı. Öğrencilerin bilmesini istemediğiniz kapılar." Moralsiz olabilirim ancak salak da değilim.
"Doğru bir tespit. Senden ricam diğer kapıları arama. Bulsan bile açamazsın. Parmak izi korumalı. İstediğin zaman kimseye görünmeden bu kapıyı kullanabilirsin ama." Koridoru bitirip yemekhaneye çıktık. Akademiden farklı olarak daha küçük bir odaydı burası. Odaya girer girmez sol tarar mutfak olarak tasanlanmış. Küçük tezgah mutfakla masaları birbirinden ayırıyordu. Yemekane 24 saat açık tuulacaktı ve birisi mutlaka burada olacaktı. Davut hoca tezgahın önünde durarak yemek istedi Zekiye Hanımdan.
Bende yalnızca çorba aldım tabağıma ve büyük bir bardak soğuk su istedim. Davut hoca ile aynı masaya geçtik ama aldığım çorbayı bile zar zor içebildim. Rakiplerim dağın etrafında dolanırken Davut hocadan müsaade isteyip gezinmeye başladım. Koridorlarla dört köşe olan çiftlik birbirine bağlanmıştı. Ev iki katlı olsa da girişte çok fazla odalar bulunuyordu. Kütüphaneler, dinlenme odaları, labaratuvarlar, çalışma alanları vs…
Odama çıkacağım sırada bana sataşan 1 numaralı öğrencinin geldiğini gördüm. Belli ki yolu koşark gelmişti. O da beni gördüğü için memnun değildi ama ödülü aldığımı tahmin edebiliyordu. Koridorda karşı karşıya geldik. Ikimizin de inatçı olduğunu o an anladım. Birbirimize bakışlarımızı kesmiyor ve konuşmuyorduk. Ilk konuşan olmaya niyetim yoktu. Sabırlarımı test ediyor resmen. Ellerimi arkaya atarak ona son bakışımı atıp merdivenlerden yukarı odama geçtim.
Diğer öğrencilerin geldiğini çıkan gürültüden anlayabilmiştim. Ayrıca yemeklerini yedikten sonra odalarına çekilmeye başlamışlardı. Ayrıca yeni bir görev de verilmediğinden dinlenmeyi tercih etmişlerdir. Oda arkadaşlarım ödülü kazanıp kazanmadığımı da sormuştu ama onlara cevap vermemeyi seçtim. Sanırım beni huysuz, kasıntı ve şımarık biri olarak görüyorlardı. Hepsi birden gidnce oda bana kaldı. Sevil Hanımın dediğini yapıp odanın içinde böcek aradım. Gerçi böceğin iyisini bize taktılar ya neyse..
***
Uykuya dalmak ne kadar zor olabilir? 3 aydır uykuya hasretlik çekiyorum. Erkenden yatsam da, yorgun olsam da yatakta en az 2 saat dönüp duruyordum uyuyana kadar. Dükkanda kimseyi rahatsız etmiyordum uykusuz kaldığımda ama yatakta dönüp durmam oda arkadaşlarımın oflayıp puflamasına sebep oldu. Burada beni anlayacak, alttan alacak, hoş karşılayacak ve nazımı geçirdiğim dostlarım yoktu.
Hepsi rakibim ve düşmanım olmuştu bir günde. Anlayışsız olmalarını saymıyorum bile. Kimseyle uğraşmamak için sağ tarafıma yatıp uykumun gelmesini kıpırdamadan bekledim.
Ama uykya dalmam da çok bir değişikliğe sebep olmuyordu. Gördüğüm kabuslar huzrursuzlandırıyordu beni. Uykumda konuşup çırpınıyordum. Kabuslarımda Mine’min öldüğünü ya da katilini elimden kaçırdığımı görüyordum. Çığlıklar atarak uyandığımda kızlar da korkuyla sıçradı yataklarından.
Korku dolu rüyamın etkisinden çkıp nerede olduğumu anlamaya çalıştım hızlıca. Kendimi kısacık bir an dükkanda sanmıştım. Oda arkadaşlarım boş yere uyandırıldıkları için sitemliydi. Söylenip duruyorlardı bana ben hızlı nefesimi düzenmeleye çalışırken. "Tamam yatın uyuyun." Ayağıma geçirdiğim terliklerle odadan ayrıldım.
Ayağımı sürüye sürüye önce yemekhaneye gidip büyük bir bardak su aldım. Bahçeye çıkıp gecenin temiz havasını içime çektim. Tekrar odaya dönmek istemiyordum. Uykuya dalarsam yine kabus göreceğimden eminim. Yemekhaneye dönüp masalardan birne geçip başımı dayadım lisede de yapardım.