Twenty One Pilots|Doubt
1. BÖLÜM
"O korku dolu gözlerle bakan kızdan gözlerime nefretle bakabilen kadına."
GÖZYAŞLARINA KANMA
Nasıl bir ruh hali içinde olduğumu çözümleyemiyorum artık. Ansızın içimde öldürmeye karşın gelişen heyecanlı kıpırdanma. Ardından geçmişi düşündüğümde ise kaybettiklerimin yası var. Ruhumun tükenen, ruhumla birlikte kaldıramadığım bir sürü günahın yükü. Her acımdan her günahımdan bir parça alarak bütünleşti intikam. Ucu sivri bir hançer yaratığın kalbine saplanacak bu gece. Ölmeyecek, sürünecek. Bu dünyadan kolay kolay gitmesine izin yok. İntikamım, geçmişim, yaşadıklarım nasıl anlatılır bilmiyorum. Öğrenirse kendi mi giderdi, yoksa bana engel mi olurdu? Gözlerinde acının yansımasını görmeye dayanamam. Hangisinden başlayabilirdim ki, anlatması o kadar kolay değil. Domino taşlarını bir bir yıkılmasını başlatan kelebek etkisi hamileyken karnıma dayatılan silah namlusu sonrası gelmişti. Birini yensem biriyle başlıyordu savaşım.
Sırlarım.
Yalanlarım.
Ve günahlarım.
Seninle olmalarına izin verdiğin sürece, seni güçlendirdiği gibi zayıflaştırıyorlardı da. Çünkü seni güçlendiren zehir zaman geçtikçe, ruhunu ve aklını ele geçirdikçe, seni güçlendirdiği gibi bağımlı hale getiriyordu. Bağımlılık en beteriydi. Sırlarım ve yalanlarım en önemlisi günahlarım olmadıkça ben bir hiçtim. İlerlemeye devam edebilmek uğuruna her birine ihtiyacım vardı. Bu yüzden intikam yolunda ilerlemeye devam edebilmem için gizli olanları saklamam gerekiyordu. Edward sırlarımı ve yalanlarımı öğrenirse beni bu yoldan alıkoyardı. Onu tanıyordum. Çünkü o aslandı. Ona ait olan tek varlığı korumak adına her şeyi yapardı. Beni intikam yolumdan geri döndürürdü. O iyi bir adamdı, kötü kadınına izin vermezdi. Elbette bir gün yalanlar ve sırlar saklandıkları yerden sobelenecekti. Ancak sobe olana kadar onlarla birlikte saklambaç oynamaya devam edecektim.
Gece şimdiden eğlenceli olmaya başlamıştı. Omuzlarımı asaletle dikleştirdiğimde aynaya yansıyan görünüşümde dolandı bakışlarım. Beyaz renkli bir elbise giymiştim. Belimin yarısını sarıp, göğüslerimi hafif açıkta bırakıyor ve kalçalarımdan aşağı kuyruğa uzanıyordu. Uzun bacaklarımı derin yırtmaçlar çıplak bırakıyordu. Eteğin kumaşında dümdüz inen dantel satenin üzerine yayılmıştı. Hafif bir göğüs dekoltem olsa da satenin üzerine işlenmiş dantel göğüslerimi sarmış açık beyaz tenimi oldukça cüretkâr gösteriyordu. Kollarım ve omuzlarım çıplak bırakılmıştı. Bacaklarımda beyaz ten çorap vardı. Elbise bedenime yapışmış kalan diğer ayrıntılarıyla cesur görünüyordu. Uzun saçlarımı elbiseyi en iyi taşıyabilecek saç stiliyle Fransız topuzu yapmıştım; zarif ve şıktı.
Makyajda kahverengi gözlerime yakışan yumuşak şeftali tonları kullanmıştım. Dudaklarıma sürdüğüm rujda ten rengimden bir kaç ton daha koyuydu. Aynaya yaklaşıp dudaklarımı hafifçe birbirine bastırıp ruju dudaklarıma yedirdim. Uzun boyumun verdiği dezavantajla beyaz renkli, alçak topuklu, sivri burun ayakkabılar tercih etmiştim. Belki sinirimi bozan biri olur ve sivri topuklu ayakkabımı kasıklarına geçiriverirdim. Beyazı bozan tek parça gerdanımdan göğüslerimin üzerine dört birleşik inci dizisinin ucundaki siyah elmastı. Elmas kolyeyi ilk kez müzayede dışında bir yerde takıyordum. Özel bir gündü. Gümüş bilekliklerimi intihar izlerini kapatacak şekilde bileklerimin üzerinde düzelttim. Bedenimde geriye kalan izleri saklamalıydım. Her şey gibi. Aynada son kez kendime baktım hiçbir kusur yoktu.
Yatağın üzerinde çantamı aldım. Telefonumun saatine baktığımda saat sekize geliyordu. Yatak odasındaki küçük giyinme odasından kırmızı renkli kravatı aldım. Evin içi sessizdi Edward beni sabırla bekliyor olmalıydı. Kapıyı açarak usul adımlarla odadan dışarı çıktım. Oturma odasındaki geçişi kullanıp hole geldim Edward dışarıda olmalıydı çünkü arabanın çalışan motor sesini duyuyordum. Portmantodan paltomu alıp üzerime geçirdim. Dışarı çıkmamın ardından kapıyı sessizce örttüm. Buz gibi hava incecik ten çorabın sardığı neredeyse çıplak olan bacaklarıma çarptı. Bir kaç basamak merdivenden inene kadar buz kesmiştim. Giydiği simsiyah takımla sırtı bana dönük bir şekilde evin ön bahçesinde başını kaldırmış, kararan gökyüzünü elleri ceplerindeyken izliyor ve beni bekliyordu. Adım seslerimi işitince omuzlarını kaldırdı ve başını omzunun üzerinden çevirip bana döndü.
Bakışları, bakışlarıma tutundu. Gözleri kısılırken, dudakları şaşkınlıkla aralandı ve kısılan gözler ağır ağır aşağıya kaydı. Göğüslerimden aşağısını büyük bir incelikle inceleyerek bir kaç uzun saniye harcadı. Elime doladığım kravatı sıkarak Edward'a doğru yürümeye devam ettim. Sakin görünen yüzüme rağmen kuş kafesinin içinde çıldırmıştı. Son adımımı attıktan sonra aramızda iki metre kadar bir mesafe kalmıştı. Edward, şaşkınca aralanan dudakları sinsi bir kıvrımla şekil alırken bacaklarımda yarım dakika kadar oyalandı. Yüzünde somutlaşan bir sorgulama ifadesi vardı. Ellerini ceplerinden çıkarıp boşluğa bıraktı. Bende bir adım atıp önünde durduğumda, "Sakın gelin kompleksi deme." diye uyardım önce. Beyaz genel tercihimdi. "Gitmek için hazırım."
Gerginleşen dudakları düz bir çizgi haline geldi. "Görebiliyorum." Yüzünü öne eğdi. "Ama anlayamadığım tek bir şey var."
Aramızda tek nefeslik bir uzaklık vardı ve Edward bana gözlerini dikmiş, bakışlarında hiçbir duygunun belirtisi yoktu. "Sizde çok şıksınız Bay Shawn." Kravatın olduğu elimi göğsüne yasladım. Birlikte oldukça kusursuz görünüyorduk. Eksiklerle dolu ama birleşince uyuşan iki eksiksiz parçaydık. "Bana iltifat yok mu?"
Kolyemin ucundaki elması avucunun içine aldı. İnciler kopar korkusuyla Edward'a yaklaştım. "Bu kolye tanıdık geliyor." dedi ansızın. Sesi boğuk ve kalındı. Sanki sessiz, sakin bir şok yaşamıştı.
"Aile yadigarı." diye açıkladım. Edward kolyeyi bırakıp ellerini tekrar ceplerine soktu. İşaret parmağımla kolyenin parlak inci dizgilerine dokundum. "Annemin, annesine aitmiş."
"Yakışmış." dedi durgun bir sesle. Soğuk eliyle yanağımı okşadı. Gözleri hâlâ kolyemdeydi. "Kopya olmadığı, kesin mi?"
"Ne biçim bir soru bu." dedim huysuzca. "Orijinal elmas bir kolye. On yıllarca annemindi, şimdiyse benim."
Edward ben huysuzlanınca homurdanarak bakışlarını benden çekti. Eliyle ensesini sıvazladı. "Bu kadar güzel olmasan, olmaz mıydı?"
Gözlerimi kırpıştırdım. "Benim elimde olan bir şey değil ki." Elimdeki kravatı boynuna sardım yakalarını kaldırdıktan sonra kravatı bağladım hemen ardından gömlek yakalarını yeniden düzelttim. Ellerimi göğsüne yaslayarak sıcaklığına sokuldum. "Bu bir iltifat mıydı, yoksa öylesine sorulmuş bir soru mu?"
"Soru gibi ama değil de." Edward derin bir nefes alarak, bakışlarını bakışlarımla buluşturdu. Bakışlarında ki duygusuz tonun renklendiğini gördüm. "Öyle görünmeyebilirim ama ben kıskanç bir erkeğim." Öyle görünmüyor muydu? Ne zaman yanımda bir erkek olsa o erkeğe resmen uzaklaş yoksa seni canlı canlı mezara gömerim bakışı atıyordu. Dudağımı ısırarak gülmemi tuttum. "Bu halinleyken seni kısıtlama isteğimle boğuşuyorum. Seni en müstehcen halinle bile sadece ben görmeliyim. Başka gözler değil."
Ellerimi ceketinden çekip belimde birleştirdim. Ayak uçlarımda yükselip kıkırdarken kulağına fısıldadım. "Kuşu kafesleyemezsin Edward."
Şakağımdan seslice öptü. "Yine de seni bu gece her bakıştan kıskanacağım."
Çenemden tutup kaldırırken dudaklarından öpmek istemiş ama parmaklarımı dudaklarına yaslayıp ona mani olmuştum. "Makyajımı bozmak yok."
"Seni öpemeyecek miyim?" diye sordu bir parça hüzünle.
Sağ yanağında geriye izi kalmış çiziğin üzerinden öptüm ve yanından geçtim. "Bir saat sonra."
Edward'ı sıyırıp geçtim ve arkamdan söylendiğini duydum. Kalçama sert bir şaplak atmıştı. Aniden vurduğu için tiz bir çığlık atmış ardından onun keyifli kahkahasını duymuştum. Yanaklarım ısınmıştı. Omzumun üzerinden ona ters bir bakış attıktan sonra ön yolcu koltuğuna yerleşip kapıyı kapattım. İçerisi sıcacıktı. Benim yerime kurulduğumu gören Bay Shawn'da kapısını açarak içeri oturdu ve sessizce kapıyı kapattı. Edward sinirlendiğimin farkındaydı ama sırıtarak önüne döndü. Araba yavaşça ilerlemeye başladı, garaj yolundan geçip arka bahçeden anayola çıktı. Bacak bacak üstüne atıp başımı cama yasladım ve usulca yanımda oturan adamın yaramazlığına karşın cık cıkladım. Edward yine kahkaha attı ve ben istemsizce gülümsedim. Elini bacağımın üzerine koyup sıktı. Bende elimi elinin üzerine koyarak parmaklarımı üsten parmaklarının arasına geçirdim.
"Emelie." diye alçak bir sesle ismimi fısıldadığında, yerimde kıpırdanıp hafifçe yutkundum. "Neden bana yalan söyleyip duruyorsun?"
"Sana asla yalan söylemem Edward." Kısa ısrarlı bakışlarıyla savaşmayı bırakıp, başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. "Eğer sana söylemiyorsam, söylememeyi tercih ediyorumdur. Bu da yalan sayılmaz."
Cevabım buysa daha fazla ne diyebilirdi? Gerçekten hiçbir şey diyemezdi. Sessiz kalarak elini elimden sertçe çekti. Sıcaklığının yok olduğu ellerimi yumruk yapıp kucağımın üstüne koydum. Edward da benim gibi sessizlik yemini etti ve direksiyonu her iki eliyle sıkıca kavrayıp gaza yüklendi. Hız yüzünden korktum ama bir şey diyemedim, emniyet kemerimi taktım. Kollarımı göğsümde kavuşturup ellerimle sıvazladığımda Edward ısıtıcının derecesini yükseltti. Ona bir kez bile bakmadım. Ben ona yalan söylemiş sayılmazdım ki. Dediğim üzere söylememeyi tercih etmiştim. Uyluklarımın iç kısmında dokunuşunu hissedince başımı koltuğa yasladım. Engel olmadım, tersine bacaklarımı onu için açtım. Yolun geri kalan kısmında ikimizde ara ara birbirimize kaçamak bakışlar atmıştık. Bir türlü sakinleşmeyen nefeslerim ve kısık inildemelerim eşliğinde iç çamaşırım sırılsıklam olmuştu.
Siyah araba davetin yapılacağı tarihi romantik malikanenin olduğu sokağın başına geldiğinde yavaşladı. Geldiğimizi anladığımda doğruldum ve merakla ön camdan dışarı baktım. Edward elini sonunda bacak aramdan çekebilmişti. Davetin olacağı bina tanıdıktı. Burası Shawn ailesinin kaldığı New York'ta ki ünlü Shawn Malikanesiydi. Sosyetede evin namı özellikle altın varaklı kapıları ile avizeleri epey bir konuşuluyordu. Bu yerin tek numarası buydu. Malikanenin önündeki insan ve araba kalabalığını gördüğüm için gerilmiştim. Kalabalık her daim işimi zorlaştırırdı. Fotoğraf çeken insanlar bile vardı. İşimin zor olacağı kesindi. Edward'ın arabayı valeye vermesi için hâlâ biraz zamanı vardı. Bir kaç ufak hareket ve uğraşla avucunun içine iç çamaşırımı bıraktım. Ben elbisemi düzeltirken o bana önce şaşkınlıkla sonra karanlık bir bakışla baktı. Jartiyerimin klipsini taktıktan sonra eteğimi iyice düzelttim ve Edward'a bakarak göz kırptım.
"Islanan, bir iç çamaşırıyla rahat edemezdim."
Edward kumaş parçasını yumruk yaptığı elinde topladı ve ceketinin cebine koydu. "Bugün kesin öleceğim. En azından sütyenin memelerinde kalacak değil mi?"
Dişlerimi gösterip gülümsedim. "Aslında sütyen değil büstiyer ve memelerimde sen çıkarana kadar kalacağına emin olabilirsin."
Rahatlayarak omuzlarını bıraktı. "Eğleneceğime dair sözün vardı."
"Eğleneceksin." dedim.
"Ve sakın unutma. Bir saat için tüm bunlara katlanıyorum. Sonrasında jete yetişmemiz gerekiyor."
Tek kaşımı kaldırdım. "Özel jetin mi var?"
"Daha bilmediğin bir çok şeyim var Emelie."
"Rengi siyah mı?" diye sordum gülerek.
Gözleri alaycı bir şekilde kısıldı. "Ne yazık ki rengi beyaz."
Daha fazla konuşmadık. Vale benim kapımı açarken Edward arabadan kendi indi ve yanıma sabırsız adımlarla geldi. Valeye araba anahtarını verdi ve arabaya binip uzaklaş yoksa seni canlı canlı mezara gömerim bakışı attı. İçim ürpermişti. Edward'ın uzattığı koluna her iki kolumu da sardıktan sonra yan yana yürümeye başladık. Gerildiğim için Edward'ın koluna sıkı sıkı sarılmıştım. Bana düşünceli bir şekilde bakınca gülümsedim. Malikanenin önündeki yola serilmiş kırmızı halıya gelene kadar kol kola yürümüştük. Adalyn her şeyi düşünmüşe benziyordu. Aslında magazin benim fikrimdi. Tüm kameralar bize döndüğünde Edward yavaşça elini belime uzattı. İlk kez böyle bir kalabalığın önünde birlikte görünüyorduk. Bir çok yönden bu nişan duyurma daveti işime yarıyordu. Edward'tan çok kameralar bana yöneltilmişti. Yüzümü gizlemek için çaba göstermedim. Edward yanımda dim dik dururken benim kimseden saklanmama gerek yoktu. Omuzlarımı yükseltip, belimi dikleştirdim ve sevdiğim adamın yüzüne bakarak içten bir şekilde gülümsedim. Edward insanlar içinde yapmaması gereken bir şey yaptı ve eğilip yanağımdan öptü.
İşte bu beni utandırmıştı!
Avucunun yakıcı hissine tüm dikkatimi odaklamıştım. Kızaran yanaklarımı neyse ki makyajım gölgeliyordu. Ona kaçamak bir bakış attım ve uzun nefes verişini saçlarımda hissettim. Gözleri sadece bendeyken ben ona biraz daha sokuldum. Kolu paltomun üzerinden beni biraz daha güven verircesine sardı. Sol elinin sıcak avucu belimden aşağı kalça bitimime yerleştiğinde yavaşça iç çektim. Sıcak vücudu ile beni rahatlatan dokunuşuyla hemen yanı başımdaydı. Belimin kıyısına doğru uzanan parmak eklemleri her adımda biraz daha kıvrılıp beni kavradı. Bu beni inletebilecek kadar sert ama acıtmayan bir tutuştu. Merdivenlerden çıkarken benim hızıma uydu. Bizi karşılayan komiteden bir görevli bize doğru geldi. Benimle muhatap olmuştu. "Hoş geldiniz Bayan Owen." dedikten sonra da Edward'ı da başıyla selamladı. Gülümseyerek çantamdan davetiyeyi çıkardım. Bir sorun çıkmadan içeri girdik.
Canlı klasik müziğin sesi kulağımda uğuldamaya başlamıştı. Kolu şimdi belime daha çok sarınmıştı. Şimdi o bir saatin hızla geçmesini bekliyordum. Edward saatini gösterdi. Saat, sekizi çeyrek geçiyordu. Dokuz çeyreğe kadar zamanım vardı. Başımı kaldırıp yüzüne baktım, onun bakışları en başından beri benim üzerimdeydi. Birbirine uyumlu her adımımızda canlı müziğin şiddeti arttı. Kalçam onun bacağına sürünecek kadar yakındık. Vücudum vücudunu yumuşakça okşuyordu. Koridorun bitiminde bizi bekleyen vestiyere paltomu çıkarıp verdim ve elbisemin eteğini özenle düzelttim. Dantel hışırdayarak satenin üzerine yayıldı. Etrafa kaçamak bakışlar attım. Adalyn'a bu konuda güvenebileceğimi biliyordum. Beş gün içinde harikalar yaratmıştı. Edward ceketini çıkartmamıştı, elini tekrar belime koyarak beni içeri doğru yönlendirdi. Eli şimdi çıplak belimdeydi. Teninin sıcaklığı tenimdeydi. Küçük oyunumun perdelediği intikamımın ilk sahnesi başlamıştı.
"Sizi oyuncular."
Yakınımızda tanıdık sesi duyduğumuzda Edward ile aynı anda kafamızı sol tarafa döndük. Kalabalığın içinde Bayan Russo şık hemen göze çarpan gold elbisesiyle yanımıza geldi. Gülümseyerek bizi süzerken Edward'ın koluna sarılıp sırtını ovuşturdu.
"Bana nasıl çocukluk arkadaşı hatta eskiden sevgili olduğunuzu söylemediniz." Edward'ın alaycı bir şekilde göz devirdiğini gördüğümde alt dudağımı ısırıp bir an için yere bakıp gülümsedim. Edward eğilip Bayan Russo'ya samimi olmayacak şekilde kolunu hızla sarıp hemen geriye çekildi "Çok şık bir çift olmuşsunuz."
"Öyleyiz." diye fısıldadı Edward, benim duyabileceğim bir tonda.
Bayan Russo, Edward'tan ilgisini hemen çekip bana odaklanmış ve bana uzanıp çenemi tutup iki yana çevirmişti. "Tanrı şahidim olsun, seni yaratırken daha özenli davranmış, Emelie." Elini çenemden çektikten sonra karşımıza geçti. "Gecenin en muazzam görünen partnerlerisiniz."
"İltifatların gururumu okşadı Mariana." Nazikçe gülümsedim. "Teşekkür ederiz."
Edward konuya ilgisizdi.
"Edward Shawn, senin bu tür davetlere katıldığını pek görmemiştim. Cedric Owen bir, abinin nişan daveti iki." dedi ve hemen ardından ekledi. "Sen mi ikna ettin Emelie?"
Buradaki herkesten daha uzun ve cüsseliydi. Erkekler bile onun yüzünü görmek istiyorsa başını kaldırıp bakmaları gerekiyordu. Edward benden bir milim uzaklaşmadan insanları tepeden süzdü. "Bu tür ortamlarda beni seven pek insan çıkmaz." Bay Shawn bir züppe gibi rol yaparak omuz silkti ve çapkınca gülümsedi. "Ki benimde böyle ortamları ve insanları sevdiğim söylenemez, Mariana."
"Kendimi sevilmeyen insanlar grubunun dışında tutuyorum." dedi Mariana kıkırdayarak. Edward'a bakıyordu. "Öğrendiğim kadarıyla sende zirvede bırakmışsın. Şirketten ayrıldığın doğru mu?" Elini kaygıyla yanağına yasladı. "Doğruysa Shawn ailesi zora girecektir."
Edward bakışlarını benden alabildiğinde hı hı tarzı bir şeyler mırıldandı. "Meglio vivere un giorno da leone che mille anni da pecora, Mariana."
"Öyle diyorsan." Mariana Russo bozulmuş gibiydi.
"Meglio vivere un giorno da leone che mille anni da pecora, ne demek?" diye sordum. "İtalyanca hakim olduğum bir dil değil."
Edward'ın eli kalçama kayıverdi ve dişlerini göstererek gülümsedi. "Aslan olarak bir gün yaşamak, koyun olarak bin yıl yaşamaktan daha iyidir, demek bebeğim."
Koyun kürkü giymiş kurtlar konusunda bir İtalyan atasözü var mıydı acaba?
Bu soruyu kendime sakladım.
Mariana şaşkın gözlerle bana bakındı. "Dilimi bilmeme rağmen aksanlı bir şekilde atasözünü söyledin. Sesin yatkın. O zaman bildiğin başka dillerde var. Ha, canım?"
Burnumu ucunu kaşıdım. "Aslında İtalyanca dışında her dilden, biraz biraz var."
İş gereği öğrenmek durumunda kalmıştım.
Mariana yeni bir şey daha diyecekken Edward kolunu sıvazladı. "Emelie bugün biraz bitkin, sanırım onu çekimlerde fazla yoruyorsun. Seni görmek hoştu. İzninle Mariana."
Edward'ın kadını hızlıca savurması yüzünden istemsizce ağzımdan bir kahkaha kaçtı. Mariana'nın elini hızlıca sıktıktan sonra Edward beni resmen kadının yanından kaçırmıştı. Malikanenin geniş salonunda sayısız şık giyimli insanlar birbirleriyle sohbet ediyordu ve canlı müziğin sesine mırıldanmalar karışıyordu. Yuvarlak kokteyl masalarının içlerinden geçtikçe insanlar konudan kopup gözleriyle Edward ve beni izliyordu. Atılan kahkahalar susuyor ve içilmek üzere olan içkiler dudaklarda takılı kalıyordu. Büyük şamdanlı avizelerde yanan mumlar, her tavandan sarkan koyu kırmızı perdeler ve havada uçuşan pahalı parfüm kokuları vardı. Duyulan melodiye piyona sesi iliştiğinde başımı çevirip canlı orkestranın arkasında daha yüksek bir platformda oturan piyanisti gördüm. Çaldığı hiçbir notada duygu namına bir şey işitememiştim. Duygusuz ve bir o kadar da ruha dokunmaktan uzaktı. Kimsenin Edward gibi ortaya ruha dokunur notalar çıkarıp, piyanoya hükmedeceğini sanmazdım.
"İlgini çekmiş gibi görünüyor."
Yüzümü sesin sahibine çevirdiğimde çok yakınımda olup yüzünü eğdiğini gördüm. Ürperti belimden omurgama yükseldi ve gözlerim anında gözlerini buldu.
Gözlerimi ondan kaçırıp piyaniste baktım ve geri yüzüne döndüm. "Evet ilgimi çekti."
Tam arkamda biraz sağ çaprazımda duruyordu. Hafifçe sağ omzumun üzerinden önüme eğilmişti.
"Bethowen, Violin Concerto çalıyor." Kahverengi gözleri tıpkı benim gibi merakla piyaniste döndü ve kısa bir an melodiyi mırıldanarak eşlik etti. Müziğe olan ilgisini izledikçe benimde nefesim mırıldandığı besteyle şekilleniyordu. Mırıltısı ve nefesim ahenk tutturuyordu. Onda kilitlenip kaldığımı görünce, bakışları yavaşça bakışlarımla buluştu ve o an sustuğu andı. "Bu parçayı sevdin mi?"
İşaret parmağımı çenesine yasladım ve okşadım. "Sen mırıldanana kadar ruha hitap etmediğini düşünüyordum ama şimdi sevmiş bulundum."
Elini tekrar belime yerleştirdi. "Kuytu bir yer bulalım."
"Ne... için?"
Kısık tıslamaya benzer bir kahkaha attı. "Burada o kadar insan varken seni öpemem."
"Bahsine var mısın?" diye sordum önden yürümeye başlayarak. Edward beni takip etti. "Hatırlatırım babamın davetinde dans ettikten sonra seni öpüp kaçmıştım." Parmağımı rujumun üzerinde gezdirdim. "Dudaklarından."
Dudakları kıvrıldı. "Seni bulmuş ve senden yüzlercesini geri almıştım."
"Bu gece binlercesini alacaksın sevgilim."
Malikanenin büyük salonunun diğer ucundaydık benim gözlerim Amy ve Anthony'yi arıyordu. Onları gördüğümde ikisi de gergin vücut dilleriyle fısır fısır kavga ediyorlardı. Korkunç sarı bir elbise giymiş, saçlarını tepesinde topuz yapmıştı. Kulaklarından büyük küpeler sarkıyordu. Parmağındaki yüzüğü gösteriyor, bir eliyle karnını ovuşturuyor ve aynı anda karnını şişirip şişirip bırakıyordu. Bu kız gerçekten geri zekalıydı. İkisinde de yüzükler takılıydı. Rahat bir nefes aldım. Anthony'nin ona tahammülü yokmuş gibi sürekli kravatını gevşetiyor ve etrafa dikkatini dağıtmak için bakınıyordu. Bizim olduğumuz yöne baktığında bakışları dondu ve kaşları çatıldı. Edward'ın içten gülüşünü duydum. "Tanrım, gerçekten eğlenmeye başladım." Baktığım yöne o da keyifle bakıyordu. Hatta fazla fazla eğleniyordu. "Boşuna katlandığım bir yılın intikamını benim için alıyorsun."
Yanağıma bir öpücük bıraktı. "Her şekilde intikamını alırım, Edward."
"Biliyor musun?" diye sordu kulağıma doğru. Arkamdaydı ve yine sağ omzumun üzerinden yüzüme doğru eğilmişti. "Geldiğim için artık pişman hissetmiyorum. Anthony'ye Amy'yi kitlemek... Bu epey bir komik geliyor."
Omuz silktim. "Eh, o kadarı olsun."
Anthony burnundan soluyup kalabalığın içinde kayboldu ve Amy bizi fark edemeden nişanlısının peşinden koşturdu. Bu kız ya ona aşıktı ya da harbiden geri zekalıydı.
Edward'ın gözleri kalabalıkta belirli bir noktayı odak aldığında bakışlarının koordinatının gittiği noktayı izledim. O sırada onları gördüm. Adalyn ve yanındaki yaşlı domuzu. Kyle Shawn, Edward ve bana bakıyordu. En başından beri. O gözlerle bana karşı dibi görünmeyen bir kin ve nefret vardı. Tüm bu kötü hisler oğlunu sevdiğim içindi. Sanki oğlunu öldürmediği için pişmanlığın emareleri vardı yüzünde ki tiksindirici ifade de. Dudakları kibirli bir gülüşle kıvrıldı. Kalp krizi geçirmiş olmasına rağmen bir yaban domuzu kadar sağlıklı görünüyordu. İçimde gülümseyen yüzüne okkalı bir tükürük atmak gelmişti. Dik dik, hiç gözümü kırpmadan baktım iğrenç gülümsemesine. Adalyn yanında duran yirmili yaşlarda sarışın genç bir kadınla konuşuyordu. Diğer yanda takım elbiseli adamlar arasında sarışın başka bir adam gülümsemesiyle öne çıkıyor ve Kyle Shawn'la konuşmaya çabalıyordu. Kyle'ın omzunu sıvazladığında sonunda iğrenç bakışların mahkumiyetinden kurtulabilmiştik.
Ama şimdi o adam bana bakıyordu. Gözlerimi devirip Edward'a döndüm. Migreni atmış gibi yüzünü buruşturmuştu. "Tüm nefret ettiklerim nedense toplanmak için bugünü seçmiş."
"Nefret ettiklerini bir liste haline getirmeye ne dersin?" diye sordum Edward'ın baktığı yöne bakarken. "Çünkü hafızam güçlü olsa da hepsini aklımda tutamıyorum."
"Dominic ve Lydia." dedi cümlesini bitirmeden. Gözleri bıkkın bakıyordu. Sevgilime üzülmüştüm. Yıllardır böyle insanların içindeydi, kabus gibi olmalıydı. Edward bir elini omzuma koyup beni yakınında tuttu. "Dominic Daxton şirketin yüzde yirmilik hissesine sahip. Önemliler ama benim için önemsizler. Hatta neredeyse onu liderlik koltuğuna oturtacak kadar hisselerimden kurtulmak istiyorum."
Öylesine sordum. "Sen ne kadarına sahipsin?"
Ofladı. "Yüzde, yirmi beş. Üç yılda tüm hissedarları elemek büyük başarı ha?"
"Bu konulardan anlasaydım ekonomi okurdum." Burnumu kaşıdım ve Edward buna güldü. "Diyeceğim tek şey adam da senden nefret ediyor."
"Umurumda değil." Saatine baktı. "Elli dakikan kaldı güzelim."
"Ah, iti an çomağı hazırla." dedim. “Senin ortaklar bize doğru geliyor."
"Kaçarsam çok mu tuhaf görünür?" diye sordu yorgun bir sesle.
"Evet..." Gözlerim kalabalığı yokladı. "Ama ben kaçabilirim. Narin kulaklarım ekonomi ve politika dinleyemeyecek kadar hassas."
"Hiçbir yere gidemezsin." Elini belime yerleştirdi. "Beni buraya sen getirdin ve sende çektiğim eziyeti çekeceksin."
Alttan ona baktım. "Çok kötüsün."
Sırıttı. "Öyleyimdir."
Boğazıma bir yumru oturdu. Abisinin yanında bize doğru yaklaşan Lydia'nın kediye benzeyen yeşil gözleri benim üzerimdeydi. Alev renkli kırmızı bir elbise giymişti, siyah topuklu ayakkabılarıyla neredeyse boyumla eşitti. Abisi Dominic Daxton gevşek bir tipe benziyordu. Şimdiden Edward'ın adama yumruk atmasından korkmaya başlamıştım. Edward yanından geçen garsondan alkolsüz kokteyl alarak elime zarifçe tutuşturdu. Bu gece alkol almak, sarhoş olmak yoktu. Canlı müzik kaldığı yerden yeni bir besteye geçerek yumuşak tınılarla çalmaya devam etti. Edward kendi kokteylini hızlıca dikip tepsiye bıraktı. Benimkin de alkol yoktu ama onunki de alkol olup olmadığına emin değildim. Küçük bir yudum aldım ekşi sıvıdan. Edward derin bir nefes verdiğini duydum ve kravatını gevşettiğini gördüm. Gözlerini gözlerimden çekmeyerek ensemi baş parmağıyla okşadı.
"Güzel olanı daha güzelleştirmek kesinlikle senin suçun." Edward yarım adım öne çıkarak elini belimden çekti ve usulca yakınımda durmaya devam etti. "Hiçbir erkekle temas etmek yada konuşmak kısaca istemediğin hiçbir şey yapmak zorunda değilsin. Bunu biliyorsun değil mi?"
İç çekerek, "Ah, lütfen." dedim. "Senin yanında istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmadığını bilen bir profesyonel duruyor."
"Bilmez miyim?" dedi kendi kendine fısıldanarak.
Dominic Daxton ve ondan küçük kız kardeşi olarak tanımladığım Lydia Daxton yanımıza geldiklerinde kızla aramda soğuk bir bakışlaşma olmuş ve bir birimize duygusuz bir şekilde gülümsemiştik. Sanırım bu kadardı. İsimlerimizi sormayacak kadar birbirimizi itici bulmuştuk. Dominic Daxton, bakışlarını üzerimden alarak Edward'a döndü. Resmi bir şekilde el tokalaştılar. Bay Daxton bana döndüğünde elimden izinim olmadan tuttu, dudaklarını kemikli sırta bastırmak için eğildiğinde, elini sesli bir şekilde kütletecek kadar sert çevirerek adamla el sıkıştım. El kemikleri parmaklarım arasında un ufak olduğundan emin olana kadar sıktım. O an hiçbir erkeğe elimi öptürmeme kararı aldım. Bu hareketin karşı tarafı oldukça aşağıladığını düşünüyordum. Lydia Daxton'ın yeşil gözleri irice açılırken, Dominic yüzünü acıyla kastı. El yada el bileği kütletmek için güçlü olmaya gerek yoktu. Karşı tarafın silahını elinden almak için en basit numaraydı, bazen el sıkışmak için kullanırdım. Adamın elini bıraktım ve kadına elimi uzattığımda daha yumuşak davrandım. Dominic Daxton ceketini düzeltti.
"Edward Shawn'ın yanında bir kadın görmek bin yılda gerçekleşen bir doğa olayını izliyormuşum gibi hissettiriyor."
Edward dişlerini göstererek gülümsedi. "Senin halinle tam tersi olurdu Dominic."
Güldüm.
Gülüş sesim üçünü de bana bakmaya teşvik etti. Lydia bana edepsizlik etmiştim gibi ters bir bakışla karşıladı. Dominic ise daha farklı olarak beni baştan sona süzdü. Gözleri terbiyesiz bir ışıltıyla parladı ve bu beni rahatsız etti. Adam acıttığım eliyle siyah kravatını biraz gevşeterek bana karşın otuz iki diş gülümsedi. "Emelie Owen, Kumral Tanrıça." dedi gazete manşetlerini ima ederek. "Yalan haber değilmiş." Benimle flört etmesi Edward'tan çok beni sinirlendirmişti. Yanımda partnerim varken, söylemeye cesaret ettiği sözler saygısızcaydı. Adamın sessiz kahkahası aramızdaki mesafede yankılandı. Edward öyle dehşet bir bakışla adama baktı ki arkadan ceketini tutup çekiştirmek zorunda kalmıştım. Sakin ol sevgilim. Şimdi bu piç yüzünden planlarımı erteleme durumunu göze alamazdım. Dominic, Edward'ın bakışlarından eğlenerek güldü ve sonra, "Gerçek hayatta, fotoğraflarında olduğundan daha güzelsin." dedi.