4. BÖLÜM

3467 Words
Unutmak diye bir şey yoktur. Yüklediğin anlamları kaldırmak vardır. Anonim (Söyleyen biri varsa da bulamadım, bilen varsa yazabilir.) İnsan bir saniyeliğine bile geçmişe gitse neleri değiştirmezdi ki hayatında? Hele bir de birkaç saat önceye gidebilse... Sekiz yıl öncesine dönebilse... Kendisine yöneltilen soru yersizdi belki ama bunun için, bardan getirdiği bir adamı suçlayacak değildi. Zoruna giden tek şey; aynı mekândan, kendi rızalarıyla, seks için ayrılan iki yetişkinden her nedense fahişelik rütbesinin kadının omzuna takılmasıydı. Yataktan iç çamaşırlarıyla hızla çıkarak üstüne sabahlağını geçirdi ve elektirikli sobayı açtı. İçi üşüyordu ama belki teninin ısısı artarsa kalbinin buzlarını kırmayı deneyebilirdi. Kutay ise ağladı ağlayacak gibi duran Hasret'i izlerken kendi soru görünümlü merakına bir cevap bulamadı. Ama yanlış bir soru olduğu aşikardı. "Hasret ben seni kırdıysam özür dilerim. Yaşadığın evin halini görünce... dedim belki ihtiyacın... Siktir. Batırdım, değil mi?" Hem de nasıl? Şimdiye dek baştan sona yalnız senden zevk almıştım diyememek... Yalan söyleyecekti. Buna mecburdu. Bu gece ilk kez gördüğü bir adama, sırf ona fahişe yakıştırması yaptı diye alınacak kadar keçileri kaçırmamıştı. Tamam aptallığına doymayarak geçirdiği son üç ay, duygusal ve psikolojik analizi yapıldığında iyi bir referans değildi. Hatta içten içe alınmıştı da ama içinin ederini dışından görmeyene, hele ki doğru kişi olmayan birine bunu açık edecek değildi. "Hayır, sorun değil. Aslında sorman hoşuma gitti." Herhangi bir yanlış anlamaya yol açmamak için kısa bir duraksamanın ardından devam etti. "Bakma öyle, cidden. Hani biriyle mesajlaşırsın ama duygu yoktur ya kelimelerde. İyi niyetle dediğin bir şey bile ters tepebilir çünkü onu yazanın yüzü hangi şekli alır göremezsin. Lafın kısası, yüzünü, mimiklerini gördüğüm için mahcubiyetini hissettim. Para bırakmana gerek yok." "Tekrar görüşür müyüz peki?" Asla, ama bunu bilmene gerek yok demeyecekti genç adamın yüzüne yüzüne. "Çalıştığım yeri biliyorsun." "Öyle değil. Yine yanında uyanır mıyım?" "Birbirimizi yine istersek neden olmasın." İçinden bir kez daha asla delikanlı diyerek uğurladı onu. Sabahlığıyla evin kapısında dikilirken Kutay koşar adım ondan kaçıyordu sanki. Belki yetişeceği bir yer vardı, belki o da kendisi gibi nezaketen ilgi göstermişti. Sebep her ne olursa olsun, artık biraz durulma kararı almasına yetmişti. Bugün iki farklı randevusu vardı. Aldığı durulma kararını kutlamak için güzel bir kahvaltı yapmaya karar verdi. Çayın demlenmesini beklerken de duşa girdi. Kutay koşarak çıktığı bina üzerine yıkılacakmış gibi oradan uzaklaşıyordu. Ceketinin cebinde titreyen telefonun kimden geldiğini tahmin ettiğinden kapanmadan açmak istiyordu. Son çağrıda soluk soluğa açtı. "Alo!" "Beni ektiğini düşünmeye başlamıştım. Niye bu kadar geç açtın?" "Merhaba Hasan Bey, evden şimdi çıktım. Yanınıza geldiğimde..." "Buluşmamıza gerek yok. Telefonda halledeceğiz." Kutay hesap soracak konumda olmadığına içerleyecekti, az kalsın. Ona telefonla ulaşmışlardı ama iş sonrası da buluşmayacaklarsa paranın geri kalanı... "Şimdi konuş bakalım. Para aldı mı?" "Hayır." Düşünceleri yarıda kalınca sorulara odaklanmaya çalıştı. "Teklif ettiğinden eminsin, değil mi?" "Elbette, dediğiniz gibi sabah evden çıkmadan sordum. Bunu soruşum bir an hüzünlendirdi onu. İçerler gibiydi ama sorduğuma memnun da oldu." "Yani para bıraksan alacaktı?" "Sanmıyorum Hasan Bey. Hatta eve gelmeden evli olup olmadığımı sordu defalarca." "Tamam. Nasıldı?" "Ben çıkarken mi?" "Hayır. Yatakta nasıldı?" "Ben... ben bunu size..." Hattın diğer ucundan bir şeylerin kırılıp döküldüğünü varsaydığı sesler gelince Kutay bir an ne duyduğundan emin olamadı. Telefonu kulağından uzaklaştırdı ve o anda kendisine kükreyen adam bunu iyi ki yaptığını düşündürdü. "Bana bak geri zekâlı. Ne için ödeme aldığını unutma ve ne soruyorsam cevapla. Paranın kalanını istiyorsun, değil mi?" Kutay, hoparlorün açık, odada başka bir adamın varlığını bilmeden de yeterince rahatsız eden bu soruya şaşırmakla meşguldü. Bu Hasan ne tür bir manyak diye düşünmeye bile vakti olmadığını anladı adamın gürlemesinden sonra. Avans aldığı ücretin kalanı onun üç aylık maaşı kadardı. Bir kadınla yatacak, ertesi gün rapor verecek ve yolunu bulacaktı. Hatta Hasret'e az önce teklif ettiği para, eğer o istemezse ona kalacaktı ki kalmıştı. O bile hatırı sayılır bir meblağdı. Tek şart; ne yaşamışsa bununla ilgili soruları yanıtlamaktı. "İyiydi." "Ne kadar iyiydi?" "Epey iyiydi. Zevk aldım, yani... Yani içmiştim zaten ama... Hasret'le seks yapmak tekrar isteyeceğim kadar iyiydi." "O zevk aldı mı?" "Duygularını gizlemeyi tercih eden biri gibi ama zevk aldığına eminim. Oldukça kıvraktı ve... inlemleri taklit olamayacak kadar azdırdı beni." Bir süre sessizlik olduğunda Kutay aklındakileri söylemek için iyi bir zaman olduğu kanısına vardı. Hasret'in bu adam için önemini ya da adamın onunla derdini bilmiyordu ama onun hakkındaki gözlemleri eksik kalsın istemedi. "İzninizle bir şey söyleyebilir miyim?" "Hasret'le ilgiliyse elbette söyle. Bunun için ödeme yapıyorum sana." "Evet. Bence birilerinden maddi anlamda bir beklentisi yok. Nasıl desem... para teklifim onu kırdı. Birisi konu para olmadan ihtiyacını sorsun, karşılamasa da olur... yeter ki bunu sorsun. Saçının okşanmasını isteyen, yaralı bir kadın. Ve bana kalırsa benimle tekrar yatmaz. Böyle hissettim." Sessizlik yinelenince Kutay da konuşmadı bu kez. Yürümeye ve beklemeye devam etti. Birkaç dakikalık hışırtının ardından ses geldi. "Paranın kalanını bardaki Vildan'dan alacaksın. Dudağında hızma olan garson. Hiçbir şey sorma, adını söylemen yeterli." Kutay kadını dün geceden hatırlıyordu. Hasret'in yakın arkadaşı olduğunu varsaymıştı birbirlerine olan davranışlarından. Her neyi test ediyorlarsa ardına düşmemeye karar verdi çünkü parasını alma derdindeydi. "Tamam ondan alırım." "Başka bir şey?" "Tekrar böyle bir şey için bana ihtiyacınız..." Telefon yüzüne kapanınca esaslı bir küfür savurdu Hasan denen adama. Sanki zorla gelin beni bulun demişti. Buldukları için şanslıydı ama elinin tersiyle itilmişlik hissine engel olamadı. Bir an gidip Hasret'e her şeyi anlatmayı düşündü. Sonra başına açacağı belayı, dahası tanımadığı insanların onu tuttuğunu nasıl ispat edeceğini bilmediğinden vazgeçti. Paranın kalanı için barın açılmasını bekleyecekti. Gıyabında yapılan telefon görüşmesinden habersiz olan Hasret, sabahki kötü ruh halinden kahvaltıyı uzatarak kurtulmaya çalıştı. Uzun zamandır evde kendine özenli bir kahvaltı hazırlamamıştı. Uygar'ın ihanetiyle günden güne erirken bu özenli kahvaltı, kendinin değerli olduğunu hatırlattı ona. Geçen ay aldığı sağlıklı beslenme dergisini incelerken günün geri kalanında yapacaklarını geçirdi aklından. Akşam bar öncesi iki müşterisinin evine gidecek, alacağı parayla da bu ayki tedavi ödemesini kapatacaktı. Daha ay ortasıydı ve gelecek ay7n ödemesini halletmişti. Kalan günlerde eline geçeni salonda, fotoğraf albümlerinin altında tuttuğu, teneke kutudan kumbarasına ekleyebilecekti. "Tek başına da iyisin be Hasret. Daha çok yoruluyorsun ama daha çok kazanıyorsun. İyisin iyisin." Uygar'la, o gittiğinden beri konuşmamıştı. Onun arama ve mesajlarını yok saymaktan yorulduğunda tamamen engellemişti ve aradığı birkaç farklı numarayı, o olduğunu bilmeden açtığı seferlerin ardından kayıtlı olmayan numaraları açmayı da bırakmıştı. Bunun en kötü yanı potansiyel müşteri kaybıydı ancak zaten önerilenler dışında, tekinsiz insanların evlerine gitmeyi o da tercih etmiyordu. Bugün gideceği iki kişiyi de güvendiği bir müşterisi sağlamıştı. Daha fazla oyalanmadan hazırlanarak evden ayrıldı. İki üç günde bir verdiği randevuları yeterince sık değildi fakat akşam ya da gece saatleri barda çalışma saatleri olduğundan o müşterileri alamıyordu. Temelli bu alana yönelmek de şimdilik işine gelmiyordu. Düzenli bir maaş ve bahşişler olmadan, bir iki haftayı belki de hiç iş almadan geçirecek kadar sermayesi yoktu. Kutay'la seviştiği gecenin üstünden geçen yaklaşık iki haftada başkasıyla birlikte olmadı. Havalar biraz daha ısınmaya başladığından hafta sonu babasını eve getirmelerini istemişti. Ziyaret saatleri genellikle iş saatine denk geldiğinden babasını dilediği kadar göremiyordu ve üşümeyeceğini bildiği iki günü birlikte geçirmek istemişti. Ne var ki, bu kez de o gün ve pazar gün için, dört beş iş almıştı ama babasının şikayeti yoktu. O da kızını gördüğü için mevsimden bağımsız, gönlünde baharı yaşıyordu. "Sen buradasın ama ben gitmek zorundayım." "Git kızım, beni düşünme. İdare ederim." "Elbette edersin. Ben sadece daha fazla vakit geçiririz diye ummuştum. Üst üste iş çıktı. Aksi gibi eve uğrayamadan bara geçmem gerek. Canın sıkılacak. Eve geldiğine pişman olacaksın." "Duymamış olayım. Oyalanacak bir şeyler bulurum. Hem koltuk değneği var artık. Sağ bacağımı sürüsem de sol hareket ediyor az çok. Çalışırım evde." Hasret, babası ona telefonda bu haberi verdiğinde saatlerce ağlamıştı. Ve bunu yapabilmek için ilk kez telefonu erkenden kapamak istemişti. İki yılını o merkezde geçirmişti ama sanki geçen üç ayda babası daha gayretliydi ayağa kalkabilmek için. Yine gözyaşlarına boğulmak istemediğinden babasına sıkıca sarılıp yanaklarından öptü. Birkaç hatırlatmanın ardından, evden ayrıldı. Babası Uygar'la ayrıldığından beri gözle görülür ölçüde daha sağlıklıydı. Belki Hasret'e öyle geliyordu ama yanakları kanlanmış, sanki gençleşmişti. O gittiğinden beri onun hakkında son seferden sonra hiç konuşmamışlardı. Kapıda çağırdığı taksiyi görünce düşüncelerinden sıyrıldı. Ulaşım masraflarını müşterileri karşıladığı için toplu taşımayla vakit kaybetmiyordu. O cumartesi de gittiği dördüncü müşteri sonrası tahmin ettiği gibi eve uğrayamadan bara geçti. Yanına yedek kıyafet almayı akıl edemediği için kendine sövdü. Son işi de bittiğinde üzerini değiştirecek vakti kalmamıştı. Giydiği kısa elbiseyle kısacık yürüme mesafesinde bile üşümeye başlamıştı. Nisan gelmişti ama akşamları serin oluyordu ve esen rüzgar yürürken bacaklarını ısırıyordu. Nihayet bara geldiğinde Vildan onu görür görmez uzun bir ıslık çaldı. "Bu ne hal? Barda düğün var da benim mi haberim yok? Paçoz gibiyim yanında." "Abartma be. Alt tarafı elbise." "Alt tarafı yürüyen seks bombası gibisin. Bacaklara bak, dekolten de var. Bu gece kimi eve atıyorsun?" "Henüz bir fikrim yok ama bir süre daha, senin tabirinle kukum nadasta şekerim. Hem babam evde, kimseyi götüremem." "Aa, İsmail Amca'yı özledim ben de. Yarın kahvaltıyı geleyim mi size? Bir şey yapma, ben gelirken pastaneden bir şeyler alırım." "Aa olur mu? Sabah dörtte eve geçip, sana börek açmazsam nasıl bir ev sahibi olurum ben?" "Aman be! Dalga geçme. Gelmeyeyim mi?" "Gel tabi, deli misin? Bar kalabalık olmaya başladı. Önlüğümü takayım Giray laf sokmadan." Cumartesi gecesi bahar mevsimiyle birleşince bardaki insan sayısı iki, üç katına çıkıyordu. Katlanarak artan bir diğer gerçek de, ortamdaki yoğun kokuydu. Alkole karışmış zıplayan insanların ter kokusu çalışmayı zorlaştırıyordu. İlk boşlukta biraz nefeslenmek için soluğu depoda alan Hasret kendisini bekleyen birini görmeyi hayal etmemişti. "Selam." "Selam. Boştur diye geldim ama..." "Tek beden olabiliriz istersen. Boş niyetine takılırsın." Geçen hafta da barda gördüğü, hatta Vildan'ın bu herifi çok sık görür oldum, sanki bir şey peşinde dediği yakışıklı genç adam, Hasret'in iki haftalık seks orucunu bozabilecek kadar hoş görünümlüydü. Ama sırf basit bir tatmin yaşamak için bacaklarını açmaya niyeti yoktu. Hayatında daha kalıcı, onu bacak arası gibi görmeyen, ciddi bir arkadaşlık istiyordu. Belki de hayat arkadaşlığı... Uygar sekiz yılını yemişti. Yeni birini, altına yattığı bir adamın organ boyutuna göre seçmek yerine kalbinin niyetine göre yaşamına dahil etmeliydi. "Sağ ol ama ben kendi bedenimle mutluyum bu aralar. Çiftleşmeye niyetim yok." "Ne kaçırdığını bilmiyorsun. Fikrini tekrar gözden geçirmen için avansa ne dersin?" Bu adam iyi diye düşündü Hasret. Basit cümleleri bacaklarını birbirine bastırmasına yetmişti. Adamın onu duvarla kendi arasına almasını dışarıdan bir çift göz gibi izledi. Uzun boyuyla yüzüne eğildiğinde gıkını çıkaramadı. Tek eli belini kavrayıp diğer eli bir bacağını havaya kaldırdığında ve ereksiyonunu karnına bastırdığında kendine gelebildi. Ellerini onun göğsüne yerleştirdi. "İlgine teşekkürler ama dediğim gibi şu sıralar... hmm nasıl desem... yıllık izindeyim." Çene kasları gerilen adam başını sağa sola yatırdı. Reddedilmek bünyesine ağır gelmiş olmalıydı. İki hafta önceki Hasret olsa, deminki birleşmeye hazır hallerini heba etmezdi fakat kendine biraz saygısı kalmışken onu da hiç edemezdi. Onu iterek leş gibi ortama geri çıktığında Vildan'la çarpışıyordu neredeyse. "Ya tüm arızalar beni bulsun zaten, lütfen yalvarırım tüm öfkenizi gelin bana kusun." "Hayırdır Vildan, ne söyleniyorsun kendi kendine?" "Aptal yelloz, ona servis yaparken kolu çarptı tepsiye, içki benim üstüme döküldü. Sanırsın kerpetenle dişini çekiyorum, öyle bir bağırış. Müşteri daima haklıymış, bok. Müşteri daima uyuz, tam dayaklık, orosp..." "Tamam Vildan. Alt tarafı önlüğünü değiştireceksin. Acaba öfkeli olan sen olabilir misin?" "Olabilirim. Dün gece yan komşunun veledi susmak bilmedi, hiç ama hiç iyi uyuyamadım. Neredeydin sen?" "Hava alayım demiştim ama havamı aldım. Hani yaklaşık bir aydır ara ara bak bu adam seni göz hapsine aldı dediğin biri vardı ya..." "Hii, onu mu becerdin? Ben sapık gibi şey etmiştim onu sana." "Yok işte beceremedim. Biraz daha zamana ihtiyacım var." "Sevindim vallahi. Hastalık kapacaksın diye aklım çıkıyordu." "Abartma Vildan, korunuyorum herhalde. Yani korunuyordum. Aptal mıyım ben?" "İyi iyi. Ben üstümü değiştireyim. Bak ne diyeceğim? Şu benim bölümdeki masaya oturan kasıntı herife sen bakar mısın?" Hasret, Vildan'ın gösterdiği tarafa çevirdi başını. Sopa yutmuş gibi oturan, etrafına kiralık katilmiş de öldüreceği adam randevusuna geç kalmış gibi endişeyle göz atan adamı işaret ediyordu. Adam tam o sırada saatine baktığında Hasret kıkırdadı. Sanki sıradaki cinayeti aksayacaktı. "Önlük değiştirmek kaç dakika sürer? Git, değiştir, siparişini al." "Lütfen beni uğraştırma Hasret. Baksana takım elbiseyle gelmiş bara. Şimdi ters bir şey söyler, bu sinirle papaz olurum, Giray da beni kovar. Kirayı geciktirirsem ev sahibi bizi kar kış demez kapının önüne koyar. Sen güzellikle halledersin." "Amma yazdın ya, bahar geldi. Ne kar kışı? Tamam ben bakarım." Hasret, deminden beri kesecek insan bulamayınca etrafı kesen adama yaklaştığında ılıman iklimden karasal iklime geçiş yapan teni ürperdi. Siyah takım elbisesinin içinde göğsü inip kalkmasa ölü diyeceği kişinin iyice yakınına geldi. Daha demin bahar mevsimiydi, birden kara kış gelmişti. Yanında ayakta dikilirken adam çatık kaşlı bakışlarını onun yüzüne çevirdiğinde bir iki saniye konuşamadı. Birisi onu öldürmesi için tutmuştu da adamın beklediği an mı gelmişti? Mümkünmüş gibi daha dik bir vaziyet aldı. Bakımlı, temiz ellerini bu pis barda bulunması lütufmuş gibi oturduğu masanın yüzeyinde tıklatmaya başladı. Hasret silkelenip alt tarafı bira içmeye gelmiş biri diye düşünerek devam etti ve tuttuğu nefesi verir vermez yüzüne tebessüm yerleştirdi. Yüz kasları nasıl gerilmişse bunu yapmakta zorlandı. "Selam, ne içersin?" Adamın parmaklarının hareketini kestiğini, o gürültülü ortama rağmen kulaklarına sonsuz bir sessizlik vaadedercesine ruhunda hissetti adeta. Görmeseydi bile, farklı bir boyutta olduklarını hissettiren bu aykırı ortamda Hasret de hareketsiz duruşunu sürdürdü. Adam gözlerini kırpınca da bir adım geri sıçradı. Yaptığı en ufak bir kımıldama taştan heykelin hareket etmesi gibi iğreti duruyordu üstünde. Gürültüye hasret bırakan bu hayali suskunluğu bozmayı denedi bu yüzden. Yoksa ruhunu teslim edecekti. "Dedim ki, ne iç..." "Seni duydum. Macallan M var mı?" Hasret, adını bilmediği bu ismin bir içki olduğunu varsaydı ama yok demeye dili varmadı. Ağzı birkaç kez açılıp kapandı, adama cevap veremedi ancak içinden en nadide küfürlerini Vildan'a armağan etmekten geri durmadı. Normalde onun müşterisiydi ve az sonra onun ağzına sıçacaktı sağ kalırsa. "Mortlach?" "Glenfiddich?" "Dalmore?" "Macallan Lalique?" Hasret'e bilmediği bir dili dinliyormuş ama aynı zamanda bu dili bilmediği için de kınanıyormuş izlenimi veren adamı boğma isteği duyması, söylediği isimlerin beşincisinden sonra geldi yerleşti düşüncelerinin en pofuduk yerine. Elindeki kalemi gözüne sokabilir miydi acaba? Bunu yapsa bile adamın uşaklı yalılarda büyümüş gibi görünen sert tutumunu bir fiske bile bozamayacak oluşu daha bir canını sıktı. Geceleri uyurken nefesinin, poposunu gevşetirken gazının dahi disiplinli olduğunu hayal etti bir an. Sistemindeki tüm giriş çıkışlar vizeye tabii gibi, ondan özel izinle gerçekleşiyor olmalıydı. Fransız rönesans devrimini bizzat gerçekleştirirken biri ona takım elbise giydirmiş ve zaman makinesine yerleştirmişti sanki. Ve kapsülden kurtulmak için aynı anda bastığı tuşlar onu yirmi birinci yüzyıla, İstanbul'da bir bara, buraya ışınlamış olmalıydı. Bir kişi ancak ve ancak bu kadar bu bara ait olmayabilirdi. Zaman yolcusu olarak etiketlediği adama istemsizce gülümsedi. "Seni eğlendiriyor muyum?" "Evet. Yani hayır. Saydıkların bizde yok diyebilirim. Giray onları bize başka isimle tanıtmadıysa onlarla tanışmadım." Aldığı derin nefes, kendi ciğerlerine ıstırap verir gibi boşalıyordu içinden. Bu adamın derdi neydi? Saydıkları büyük ihtimalle özel üretim şişelerdi ve sanki Giray'ın onları, yüksek güvenlikli içki mahzeninden çaldığı haberini almıştı da Hasret de muhbirdi. Zulanın yerini sana gösteririm dostum ama karşılığında isteyeceğim şey sende var mı, bunu bilmem gerek önce diyesi geldi. Zihninde oynattığı filme tam yine gülecekken onun buz sarkıtı fırlatan yeşil benekli kahverengi gözleri Hasret'in dudağını kanatarak ısırmasına sebep oldu. "Sikeyim..." "Efendim?" "Seni değil... yani öyle bir yeteneğim de yok. Yani olsa bile tipim değilsin. Ben sana bizdeki en pahalı içkiyi getireyim mi? Öyle bir şey varsa tabii." "Sevinirim. Beni zahmetten kurtarmış olursun." Başparmağını havaya kaldırıp hemen uzaklaşmak istedi cinayet mahallinden. Söylenmeyi ihmal etmedi. "Sevinir misin? Hadi canım. Yüz kaslarının sevinmeyi bilmediğine bahse girerim ama ispatlayamam. Sen öyle diyorsan..." Topuklarının üstünde döndüğü gibi, üstüne yeni önlük geçirmiş, barda sipariş bekleyen Vildan'ın yanına yürüdü. Oraya bir an önce varmak isterken zeminin yer çekiminin, onu yutmak istermiş gibi yavaşlatmasına bir açıklama getirmeye çalışıyordu. Bara nihayet vardığında Vildan'ın kolunu çimdikledi. "Ah! Sürtük ne yapıyorsun?" "Sensin sürtük. Adam benim yaşam enerjimle beslendi resmen. Sonsuz bir mutsuzlukla piç gibi beni ortada bıraktı. O neydi ya?" "Ne oldu ki?" "Ne mi oldu? Bence o insan değil." Bunu söylerken sanki adam onu duyabilecekmiş ve duyduğunda da uygun cezayı biçecekmiş gibi arkadaşının kulağına eğilmişti. "Yok beee. O kadar da yakışıklı değil." "İnsan değil diyorum. Yakışıklı olmasına gerek yok. Üstüne deri kaplanmış, sıyırsak altından kan yerine kablo fışkıracak bir makine sanki. Çok soğuktu." "Evet, soğuk göründüğü gerçek." "Yanına vardığımda iki metre yarıçaplı alanı gözlerinden çıkardığı buz sarkıtlarıyla kaplamıştı. Kendi hükümdarlığını kurmuş o masada. Gözlerimle gördüm." "Tamam hadi abartma. Siparişlerim geldi. Sen de ne istediyse götür bir an önce. Bela çıkarmasın." "Bela çıkartmaz galiba. Telepatik yöntemle buradakilerin sinir uçlarına elektrik akımı göndererek acı falan çektirebilir. Hatta bence birisi onu buzdağından insan suretinde oymuş, içine ruh üflemiş." "Hepimizi olduğu gibi onu yaratan da Allah işte. Söylediklerinden bunu çıkardım." Dolu tepsisini alır almaz uzaklaşan Vildan, Hasret'i Giray'la bıraktı. "Bizdeki en pahalı viski Jack Daniels mı?" "Evet." "Koysana iki parmak." "Buzlu mu?" Hasret, içinden ettiği küfürlere kaldığı yerden devam etmede gecikmedi. Buz isteyip istemediğini sormak aklına gelmemişti. Ama adamın buz gibi görüntüsü sek içeceğinin habercisi olsa gerekti. İçkinin yanına bir tabak yer fıstığını da koyarak tepsiyi aldı. "Buyurun. Jack Daniels varmış." "Yer fıstığını alabilirsin." "O ikramımız. En pahalı içkiden çok sık sipariş almıyoruz." "İkram olup olmadığını sormadım. Alabilirsin." Hasret bir hışımla, yarısını dökerek aldığı fıstıklarla bara yürüdü. Yine arkasına dönüp adama ateş saçtığını umduğu bakışlarla bakacakken onun yerinde olmadığını gördü. Masadaki bardak boştu ve Vildan bardağın altından aldığı yüz dolarlık banknotu sallıyordu. Koşar adım bara geldi. "Ya işte bu kızım be. Ben dedim sen güzellikle halledersin diye. Giray hiç bakma, bu; dur bir kaç para bu şimdi..." "Bahşiş sizin Vildan, gözüm yok da olay ne tam anlamadım." Kısaca sert bakışlı adamı anlattıklarında bir süre güldüler ve geceyi nihayet noktalamayı seçen son müşteriden sonra evlerine dağılmak için bardan ayrıldılar. Giray Hasret'i evine bırakmayı teklif etti ancak, tüm gece almayı düşündüğü havada biraz yürümek istedi. Vedalaştıklarında Giray arabasıyla gaza bastığında Hasret henüz birkaç adım atmıştı. Barın köşesinden evine giden yola saptığında ödü patladı. "Selam." "Biz bu selamı daha erken saatlerde halletmiştik. İyi geceler." "Cık cık cık. Halledemedik. Ve ben seni sikmeden de halletmiş olmayız." "Desene Azrail kapını çaldığında öbür tarafa gözün açık gideceksin." Depoda az kalsın sevişeceği adam şimdi yolunu kesmiş onunla edepsizce konuşuyordu. Hasret alkollü olduğu belli olan adamla münakaşa etmeden yürümeye devam etti. Ama kolundan tutup onu duvara çarpmasını beklemiyordu. "Yok öyle. Göster ama elletme halleri için fazla orospusun. Kaç kişiyle yattığını sorsam hesap edemezsin." "Matematiğim kuvvetlidir ama hesap vermem gereken kişi sen değilsin. Çekil üstümden, bağırırım." "Aşığını da yolladın. Bağırsan kim duyacak seni?" Adamın elleri hoyratça memelerini sıkarken bacaklarını kımıldatmasına izin vermeyecek şekilde üzerine abanmıştı. Hasret, avazı çıktığı kadar imdat diye bir kez bağırabildi. Çünkü adam sert hareketlerini dudaklarını ısırarak devam ettiriyordu. Hareket alanı iyice dardı ama bacaklarıyla onu itmeye, elleriyle saçını çekmeye başladı. Zor kullanan adam da ellerini onun tekini açtığı memesinden çekti ve ellerinin hareketini keserek onları Hasret'in sırtında birleştirdi. İnip kalkan göğsü görsel bir ziyafet vaat etmiş olacak bu kez ağzını memesinin ucuna dayadı. Fırsattan isfade eden Hasret tekrar bağırdı. En son kapatan bar olma rütbesi onun tecavüze uğramasına mal olacaktı. Adama yüz vermemişti. Dediği gibi ona gösterip elletmediği bir durum yoktu. Her şey bir yana, şu an istemiyor oluşu bile bu muameleyi görmemesi için yeterli gelmeliydi ancak adam bedenindeki dokunuşlarını bacaklarına kaydırmış, iç çamaşırını çekiştiriyordu. "Bırak beni orospu çocuğu. Annen sana bir kadına rızası olmadan dokunmaman gerektiğini öğretmedi mi?" "O dersi kaçırmış olmalıyım. Şimdi uslu dur. Depoda vermediğini alıp gideceğim. Canın daha fazla yanmasın." "Canım yansın, önemli değil de senin benden alacağın hiçbir şey yok. Bırak beni, imdaaaaaaaaat." Elinin tersiyle yüzüne tokat attığında Hasret'in gözünde şimşek çaktı. Tek düşündüğü evde onu bekleyen babasıydı. Tarumar halini, patlamış dudağını ona nasıl açıklayacağını düşündü. Üzülürdü. Belki de adama istediğini verip bu şiddetten kurtulabilirdi ama sırf kadın diye, adam onu istiyor diye buna razı gelmeyecekti. Bu kansız herif hedefine ulaşsa bile Hasret sonuna kadar savaşacaktı. Bu yüzden duvara onu ters çevirdiğinde çırpınması arttı, sesi yükseldi. Elbisesinin eteğini yukarı kaldırıp, külodunu biraz aşağı çektiğinde hâlâ deli gibi ona vurmaya çalışıyordu. Ona saatler geçmiş gibi gelen arbedede bir an nefesi kesilirken diğer bir an üstündeki ağırlık çekildi. "Hanımefendi istemediğini söyledi. Tam olarak neresini anlamadın?" Dönüp arkasına bakmaya, birken iki olan adamlardan yeni gelenin onu kurtaracağını ummaya korktu. "Bak güzel kardeşim, ben bu orospuyu sikeyim sonra sana bırakırım." Hasret can acısına rağmen hakarete karşılık verdi. "Orospu seni doğurana derler." "Bana da öyle geliyor. Annen hariç." "Ne diyorsun lan sen. Kendini kahraman mı sanıyorsun?" Hasret'e cinsel istismar teşebbüsünde bulunan adam diğerinin sert, hafif sivri çenesine yumruğunu geçirmişken Hasret çığlığı bastı. Yerinden kımıldayamıyor, tir tir titriyordu. Onun aksine çabuk toparlanan adam ceketini biraz kaldırınca beline taktığı tabancası göründü. Onu gören saldırgan başka tek kelime etmeden koşarak uzaklaştı. Hasret de silahtan çekinmişti ama yine de itibarını kurtaran adama doğru adımladı. "Sen iyi misin?" "Dudağı kanayan sensin. Asıl sen iyi misin?" O anda üst başına çeki düzen veren Hasret istemsizce akan gözyaşlarıyla kaldırıma çöktü. En başından beri tüm makyajını yüzüne yayan yaşlar sanki yeni başlamışlar gibi durmak bilmiyordu. Adam bir süre ayakta izlediği kadının önünde dizleri bükerek eğildi ve cebinden çıkardığı ipek mendili ona uzattı. "Al bunu." Sanki bir emirmiş, almazsa kafasına sıkacakmış gibi hızlıca onun dediğini yaptı. Daha birkaç saat önce kiralık katil görünümünü, belindeki tabancayla tescilleyen adamın ricasını kıracak değildi. Krem rengi mendili eline aldığında, bununla kanını silmek yerine onu incelemeye başladı. Gözüne ilk çarpan mendildeki harikulâde işçilikli nakıştı. El yazısıyla Armağan Karasu ismi işlenmişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD