2. BÖLÜM

2594 Words
"Beğendiğiniz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup adına aşk diyorsunuz." William Shakespeare  Hasret'in sorduğu sorunun boşa nefes harcamak olduğunu görmesi sadece iki saniye sürdü. Uygar o iki saniyede gözlerini kapatmış sinirle burnundan soluyordu. Kızgınlığı büyük ölçüde kendineydi ama açıklamasına izin verse onu anlayacağını düşünüyordu. Fazla mı hayalperestti? "Sana bir soru sordum Uygar. Biraz erkek ol da yüzüme bakarak cevap ver bana." "Hasret amcamın doğru söylediğini adın gibi biliyorsun? Ne duymayı bekliyorsun?" "Şakaaaa, ne bileyim bir ocaaaaak demeni falan bekliyorum sanırım. 'Kimse gülmedi ama espriydi' de diyebilirsin mesela." Uygar'ın suskunluğu, kendi üzerindeki delici bakışları Hasret'in aklına ayrı geçirdikleri zamanı getirdi. Gelemediği haftalar aylara dönmüşken sevgilisi sadece işlerin yoğunluğundan yakınmıştı. Konuşmalarına bambaşka gönül işlerini dahil etmemişti haliyle. Bu da ikinci önemli soruyu gerektiriyordu. "Sekiz aydır balayında mıydın? Cicim ayları bitince gideyim biraz sefalet çekeyim mi dedin?" Uygar, ellerini hınçla, yataktan yeni çıktığını bağıran saçlarının arasından geçirdi. Kanepeden kalkarak ona doğru adım attığında Hasret sakinliğine hayret edercesine eline geçirdiği ne varsa Uygar'a fırlatmaya başladı. Önce gözüne kestirdiği küçük, cansız kaktüslerin olduğu vazolar, sonra kumanda ve babasının su içtiği bardak... Hedefi on ikiden vurma konusunda öyle iyiydi ki, cam yerde parçalanmadan önce başının yanına sertçe çarptı. "Hasret, kızım olan olmuş. Birbirinizi daha fazla kırmayın. Uzatmayın artık. Ben bir şekilde bittiğine memnunum." "Hiçbir şeyin bittiği yok amca. Hasret'ten vazgeçmiyorum." Hasret, sevdiği adamın medeni durumunda meydana gelen beklenmedik değişiklikle deminden beri ağlarken onun bu sözleri onu güldürdü. "Öyle mi? Bana olan tutkunu güncellediğin iyi oldu. Az kalsın kumalık mertebesine layık olmadığımı düşünecektim. Sen kendini ağa falan mı sanıyorsun? Her şey bir yana, sen beni ne sanıyorsun Uygar?" "Yaptığımdan gurur duymuyorum. Ben yalnızca iyilik yapmaya çalıştım." "İyilik mi? Ne iyiliği ya? Ha, şimdi anladım. Dün gece bana defalarca yaptığın iyilik gibi mi mesela?" Kahkahalarla başladığı sözler sona doğru avaz avaz bağırarak çıkmaya başladı. "Allah seni kahretsin. Şerefsizliğin kaçıncı boyutu bu?" "Hasret ağır konuşuyorsun. Lütfen dinle." "Kim? Kiminle evlendin?" Uygar tam başka bir şey söyleyecekken, affetmesi için yalvaracakken onun sorusuyla afalladı. Kıyamet şimdiye dek kopmamışsa bile isim verdiğinde kopacaktı. "Sana sordum kiminle evlendin?" "Selma." "Selma mı? İnek Selma mı? O koca memeli, şişko mangafonu bana tercih mi ettin?" "Tercih ettiğim bir şey yok. Baban seni istediğimde bana verdi mi? Sen hiçbir zaman seçenekler arasında olmadın." "Ben de gideyim semtin en zengin karısına çakayım mı dedin? Ben niye yapmıyorum bunu? Aşağılık herif, şerefsiz." "Evet öyle dedim. Beş aydır işsizim, tamam mı? Amcamın tedavi masrafını üç aydır ödeyemiyorum." Hasret yüreğini kuzey kutbuna çeviren son cümleden sonra, fırlatmak için aldığı çerçeveyi havaya kaldıran kolunu kımıldatamadı bir süre. Dönüşümlü ödedikleri aylık tedavi giderleri üç ay eksikse eğer... Kolu aşağı düştü. Çerçeve elinden kaydı. Kendisi de yere çöktü. Şimdi kendi sesini duyduğu bile meçhuldü konuşurken. "İyi de o zaman... Üç ay eksik ödeme varsa... Dün beni bunun için mi defalarca aradılar?" Babası kanepede doğruldu, şu cansız bacaklarına Allah tarafından bir his gelmesi için yalvarıyordu içinden. Koşmak, yerde iki büklüm olan kızına sımsıkı sarılmak, ben iyiyim, üzülme demek istiyordu çaresizce. "Hasret kızım önemli değil. Zaten bir faydası da..." "Amca lütfen böyle konuşma. Orası sana iyi geliyor, biliyoruz. Özür dilerim. Amca ben çok üzgünüm ama hallettim." Uygar, amcasına Hasret yerine cevap verdikten sonra yere çömelip onu kendine çekti. Onun kollarından kurtulmasına müsaade etmedi. "Seni hayal kırıklığına uğrattığım için kahroluyorum balım. Evet Selma zengin ve onunla konuştum. Ben iş bulana kadar bu üç ay dahil benim üstüme düşeni yapacak." Hasret o andan sonra canavara dönüşen tüm sinir hücrelerinin yönettiği bir hortum gibi, önüne kim çıksa tanımayacak kadar öfkelendi. Mengene gibi onu sıkan kollardan kurtuldu ve demin yeri boylayan çerçeveyi kaptığı gibi bu kez Uygar'ın alnının tam ortasına fırlattı. Bardak kızartmışsa cam çerçeve kanatmıştı. Ama Uygar'ın şikayeti yok gibiydi. Gözüne inen kanı silerek ona bakmaya devam etti. Hasret'in anlaması gerekiyordu. "Dinle beni. Burada senin yaşaman bile sağlıklı değilken baban için en iyisini istediğini biliyorum. Yardım edeceğim." "Def ol git evimizden. Senin jigololuktan elde ettiğin geliri istemiyorum. Niye söylemedin şimdiye kadar? Anlaşmada üç ay eksik ödemeye kadar erteleme olduğunu biliyordun. Ne yapar eder tamamlardım." "Bulurum sandım. Yetişirim sandım." "Yetişemeyince, sen de yıllarca benimle annen baban seni istemediği için çöpe attı diye alay eden, bana evlatlık olduğum için tepeden bakan Selma'yı, Kalaylı yaptın, öyle mi? Allah belanı versin. On dört yaşımdan beri beni fark etmen için yapmadığım kalmadı. Yaz tatili için eve döndüğünde üniversitede becerdiğin kızları anlatırken, bir kere bile ne hissederim diye düşünmedin ama ben seni sevmekten vazgeçmedim. Her gece ağlayarak girdim yatağa. Kendimi aldatılmış hissettim salak gibi. Sonra serpildim, gözüne girdim. Okula her gidişinde bir sonraki yaz için gün saydım. On sekizimi doldurmamıştım sana kendimi verdiğimde. Biz sekiz yıldır birlikte değil miydik? Senden başkasına gözümün ucuyla bile bakmadım." "Sekiz yıldır senden başkası olmadı Hasret. Balım ben sana deliler gibi aşığım." "Kes sesini bana balım deme. İğreniyorum senden. Bana bunu yaşattığın için yüzüne tükürmek istiyorum ama değmez. Biliyor musun Uygar, ben yirmi altı yılda sadece bir kez tokat yedim babamdan. BİR KEZ. O da seni sevdiğim içindi. Keşke kemiklerimi kırsaydı, keşke aklımı başımdan alsaydı da varlığını unutsaydım." "Hasret ben seni seviyorum. Seninle evlenmek istedim. Her şeye, herkese rağmen hala istiyorum. Amcam iş kazası geçirdi, babam onun aldığı tazminatın içine ettiği için ben yıllardır ailemden kimseyle görüşmüyorum. Unutmuş olamazsın. Sizi seçtim. Seni seçtim." Ben neden kendimi seçilmiş gibi değil de ağzına sıçılmış gibi hissesiyorum diye düşünürken geçmiş anılarına bedava uçuş bileti olan sözlerle Hasret cin çarpmışa döndü. Üç yıl kadar önce yazlarını kışa çeviren kötü olan ne varsa, iyi hissetmediği her neyse zihninin en derinlerine gömmüştü. Babasının ağabeyi, Uygar'ın babası İbrahim Kalaylı ezelden beridir kumara meraklıydı ve şansının yaver gittiği bir dönemde bulduğu üç kuruşu beş kuruş yapmıştı. O zamanlar on beş, on altı yaşlarında olan Hasret onlardaki ani refah düzeyi artışına gözleriyle şahit olmuştu. Sonrasında bir süre durulmuş, gelir getiren bir iş kurmuş ve kazandıklarıyla Uygar'ı yurt dışında okutmuştu. Ne zamanki babası, tüm uyarılarına rağmen güvenlik önlemlerinin ihmal edildiği mobilya fabrikasında bacaklarından oldu, tazminat aldı İbrahim amcasının emanet olarak verdikleri bu yüksek meblağı borsaya yatırma aşkı tuttu. Babasının ağabeyine verdiği yüzbinler ve o parayla iyileşebilme ihtimali hiç oldu. Babasının tedavisi için bekledikleri bu para ellerinden gidince Hasret, fiziksel yoksunluğuna psikolojik travma eklenen, gözünün içine baktığı adamı ellerinde ne varsa satıp memleketi Ankara'dan İstanbul'a gitmeye ikna etti. Tüm sorumluluk omzuna bindiğinde sadece yirmi üç yaşındaydı. Bankaya attıkları para; kira, yaşamak için gerekli ev eşyaları, faturalar, Hasret'in bir takım eğitimleri için suyunu çekince o da babasının yaşam kalitesini biraz olsun artırmak için gece gündüz demeden çalıştı. Uygar bir noktada haklıydı. Ailesine rest çekmişti. Gitmemeleri için yalvarmış ama işinden dolayı o gelememişti, babasının durumundan dolayı onlar kalamamıştı. Bir saat önceye dek ikisini seçtiğini kabul edebilirdi. Ama bir saat önce her şey değişmişti. Onun son dediğine sakince yanıt verdi. "Dıııııt. Yanlış cevap. Ben hiçbir zaman seçenekler arasında olmadım unuttun mu? Üstelik evli bir adam olarak başka bir kadınla evlenmek isteyemezsin. Çok şükür medeni kanun var. Şimdi derhal terk et burayı." "Yapma Hasret. Bunu bize yapma. Daha fazla çalışamazsın. Amcamın iyi bir yerde tedavi görmesini ben de en az senin kadar istiyorum. Kızgınsın, haklısın ama bunu senin için yaptım." İki gencin karşılıklı dikildikleri yerde İsmail Kalaylı kızı için mi üzülse, oğlu yerine koyduğu yeğeni için mi karar vermek zordu. Biri canı, kanı, ağabeyinin kalleşliğine rağmen ona oğul olan Uygar'dı. Diğeri ise, sevgili eşinin muzdarip olduğu bir hastalığından doğurgan olmamasından sebep; evlat hasretiyle geçirdikleri yılların ardından onlara Allah'ın lütfu gibi gelen, doğumunda katkısı olsa ancak ve ancak bu kadar sevebileceği, nice öz evlada tercih edeceği, göz bebeği Hasret'ti. Aralarındaki bağı belki de kopartacak olan bu atışmayı izlemek bacaklarının kötürüm olmasından daha fenaydı. "Tamam, sen sıkma canını. Ben de senin için gidip Giray'ın altına yatayım. Fahişe olayım. Ortalık birbirimize yaptığımız iyiliklerden geçilmesin. Nasıl fikir?" Uygar sıkılı yumruklarını yönlendireceği bir hedef ararken onun bu haklı isyanının bile kıskançlığını yaşıyordu. Barda çalışması yeterince can sıkıcıyken, ona asılan bir patron katil olma sebebiydi. "Dilinin kemiği de yok. Amcam burada Hasret, nasıl konuşuyorsun?" "Amcan dün gece sen beni becerirken de buradaydı. O zaman da bu kadar edepli miydin? Ya da beni o sürtükle aldatırken... Siktir git Uygar." "Sen öfkeden ne dediğini bilmiyorsun. Gideceğim. Sakinleştiğinde gelirim." "Gelme Uygar. Bu şehre tekrar adım atayım deme. Yağ tulumu karının yanına dön." Genç adam Hasret'in kızgınlıkla sarf ettiği cümleleri duymazdan geldi. Önceliği çok başkaydı." "Aralık bitti. Pazartesi ödeme yapılmazsa amcamın ilişiğini kesecekler. İstediğin bu mu?" Hasret bu üstü kapalı tehditle kamyon çarpmışa döndü. İlişik kesme olayını ilk kez duyuyordu. Ödemenin eksik olduğunu öğrendiğinden beri dün arama sebeplerinin bunu haber vermek olduğunu tahmin etmişti ancak taksitlendirme gibi bir seçeneğinin olabileceğini ummuştu. Gözleri bir anlığına boş, hüzünlü bakışlarını pencereye çevirmiş olan babasına kaydı. On yaşında annesini kaybettiklerinden beri ona hem anne hem baba olan adama... Tek ailesine... Babası artık ne konuşulanı dinliyor ne de kendisi için bir umut görüyordu. Bir an düşünmeden canından vazgeçeceği adam için canının hiçbir kıymetinin olmaması o an çok ağır geldi Hasret'e. Kış kendini yeni yeni gösteriyordu. Önlerindeki ayların fragmanı gibi esen rüzgâr, yağan yağmur içinde bulundukları şartları iyileştirmedikçe babasının canına okurdu. Kendini daha önce çaresiz hissettiği pek çok an olmuştu ancak hiçbirinde bir zorunluluk eşlik etmemişti çaresizliğine. Hiç kimse, hiçbir tedbir onu, yaşadığı kısacık ömrünün yarısında delicesine sevdiği Uygar'ın ihanetine hazırlayamazdı. Gözlerinden hesapsızca yuvarlanan yaşlar yutkunmasına bile engel olacak şekilde yoğunlaşmışken Uygar'ın gelip ona sarılmasına karşı koyamadı. Yılların biriktirdiği yorgunlukla tükenmişti. "Dönüşümlü değil her ay düzenli para yollayacağım. Kendi kazandığınla istediğin eğitimleri alabilir, para biriktirebilirsin böylece." "Sakın yollama, hepsini yakarım. Gelir o Selma'yı da yakarım eğer yollarsan." Adem elmasını yerinden oynatacak şekilde kıkırdamasına yol açtı Hasret'in sözleri. Bir gün ağlanacak haline gülenlerin arasında olacağını sanmazdı. "Amcam için." "Babama ben bakarım. Sana ihtiyacımız yok. Hele şimdi bir de yuva kurmuşsun, her ne kadar yuvanızı dişi kuş yapmışsa da, aile babası olarak boş yere harcama yapamazsın." "Beni kelimelerinle öldüremezsin balım. Kanatırsın ama canımı alman için daha fazlası lazım. Her şey düzelecek sana söz veriyorum. Seni seviyorum Hasret. Bir gün yine birlikte olacağız." Cehennemde belki diye düşünürken o zaman bile Uygar'ı istemeyeceğini fark etti acıyla. Yaptığı sadakatsizliği, kendi amcasına yardım şemsiyesi altına çekerek masum göstermek Hasret için haysiyetsizlikten başka anlam taşımıyordu. Üç yıldır mesafelere rağmen sürdürmeye çalıştığı ilişkisi, ilk aşkı, bir gün evlenmeyi düşlediği adam onu sırtından bıçaklamıştı. Ve biri ona sadakatsizliği tüm çaresizliğine rağmen tanımla dese, Uygar'ın yaptığına eş görecek tek bir cevabı olurdu: onursuzluk. Hasret'e göre insan çaresizliğinden değil, onursuzluğundan sadakatsiz olurdu. Keşke bu kadar onursuz olmasaydı aşk. "Balım ağlama artık. Benim senden başka dönecek bir yerim yok." Hasret aklından zaten bu hayattaki tek işlevim, içime gir diye kürkçü dükkanı olmaktı ya tabii benim de diye geçirirken ondan biraz uzaklaştı. Uygar'ın atletini ıslatan kendi gözyaşları yüzünü yakmaya başlamıştı ki; sözleri kalbini, yerde bin parça olmuş bardaktan daha çok parçaya ayırdı. Ne sanıyordu? Ne umuyordu? Daha fazla saldırmaya, vurmaya gücü kalmadığı için usulca kollarından çıkıp şimdi onlara bakan babasının yanına oturdu. Uzattığı bacaklarının üstündeki, iştahsızlıktan buruşmaya başlamış ellerini tuttu. O eller onu üç aylıkken ilk kez kucağına aldığında hayal ettiği gibi sıcacıktı. Ve bu da içine cemre düşürmeye yetti. Artık daha sakin olduğundan ne yapacağına karar verdi. Aklı selimdi. Babasını ileride ne karar vereceği belli olmayan, evli bir adamın zengin karısının insafına bırakmayacak kadar çok seviyordu. "Ödeyemediğin üç ayı ödemen gerek. Bu, evliliğinden önce olan, kendince bize verdiğin sözdü. Zorunda değildin fakat bana maddi durumunu haber vermediğin için onu karşılamanı istiyorum. Parayı nasıl, kimden temin ettiğin, bu üç ay için umrumda değil." Uygar bir anlığına gülümsedi. Açıkladığımda anlayacağını biliyordum balım diye geçirdi içinden. Başıyla onaylarken konuştu. "Yarın sabah ilk iş hesaplarına eksik olan kısmı havale edeceğim. Amcam tedavisine devam edecek." "Tamam. Ondan sonraki hiçbir aşamada, hiçbir ödemede rol almayacaksın. Seni tüm zorunluluklarından azat ediyorum." "Hasret, zorunlu olduğum için yapmıyorum. Senin babansa benim de amcam." Daldığı düşüncelerden çıktığından beri iki genci izleyen adam, onların kuzen kalması için ne kadar çabaladığını düşünüyordu. Kızının aldatılışı ettiği dualara geç kalınmış bir cevaptı. Uygar kızı için çabalamaya devam ettiği için Hasret'in aklının bulanmasından korktu. Olur da yumuşarsa onun yer alacağı konum için endileşelendi ve ellerini daha sıkı tuttu. Bu temasın bir faydası olmasını umdu. Uygar'ın evlenmesinin onu sevgili olarak hayatından çıkarması için yeterli gelmesini... "Olabilir. Bugüne dek yaptıkların için sana ne kadar teşekkür etsem az. Çok makbule geçti. Hmm, baba benim işe geçmem gerek. Gitmeden kahvaltını hazırlarım, bana beş dakika ver." Burnunu, gözlerini sildikten sonra ayaklandı. İçeride çalan telefonu işe gitmesi gerektiğini hatırlatıyordu. Hunharca eğlenen, su gibi para harcayan kendi yaşındaki gençlerin artıklarını toplama zamanı gelmişti. İki adamın sessiz bakışları altında odasına girdi ve kapıyı ardından kapadı. Kapadığı gibi Uygar arkasından geldi. "O barda çalışmak zorunda değilsin artık. Anlatamıyor muyum?" Hasret onu görmezden geldi. Zaten istese de artık aynı gözle bakamayacağı adamın, anılarında ona on dördünde aşık olduğu ulaşılmaz kişi olarak kalması en iyisiydi. Duş alacak vakti olmadığından paketinden ardı ardına çektiği ıslak mendillerle vücudunu sildi. Uygar'la herhangi bir iletişimde bulunmak zoruna gittiğinden, dahası ne derse desin odadan çıkmayacağını bildiğinden o yokmuş gibi davranarak giyinmeye başladı. Yüzüne yaptığı hafif makyaj sonrası ona aşkla bakan adamı aynadan süzdü. Uygar da onu inceliyordu. Son olarak montunu ve çantasını alıp onu geçerek odadan çıkacak oldu. "Hasret? Affet beni. Anladım. Sen öyle güçlüsün ki, zenginliği bir kez tadınca, parasız pulsuz kalma korkusu hata yaptırdı bana. Balım ben de buraya taşınacağım. Selma'dan boşanacağım. İşe git gel, konuşalım." "Tüm bunlara karar vermen için beş dakika boyunca beni giyinirken izlemenin yeteceğini daha önce düşünebilseydin keşke. Telefonda defalarca soyunup giyinirdim senin için." "Aptalım ben." Bunu söylerken tam karşısına geçmiş başını dudaklarına eğmişti. Hasret tek elini araya uzattığında bu Uygar için kırmızı ışıktan farksızdı. Durdu. Balım dediği kadını önce salona sonra mutfağa dek takip etti ancak ne karar verdiğini kestiremiyordu. Mutfakta kahvaltılık çıkarmasını engelledi. "Hasret ben hallederim." "Tamam, sen hallet. Geç kaldım." Kapıda dün gece çıkardığı çizmeleri taytının üstüne giyerken Uygar'ın don atlet haliyle çırpınışları onu başkasının yatağında yakalamış gibi hissettirdi. Gözü babasına kaydığında Uygar'ın sesi kulaklarına doldu. "Hasret yüzüme bak. Dokun bana. Aynıyım ben." Aynı mıydı gerçekten? Hala dersini almamış olması ihtimaline karşı bir kez daha yüzüne baktı. Son kez... "Sana son bir şey soracağım. Sizi duymamış olsaydım, bana bu adiliğini söyleyecek miydin Uygar?" Uygar yüzünde kuruyan kana, şişen şakağına rağmen öyle ulaşılmaz görünüyordu ki, Hasret yıllar önce kedinin ciğere baktığı gibi ona baktığı zamanları anımsadı yine. Birlikte olmaya başladıklarında bile, evlatlık olmanın yüküyle ondan vazgeçeceğinden, hevesini alınca o öve öve anlattığı yabancı kadınlara gideceğinden emin olurdu. Bu bile onu sevmesine engel olmamıştı ve şimdi yerinde olmak istediği kadının, bir metres gibi kocasıyla yatmıştı. "Hasret, bir şey yapmak zorundaydım. Amcam babamdan daha önce geliyor benim için. Bunu biliyorsun." "Sorduğum soru bu değildi." "Söylemeyi düşünmüyordum. Sana anlattığım pek çok sevişme anımdan farkı yok benim için. Mekanik, duygu barındırmıyor." "Doğru mu anlıyorum? Ben evli olduğunu bilmeyecektim. Sen de onun koynundan sıkılınca bana gelecektin, öyle mi?" "Lütfen Hasret, bu ikimizin sonu olmamalı. İzin vermeyelim." "Mutlu mu olacaktın öyle? Yasak bir ilişki olduğunu varsayıp yaşadığını hissettiren küçük heyecanlar mı duyacaktın? Bu beni toplumun gözünde ne yapıyor hiç düşündün mü?" "Hasret?" "Toplumu siktir et hadi, topluma karşı kendimi açıklama mecburiyetim yok. Selma'yı eşin yaptığın için, senin bana layık gördüğün boşta kalan metreslik sıfatı mı?" Uygar, tüm bunları ince ince hesaplamamıştı. Ne zamandır Selma'nın ondan hoşlandığını biliyordu ve çabuk karar vermesi gerekmişti. İlk dört ay aklı, vicdanı, kalbiyle bu işin olmayacağına, bunu sevdiği kadına yapamayacağına ikna olsa da ödeme yapamadığı üçüncü seferinde, geçen ay onun yatağında almıştı soluğu. Ertesi gün de mecburen nikah masasında... Ve şimdi düşününce Hasret'i kendi pisliğine bulamıştı ama inadına, karşısında ayakta duran, bal renkli gözlü kadın yeni cilalanmış elmas gibi parlıyordu. "Baba ben çıkıyorum. Çok geç kalmam. Lütfen bir şeyler ye. İlaçlarını unutma. Yarın yine kendini iyi hissedeceğin yerde olacaksın. Seni asla yarı yolda bırakmam. Sevdiğim hiç kimseyi asla yarı yolda bırakmam ve bu dünyada sevdiğim tek insan sensin." Gözüne dolan yaşlar boşalmadan hızla kapıyı açıp kapamadan bir adım attı ama derhal içeri döndü. Söyleyeceği bir şey daha vardı. "Misafirimize sen kapıyı gösterirsin."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD