4 sene sonra…
Bora karşısında oturan Koray’a bakarken eli yumruk olmuştu. Şuan can dostum dediği adamın boğazını sıkmak istiyordu. Onunla geçirdiği yıllar içinde birçok defa bu duruma gelmişlerdi ancak Bora daha önce hiç şuan olduğu gibi hissetmiyordu. Koray’ın yapabileceklerinin de sınırlı olduğunu biliyordu ama yine de ondan daha iyisini beklerdi.
Kafasını sağa sola yatırdı. Boyun kaslarını esnetirken “Sen şimdi bana bu işin peşini bırakmamız gerektiğini mi söylüyorsun?” dedi. Sesi adeta ölüm saçıyordu. Herhangi biri olsa bu ses tonu karşısında cevap vermekte zorlanırdı ama karşısındaki Koray’dı.
Koray ayağa kalkıp odanın içinde dolanırken “Yıllardır arıyoruz kardeşim. Hiçbir şey bulamadık. Adamlar işi çok iyi planlamışlar” dedi.
Bora derin bir nefes aldı. Gözlerini kapatıp sakin kalmaya çalıştı. Yine de düşündükçe öfke damarlarında geziyor, sinirden haykırma isteğiyle doluyordu. Dört sene olmuştu. Dört sene önce onlara atılan iftirayla çok zorlu dönemlerden geçmişlerdi. Evet belki sadece bir gece nezarette kalmıştı ama ona yetmişti. Kızının gözünden akan yaşı hiçbir zaman unutmayacaktı. Ona korkuyla sarılışı aklından çıkmıyordu. Kızının gözünden akan tek damla için buna sebep olan herkesi yakmaya hazırdı. Ama işte yıllardır bir sonuç alamıyorlardı.
Uyuşturucuların bulunduğu tırın şoförü suçunu itiraf etmişti. Bora ile Koray’ın bir gecede bırakılmasının sebebi buydu. Ancak şoför hapse girdikten kısa süre sonra da hayatını kaybetmişti. Koray onu sorgulayamadan adam ölmüştü. Yıllardır adamın iletişime geçtiği kişilerin peşindeydiler.
Bora gözlerini açtı. Mavi gözleri koyulaşmış öfkeyle parıldıyordu. Koray onun gözlerindeki bakışı gördüğü an büyük bir patlamanın geldiğini anlamıştı. Kollarını göğsünde bağlayıp bacaklarını iki yana açarak duruşunu sabitledi. Bora ayağa kalktığında “Her şeyi unutacak mıyız?” diye sordu.
Koray kafasını iki yana sallayıp “Bora” demişti ki Bora “Adımıza sürdükleri lekeyi sineye çekip öylece kenara mı atacağız Koray?” diye bağırdı.
Bora hiddetle bağırmaya devam ederken kendi göğsüne vurup “Benim üstüme attıkları boktan itirafların zerre önemi yok. Lanet olsun! Bu şirket Tamer Kaya’nın bize emaneti, onun adına sürülen lekeyi nasıl bir kenara atarım ben! Aileme yaşattıklarını nasıl bir kenara atarım!” diye bağırdı.
Koray ona hak veriyordu. Elinden bir şey gelse hiç düşünmeden yapacaktı ama işte sonuç ortadaydı. Aynı şekilde bağırırken kollarını iki yana açtı. “Ne yapmamı istiyorsun Bora? En iyi adamlarımı yıllardır bu işin peşinden koşturuyorum. Adam öldü. Ölen bir adamın sırlarını nasıl ortaya çıkartmamı bekliyorsun? Adamın çocukluk arkadaşlarına bile ulaştım be adam. Yok. Ona yardım eden, bu işi veren kim ortada yok”
Bora yumruğunu masaya indirirken “Çık Koray” diye bağırdı.
Koray arkadaşını bir süre izledikten sonra “Senin canının yandığı kadar benim canım da yandı. Yapılan sadece sana değil, bana da yapıldı. Tamer Kaya’nın adına bir leke geldiği yok. Herkes gerçeği öğrendi. Evet şirket iki yıl zor bir dönemden geçti ama üstesinden geldik kardeşim. İşin peşini bırakalım da demiyorum. Bir adamım sürekli bu işin peşinden gitmeye devam edecek. Ancak artık önümüze bakmalıyız” dedi.
Bora ona cevap vermedi. Kafasını masaya eğmiş sakinleşmeye çalışıyordu. “Artık bizim devremiz kapanıyor. İki gün sonra Toprak geldiğinde bu konunun üstünde gereğinden fazla durulmamalı. Tamer ile ikisi şirketi geçmişin izlerinden sıyrılmış bir şekilde yönetmeye başlamalı”
Bora koltuğuna çöküp elini sertçe saçının içinden geçirdi. “Efe ne zaman geliyor?” diye sorduğunda Koray sıkıntıyla nefesini verip “Bilmiyorum. Toprak’a ona ulaşmasını ve kıçını kaldırıp buraya gelmesini istediğimi söylemesini ilettim. Ancak ulaşabildi mi haberim yok” dedi.
Bora onca sinirinin arasında güldü. En akıllı çocukları olan Efe artık tam bir serseriydi. Yıllardır nerede ne yaptığı konusunda kimsenin bir bilgisi yoktu.
“Gülme dostum gülme. Onu elime bir geçirirsem kemiklerini kıracağım”
Aynı saatlerde Efe uykunun en tatlı yerindeydi. Kulağının dibinde sürekli bağıran kadın olmasa belki huzurlu bir uyku çekerdi. Zihni kadının sürekli anlamadığı bir dilde bağırmasıyla uyanırken ellerini arkaya atıp iri vücudundaki tüm kasları esnetmeye çalıştı.
Gözleri yavaşça açılırken dün geceki kadın başında ona doğru eğilmiş bağırarak bir şeyler söylüyordu. “Selam tatlım” dediğinde kadın İspanyolca konuşmaya devam etti. Kadının gergin yüz hatlarından ve ses tonundan bir şeyler olduğu anlaşılıyordu. Yatakta bir anda doğrulduğunda kadın iki adım geri çekildi. Efe’nin çıplak vücudunu zevkle süzerken Efe dün gece geçirdikleri eğlenceli dakikaları hatırlayarak sırıttı.
Kadın biranda kendini toplayıp eliyle kapıyı işaret ederek bağırmaya başladı. Efe “Ne? Anlamıyorum seni?” derken ayağa kalktı. Dışarıda bir kapının çarparak kapandığını duydu. Efe kıyafetlerini ararken çalan telefonunu fark ederek eline aldı. Telefonun bulunduğu sehpanın yanındaki iç çamaşırını eline almıştı ki kadın koluna yapışıp onu pencereye iterek bağırmaya devam etti.
Efe bildiği birkaç İspanyolca kelimeden kadını “Kocam” dediğini anlamıştı. Kadının dediklerini anlamaya çalışırken onun yönlendirmesiyle pencerenin önüne geldiğinden habersizdi.
Arkasındaki kapı açıldığında esmer kendi kadar iri bir adam kapıda görüldü. Elinde ise bir tüfek tutuyordu ve ucu Efe’nin çıplak poposuna doğrultulmuştu. Efe o anda çok fazla düşünmedi. Kadının ne demek istediğini artık açıkça anlamıştı. Kocam geliyor defolup git demek istiyordu. Ah keşke bu kadar geç anlamasaydı.
Çok fazla düşünmedi. Önündeki çiçekli perdeyi bir kenara çekip çıplak vücudunun pencereden aşağı attı. Neyse ki hemen bitişiğindeki ev bir metre aşağısındaydı. Efe koşarak o evin üstünden geçerken arkasından silah sesi yükseldi. “Siktir” diye bağırarak sanki koruyabilirmiş gibi elini kıçına tutarak koşmaya başladı. Onun kadar iri bir adamın çıplak damların üstünden atlayarak koşması izlenmeye değerdi ki karşı binalardaki komşular pencereye çıkmış gülerek onu izliyorlardı. Efe damların üstünde atlarken aşağı yolda ise bir çocuk kalabalığının kendi hizasında gülerek koştuğunu fark etti.
Efe haline bir kere daha küfrederken artık bir yerden inmesi gerektiğini anladı. İki evin daha üstünden geçtikten sonra tek katlı bir eve atladı. Onun hemen arkasında büyük bir çöp kutusunun olduğunu görünce düşünmeden çöp varilinin içine attı kendini. Tüm bedeni yemek artıkları ve daha bilmediği bir sürü şeyle kaplanırken varilden çıktı.
Elindeki telefon hala ısrarla çalmaya devam ediyordu. Toprak’ın adının yanıp sönmeye başladığını gördüğünde açarak “Ne var” diye bağırdı. Tam o sıra çocuklar sokağa girmiş karşısına geçerek onu gösterip gülmeye başlamışlardı. Efe aşağı bakıp çıplaklığı görünce diğer küfrederek elindeki iç çamaşırını önüne tutup “Defolun gidin lan” diye bağırarak çocukları kovmaya çalıştı.
Hattın diğer tarafındaki Toprak eğlendiğini belli eden bir sesle “Şuan ne yaptığını deli gibi merak ediyorum” dedi.
Efe “Anlatsam inanmazsın” derken çocukların hemen arkasında sokakta görünen adamı fark ettiğinde “Siktir” diye bağırarak topukları yağlayıp tekrar koşmaya başlamıştı.
Efe soluk soluğa ara bir sokakta durup arkasına bakarak durum değerlendirmesi yaptı. Sokak tamamen boştu. Sabahın erken bir saatinde olduğu için şanslıydı. Elindeki iç çamaşırını çıplak poposuna geçirip telefona baktı. Toprak kapatmıştı. Otelinin ne tarafta kaldığını çıkartabilmek için sokakları inceledi. Çok uzak olmadığını fark ettiğinde rahat bir nefes almıştı.
Oteline gittiğinde otel çalışanları ona şaşkınlıkla bakıyordu. Efe resepsiyona gidip odasının yedek kartını istediğinde karşısındaki kız gülmemek için kendini zor tutsa da hayran dolu bakışlarını da geniş göğsünden ayırmıyordu. Göğsünde ne olduğu belli olmayan yemek artıkları olsa da kaslı vücudu fazlasıyla çekiciydi. Üstünden yükselen kötü koku bu çekiciliği bir parça azaltıyordu. Kadın ona dokunmak ister gibi baksa da şu halinde bunu yapmayacağı kesindi. Efe oda kartını alıp asansöre ilerlerken kıçına yöneltilmiş bakışlarında farkındaydı. Kaslı sert kıçı bu sabah büyük bir seyirci kitlesine hitap etmişti.
Odasına çıktığında duşunu alıp rahatla yatağa kendini attı. Kimliğini belirten her türlü belgeyi odasında bıraktığı için şanslıydı. Kadının evinde akşamki kıyafetleri ve birkaç yüz dolar dışında bir şey kalmamıştı. Toprak tam zamanında aramıştı da telefonu elindeydi. Aksi halde o kargaşada telefonu da orada kalırdı.
Toprak’ı hatırlayınca telefonu alıp onu aradı. Toprak “Sonunda geri dönebildin” diyerek telefonu açtı.
Efe ıslak saçlarını eliyle karıştırırken “Yoğun bir gece ve sabah geçirdim dostum. Akşam ateşli bir İspanyol kadının yatağındayken sabah öfkeli bir İspanyol erkeğinin tüfeğinden kaçıyordum” dedi.
Toprak kahkaha atarken “Hala doyamadın mı İspanyol kadınlarına” dediğinde Efe sırıtarak “Çok ateşliler kardeşim, çok” dedi.
“Tabi evli olduklarını saklamasalar daha iyi olurdu. Bu ay ikinci defa öfkeli bir kocanın ellerinden son anda kurtuldum”
Toprak tekrar kahkahalarla güldü. Efe’nin maceraları son zamanlarda tek eğlencesiydi. “Sen beni niye aramıştın?” diye sorduğunda Efe aldığı cevapla sormamış olmayı isterdi.
“Amcamın selamı var. Biran önce kıçını kaldırıp dönsün artık diyor”
Efe oflayarak gözlerini kapattı. Yıllardır ailesiyle tek iletişimi arada bir yaptıkları görüntülü konuşmalardı. Dört yaşına giren küçük kardeşi onu telefondaki abisi olarak tanıyordu.
“Döneceğim” diye mırıldandığında Toprak homurdanarak “Son bir senedir aynı şeyi söylüyorsun. Ben yarın dönüyorum. Yani sen geldiğinde orada olacağım. Bil istedim” dedi.
Efe bunu beklemiyordu. Yatakta doğrulurken “Emin misin?” diye sorduğunda Toprak iç çekerek “Daha fazla kaçamam. Babamın benden beklentilerini yerine getirmeliyim. Bir şekilde üstesinden geleceğim” dedi. Üstü kapalı konuşmalar Efe için çok şeyi anlatıyordu. Toprak’ın itirafını bir tek o biliyordu. Gerçek duygularından bir tek o haberdardı. İkisi de yıllardır farlı ülkelerde olsalar da iletişimi iç kesmemişlerdi. Toprak İtalya’ya yerleşirken Efe ülke ülke gezmeyi tercih etmişti. Son iki aydır da İspanyadaydı.
Efe bir süre sessiz kaldıktan sonra “Belki de artık dönmenin zamanı gelmiştir” dedi.
“Kesinlikle kardeşim. Kesinlikle” Toprak’ın arkasından seslenen sesle konuşmaları bölündü. “Helin çağırıyor kardeşim sonra görüşürüz” diyen Toprak kapattığında Efe de kesin kararını vermişti.
Onlar geri dönüşlerini kararlaştırırken Duru nefesini tutmuş kadrajındaki sarı siyah benekli kelebeğin resmini çekmeye odaklanmıştı. Zum halkasını çevirdikten sonra görüntüyü netleştirdi. Tam deklanşöre basmıştı ki arkasından gelen çıtırtıyla kelebek uçmuş ve sadece pembe küçük çiçeği çekebilmişti.
Öfkeyle omzunun üstünden arkasındaki Demir’e baktı. Demir eline aldığı bir dal parçasıyla oynuyordu. Kelebeği korkutup kaçırdığının farkında bile değildi. Duru uzandığı yerden ayağa kalkıp tek eliyle üstünü çırptıktan sonra “Yaptığını beğendin mi Demir? Sana kaç defa söyleyeceğim beni geriden takip et diye” dedi.
Demir ona şaşkınca bakarken “Ben ne yaptım Duru?” dediğinde Duru önüne dönüp ilerlemeye devam ederek “Ses çıkartarak kelebeği kaçırdın” dedi.
Demir onun arkasından hızla gelip kolunu omzuna atarak “Yetmedi mi çektiğin fotoğraflar?” diye sordu. Sabahın erken saatlerinden beri bu ormana gelmiş Duru’nun resim çekmesini izliyordu.
Duru asık bir yüzle “Bu yaz mezun oluyorum ve elimde henüz sergi açmaya yetecek kadar değerli fotoğraf yok” dedi.
Demir eğilip onun yanağını öperek “Asma yüzünü, eminim sen en iyi sergiyi açacaksın. Daha iki aylık vaktin var. Sabret biraz” dedi.
Duru kolunu onun beline sarıp başını göğsüne yasladı. “Teşekkür ederim” derken Demir yanında olduğu için minnettardı. Ağaçların arasında bir süre ilerledikten sonra Demir “Yarın mı geliyordu?” diye sordu.
Duru kederli bir iç çekti. “Evet” diye fısıldadığında Demir onun omzunu sıkarak “Merak etme her şey iyi olacak” dedi.
Duru yıllar sonra Toprak’ı göreceği için heyecanlıydı. O kadar heyecanlanmıştı ki uzun zamandır geçirmediği astım krizlerini bile tetiklemişti. Onun geleceğini öğrendiğinden beri nefesi çok sık tıkanır olmuştu.
Duru’nun heyecanını fark eden Demir “Çok şanslı bir aptal” diye mırıldandı. Demir’in sesindeki kıskançlık Duru’nun kafasını kaldırıp ona bakmasına neden oldu. Demir çenesini sıkmış karşısına bakıyordu.
“Üzgünüm Demir. Senin hislerini bilerek ondan bahsettiğim için pisliğin teki olduğumu düşünüyor olmalısın”
Okulun ilk yıllarında Demir ile sevgili olmayı denemişlerdi ancak Duru hiçbir zaman becerememişti. Demir ne zaman ona yaklaşsa aklında sadece Toprak oluyordu. Zamanla arlarındaki şey gerçek dostluğa dönüşürken Duru her şeyi Demir’e anlatmıştı. Demir onu hala sevdiğini söylese de Duru’nun hislerine saygı duyuyordu. Duru’nun arkadaşlığına değer veriyor onu kaybetmek istemiyordu. Aynı şekilde Duru da Demir’in varlığından memnundu. Okuldaki tek arkadaşı Demirdi.
“Senin hakkında hiçbir zaman kötü düşünmem Duru. Bana her zaman açık oldun. Seni seviyorum ama arkadaşın olmaya da devam emek istiyorum. O yüzden yanımda rahat olmanı istiyorum. O aptal geri döndüğü için ne kadar mutlu olduğunu benden saklamana gerek yok”
“Sen harika bir arkadaşsın” diyen Duru ona sıkıca sarıldı. “Hadi Barış’ın restoranına gidip yemek yiyelim” dediğinde teklifi anında kabul edilmişti.
Barış ise henüz restorana geçecek fırsatı bulamamıştı. “Aşk! Buraya gel çabuk” diye bağırırken evin her tarafında kızını arıyordu.
Kızının neşe dolu kıkırtısı dolabın içinden geldiğinde Barış “Buldum seni minik canavar” diyerek dolabın kapılarını açmıştı. Aşk çığlık atarak kaçmaya çalışırken Barış onu belinden yakalayıp havaya kaldırdı. Aşk ellerinin arasında çırpınırken Barış onu sıkıca sarıp öptü.
Babasının boynuna minik kollarını saran Aşk kafasını omzuna yaslayarak “Babacığım bu akşamda birlikte yemek yapsak” dedi.
Barış onu odasına götürürken “Bugün pazartesi bebeğim. Kreşe gitmediğin için annen zaten bana öfkeli onu daha fazla kızdırmak istemiyorum” dedi.
Aşk kafasını kaldırıp Barış’ın yüzünü ellerinin arasına alırken “ama söz ver bak. Yarın bizimle yemek yiyeceksin” dedi. Barış iç çekti. Kızına asla hayır diyemiyordu.
“Bunu annene sormamız gerekiyor” dediğinde Aşk yanaklarını şişirdi. “Tamam ya ben hallederim” diyerek kafasını yana çevirip minik burnunu havaya dikti. Barış gülerek burnunu kızının boynuna sürtüp kokusunu içine çekti. “Minik canavar” diye mırıldandığında kızı “Ben canavar değilim prensesim” diye bağırdı.
Aşk’ın üstünü değiştirip hazırladıktan sonra evden çıktıklarında saat iki civarıydı. Hira’nın işlettiği Nefes spor salonuna ulaştıklarında Barış karşılaşacağı öfkeye kendini hazırlamak için bir süre arabanın içinde oturdu. Her zamanki gibi hafta sonu için kızı onda kalıyordu. Pazartesi sabahları Aşk’ı kreşe bırakmak onun göreviydi ama Aşk gitmek istemediğini söyleyerek itiraz ettiğinde karşı çıkamamıştı. Bugünü onunla geçirmeyi planlasa da restorana gelecek önemli misafirleri olduğunu unutmuştu. Restoran müdürü arayıp onu haberdar ettiğinde Hira’yı arayarak Aşk’ın kreşe gitmediğini açıklamış bir saate onu yanına bırakacağını söylemişti. Öfkenin birçoğunu telefonda bağırarak atmıştı ama yine de yüz yüze geldiklerinde devamının olacağını biliyordu.
Çocuk koltuğunda oturan Aşk kıkırdadı. Barış arkasına dönüp ona bakarken Aşk “Annemden korkuyorsun” diyerek gülümsemiş öndeki seyrek dişlerini ortaya çıkartmıştı.
“Hep senin yüzünden minik canavar. Annen yine tüm sinirini üstümde atacak” dediğinde Aşk minik omuzlarını silkerek “Senin sorunun” dedi.
Barış ona gözlerini kısarak baktıktan sonra “Bir daha beni kullanmana izin vermeyeceğim” dedi. Aşk muhteşem bir oyunculuk sergilerken dudaklarını sarkıtmış “Ama babacığım” demişti. Bazı huyları o kadar çok annesine benziyordu ki Barış böyle zamanlarda küçükken ona posta koyan kızı hatırlıyordu. Babasının düğününde dans ettiği kuş yuvası saçlı kızın Hira olduğunu sonunda anlamıştı.
Barış daha fazla oyalanmayarak arabadan inip arka koltuktan Aşk’ı alarak spor salonuna girdi. Girişteki görevli kız Hira’nın antrenman salonunda olduğunu söylediğinde o tarafa ilerledi. İçeri girdiklerinde Hira ellerini beline koymuş spor eğitmenlerinin biriyle konuşuyordu. Altında bordu sporcu taytı üstünde de aynı renk yarım atleti vardı. Ellerine ise siyah sargılar sarmıştı. Kısa süre önce boks yaptığı belliydi.
Arkasını döndüğünde yaklaşan ikiliyi görünce yanındaki adamı gönderdi. Kollarını göğsünde bağladığında spor atletinden taşan göğüsleri dikkat çekiciydi. Barış gözlerini kaçırıp Hira’nın öfke dolu yüzüne odaklandı. Gülümseyerek “Merhaba güzellik” dediğinde Hira “Seninle aynı şeyi kaç defa konuşmuştuk Barış” dedi.
Aşk “Anneciğim, babacığımın hiç suçu yok ki onu ben kandırdım” dediğinde Hira onu kucağına almak için uzandı.
Aşk’ı öptükten sonra yere bırakıp “Hadi sen Aslı ablanı bul” dediğinde Aşk gitmeden önce babasına üzgünüm dercesine bakmıştı.
Aşk uzaklaşır uzaklaşmaz Hira “Barış, Aşk sende her kaldığında kurallarını değiştirmekten vazgeç” diye çıkıştı.
“Hira biraz sakin olur musun? Alt tarafı bir gün kreşe gitmedi. Dünyanın sonu değil ya. Daha üç yaşında”
“Sorun kreşe gitmemesi değil eğitimi Barış. Onu belli alışkanlıklarla yetiştirmeye çalışıyorum ve sen her seferinde bunu bozuyorsun. Aşk senden her geldiğinde söylediğim şeylere itiraz ediyor”
Barış saatini kontrol etti. On dakikası kalmıştı. “Anlıyorum bak şimdi gitmem gerekiyor. Aşk yarın akşam birlikte yemek yememizi istedi. Bende sana sorması gerektiğini söyledim. Eğer uygunsan yarın akşam restorana gelin. Birlikte yemek yer bunu ayrıntılı konuşuruz”
Hira asık bir yüzle “Bilmiyorum Cenk’e sormam gerekiyor. Yarın için planı yoksa gelirim” dediğinde Barış, Cenk’in adını duymasıyla dişlerini sıkıp “İyi, haber verirsin” diyerek arkasını dönüp çıkışa ilerledi.
Salonun diğer tarafında oynayan Aşk “Babacığım” diye bağırarak el salladığında ona bakıp zoraki bir gülümsemeyle el salladı.
Restorana gittiğinde Duru ile Demir yemeklerini yemiş çıkıyorlardı. “Kuzen” diyerek birbirlerini selamlayıp sarıldılar. Duru “Deniz içeride çok heyecanlı görünüyordu. Seni sorup duruyor” dediğinde Barış gülümseyerek “Tamamen aklımdan çıkmış. Geç kaldım ama telafi edeceğim” diyerek onlara veda edip içeri girdi.
Deniz ve Profesörleri önceden rezerve edilmiş deniz kenarındaki masada yemek yiyorlardı. Barış yanlarına giderken Deniz onu görünce rahat bir nefes almıştı. Bu yemek onun için önemliydi. Bir nevi geleceği bu yemekle şekillenecekti. Uzmanlığı için Amerika’ya gitmek istiyordu ve Amerika’dan gelen misafirlerini en iyi şekilde ağırlamak için Barış’ın restoranına getirmişti. En önemlisi babasını bundan haberi yoktu ve bütün işlemler Barış ve Duru’nun yardımıyla gizlilik içerisinde gerçekleştirilmişti.
Barış öncelikle Deniz’e selam verip geç kaldığı için özür diledikten sonra masadakilerle selamlaştı. Masadaki her şeyin kusursuz olduğundan emin olduktan sonra özel siparişleri almaya başlamıştı. Barış kısa zamanda adından sıkça söz ettiren usta bir aşçı olmuştu.
Restoranı uzaktan izleyen Berfin, neler olup bittiğini anlamıştı. Bu durumdan patronunu haberdar edip etmemek arasında gidip geliyordu. Elinde tuttuğu telefonu çevirip dururken kararsızdı. En sonunda telefonu cebine atıp kaskını takarak motorunu çalıştırdı. Haber vermemeye karar vermişti.
Güvenlik şirketinde artık müdürdü. Koray kararlar alarak sağduyusunu kullanıp istediği kararları alacağını söylemişti. Berfin de şimdi sağduyusunu kullanıyordu. Deniz kendi geleceğini kendisi belirlemeliydi. Babasının baskısı olmadan! Tabi bu durum ortaya çıktığında Berfin kaçacak bir delik bulmalıydı. Patronunun bütün öfkesini üstüne kusacağına emindi. Fakat Patronunun değişeceğinden haberdar değildi.