Bölüm 2: Bir Garip Tanışma

1206 Words
Atiye yanında Felicia’yla birlikte uçaktan inmişti. Bütün ekip aynı gelmişlerdi ama Bay Hoffman ve Bayan Auberta Bayer ekibin başını çekiyor, mühendislerimizden bay Karl Drexler ve İç mimarlarımızdan bayan Emma Klein ile birlikte önden ilerliyorlardı. Bir konuda hararetlice konuştukları kesindi. Atiye, Felicia ile birlikte, peyzaj mimarı Hannah, tasarımcı Stefan Hoppe, diğer peyzaj mimarı Friederich Wolf ve iç mimar Hans Lutz arkadan karışık birleşimler halinde konuşarak ilerliyordu. Valizlerini aldıktan sonra çıkış kapısına yöneldiler. Dışarı çıkınca sert bir mart ayazı karşıladı ekibi. Daha sonra Bay Hoffman’ın adını seslenen bir adam yaklaştı yanlarına. İngilizce konuşmaya başladılar. Atiye İngilizce biliyordu ve konuyu takip etmeye başlamakta gecikmedi. “Sizin için birkaç araç ayarlandı. Sizi kalacağınız evlere götürecekler. Kaya bey yarın baş mimarınız Bayan Bayer ve sizinle bir yemek yemek istiyor. Bunun dışında diğer ekip üyeleriniz proje toplantısına kadar dinlenip keyiflerine bakabilirler.” “Çok teşekkür ederiz Kaya Bey’e. O halde yarın görüşmek üzere.” Diyerek araçlara yerleştiler. Ev derken eksik söylememişlerdi. Kapısında ‘BEYOĞLU’ yazan bir tabelanın bulunduğu bir apartmana gelmişlerdi. Nişantaşı’nda lüks bir apartman. Üçerli gruplar halinde kalacaklardı ve bay Hoffman sık sık burada olmayacağı için ona geçici bir daire ayarlanmıştı; daha sonra otelde kalacaktı. Sözün özü üç mimar, iki iç mimar, iki peyzaj mimarı, bir mühendis ve bir tasarımcı bir yıldan uzun bir süreyi Türkiye’de Nişantaşında lüks bir apartmanda geçirecekti. Atiye, Felicia ile eşleşti. Üçüncü olarak yanlarına grubun en huysuzu Hans düşmüştü. Bugünü yerleşerek geçirdiler. Akşam yemeği yeni patronlarından ikram olarak geldi. Türk kebabı, İskender, lahmacun, künefe ve ayran, şıra gibi yancıları. Bir sürü de meze vardı. Yemekler çok lezzetliydi ve herkes her şeyi beğeniyordu. Atiye daha önce İstanbul’da kebap ve döner yediğinde fazla beğenmediğini hatırlıyordu. Gerçi o zaman moralleri ailecek çok bozuktu, etkilemiş olabilir. Ama şimdi her şey muhteşemdi. Ertesi gün İstanbul’u gezmeye karar verdiler. Topkapı sarayı ve kapalı çarşıyı gezerek hem kültürlendiler hem de bir sürü alışveriş yaptılar. Akşam’sa Beyoğlu’na indiler. Galata kulesi önünde bir sürü resim çekinip Beyoğlu’nun en iyi barına gittiler. Paşazade. İsim gelenekseldi ama içerideki alan modern tasarlanmıştı. Bardan kendilerine bol bol tekila, martini ve cin söylediler. İçkiler su gibi akarken kendilerinden geçmeye başlamışlardı. Öte yandan Atiye üzerindeki bakışların farkında değildi. Bora Paşazade asma kattan Atiye’yi izliyordu. Kaya denyosunun mimarlarının kendi mekânında olduğunu öğrenince varlığını bile unuttuğu bu mekâna açtıktan sonra ilk kez adım atmıştı. Zaten burayı o Beyoğlu’na inat açmıştı. Beyoğlu’ndaki en iyi mekanlar Paşazade ’ye ait olmalıydı. Beyoğluna kuracı yeni caddeyi düşününce kanı kinle kaynadı. Fikir ilk kendinden çıkmıştı aslında. Bir yaşam kompleksi inşa etmek, bu da kentsel dönüşüme giren şehir merkezine yapmak onun fikriydi. Kaya daha modern rustik hayal etmişti sadece. İçinde geleneksel kuzey barlarının bulunduğu, birayı fıçıdan aldığınız nezih ortamlar taşıyan, sadece AVM okul değil, içine yapacağı minimalist dairelerle gerçek bir yaşam alanı… Sonra ihale yapılmış, Kaya o.ç.’u zararına da olsa almıştı kaç bin dönümlük arsayı. Gerçi o cadde yapmak istiyordu, Bora daha büyük hayaller kuruyordu. Yine de onun ihaleye gireceğini öğrenip öyle girmişti bu işe. Yine de vaz geçecek değildi. Mesela öncelikle Beyoğlu’nun işini baltalayacaktı. Mimarlarla tanışarak başlayabilirdi. İkram olarak güzel bir şişe tekila ikram etti. Hanımlar zaten kafayı bulmuştu. Daha sonra da yanlarına inerek tanıştı. Acaba adını hatırlayacaklar mıydı? Saatler ilerledikçe pistte yerini alan kadınların arasında ilgisini çeken biri vardı Bora’nın. Esmer teni, uzun boyu ve güzel kıvrımlarıyla Atiye saçlarını savurdukça Bora'nın kalbinde bir rüzgâr esiyordu. Kadında onu çeken bir şey vardı. Aura, çekim, koku, albeni. Belki de hepsi. Yine de Bora kadının sarhoşluğundan faydalanarak numarasını almayı başardı. Kaleyi yıkmaya yavaştan başlayacaktı. Paşazade ailesi ve Beyoğlu ailesinin rekabetini anlatmak, hikayemizin özünü anlamaya yardımcı olacaktır. Zamanında Osmanlı da bey olan bu iki ailenin büyük dedeleri paşalık rütbesiyle ödüllendirilecek bir görev için yarışa girmişlerdi. Paşalığı Paşazade ailesinin reisi Hızır Paşazade’nin babası Harun Bey almış, o günden sonra da aralarında dinmek bilmeyen bir iddialaşma başlamıştı. Hızır bey yat almak istiyor, Beyoğlu ailesinin reisi Mustafa Bey Tershaneyi satın alıyordu. Hızır bey Mustafa beyin sevdiği kadının kardeşiyle evlenince kızı Mustafa bey’e vermemişler, Mustafa Bey kaçırmak durumunda kalmıştı. Aile kızı reddetmiş, bu da bir sayı olarak Hızır beyin hanesine yazılmıştı. Mustafa bey intikam için yıllarca beklemiş, sonra oğlu Sedat’ın Hızır beyin en küçüğü ve en kıymetlisi Senan’ı kaçırmasını salık vermişti. Mustafa Arap diyarında bir petrol kuyusu satın almış, Hızır kuyunun bulunduğu köyü satın almıştı. Kuyunun bulunduğu köye girmek kolay olmuyordu. Mustafa bey de karşılığında içme suyu pınarının bulunduğu dağı satın alarak misilleme yapmıştı. Bu işler torunlarına kadar devam etmişti. En sonra Beyoğlu’ndaki kentsel dönüşümle herkes birbirine düşmüştü yine. Senan ailesiyle görüşmek istiyordu ama Sedat görüştürmüyordu. Hızır inat etmişti kızının yüzüne bakmıyordu ama kardeşleri Senan’ı suçlamıyordu. Bora’yı en çok kızdıran da halasına yapılan muameleydi. 19 yıldır o evde sürgün hayatı yaşıyordu kadın. 18 girdiği gün kaçırılmış, bir sene sonra da İnci’yi doğurmuştu. Sabah olunca kahvaltı için dedesinin evine gitmeye karar verdi. Zeytinburnu’nda denize nazır bir çiftlikte yaşıyorlardı. Dedesi evin merkezindeki konakta kalıyor, ailesi kardeşiyle birlikte kendi evinde kalırken Bora kendisi için yaptırdığı taş evde kalıyordu. Kendi kişisel alanını severdi. Tüm aile yine bahçede toplanmış, çimenlerin üzerine görsel bir zevkle tasarlanmış taraça da kahvaltı masasına oturmuştu. Havayı bir gün güneşli bulmayagörsünler doluşurlardı bahçeye. Hızır dede sofranın başına geçmiş, diğer başa da babası Tarık geçmişti. Annesi sol yanında oturuyordu. Bora sağ yanına oturacaktı. Dedesinin iki yanına ise halası Neslim ve amcası Nazım oturmuştu. Yengesi Hakiye’nin yanında kuzenleri Öykü ve Ülkü otururken eniştesi Mahmut’un yanında abisi Asım eşi Ceyda ve yeğeni Nilüfer oturuyordu. Allah halasına bir evlat nasip etmemişti. Kız kardeşi Bora ile Öykü’nün arasında oturuyordu. “Akşam Paşazade’ye gitmişsin,” diye sordu amcası masanın diğer ucundan. “Beyoğlu’nun en iyi barına Beyoğlu’nun mimarları gelmiş amca. Onlarla tanışayım dedim. Hanımlar çok eğlendiler.” “Demek hanımlar,” dedi abisi ima ile. Bora kaşlarını kaldırdı. Dört mimarın da bulunduğu bir grup seks fikri ayrı hoştu doğrusu. Yine de dedesinin yanında böyle imalara gerek yoktu. “Evet. Bir Türk. Üç alman.” “Türk mü?” diye sordu şaşıran annesi. Annesi evi yöneten kişiydi ve işlere de karışmaktan geri durmazdı. Paşazadelerin üniversitelerinde İşletme okumuş, babasıyla da bu vesileyle tanışmıştı. Ülkede devlet en iyi devlet okullarıyla aynı listede bulunuyordu Paşazade Üniversitesi. Dünya listelerine de giriyordu. Evlendikten sonra ise doğumlar ve çocuklarının yetiştirilmesiyle ilgilenmeyi tercih ederek işe fazla girmemişti. Ta ki babasında bir saat merakı peydah olana kadar. O günden sonra babasının işlerinin beyni annesi, vücudu abisi olmuş, ikisi bir saatin akrep ve yelkovanı gibi uyum içinde çalışmaya başlamıştı. Bora ise amcasıyla çalışıyordu ve Nazım amcasını da en az babası kadar severdi. “Evet. Aslında Alman vatandaşı, Almanya’da doğmuş, orada yetişmiş. Ama Türkiye’de bağlantıları ve aileden kalma evleri var. Yani gelip gidiyormuş birkaç yıl öncesine kadar.” “Bu kadar araştırdığına göre fazlasıyla dikkatini çekmiş abiciğim,” diye kıkırdadı Nil. Bora ile çok iyi anlaşırlardı. “Evet.” Dedi akşam gördüğü ateşli kadını düşünen Bora. Diğerleri gerekmiyordu sadece Atiye ile geçireceği bir gece de yeterli olurdu. “Ne planlıyorsun?” diye sordu dedesi gür sesiyle masanın başından. Büyük dedeleri zamanında Trabzon beyi olarak görev yaparken dedesi Hızır Rum güzeli babaanneleriyle evlenmişti. Beyoğlu ve Paşazade’ler teyze çocuğuydu ama babaanneleri Zehra hem güzelliği hem de neşesiyle cıvıl cıvıl kadındı. Üç yıl önce öldüğünde ardından ağlanmasını yasaklamıştı. Dedesi Hızır derin bir bağlılık duyduğu karısı öldükten sonra emekliye ayrılmış, inzivaya çekilmişti. Yine de babasının aksine fazla uzak duramıyordu. “Plan yok. Gidişata göre bakacağız. Ama zararına aldığı o ihaleyi elinde patlatmazsam bana da Paşazade demesinler.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD