Bölüm 4: Oyun Kurucu

1000 Words
Bora PAŞAZADE aracından inince restoranın müdürü başta olmak üzere bir sürü kişi etrafına doluştu. Onları başından savuşturup kendisini Atiye’ye ulaştırmak sağ kolu Arif’e kaldı. Başka araçla gelmişti Arif. Bora içeri girdi ve durarak etrafı taradı. Atiye’nin masasını bulmak için saniyeler yetti. Başını arkaya atmış bir şeye gülüyor, güneş de tam ardından vurmuş görüntüyü masalsı bir hale getiriyordu. Telefonundan bir resmini çekti ve Atiye’ye attı. @Bora: Geldim. Telefona gerek kalmadan göz göze geldiler. Sanki bir büyü harekete geçmiş gibi hissetti Bora. Atiye’nin büyüsüydü bu. Bir peri masalının kıvırcık saçlı, masum prensesiydi Atiye. Şimdi de kötü adamın tuzağına düşmek için hazır bekliyordu. İçindeki kötü hissi bastırdı ve gülümsedi. Işığına doğru yürümeye başladı. “Merhaba,” dedi ortaya ama gözlerini kadından almadan. Denese de yapabilir miydi? Bilinmez. “Merhaba,” dedi Atiye Alman aksanıyla. Türk olsa da doğduğundan beri Alman’larla yaşıyordu. Ayağa kalkmıştı ve karşısına geçecek şekilde sandalyesini geri itmişti. Atiye’nin de Bora’dan farkı yoktu aslında. Gözlerini bir an bile ayırmak istemese de yakışıklı yüzünü izlemek de istiyordu. Resimdekinden daha iyiydi. “Bizi tanıştırmayacak mısın?” diye sordu Felicia Almanca. Bariz alay ediyordu. “Tabi.” Dedi Almanca ve arkadaşlarını önce Türkçe tanıttı sonra Almanca kendini açıkladı. Bora hepsiyle kibarca ilgilendi. Tam bir centilmen gibi davranıyordu. Üstelik onlarla ola muhabbetini uzatmadan bakışlarını hemen Atiye’ye çevirdi. Bu kadını daha da etkiledi. Evet Atiye’nin hislerini açıklayacak kelime buydu. Atiye Bora’dan etkilenmişti. Bora ilk intibasında başarılı olmuştu. “Nereye gideceğiz,” diye sordu Atiye çantasını toparken.” “Burada kalabiliriz. Üst katta teras var. Üstelik şimdi kapalıdır. Akşam açılıyor,” diyerek yanıtladı Bora. Elleri ceplerinde kadını izlemeye devam ediyordu. Seksi kıvrımlarında gezinmek isteyen ellerinin parmak uçları karıncalanmıştı. “Peki o zaman.” Yan yana yürümeye başladılar. Esra uzun boyluydu. 1,77 boyunda bir kadın olarak erkekler genelde yanında kısa kalırdı. Bu defa öyle olmamıştı. Bora kendisinden uzundu, başı çenesine geliyordu. Uyumlu. “Almanya’da doğdun ama Türk’sün,” diye muhabbet açtı Bora merdivenlere vardıkları sırada. Kırılmaz camdan yapılmış merdivenler bir masal şatosuna gittiğin izlenimi uyandırıyordu. Çırağan Sarayı’nı görerek üst kata çıktılar. Teras manzarası muhteşemdi. Tüm Asya yakasını gösteriyor, denize yakınlığı sayesinde kokusuyla başını döndürüyordu. “Evet. Ailem daha ben doğmadan önce Almanya’ya yerleşmişler. Anne tarafım Türkiye’de ama babamın tüm ailesi Almanya’da. Dedem daha evli bile değilmiş Almanya’ya giderken.” Diye anlatıyordu Atiye. Sesinin tonu Bora’nın kulaklarında uyumadan önce dinlediği masalın etkisini bırakıyordu. "Almanya'ya giden ilk işçi kafilesindenmiş." Bora bildiği bu bilgiyi sanki ilk defa duymuş gibi davrandı. Atiye'nin hayatı hakkında neredeyse her şeyi öğrenmişti zaten. Neredeyse. Masaya yerleştiler. Kahve sipariş ettiler ama kalkmaları o kadar kolay olmayacaktı. “Sen anlat. Sen kimsin? Necisin? Belli ki zenginsin. Geldiğimden beri girdiğim her mekan senin.” Atiye dalga geçmeye çalışıyordu, adamın zenginliği altında ezilmek istemiyordu. “Aslında zenginiz evet ama benim değil dedemin hepsi. Osmanlı zamanında paşa babasından kalanı büyüterek edinmiş hepsini.” “Soyluyum diyorsun.” Bora güldü. “Soylu zengin gülüşü bu, tanırım.” “Kendini anlat. Bırak aileni. Sevgilin var mı?” Kahveler masaya bırakılmasa kaba kaçacak olan bu soru açık sözlülük olarak kendine yer etti muhabbette. “Ben mimarım. İş için geldik. Bir yıldan uzun bir süre burada kalacağım.” Bora sessizce dinliyordu. Sanki Atiye’nin ağzından çıkacak bir harf bile çok değerli bir bilgiydi. “Sen anlat. Senin mesleğin ne?” “Ben Uluslararası Hukuk mezunuyum. Ailemin işleriyle ilgileniyorum.” “Ooo. Yurt dışında mı okudun burada mı?” “Oxford’da okudum.” Adamın yüzündeki müstehzi gülüş yüzüne çok yakışmıştı. Bir özgüveni vardı, kalitesinin farkındaydı ve bunu gösterirken klasından ödün vermiyordu. Kim etkilenmezdi ki! "Almanya’da hangi şehirde yaşıyorsun?” “Bremen.” Dedi Atiye konunun değişmesinden memnun. “Bremen mızıkacılarını duydun mu?” “Bilirim bilmem mi? Okulda okumuştum. Bremen’e hiç gelmedim. Almanya’ya çok geldim de…” “Avrupa’ya çok seyahat ediyor musun?” “Elbette. Bir sürü ülkede iş yaptığımız bir sürü insan var. Gerçi geçen yıl Atina’ya gittim en son. O zamandan beri çıkmadım Avrupa’ya. Asya’da ve Afrika’da işlerimiz oluyor bu sene sıklıkla.” “Geçen yıl ben de Atina’daydım. Tatil için gitmiştim.” “Yazın mı? Ben Temmuz’da bir ay boyunca oradaydım.” “Temmuz’da evet. Karşılaşmamışız.” “Belki de karşılaşmışızdır da hatırlamıyoruz,” diye yanıtladı adam. Seninle karşılaşmış olsam hatırlardım muhakkak diyemedi Esra. “Belki de. Tatilde dağıtıp çok alkol alıyorum ben.” Kahveleri çoktan bitmişti ama ikisi de kalkmak istemiyordu. Bir kahve söylemek için atılacak atmaya çekinmeleri de ayrı bir ironiydi. Yine de Bora bu çekingenliğini ilk atan oldu. Kendini toparlamak için bir nedeni, ulaşmak istediği bir amacı vardı. Şu an tek düşündüğü şey Kaya’nın yüzünde oluşacak hüsrandı. Gözünü hırs bürümesi olayını bizzat yaşıyordu. “Buranın kestane şekeri çok güzeldir,” dedi Bora yüzüne bilhassa yerleştirdiği yeni çekincesiyle. “Denemek güzel olurdu,” diye atladı hemen Atiye. “E birer Türk kahvesi söyleyelim o zaman. Onunla içeriz.” Hemen garsona el etti ve Atiye’nin kahvesini az şekerli sevdiğini öğrendi. Bir kahve yerini öğlen yemeğine bıraktı. Muhabbet ettikleri konular belki çok sıradan konulardı, en sevdiğin kitap, son izlediğin film, en etkileyen dizi, öğrendiğin en saçma şey ya da katıldığın son önemli seminer gibi; ama mühim olan ne konuştukları değil, nasıl konuştuklarıydı. Atiye hayatında hiçbir şeyden bu kadar keyif aldığını, hiçbir şeyin bu kadar bitmesini istemediğini hatırlamıyordu. Akşam hava kararana kadar aynı masadan kalkmadan saatlerce konuşarak oturdular. Atiye’nin arkadaşları aramasa kararan hava bile saati fark etmelerini sağlamayacaktı. “Ben kalkayım artık o zaman.” Dedi Atiye istemeye istemeye. İlk günden bu kadar kendini kaptırdığı için gece kendine kızacaktı. “Ben bırakayım seni gideceğin yere.” “Yok zahmet etme. Taksiye binerim.” “Binme. Kazıklarlar turistsin diye. Arif bıraksın o zaman.” “Peki. Ama bunun karşılığında bir kahve ısmarlayacağım. Sana da Arife de.” Atiye’nin yüzündeki o gülüşle Bora her şeyi kabul edebilirdi. “Şöyle yapalım, senin izin gününde buluşalım ben seni çok sevdiğim bir yere götüreyim.” “Nasıl bir yer?” “Gezilecek, turistik bir yer. Ama benim için anlamlı bir tecrübeyi gösteriyor.” “Tamam. Gidelim. Araşırız.” Araştılar. Gece, sabah, öğlen, yemekten önce, iş çıkışında ve konuşmayı özlediklerinde. Tabi özlem şu an için ifade edebilecekleri bir his değildi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD