DİCLE Bebek çantasıyla odadan çıkan hemşirenin arkasından bakarken, Demir yanıma yaklaştı. “Eskiler ‘Ağıt, ağıtı getirir’ derler. Ağlama,” dedi, sesi yumuşak ama emredici bir tonda. Sanki benim acımı kendi omuzlarına yüklenmek istercesine bakıyordu gözlerime. Bir an silkelenir gibi oldum, sanki üzerime çöken ağır bir sis dağılıyordu. Haklıydı; ağlamak, sadece daha fazla acıyı davet etmekti. Nefes'e de, bebeğe de hiçbir şey olmayacaktı. İkisi de kurtulacaklardı. Buna inanmak zorundaydım, yoksa kendimi kaybederdim. Gözlerimi silerek, yaşların izlerini yüzümden uzaklaştırdım. Demir’in elini tuttum, parmaklarım onun sıcaklığına sığınır gibi sımsıkı kavradı. “Hadi gidelim,” dedim. İçimden bildiğim tüm duaları okuyarak, her kelimesini yüreğimde hissederek, Demir'le birlikte ameliyathane katın

