DİCLE Alaçatı’ya vardığımızda saat henüz sekiz buçuktu. Kasaba, sabahın sakinliğiyle karşıladı bizi. Dar sokaklar, taş evler, begonvillerle süslü bahçeler… Her şey bir kartpostal gibiydi. Otelimiz, Alaçatı’nın merkezine yakın, küçük ama şirin bir butik oteldi. Arabayı parkedip bavulları aldık ve resepsiyona yürüdük. Kapıda bizi güler yüzlü bir görevli karşıladı. “Hoş geldiniz,” dedi. Kısa bir check-in işleminden sonra odamıza yöneldik. Oda, tam hayal ettiğimiz gibiydi: sade ama zarif, beyaz duvarlar, ahşap mobilyalar, ve pencereden görünen küçük bir bahçe. Kapıyı kapatır kapatmaz Demir bana sarıldı. “Sonunda,” diye fısıldadı kulağıma. Onun kollarında, bu anın sıcaklığında, tüm telaşlar, tüm yorgunluklar eriyip gitti. Birbirimize sarılıp öpüştük. Öpüşürken “Acıktın mı?” diye sordu Demir,

