ARZU VE NEFRET+18

1273 Words
DEMİR Arabayı konağın önünde ani bir frenle durdurdum. Dicle öne arkaya savruldu, elleriyle koltuğa tutundu. Yüzünde korku belirdi, yeşil gözleri faltaşı gibi açıldı. Yüksek sesle “İn,” dedim. Telaşla kapıyı açtı, hızlıca arabadan indi. Korkusu umurumda değildi. Korkması gerekiyordu zaten. Adamlarım hemen arabanın yanında belirdi. Başımla uzaklaşmalarını işaret ettim. Onlar geri çekilirken bagaja yürüdüm. Diclenin bavulunu çekip çıkardım, eline tutuşturdum. “Kendin taşı,” dedim, sesim buz gibi keskin. Gözlerini yere indirdi, tek kelime etmedi. Edemezdi. Onun sesini duymak bile istemiyordum. Dicle, Altemur’un kardeşiydi. Babamı öldüren o alçağın kanındandı. Bu kadına bundan sonra rahat yoktu. Konağı ona dar edeceğime yemin etmiştim. O yeşil gözleriyle benden merhamet dilense de karşılık göremeyecekti. Asla. Önden yürüdüm. Konağın ağır ahşap kapısından girip avluda durdum. Dicle’nin peşimden gelmesini bekledim. Bavulu sürükleyerek yaklaştı. Göz ucuyla ona baktım. Yüzü solgundu, ama selviye benzeyen o uzun boyu, narin bedeni ile dimdik ayakta duruyordu. Dişlerimi sıktım, öfkem içimi kemiriyordu. O bir düşman, bir yüktü. İki hizmetli kadın, Fatma ve Ayşe, avluya koştu. Fatma, Dicle’nin bavuluna uzandı, ama elimi kaldırdım. “Bırak,” dedim, sesim bir kırbaç gibi havada şakladı. “Kendisi taşır.” Dicle’nin omuzları çöksede itiraz etmedi. Fatma bir şey söyleyecek gibi oldu, ama bakışlarımı görünce sustu. “Şuna odasını gösterin,” dedim, Dicle’yi işaret ederek. Ayşe başını salladı, Dicle’yi konağın içine, hizmetlilerin kaldığı giriş katına yönlendirdi. Tam merdivenlere yönelecektim ki karım Zarife’nin sesini duydum. “Demek kumamız bu!” dedi Başımı kaldırdım. Öfkeli bakışları bir avcı gibi aşağıdaki Dicle’yi takip ediyordu. “Neye bakıyorsun” dedim. Merdivenin tepesinde, kollarını göğsünde kavuşturmuş, alev alev yanan gözleriyle kıpırdamadan durmaya devam etti. Yüzü kıskançlıkla gerilmişti. Ona baktım, ama tek kelime etmedim. Ne diyebilirdim? Bu evlilik benim seçimim değildi. Kan davasını bitirmek için sırtıma yüklenen bir lanetti. Karımı geçip yatak odamıza yürüdüm. Arkamdan Neval’i sordu. “Onu düğüne kadar buralardan uzaklaştırdım” dedim. Neval'i, eskiden beri en güvendiğim adamlarımdan birisi olan Hazım'la Elazığ'a gönderdiğimi söyledim. Zarife peşimden geldi. Odaya girer girmez kapıyı çarptı. “Kadın… Pek güzelmiş,” dedi, sesi iğneleyici. “Daha çirkin bekliyordum.” Yatağın kenarına oturdum. Ayakkabılarımı çıkartırken ona öfkeyle baktım. “Güzel mi, çirkin mi, hiç fark etmedim,” dedim. Oysa bu bir yalandı. Bunu bana söyleten o kadına karşı hissettiğim nefretti. Aslında çok güzeldi. Zarife yatağın diğer ucuna oturdu, gözleri hâlâ öfkeliydi. “Benden sonra onunla mı yatacaksın?” diye sordu. “Kimseyle yatmak zorunda değilim. Bilmezmişsin gibi gevezelik yapma” dedim. “O bir düşman. Babamın katilinin kardeşi, unuttun mu? Onu üzüntüden ölecek, hatta kendini öldürecek kıvama getireceğim. Başka bir şey olmaz” Kan davasını bitirmek için, aşiretin dayatmasıyla yaptığım bu evliliği düşünmek ciğerlerimi havasız bırakıyordu. Uzanmaktan vazgeçip pencereye yürüdüm. Uzaktan görünen dağlara baktım. Doğu’nun bu sert, acımasız toprakları gibiydim… kuru, keskin, affetmez. O an aklıma Dicle geldi. Şimdi ona gösterilen o göt kadar odasında, bavulunu yerleştiriyor olmalıydı. Belki ağlıyor, belki korkuyordu. Onun üzüldüğünü düşünmek hoşuma gidiyordu. Daha bu başlangıçtı. Akşam yemeği için salona girdiğimde Masada, 16 yaşındaki kızım ömür, 14 yaşındaki oğlum Sonat yan yana oturuyorlardı. Elleri kucağında, sessizce beni bekliyorlardı. Karşılarında Zarife vardı. Kimse yemeğe dokunmamıştı. Bu konakta benim gelmemi beklemeden kimse kaşık kaldıramazdı. Öyle olmalıydı. Otoritem, bu taş duvarlar kadar sağlamdı. Dicle’nin oturması gereken boş sandalyesine baktım, öfkem içimde bir ateş gibi alevlendi. “O, masada neden yok?” dedim. Zarife başını hafifçe eğdi, ama gözlerinde o tanıdık iğneleyici parıltı vardı. “Hizmetliyle haber gönderdim, ama aç değilmiş,” dedi, alaycı bir tonda. Sonra ekledi, “Senin sofranda oturmak istemiyor herhalde.” Babamın katilinin kardeşi, benim soframa oturmayı kendine hakaret mi sayıyordu? Çocuklar başlarını kaldırmadan gözlerini masaya dikmiş sessizce konuşmalarımızı dinliyorlardı. Onların yanında bana yapılan bu saygısızlığı kabul edemezdim. Yumruğumu sıktım, masaya vurdum. “Öyle mi?” dedim, dişlerimin arasından. Tenim sinirden ateş gibi yanarken salondan çıktım. Dicle’nin odasına doğru yürüdüm, her adımda öfkem büyüdü. Onun korkusunu, gözyaşlarını görmek istiyordum. Babam Bedri Ağa’nın kanı yerdeyken, o bu konakta rahat yüzü göremezdi. Kapısına vardım, çalmadan içeri daldım. Kapı duvara çarparken Dicle yatakta uzanmış halde korkuyla doğruldu. “Neden yemeğe gelmedin?” dedim, sesim bir kükreme gibi odada yankılandı. Dicle yataktan indi, başını önüne eğdi, titreyen bir sesle, “Aç değilim,” dedi. Öfkem daha da alevlendi. Aç olup olmaması mı? Bu, benim otoriteme meydan okumaktı. Bir adım attım, aramızdaki mesafe daraldı. “Aç olup olmaman kimin umurunda?” dedim, “Madem benim soframa oturmak sana ağır geldi, bundan sonra hizmetlilerle mutfakta yiyeceksin.” Dicle’nin omuzları titriyordu, korkudan nefes almıyor gibiydi. O hali, o çaresizliği… İçimde karanlık bir zevk uyandı. Onun korkusu, babamın intikamının ilk damlasıydı. Yüzüne yaklaştım, gözlerim onunkilere kilitlendi. “Demek benimle aynı sofrayı paylaşmak senin için bu kadar zor, ha” dedim, sesim bir fısıltıya dönüşmüştü. Kulağına eğildim. “Bir saat sonra hazır ol. Seni s*kmek için döneceğim.” Dedim. “Bakalım yatağımı paylaşırken zevk alacak mısın?” Geri çekildim, soğuk bir gülümsemeyle ona baktım. Dicle’nin titreyen dolgun dudakları, korkudan bembeyaz olan yüzü… Bu görüntü içimi ısıttı. Başta ona dokunmayı düşünmemiştim, ama şimdi fark ettim: Onu korkutmak, aşağılamak, bu konağı ona cehennem yapmak için her yolu kullanabilirdim. Onun korkusu, benim zaferimdi. Kapıya yürüdüm, arkama bakmadan çıktım. Kapıyı çarparken, onun korku dolu gözleri zihnimde kaldı. Yemek masasına dönüp sandalyeme oturdum. “Başlayabilirsiniz,” dedim. Hizmetli Fatma çorba kaselerini doldururken, Zarife “Gelmesi için kumanı ikna edemedin mi?” dedi, “Bundan sonra acıktığında hizmetlilerle yer,” dedim. Zarife duyduklarına sinsice güldü, ama yorum yapmadı. Sanki Dicle’nin düşüşünü izlemekten keyif alıyordu. Yemekten sonra yatak odasına gidip yatağa uzandım. Gözlerimi tavana diktim, babam Bedri Ağa’yı düşündüm. Bu sırada kapı açıldı, Zarife içeri girdi. Yatağa, yanıma uzandı, vücudu benimkine yakındı. “Bu geceyi onunla mı geçireceksin?” dedi. Elini pantolonumun üzerinden aletime götürdü, yavaşça okşadı. Dudaklarımı öpmek için eğildi. Onu geri ittim, kolunu sertçe tuttum. “Dinlenmek istiyorum, Zarife. Beni rahat bırak,” dedim, Ama Zarife durmadı. Gözleri parladı, elini tekrar aletime götürdü, boynuma öpücükler kondurmaya çalıştı. “Son zamanlarda bana hiç dokunmuyorsun, Demir Ağa,” dedi, sesi hem sitemkâr hem baştan çıkarıcıydı. “Neredeyse bir ay oldu. Kadınım, benim de ihtiyaçlarım var.” Onun ısrarı öfkemi körükledi. Tek hamlede Zarife’yi altıma aldım, eteğini hırsla yukarı sıyırdım, külotunu hızla çektim. “İstediğin bu mu?” dedim, sesim bir hırlamaya dönüştü. Zarife kıkırdadı. “Senin ateşli hallerini özlemişim,” dedi, sesi inlemeyle karışık. Pantolonumun fermuarını indirdim, iç çamaşırımla birlikte kalçalarıma kadar sıyırdım. Aletimi avuçlayıp sertleşmesi için Zarife’nin kadınlığına sürtündüm. Zarife inlemeye başladı, elleri sırtıma dolandı. O an, altımda yatan Zarife’nin yüzü değişti. Yerine Dicle’nin yüzü geldi. O yeşil gözlerdeki korku dolu bakışı, titreyen dolgun dudakları, her nefes alıp verişinde göğsünün inip kalkması, narin boynu… Sanki sahip olacağım kadın oydu. Öfkem ve arzunun karışımıyla aletim sertleşti, hızla Zarife’nin içine kökledim. Hayvani bir ritimle girip çıktım, uzun zamandır hissetmediğim bir zevk damarlarımda yayıldı. Eğilip Zarife’nin dudaklarını öptüm, ellerim memelerine gitti, hırsla sıktım. Lanet olsun, karımla ilişkiye girerken Dicle’yi düşünüyordum, düşmanımın kardeşini, o lanet kadını. Memelerini öyle bir öfkeyle sıktım ki Zarife inlemeyi kesip, “Canımı acıtıyorsun!” diye bağırdı. O an silkelenip kendime geldim. Altımda yatan Dicle değildi, Zarifeydi. Onun irkilmiş gözleri, kızarmış yüzü… Aletim yavaş yavaş indi, içimde bir iğrenme yükseldi. Hızla geri çekildim, pantolonumu çektim. Zarife yatağa oturdu, kaşlarını çattı. “Ne oldu?” dedi, sesi hem şaşkın hem öfkeli. Cevap vermedim. Pencereye yürüdüm. Dışarıdaki dağların karanlık siluetlerine bakarken Dicle'nin nikah için kendi evlerinin salonuna girdiği an geldi aklıma. Yeşil gözlerindeki, yüzündeki hüzün, teninin rengi, dudaklarının dolgunluğu… Aslında onu böyle beklemiyordum. Beni alt üst edende bu olmuştu. Bana otuz iki yaşında dul bir kadın olduğu söylenmişti. Ama o en fazla yirmi beş yaşında gösteren genç bir kıza benziyordu. Onu aşağılamak, korkutmak istiyordum, ama şimdi onun yüzünü karımın yüzüyle karıştırmıştım. Bu neydi? Arzu mu, nefret mi? Kendi düşüncelerimde boğulurken silkelenir gibi toparlandım. Yumruğumu sıktım, pencerenin pervazına vurup odadan çıktım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD