Kalbim yerinden çıkarcasına atarken, Yağız Bey'e durumu nasıl pozitif bir şekilde açıklayacağımı düşünüyordum.
Her adımımda biraz daha geri gitmek istiyordum. İki adım ileri, bir adım geri gidiyordum. Patronumdan hamileydim ve biz o gece yaşanmamış gibi davranıyorduk. Zamanın durmasını istediğim o anlarda, zaman benim için çok daha hızlı ilerliyordu.
En sonunda adımların Yağız Bey'in ofisine vardı ve kapıyı tıklatıp beklemeye başladım. İçerden 'gel' komutunu duyunca kalbim nasıl olacaksa daha çok hızlandı ve yavaş adımlarla içeri girdim. Elimde ki ultrason görüntüsünü sıkmamak için her şeyi yapıyordum. Bir kaç tane ultrason görüntüsü vardı ve ben birini ona verecektim.
Aslında ondan bana bir beklentim yoktu. Bebeğin ihtiyaçlarını karşılayıp, onu babasız hissettirmemesi yetiyordu.
"Gel Dolunay." dedi Yağız Bey, başını kaldırıp bana bakarak. "Sorun nedir?" dediğinde yutkunmaya çalıştım. "Yağız Bey. Sizinle konuşmam gereken bir konu var. Önemli," dediğimde başını 'dinliyorum' anlamında salladı.
Lafı dolandırmanın bir anlamı olmadığını düşünürken Yağız Bey konuştu. "Toplantılar hakkındaysa ertelendi," dedi. "Yok. İşle ilgili bir konu değil," dediğimde meraklandığını gördüm.
"Yağız Bey ben hamileyim," dedim en sonunda. İfadesinin karardığını gördüm. Dudaklarını yalayıp konuştu. "Tebrik ederim. İzne mi çıkmak istiyorsun," dedi. Kabullenemediği belliydi. "Babası, sizsiniz." dediğimde ifadesi daha da karardı.
"Tamam. Ne yapmam gerekiyor?" dediğinde, "Hayır. Ben sadece..." derken sözümü kesti. "Sadece ne? Ücreti karşılamamı istiyorsan bunu yaparım." dedi.
Ne zannediyordu bu? Aldıracağımı falan mı?
"Aldırmamı mı istiyorsunuz?" dedim. "Evet. Aldıracaksın," dediğinde ağzım şaşkınlıkla açıldı.
"Yağız Bey ben sadece söylemek istedim," dedim. Güldü ve ayağa kalktı. Ellerini saçlarından geçirip, "Söylediğinde ne olacağını zannediyordun?" dedi.
"Ben. Doğurmayı düşünüyorum," dedim. Onun aksime sesim kısık çıkıyordu. Bu sefer bağırdı. "Böyle bir aptallık yapma. Benden ne bu bebeğe baba, ne de sana koca olur. Bunu kafana sok." dediğinde ben de bağırdım.
"Ben sadece haber verdim. Benimle evlenmenizi falan istemeyeceğim zaten. Ama bu bebek sadece bana ait değil." dedim. "O bebeği doğurmayacaksın Dolunay." diye bağırdı Yağız Bey. Kapının yanında ki camlardan çalışanların bize baktığını görüyordum. Duyulduğumuzdan da emindim.
Gözümden bir damla yaş akarken bağırdım. "Ben sizden sadece..." derken yine sözümü kesti. "Benden sadece ne? Ne bekliyordun? Evlenip sonsuza dek mutlu mu yaşayacağız? Ben de mükemmel bir baba mı olacağım? Ama hayır. Burası gerçek dünya Dolunay. Romanlarda yaşamıyoruz. Seni kurtaracak beyaz atlı bir prens yok. Özellikle ben hiç değilim."
Bana daha çok yaklaşıp bağırdı. "Gerçek dünyada böyledir. Hikayelerde ki gibi erkekler sihirli bir şekilde baba olmayı kabul etmezler. Özellikle böyle bir durumda. Sana aldırman için gerekli yardımı yapacağım. Ama benden ne o bebeğe babalık ne de sana kocalık bekle. O bebeğinde, seninde gözümde değeri yok." diyerek kalbimi milyonlarca parçaya ayırdı.
Onun gözünde benim bir değerim olmaması sorun değildi, ama bebek ona aitti. Bir yandanda haklıydı. Gerçek dünyada yaşıyorduk. Hiçbir erkek, özellikle böyle bir durumda baba olmayı kabul etmezdi. İşte dediğim olmuştu. Artık onunla yatmak için zaman kolluyormuş gibi görünen bir çalışandım.
Ben hıçkırarak ağlarken bağırmaya devam ediyordum. "Sizden böyle biri olmanızı istemiyorum zaten. Babası olduğunuzu bilsin yeter." dedim. "Hayır," diye bağırdığında yere çöktüm. "Sen doğurmaktan bahsediyorsun Dolunay. Bir kere o bebek doğduğu gibi herkes neyin ne olduğunu öğrenir. O zaman bu şirket için verdiğim tüm emekler boşa gider." dedi.
Şirketin durumu, dünyaya gelmek üzere olan bir candan daha mı önemliydi?
"Yaşanmaması gereken bir geceydi değil mi? Bunu ikimizde söyledik," dedi. "Evet ama..." diyordum ki yine sözüm kesildi. "Aması yok Dolunay. Yaşanmaması gereken bir gecenin. Doğmaması gereken bir bebeği." diye bağırdığında dolu gözlerle ona baktım. Annelik iç güdüsüyle elim onu korurcasına karnıma gitti.
Onun da gözleri karnımdaki elime kaydığında iki saniye olsun yumuşadığını düşündüm.
"Neden bu kadar acımasız davranıyorsun?" dediğimde kollarını iki yana açıp sırıttı. "Diğer türlü hayatta kalamaz, buralara gelemezdim. Bu dünyada acımasız olmak zorundasın. Aynı benim gibi. Acımasız olmayanlar kaybeder. Senin gibi." dediğinde, "Ben kaybetmedim Yağız Keskin. Bu söylediklerin için seni pişman edeceğim." dediğimde başını iki yana salladı.
"Bu arada. Sen olsanda, olmasanda ben bu bebeği doğuruyorum. Umrumda değilsin," dedim ve kalkıp kapıya yöneldim. "Sen benim çalışanımsın Dolunay Yıldız. Umrunda olmama gibi bir şansım yok. Birde yerinde olsam konuşmama dikkat ederdim. Beş kuruşsuz kalmak istemezsin değil mi?" dediğinde elimde ki ultrason görüntüsünü sıkmaya başladım.
"Haklısınız. Bebeğime iyi bir yaşam sağlamak isterken, bu riski alamam. İyi günler Yağız Bey." dedim ve hızlıca çıkıp kendi ofisime gittim. Bu durumda kaldırabileceğim bir yük değildi bunlar.
Bilgisayardan yapmam gereken en doğru şeyi yaptığımı düşünerek bir dilekçe yazmaya başladım.
Keskin Holding Yönetimine,
Yönetici iç mimarlığı görevimden patronum Yağız Keskin ile girmiş olduğumuz münakaşa ve bazı kişisel durumlar sebebiyle istifa ediyorum.
Gereğinin yapılmasını arz ederim.
Dolunay YILDIZ
Yönetici iç mimar
Bunu yazdırdıktan sonra ismimin üzerine imzamı attım ve yemek arasını beklemeye başladım. Zaten fazla kalmamıştı.
Yemek saatine kadar ultrasonu düzeltmeye çalıştım. Yemek saati geldiğinde de ultrasonu, dilekçeye ataşla beraber arkasına tutturdum. Ofisimden çıkıp, Yağız'ın ofisine gittim. Artık ona 'bey' diyecek kadar saygım kalmamıştı. O odadan çıkarken mecburi bey demiştim. Kovulamazdım. İstifa edecekken bu olmazdı.
Ofisine girip dilekçeyi masasına bıraktım. Hayatında benim bebeğime yer yoktu. Bu durumda bu şirkettede benim yerim yoktu. Dilekçeyi bıraktıktan sonra en hızlı şekilde kendi ofisime gidip kişisel eşyalarımı topladım.
Yemeğe gitmeyen tek tük kişiler merakla bana bakarken onlara aldırmadan, eşyalarımla beraber asansöre bindim. Öğle saati olduğundan dolayı asansör boştu. Zemin kata geldiğinde hızlı bir şekilde şirketten çıkıp arabama gittim.
Arabama bindiğimde derin bir nefes aldım. Stres yapmamam gerekiyordu değil mi? Çantamda başka bir ultrason görüntüsü çıkardım.
Ben artık bir anneydim. İki kişi için yaşıyor, nefes alıyordum. Kalbim iki kişi için atıyordu. Yağız acımasızdı. İstediği kadar acımasız olsun. Beni yıkamaz.
Elim o iki milimetrelik yere gitti ve oraya sanki o görüntünün üzerinden bile incinecekmiş gibi dokundum. Herkes yemek saatinden dönmeye başlarken Yağız'ın arabası otoparka girdi. Hızla arabayı çalıştırdım ve onun arabasının yanından geçerek çıktım.
Yanından özellikle yavaş geçtim. Ona öfke dolu ve meydan okuyan bakışlarımı yollarken, onun bakışlarında bariz bir merak ve şaşkınlık vardı. Kalacağımı sanıyorsa yanılıyorda.
Otoparktan çıktıktan sonra hızla eve gittim. Normalde Alyssa'ı arardım ama yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Yağız istemiyorsa hayatımızda olmayabilirdi. Hayatımızda yokken bizim adımıza karar veremezdi. Bebeğimi de benden alamazdı.
Evin önünde durduğumda kafamı yaslayıp biraz gözlerimi kapattım ve derin nefesler aldım. Elim karnıma gitti. Elim sürekli karnıma gidiyordu. İç güdüsel olarak onu koruyormuş hissiyle sürekli elim karnıma gidiyordu, ve ona dokunduğum her zaman içimi bir huzur kaplıyordu.
Elim karnımı okşarken bir yandan sanki duyacakmış gibi konuşmaya başladım. Evet duyamazdı ama hissedebilirdi değil mi?
"Dünyada ki en büyük güç bile, benim sana kendi rızamla bir şey yapmamı sağlayamaz."