2.Bölüm

3144 Words
Kararsızlık içindeyseniz, o karardan vazgeçin. Çünkü, gerçekten isteseydiniz, asla seçime bırakmazdınız. *** Her şeyden bir yıl önceye gitmek isterim.. Görüşmelerimiz artık altı ayı geçmişti. İlk kez o zaman ona söylemek istedim hisslerimi. Çocuk gibi hissediyordum kendimi. Sanki hüzün dolu 18'imi şimdi mutlu ve arsızca yaşıyordum. İşte o zamandan başlamak istiyorum.. Kolay değildir ama yine de yapa bileceğini düşünürsün. Çünkü sen kendi gücünün farkındasındır. Ama etraftaki güçten haberdar değilsin.. Tam olarak buydu benim durumum. Aklıma takılan o şeyi yapacaktım ama sanki birisi "Dur!" diyor, "Yapma, içinde tut şu isteklerini!" diye beynimi kalbime karşı zorluyordu. Şimdi kafanızı karıştıracağım için sizden af diliyor ve az evvelki sayfalardan okuduğunuz günden bir yıl kadar ne kısa, ne uzun bir mesafeye gitmenizi isteyeceğim. Bizim sonlar masamızdan sadece bir yıl uzaklıktaki mutlu günlerimin sonuna doğru gelen zamanlardan bahs edeceğim.. Ofisteki durgunluktan yararlanıb, özel odam da öylece oturmuştuk sevgili arkadaşımla. Benim kaç gündür başının etini yediğim bu konuda, o önce kararsızdı. Sonra kabul etti ama bu gün - yani sadece üç gün sonra - kararını değiştirdi. Uzun tartışmalar sonucu olarak sakinleşen Hale'den son bir kez yoklama aldım. "Zor olmaz bence." benim gibi yarım saattir elindeki kahvesiyle düşünen Haleye döndüm. Galiba bir fikri olmasa da bana teselli vere bilirdi. "Haklısın, niye zor olsun ki? Onu kafeye çağırıcam ve hemen sonra 'böyleyken böyle' diyeceğim." Hale bana inanmayan bakışlarını atıyordu. Onun bakışları arasında ezildiğimi fark edip yastığı yüzüme bastırdım. Bu bir utanç azaltması içindi ama bir işe yaramıyordu. "Utanma, utanma. Bu hayatta utanılacak o kadar şey var ki, bu fil üstünde bülbül kalır." dedikleri mantıklıya benzer gibiydi. "Evet, evet. Şimdi arayacağım ve onu kafeye davet edeceğim. Hiç bir şey beni yolumdan dönderemez." Ayağa kalktım ve komindin üstünde şarj olan telefonumu aldım elime. Halenin yanına geçerken, heyecan bütün bedenimi ele geçirmişti. "Ara hadi." onun sakinlik içerisinde dediği bu şey benim hayatımı değiştirecek adımdı. Bu adımı attığımda, yere bakmadan yolumu ilerleyecektim. Çünkü, yere bakarsam düşerim. Hayatım boyunca düşmedim. Düşemezdim. "Arıyorum." diye haber ettim ve telefondan numarasını bulup tuşa bastım. Bir kaç kez çaldı ve ardından sesini duydum. "Efendim?" kalın sesini duymamla birlikte, yutkundum. Bir kaç saniye boyunca felç olmuş gibi hiss ettim ve konuşamadım. "Orada mısın?" ben buradayım ama kelimelerim burada değil sanki. Kafamı iki yana salladım ve derin nefes alarak cevapladım. "Şey,.. benim Veronika." dediğimde saçmaladığımı biliyordum. " Biliyorum herhalde Ronnie.." rezil olmak için biraz erken davransam da, daha çok rezil olacaktım alışmalıyım. "Andre, şey.." dediğimde dudağımı ısırdım. Hale artık benden umudunu kesmişti. İki eli yüzünü kapatmış daha ne kadar her şeyi dolaştıra bilirdim diye düşünüyordu. Kısık sesle "Yardım et." diye seslendim.. "Neyine edeyim acaba çok normal bir şeymiş gibi lan?!" onun da benim gibi kısık sesli konuşması gerekti ama aksine çok bağırmıştı. Ve o da duymuştu. Lanet olsun dedim ama olsa da bir şey değişmiyor.. "Hadi gelsene, bu akşam yemeğe çıkalım mı?" duymasına rağmen benden önce teklif etmesine şok olsam da derhal "Tabi olur," dedim dünden hazır kafamla. "Tamamdır saat sekiz gibi 'Promise' diye restoran var yakınlarında. Orda ola bilir misin?" sorusuna hemen atladım. "Evet, tabi. Orada bekleyeceğim." Konuşmadan sonra Halenin ne olduğunu anlamayan bakışları üzerimdeydi. "Anlatsana?!" "Beni yemeğe davet etti. Akşam yemeğine." dediğimde yüzüme garip bir ifadeyle baktı. Anlamamış gibi tekrar etti. "Akşam yemeği?" Ona karşı başımı salladım. "Senden önce teklif etti hem de?" yine başımı salladım. "Geleceğim dedin hemen sende?" yine başımı salladım. "Yeter başını salladığın da bir şeyler düşün. Zor olan kısım şimdi başlıyor." haklı olduğunu biliyordum. Karnıma ağrılar girmeye başlamıştı bile. "Haklısın en zoru orada itiraf ederken olacak." diye dertlenmeye başladım bile şimdiden. "Zor olan orada ona diyeceklerin değil salak. Ne giyineceğin!" kolumdan tuttuğu gibi beni ofisten çıkardı. Birkaç kişinin garip bakışlarından sonra kendime çeki düzen verdim ve Hale'den öne geçip koridordan ayrıldım. Kapıdan çıkmadan herkesin selamını alırken, çaktırmadan, Hale'ye, "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Evet önden yürüyen bendim ama nereye gideceğimizi Hâle biliyordu. "Siz önden yürüyün de ben size arabada söyleyeceğim efendim." insanların içinde olduğumuz için resmi konuşuyordu. Eminim, beş dakika sonra eski haline dönecekti. "Tamamdır." dedim ve oradan çıkıp arabaya yol aldık. *** "Bu kıyafetleri ben bir gece için aldım ama sanırım bir ay giyine bilirim." Hale aldığımız kıyafetlere bakıp, içlerinden birini seçmekle meşguldü. "Haklısın. Günde iki kez kıyafetini değiştirirsen, bir ay sana yeter." şu an gülmek isterdim ama stres içimi yiyip bitiriyordu. "Hadi hazırlanmalıyım." onu odadan çıkardım ve içlerinden seçtiği üç elbiseye baktım. Birini seçmeliydim. Uzun saten beyaz elbiseye baktığımda, içimde sanki garip bir duygu lüks etti. Bunu giymek isterdim. Ama saklaya bilirim. Belki, daha özel bir gün. Ardından diğer iki elbise içinden siyah olanı seçtim. Üzerimi değiştirdim ve hemen ardından uzun saçlarımı taradım. Onları yıkamak benim için zor oluyordu hastalığım yüzünden ama saçlarıma dokunamam. Onlar annemin hatırası. Güzel bir şekilde makyajımı yapıp bitirdim ve uzun kirpiklerime rimel sürdüm. "Sanırım güzel olduğuma kana bilir." dedim seslice. "Kanmasına gerek yok. İlk bakışta gözlerinden sana aşık olacaktır." Hep böyle derdi diye pek inanmıyordum ona. Gözlerimin güzel olduğunu söylemesi ama bana yaranmak içindir kesin.. "Gözlerim eğer ona beni sevdire bilücekse, 35 yıl sonra onları daha çok seve bilirim galiba." Söylediklerime güldü ve yanıma yakınlaştı. "Hadi, gecikmeden kalk aynanın karşısından." dediğini dinleyerek hemen çantamı aldığım gibi merdivenlerden indim. "Söyleyeceklerini unutma. Pratik yaptığımız gibi." dedi ve iki yanağımdan öpüp beni yolcu etti. Heyecandan titreyen ellerimi umursamadan arabama odaklanıyordum. Promise restoranı aslında iyi bir fikir olmaya bilirdi. Çünkü bu zamana kadar magazinin diline düşmemek adına asla ortalık yerlerde özel görüşmezdim. Ama bu adam yüzünden bunu bu günlük umursamıyordum. Arabadan ineceğim sırada telefonum çaldı. Tekrar kapıyı kapatıp cevapladım. "Alo? Veronika Granthellie, sizinle konuşmam gereken bir konu var. Müsait misiniz? " Tam değilim diyecektim ama sesinden Necip Sayar olduğunu anladım. Lanet olası adam.. "Buyurun? Sizi dinliyorum." arabayı durdurdum park ederek. "Yarın, gece yarısı. Benim ofisime gelin. Adamlarım sizi karşılayacaktır. İşle alakadar önemli bir mesele olduğundan şu anki konuşmalarımız şifrelendi. Sonradan niye diye sormayın diye belirteyim dedim. Sizi bekliyor olacağım. Gecikmeyin lütfen." kesin biliyordum bakanlık seçimleriyle ilgili bir şey vardı. Ama oraya gizlice gittiğimi anlarlarsa, benim işimde iyi olmayacaktır. "Anlaşıldı. Detaylı olarak görüştüğümüzde konuşalım lütfen." çok geçmeden, "Tabi ki. Teşekkürlerimi bildiririm." diyerek sonlandırdı konuşmayı. Konuşmayı bitirdikten sonra daha fazla düşünmeden indim arabadan. Restorana doğru yürürken pencere önünde oturduğunu gördüm. Yüzümü gülümseten yüzü beraberinde içeri girdim. Etrafa gezindirdim bakışlarımı. Güya onu arıyordum ama zaten yerini biliyordum. Masaya yakınlaştım. Yüzünde garip bir ifade vardı. Bir şeylerle savaşıyordu sanki beyninde. Yüzündeki ifadeyi kopyalayıp, baktım ona bir bakaç saniye. "Düşünceli.." dedim aynı onun gibi bir hale bürünüp. Ani bakışları altında gülümsedim. "Hoş geldin." dedi huzuru içinde barındırdığı sesiyle. O tek kelimeyi duymamla beraber içimde açılan çiçekler beni bir rüyaya sürüklüyor, ve oradan uyanmamam için önüme zehirli elmamı koyuyordu. "Hoş buldum," diyerek masada tam karşısına oturdum. Biraz havadan sudan sohbet ettik. Öyle kaptırmıştım ki kendimi onun sohbetine, hiç değişmesin istiyordum. Ama ne bakışlarında değişiklik vardı, nede sesinde. Her ne konuşursak konuşalım, onun durumu belliydi. Düşünceli. Neyi düşünüyordu acaba? Şu an beni düşünmesi için elimde ne varsa vere bilirdim. Belki de dünyaları veririm lafı şu anda beni ifade ede bilecek en iyi cümleydi. "Yeter bu kadar günlük konuşma. Hadi yemek gelene kadar vaktin var, anlat." cümlesi beraberinde yine o lanet olası korku hissi kaptı beni. "Neyi anlatayım?" diye geçiştirdim ve saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım utangaçlığımla. Eninde sonunda söyleyecektim. "Beni yemek için arayan sendin. Anlat işte belli ki bir şeyler söylemek için uğraştığın belli.." Kesinlikle ben anlatmadan önce anlamıştı. Her nasıl olduysa, şu anda konuyu açmalıydım. Ve geri dönüşü olmayan, "Aşağı bakarsan ölürsün" köprüsünden geçmeliydim. Yaşamak için, yapmalıydım. "Andre,ben anemi kayb ettiğim günden beri hiç doğru dürüst yaşamadım. Babam reddetti, zorla yanında tuttular kızın dediler birde üstüne kendine göre benim üzerimden kurallar ve kararlar koymaya başladı. Benim tek derdim, kendim olmaktı. Kendim olacaktım. Güçte, iktidarda. Ne hikmettir ki, oldum da. Bununla da bitti. Amerikadan deport edilmem, Thomas amcamın beni itlyaya yerleştirmesi ve üstüne bir de Türkiye'ye gelmem.. karanlık olduğu kadar allak-bullak yıllardı.." "Biliyorum, sırf babanın adı altında anılmamak adına çalıştın. Ama bir anda üstüne atılan itiraflarla beraber hapse düşmen, oradan çıkman ve bu gibi karmaşık bir sürü olay.. her şey tanıdığım Veronikaya göre ani ve hakedilemezdi. Amcam asla söylemedi nasıl durumlardan kurtulduğunu ama babam arkandan geldikten sonra olanları anlatmıştı bana. Tabi çok uzun sürmeden, bizimde bağlarımız zayıf düştü.. Same denilen o şerefsizin magazine yaydığı yalanlar hele.. katlanılmazdı ama sen katlandın. Ve Amerika'nın en geç iş kadınınından dünyanın en iyi siyasetçi kadınına ulaştırdın adını. Servetini göstermedin ama herkes bununla andı seni. Benim anlamadığım konu, hukuk okuduğun halde neden Havacılık birliyi genel müdürü?" Derin nefes alarak, "Yalnız başıma bir yere kadar tırmana bildiğim de, uzanan ellerden en güçlüsünü seçmeliydim ki yorulsam bile düşemeyeyim. Böylelikle Sicilya ailesinden tutundum. Kabul olmam biraz zor olsa da, elimi sıkıca tuttup, güçlü halatlarla güven altına aldılar beni. Aile adı altında yıllarca hukuk danışmanı olarak devam ettikten sonra, yaptıklarımın karşılığında siyaset içerisine girmek ve adımın sıkça anılan bir kişi olmak istediğimi söyledim. Bunun için şartlar karşılığında, sadece Türkiye de kala bilirsin dediler. Ya Polonya yada Türkiye diye seçim bıraktıklarında bana, çok düşünmeden Türkiye'yi seçtim. Uzun bir süre adım anılmadı burada. Ama yaptığım hayır kurumlarıydı, konferanslardı ve.s bir çok etkinlik ve kara para aktarmada güvenlik üsteleyerek bir çoğu kişiyi çoktan ele almıştım. Artık belli bir kesim benim emrimin altında hazırken, küçük dedikodularla sicilya ile olan ilişkim anıldı hatrı sayılır isimlerin bulunduğu kesimlerde. Bununlada büyüdüm işte.. yani seçim benim elimde değildi, akın nereye doğru güçle aktıysa o yöne gittim." "Hayret verici.." diye şaşkınlığa büründü. "Çok konuştum yine.." diye yüzümü sakladım iki elimin arkasında. O da hemen, "Hayır. sorun değil. Bana artık herşeyini anlatman o kadar zevkli bir şey ki, çok yada az konuşmanı umursamıyorum bile." diye beni kırmamak için centilmenlik yaptı. "Bir gün bu performansı senden bekliyorum." diye gülerek ima ettiğim şeyin acilen yapılması gerektiğini duyurdum. Oda kafası karışık ki, salladı başını gelişi güzel. Biraz sonra, "Eminim anlatmak istediğin başka konu daha vardır. Yanılıyor muyum?" Karışık aklımla, önce şu lanet duygudan kurtulup konuşmaya başlamalı olduğumu itiraf ettim kendime. Ama Andre'nin buna pek müsaide edecek gibi değildi varlığı. Çok gergindim. Boğazımı temizledim.."Tamam, kendimi açıklamaya çalışacağım.." "Emin ol ki, merakla dinleyeceğim." Tam samimi bir tebessümle lafı bana bıraktı. Elimdeki çatal bıçağı tabağın bir köşesinde koydum. Söyleyeceklerimi hatırlamamla beraber heyecan ve o ismini koyamadığım duygu kapladı beni. Ama yine de toparlanıp anlatmaya başladım. Kısa ve öz olacaktım. "Uzun yıllar duygu yoksunu gibi, sadece nefes alarak yaşadım. Sonra acıyı hiss ettim iliklerime kadar. Daha sonra pişmanlık.. ama mutluluk en son bu listede. O kadar geç ratladım ki ona, hiç gitmesin diye sıkıca sarmaladım onu." o an mutlulukla olacak ki, gözlerimin içi dolu doluydu. Sanki kanat açıp uçacaktım ama ilk kanat çırpmam olduğu için korkuyordum. "Geç gelen şeylerin kıymeti daha çok bilinir." dediği şeyle beraber gülümseyen yüzüme onun yarattığı gülücük eklendi. "Evet," Nedense, özel sandığım bu geceyi bozmak istemedim. Sanki büyüsü bozulacakmış gibi geliyordu. O sırada, "Neyse ya, çok konuştum. Hadi yemek sipariş edelim en iyisi. Ne istersin?" gülümseyerek dediğim bu cümleyle, sözde utandığımı belli etmek istemiyordum ama kızaran yanaklarım belli etmişti bile beni. "Nasıl istersen ama çok konuştuğun yok. Ben senin gibi bir kadının öyküsünü dinlemekten gurur duyuyorum. Eskiden yaptığın işleri de bırakttığını bildiğim için kızgın değilim sana merak etme. Seni zorlayacak anılarını unut. Güçlü bir kadın bu şekilde ayakta kalır sadece." Güçlü? Ben ve güçlü olmak.. Çok zor bir şeydi onun bahs ettiği güç şu sıralar benim için. Ben sadece işimde güçlü ola bilmiştim. Ruhum yıllardır yaşlanıp zayıf düşmüş halde. "Biliyor musun, güçlü kelimesi tartışılır." dedim ve kadehimi kaldırdım. Tam içecekken koyu kokusundan irkilip fark ettim ve geri koydum masaya. O da hayretle, "Ne oldu?" diye sordu. Yüzümü buruşturarak, "Hiç.. sevmemde." diye garsona gelmesini işaret ettim. Yalandı. Sevmem değil, nefret ederim olacaktı. Garsondan içecek başka bir şey istedim. O ise hala bana garip bir ifade sergiliyordu. "Ne var?" diye sordum gülüşümün ardında. "Ne biliyim, şarabı kim sevmez?" "Ben." dedim ve kıkırdadım. O da güldü ve yemeğine döndü sonra. Artık konu kapanmıştı ama yinede içimdeki o boykotçu mutluluk beni az önce itirafından vazgeçtiğim duygulara yeniden sürüklüyordu.. O an için; işte şimdi sırasıydı. 'Bunu yapa bilirim' diye seslendiği ruhumu dinledim. Boğazımı temizleyip, kelimelerimi düzene soktum. "Asılında.." yemek yediğinden konuşmadı çatal olan eliyle dinlediğini işaret etti. "Ben seninle on beş yıl sonra karşılaştığımdan beri sanki içimdeki şu yalnızlıktan ölen ruhum canlandı. Karşındaki bu kadın gücünü yitirmiş, ve yorgun halde. Koskoca kadın oldum. Belki de çirkin oldum, belki de güzel ama o on beş yıl öylece akıp gitmedi asla." Sonunda topladığım cesaretle konuşmamı daha yeni başladığım sırada telefonuma gelen mesajla bakışlarım ayrıldı ondan. İstemesem de, mecburdum ayırmaya gözlerimi ondan. Bu yüzden telefonu açmak için yeltendiğimde elektrikler gitti bir anda. Koskoca restoranda elektrikler gidemezdi ya? Yanıtsız sorumun ardından, telefonun üzerindeki mesaja baka bilmiştim sonunda. Haleden gelmişti. Hemen ayrıl oradan. Tuzak var! "Neler oluyor yine?" kendi kendine konuşmasıyla beraber korkuyla berelen gözlerim ona döndü. "Burada kaç kişi vardır?" diye sordum belli etmeden etrafa. "Tahminimce on kişiden fazla değil." diye yanıtladı. "Normalde bütün masalar dolu olurdu.." sesli bir şekilde düşünmeye başlamıştı. "Buradan çıkmalıyız. Hemen." Masadan çantamı alıp sakince kalktım ve dışarıdan gelen ışıkla gördüğümüz yerlerden geçmek çalıştık. Lakin masadan kalkan kişiler, yolu kapatmaya başlamıştı. Kesinlikle.. Kesinlikle bu onların işiydi. Onları görmemiş gibi yaparak İngilizce bilme ihtimalini göz önüne alıp, Andre'ye İtalyanca, "Onlara fark ettirmeden gitmeliyiz. Kemal belli ki tuzak kurmuş bana." dedim. "Sakinlikden anlamalıydım." o da aynı şekilde İtalyanca bana cevap verdi. Elimde hiss ettiğim eliyle beraber, gözlerimi onun sıkıca tuttuğu birleşen ellerimize değdi. Yavaşça adımladı ve önden yürümeye başladı. Bense sessizce takip ediyordum onu. Karşısına bir adam geçti ve eli ile yolu kapadı. "Çıkamazsınız." diye uyardığında Andre elimi daha sıkı tuttu ve en küt soruyu yöneltti. "Sebep?" "Bakan bey gelecek. Siz dilerseniz buyurun gidin lakin Veronika hanımla özel olarak konuşacakları var." dedikleriyle beraber, bakan Kemal Güngör geleceğini duyduğumda burada ola bilecekler aklıma geldi. "Sen git." dedim ona. Çünkü yaşananları görmemeliydi. Yoksa oda şahit olacak, pisliğe bulaşacaktı. Üstelik zar-zor saklandığı halde belli ettirecekti kendini. İstifini bozmadan, "Asla. Sırf merakımdan kalacağım. Hem sen bilirsin benim meşhur merakımı." kesinlikle burada olmamalıydı. O şimdi buradan çıkmazsa, bu durum yüzünden tehlikede olacaktı. "Olmaz. Neler ola bileceğinden haberdar değilsin. Git işte ben geleceğim hemen." Sinirle "Kapat şu konuyu." diye konuyu kısa kesti emrini. Elimi bıraktı. Masamıza doğru yöneldi ve sandalyeyi çekip eliyle oturmamı işaret etti. Onun bu rahatlığına ben garip bakışlarla baksam da, her şey normalmiş gibi küçük gülücükten sonra geçip oturdum eski yerime. Ayak sesleriyle beraber geldiğini duyuyordum. İtalyancamı kullandım yine. "Bundan sonraki Veronika, herzamankinden farklı olacak." "Güzel. Hep böyle saf olmaman gerektiğini sana söylemek istemiştim. Aferin." dedi ve gülümsedi. Gülücüğü onların konuşmadan şüphelenmemesi içindi. Sonunda adımları bizim masamızı bulduğunda, karanlığı aldırmadan yemeğimi yiyordum. Andre ise sadece izliyordu. "Veronika Granthellie.. Saygılarınıza minnettarım." Bakan beyin tüm sözlerini çatalımdaki yemek misali, ağzıma koyup yutkunurken, garip bir ses gibi bakınmadan cevapladım. "Olmayan bir şeye minnettar olmamalısınız." yüzüne dahi dönmeden konuşmam onu kızdırsa da, bende olan saygısı bitmişti onun. "Bence son dakikalarınızda, bana saygı duymalısınız. Zira küçük bir çöp bile alamadan inersiniz bu koltuktan." eti kestiğim bıçağımı durdurdum o an. Bu adam kazandığını hiss ettiren bir duyguya kapılmıştı. "Biliyor musunuz? Benim koltuğumda inanamayacağınız güçler var. Mesala, pamuk gibi bulutların üzerinde, dinlenen yaşlı adamları denizin en koyu katına ata bilir. O çocuksu hayalinizden vazgeçin. Beyaz bulutlar üstündeki tahtınız sonsuz olamaz. Vadeniz doldu, kapınız ise huzura dolu açık. Başkan kim seçilecekse, o olur. Ben artık bu oy artımı gibi işlerle uğraşmıyorum." onu sinirlendiren bu sözlerime o çok aldırmadı. Çünkü, ciddiyetimden daha önce tatmamıştı. "Sizin Necip Sayar'la olan bağlantılarınız ve para yardımınız ispatlandı. O koltukta oturmak adına varınızı yoğunuzu döktüğünüz adam beni koltuğumdan atıyor. Hem de sizin paranızla! Ne çabuk unuttuğunuz bu ülkede kalmanız adına yaptıklarımı?! Kim size şartsız koşulsuz kimlik verdi?! Kaç kez düştüğünüz bataklıktan kurtardım sizi?!" "Yani, hala ısrarcısınız.." diyerek yandaki peçeteyle dudağımın kenarlarını silip onun yüzüne döndüm "Aslına bakılırsa açık konuşmalıyım ki, siz daha önce yaptığım yardımların karşılığını verdiniz sadece. Artık borçlu değiliz değil mi? Başkanlık, bakanlık benim için bir şey ifade etmiyor. Bir korku anlamına da gelmiyor. Şu an ayağına kapanıp en azından aday ola bilmek için yalvaran bir dizi adam, kalkmış bana kafa tutuyor. Ne çabuk unuttunuz geldiğiniz yeri? En önemlisi karşınızdakinin geldiği yeri?"dediklerimden hemen sonra yüzü kinle doldu. Devam ettim tekrar, "Şu an size karşı tehdit olan nedir? Ben gayet iyi biliyorum tehdit olarak gördüğünüz kişinin ben olduğumu ama tehdit olan ben değilim. Kendim Başbakan olamayacağıma göre, seçimlere karışmak için bir sebebim yok benim." dediklerimle beraber tekrar tabağıma döndüm. O ise sahte kahkahalara boğulmuştu. Aniden hiss ettiğim soğuk demirle ağzımdaki lokmayı çiğnemeyi bıraktım. "Sadece bir imza. İstifa mektubunun tek bir imzasını at ve buradan cesedin yerine kendin çık." Lokmamı yuttum. Kenardaki peçetemi aldım ve ellerimi sildim. Karşımdaki Andre ise soğuk kanlı durmaya çalışsa da olanların ciddiyetiyle belli ki bir plan kurmaya başlamıştı çoktan. Öylece masadan kalktım. Onun silahıysa kafamdaki yerini değişmedi. Yüzümü ona doğru çevirdiğimde silahı alnıma tuttu. Yüzündeki heyecan dolu ifadeyle baktım. Benim imzamı almadan öldürürse, onun için iyi olmayacağından, şu an oda ne yapacağını bilmiyordu. "Korkak olmayı keste vur. Zaten istifamdan sonra öldüreceksin. Şimdi yap. Hadi!" onu sinirlendirmemin tek nedeni oradaki duruma ayak sağlamamdı. O beni vuramazdı. Bu işe kalkışarak kendini çıkmaza sokamazdı. "İmzayı at, kurtul!" tekrar etti isteğini. "Öldür, kurtul! Çünkü bu günden sonrasının güvenliği için söz veremem" diye tekrar ettim. O anda ayaklanan Andre'nin ışık hızında uzanan silahıyla, Kemal'in benim boynumdan tutup kendine çekmesini sağladı. "Bırak onu. Yoksa koltuğuna ulaşamadan geberirsin." dediklerinde haklılık payı vardı. O isterse, bir kurşunda alırdı canını. Onu hala tanımıyorsunuz daha. "Vay, Ironman ha?" dedim o adamın sıktığı boğazımdan zorla nefes alırken. "Hep böyleyimdir doğrusu. Yalan yok." dedi pişkince. Kemal sinirle, "Sohbetinizi bölüyorum ama, ikinizde tehlikedesiniz haberdar olun derim." dediğinde güldüm. "Aslında tehlikede olan sensin sevgili bakan. Karşındakiyle tanış istersen." dedim zorlukla. Boğazımı çok sıkıyordu artık. "Kes sesini!" silahı yapa bildiği kadar çok sıktı kafama. " Hadi bir dene, bir sor ona, kimmiş diye." ona gaz vererek uğraya bileceği gerçeklere hazırladım onu. "KAPAT ÇENENİ!" o bana bağırıyorken, ben arkadan yavaşça gelen adamları gördüm. Hafifçe sırıttım ve Andre'ye bakışlarımla arkasını işaret ettim. Adamlar silahlanırken, bakan daha onları daha fark edememişti. Andre kalın sesini doldurdu mekana. "Andre Blosses. Türkiye'deki Amerika büyükelçisi Sam Blosses'ın oğlu. Memnun oldum şimdiden." itinağ8ılı sesini duyduğu an sıktığı boğazımı gevşetdi ve yavaşça silahını indirdi. Büyükelçinin yeğeni olduğumu bilse de gizlice beni öldüre bileceğini sanıyordu.. Gülerek ondan ayrıldım ve yüzümü ona döndürdüğüm de, hafifçe ileri gelip iğrenç yüzüne yakınlaştım. "Kemal bey, siz isterseniz yeni başkan adayını hiç ciddiye almayın. Bakarsınız ondan daha tehlikeli biriyle karşılaşırsınız ha?" dediklerimle beraber Andre'nin hala silahını indirmediğini ve başıyla adamlarını işaret ettiğinde herkesin silahını indirdikten sonra onun da indireceğini gemek istediğini anlamıştı. "Silahlarınızı indirin." Kemal beyin şu anki sakinliği altında yatan o öfkeden haberdardım. Ama benimle uğraşmamalıydı.. Andre bana yol verdi ve ikimizde onca adamın içinden sağ salim ve dimdik ayrıldık oradan. Mekanın çıkışında ben araba yol alırken Andre'yi fark etmeden telefonumu alıp kulağıma koydum. "Hayırdır bu saatte Veronika hanım?" hemen söze geçtim uzatmadan. "Necip bey, başkanlık seçiminde oylarınızı yüzde seksen artıracağım." "Bir dakika, bu konulara karışmayacağım diye redd etmişdiniz teklifleri?" Değişen kararımın sebebini bilmeye çalışsa da, o adama asla güvenim olmadığından, öylece şart koydum önüne.. "Yeni bir karar diyelim. Sıkıldım kaç yıldır sessiz kalışımdan. Yalnız, tek bir şart karşılığında bunu kabul ediyorum." İşte, bazen şeytanı asıl silahıyla vurmalısınızdır. Şeytanın asıl silahıysa, insanlığın zaafı olan kötülüktü..
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD