Kitapta adı geçen yer/mekan isimleri tamamen kurgudur. Gerçek yer/mekan isimleriyle ilgisi yoktur.
......
Şehmus Bey silahı oğlunun önüne bıraktı. ‘’Süleyman gece oğlunu kucağına almış bu işi uzatmanın ailemize faydası yok.’’
Talip silahı eline alıp ağırlığını tarttıktan sonra bir babasına bir kardeşi Hamza’ya baktı. ‘’Benden sonra karıma, çocuğuma sahip çıkın.’’
‘’İkisi de bana emanet ağabey sen merak etme.’’ diyen Hamza’nın bakışları keskindi.
Talip silahı belinde ait olmadığı yerine sıkıştırdı ve karısının yanına gitti. ‘’Zaman geldi.’’ dediğinde Nazime’nin gözlerinde yaşlar belirmişti.
‘’Yapmak zorunda mısın? Bitir bu saçmalığı yetmedi mi dökülen kan? Doğacak bebeğini hiç mi düşünmüyorsun?’’ Eli büyümeye başlamış karnının üzerine gitti.
‘’Onlar benim ağabeyimi düşündü mü? On dokuzunda verdim toprağa şimdi korkak gibi kanını yerde mi bırakayım?’’ Karısının alnından öptü. ‘’Kızım sana emanet sen de aileme emanetsin.’’
Evden çıktığında ilçe meydanına indi. Bakışları Süleyman’ın üzerindeydi. Gören insanlar yolunu kesip doğan oğlu için tebrik ediyordu. Silahını çıkarıp emniyetini açarak doğrulttu. ‘’İt soyu!’’ diye bağırdığında Süleyman ile bakışları kesişti.
Çevredeki kalabalık paniğe kapılırken tetiğe bastı. Kanlar içinde yere yığılan Süleyman son nefesini verirken gelen jandarma Talip’i tutukluyordu.
Haber ilçede ışık hızında yayılmıştı. Delibaş konağı gelen kara haberle yasa bürünürken Belkıs kucağında yenidoğmuş oğluyla bir başına kalmıştı.
Gözyaşları içinde lohusa yatağından kucağında bebeği, elinde kocasından kalma tabancası yalınayak yollara düşüp Karabeylilerin konağına vardı.
‘’Çıkın dışarı!’’ diye bağırdığında ev sakinleri göründü.
Şehmus Bey gözü yaşlı kadının karşısına dikildi. ‘’Kadınlığına bakmadan elinde silahla konağıma gelmeye nasıl cüret edersin?’’
‘’Kocamın kanının hesabını vereceksiniz!’’ diye bağıran Belkıs silahını Nazime’nin üzerine yöneltti. ‘’Kocan o demir parmaklıklar ardında ulaşılmaz olduğunu düşünüyor onun yerine cezasını sen çek!’’ Tetiğe basmak üzereyken gelen Cabbar engel olmuştu ve silahı yengesinin elinden almıştı.
‘’Bırak!’’ diye geri bağırdı Belkıs. ‘’Ağabeyinin kanını siz yerde bıraksanız ben bırakmam.’’
‘’Her şeyin sırası var yenge.’’ Cabbar arkasındaki adamlarına işaret verdiğinde Belkıs’ı zorla da olsa arabaya götürmüşlerdi.
Cabbar elindeki silahı tehdit edercesine Şehmus Bey’e ve oğlu Hamza’ya salladı. ‘’Ağabeyimin kanını döktünüz ama bilirsiniz ki bunun karşılığı gelecek. Kendinize, oğullarınıza sahip çıkın. Uyurken bir gözünüzü açık tutun, yürürken arkanızı kollayın. Canınızı alacak kurşunun ne zaman, nereden geleceğini bilmeden korku içinde yaşamaya devam edin.’’
Tehditlerini bırakıp arabasına oturduğunda konağa geri döndüler. Yengesinin olduğu arabanın kapısını açıp dışarı çıkardı. ‘’Sen sadece görevini yap ağabeyimden kalan emaneti büyüt. Dökülen kanı temizlemek bizim görevimiz senin değil.’’
Belkıs acıyla öfkenin harmanlandığı bakışlarıyla oğlunu göğsüne bastırıp odasına çıktı.
İki aile yıllardır dökülen kanların içine tamamen batmış durumdaydı. İlk canı alanın kim olduğunu, neden yaptığını bilmeden, öfkelerine elle tutulur sebep bulamadan sırayla kan dökmeye devam ediyorlardı.
Aralarındaki bu düşmanlıktan ilçede yaşayan bütün halk nasibini alıyor bir tarafla iş yapan diğer tarafın engellerine takılıp düşüyordu.
‘’Bu dava böyle devam ederse olan hepimize olacak.’’ diyen yaşlı adam beyaz sakalını sıvazladı. ‘’Buna artık son vermeleri gerekiyor.’’
‘’Haklısın.’’ dedi sol yanındaki. ‘’Çaresini bulalım onları da uymaya mecbur bırakalım.’’
Yaşlılar heyetinin en küçükleri olan ama beyaz saçları yer yer seyrekleşmiş adam araya girdi. ‘’Benim gelin duymuş nereden duymuşsa Talip’in doğacak bebesi kız olacakmış.’’
‘’Lafı nereye ulaştırmaya çalışırsın?’’ diyen yaşlı adamla ilk konuşan sözü aldı.
‘’Nereye ulaştırsın evlilik yoluyla barış isteyelim diyor.’’
‘’Kabul etmezler.’’ dedi bir başkası.
En yaşlıları konuşmaya devam etti. ‘’Bütün Karakınar halkına duyurun eğer kabul etmezlerse iki aile ile de iş yapmayacaklar.’’
Yaşlılar heyeti çok geçmeden iki ailenin başını kahvede karşılarına almıştı. Şehmus Bey ve Cemşid Bey’in düşmanca bakışları ortama ölüm ağırlığı yayıyordu.
‘’Ne diye çağırdığınız bunun olduğu yere? Oğlumu toprağa vereli yedi gün bile olmadı acımıza da saygınız yok.’’ diye bağırdı Cemşid Bey.
‘’Sizin yüzünüzden on dokuz yaşında koydum toprağa evladımı senin ağabeyinin saygısı neredeydi o zaman bir de jandarmadan kaçmaya çalıştı da domuz gibi dağlarda vurulup öldü. Benim oğlum aslanlar gibi teslim oldu.’’
‘’Kardeşin kardeşimin canını almasaydı oğlumda o kanı temizlemek zorunda kalmazdı.’’
Şehmus Bey sözlerle geri bağırdı. ‘’Asıl senin amcan babamın canını almasaydı kanı temizlemek kardeşime düşmezdi.’’
İkisi de öfkeyle silahlarını doğrulttuğunda yaşlı heyetinin başı araya girdi. ‘’İkinizde silahlarınızı belinize koyup oturun.’’
İstemeseler de silahlarını indirip oturmuşlardı.
‘’Karakınar insanları sizin düşmanlığınızın çilesini çekmekten bıktı usandı. Aranızdaki nefret herkesin işini etkiliyor, yaşamını etkiliyor. Asırlar önce olan düşmanlığı artık devam ettirmeyeceksiniz, bitireceksiniz!’’
‘’Oğlumun kanını yerde koymam.’’ dedi Cemşid Bey.
‘’Sıkıyorsa eliniz aileme uzansın.’’ diyerek geri tehdit etti Şehmus Bey.
Yaşlı heyetinin başı elini masanın üzerine vurdu. ‘’Benim yaşımdaki adamın karşısında saygısızlık etmeden dinleyin. Süleyman’ın oğlu ile Talip’in doğacak kızı zamanı geldiğinde evlenecekler ve Delibaşlar ölen oğullarının diyeti olarak dökecekleri kanın yerine evlerine bir gelin alarak düşmanlığı bitirmiş olacaklar. Karabeylilerde toprağa bir evlat vermek yerine kızlarını gelin etmeyi kabul edecek. Kabul etmezseniz bir daha bu ilçeden kimse sizinle çalışmaz, tarlalarımızdan on katı parada ödeseniz ürün alamazsınız yavaş yavaş bitersiniz.’’
İki adam da sessizliğe bürünmüştü. Düşmanlığı bitirmek demek bunca yıl dökülen kanların yerde kalması demekti. Şehmus Bey evlatlarından birinin ölmesindense torununu gelin etmeyi kabul ederdi ama Cemşid Bey toprağa yeni koyduğu oğlunun kanını yerde bırakmak istemiyordu.
‘’Oğlumun mezarının toprağı bile kurumadan katilinin kızını, oğluyla evlendirmemi istiyorsunuz. Bunun kabul edilecek yanı yok.’’
Şehmus Bey daha ılımlı yaklaştı. ‘’Evlatlarımdan birinin daha acısını çekmek yerine torunumu zamanı geldiğinde gelin ederim.’’
Yaşlı heyetinin başı Cemşid Bey’e baktı. ‘’Sen de kabul et bitsin bu ölümler. Toprağa girecek olanın da elini kana bulayacak olanın da vebalini üzerine alma.’’
Cemşid Bey kabul etmek istemese de bütün yaşlı heyeti üzerine baskı yapınca en sonunda, ‘’Tamam.’’ demek zorunda kalmıştı.
‘’El sıkışın.’’ dendiğinde iki adam birbirinden nefret ede ede el sıkıştı ve kahveden ayrıldı.
Cemşid Bey eve geldiğinde sağ kalan tek oğlunu ve gelinini karşısına aldı. ‘’Bu kan davası artık bitecek.’’ dedi.
‘’Ağabeyimin kanını yerde bırakmam.’’ diyerek ilk Cabbar itiraz etti.
‘’O kanı yerde bırakırsan torunun büyüdüğünde yüzüne bakabilecek misin baba?’’ diye sordu Belkıs.
Cemşid Bey verdiği karardan huzursuz iç çekti. ‘’Bitirmezsek daha büyük sorun yaşayacağız. Yaşlılar heyeti toplanmış anlaşma yapmış ya dava bitecek ya da iki aile birden parasızlıktan yok olacak. Talip’in doğacak kızını akıtılacak kanın diyeti olarak torunuma verdiler ben de kabul etmek zorunda kaldım.’’
‘’Kocamın katilinin kızını oğlumun yatağına öldürürüm de sokmam.’’ Belkıs bağırarak ayağa fırlamıştı.
‘’Ben sözümü söyledim.’’ diyen Cemşid Bey’in ses tonu keskindi, baskındı. ‘’Her yanımız düşmanla çevrili, yanımda bir oğlum Cabbar kaldı. Dağlılar ayrı sıkıştırıyor, Karabeylilerle olan zaten ortada bir oğlum yetmedi diğer oğlumu da toprağa verdim. Geri adım atmazsak en sonunda tamamen yok olacağız. Bende razı değilim bu duruma. O ailenin kanı kendi ailemin kanına karışsın, soyumuz ortak ilerlesin istemem ama başka yol yok.’’
Cabbar çenesindeki sakalı sıvazladı. ‘’Dağlılar konusunda haklısın baba. Bizim sayımız azaldıkça onlar çakal sürüsü gibi başımıza toplanıyor. Ailede el kadar bebekle kaldık üç erkek güçlenmezsek sinek gibi ezilmemiz yakındır.’’ Bakışları yengesine çevrildi. ‘’Sende boşuna itiraz etme yenge acımız yüreğimizi yakıyor yakmasına ama mantıklı düşünmemiz, akıllıca hamle yapmamız icap ediyor. Sen kocanı toprağa verdiysen ben de iki ağabeyimi birden toprağa verdim. Acı sadece sende değil.’’
Delibaşlar kendi aralarında konuşmaya devam ederken Şehmus Bey olanları kendi oğluyla, gelinine anlatmıştı.
‘’Kızımı o ailenin evine gönderip kurban mı edeceksiniz?’’ diyen Nazime ağlamaya başladı. ‘’Vermem, kızımı Delibaşlara gelin diye asla vermem.’’
‘’Sana soran yok.’’ dedi Şehmus Bey. ‘’Vermeyeceksin de ne olacak? Kocan bir gün yanına gelir de oğlun doğarsa onu mu mezara koyacaksın yoksa Hamza mı ölecek ya da onun ileride doğacak oğullarından biri mi ölsün? Kızın yanında kalsın diye aileden başka birini toprağın sinesine mi kurban vereceksin? İleride ha evlenip o konağa gelin gitmiş ha başka bir eve ne fark edecek iki türlü de kızın senden gidecek.’’
~~~~
Günler birbirini kovalarken acılar yürekte geçmeyecek şekilde yer etmişti. Belkıs kucağında oğluyla beraber pazar yerinde ilerlerken karşıdan yaklaşanla göz göze geldiler. Nazime büyümüş karnını sahiplenici tutuşa geçerken bakışları Belkıs’dan kucağındaki bebeğe kaydı.
Geçip gitmek istediğinde yolu kesildi. ‘’Kocan içeride güzel çürüyor mu?’’ diyen Belkıs’a cevap vermedi ama zaten cevap beklemeden konuşmaya devam etmişti. ‘’Kızının evime üzerinde kefeniyle gelip kölem olacağı günü sabırsızlıkla bekliyorum. O güne ulaşana kadar geçen her saniye oğlumu ilmek ilmek işleyeceğim ve zamanı geldiğinde içindeki nefret yağmuru kızını yavaş yavaş öldürecek.’’
Nazime diğer taraftan gelen kadını itip kendine yol açtığında kaçarcasına uzaklaşmıştı ve bir ara sokağa girdiğinde yere çöküp ağlamaya başlamıştı. Karnını saran elleri kızını hep orada tutmak istiyordu. Doğduktan sonra onu nasıl koruyacağını bilmiyordu.
Olduğu ara sokaktan çıkmak istediğinde gelen sancıyla duraksadı. Bacaklarında hissettiği ıslaklığı fark ettiğinde ağlaması arttı.
‘’Gerçekten bu halde gezelim diye beni buralara getirdiğine inanamıyorum.’’ diyen Ayhan tatlı bir sitem etmişti.
Müge, kocasının hallerine gülerken kızının kıpır kıpır hareket ettiği karnını okşadı. ‘’Evet anneciğim baban sen doğduğunda rahatça gezebileceğini sanıyor ama çok yanılıyor. Ne olmuş yani geceleri rahatça uyuyabiliyorken ve sürekli ağlayan bir bebeği henüz kucağımda tutmuyorken gelip buraları gezmek istemişsem? Zenginiz diye herkes neden deniz kenarında bir otelde vakit geçirmemi bekliyor anlamıyorum.’’
Ayhan, karısının al yanağından bir makas aldı. ‘’Gezersin tabi bebeğim ama hani kızımız doğdu doğacak ya bu zamanları evde ayaklarını uzatarak geçirseydin keşke.’’
‘’Yarın döneceğiz eve o zaman uzatırım ayaklarımı.’’ Müge radyodan açtığı müziğe eşlik etmeye başladığında kulaklarına dolan korna sesiyle karşıdan yaklaşan büyük kamyon gördüğü son şey oldu.
‘’Vakamız ne?’’ diyen acil servis doktoru ambulansla gelen iki sedyeye baktı.
‘’Trafik kazası. Kadın yirmi beş yaşlarında ve hamile karnına saplanmış bir demir parçası var…’’
Doktor gerekli incelemeyi yaparken geçen zamanla Müge acil ameliyata alınmıştı. Ayhan ise alçıya alınan koluyla doktorun yatacaksın direktiflerini yok sayıp karısını beklemek için ameliyathane önüne gelmişti. Bu küçük hastanede kalmak istemediği için daha büyük bir hastaneye götürmek istemişti ama doktorlar bu şekilde yola çıkamaz diyerek engel olmuştu.
Müge ameliyat sonrası kadın doğum servisine alındığında ve kendine gelip hem kızını kaybettiğini hem de rahmi alındığı için bir daha anne olamayacağını öğrendiğinde ağlamaları her yana yayılmıştı. ‘’Kızımı istiyorum.’’ feryatları duyanların yüreklerini dağlıyordu.
Ayhan kendi acısını bir yana atmış karısını teselli etmeye çalışıyordu.
Odaya kucağında bebeğiyle getirilen Nazime, ailesinin kulağına gitmeden arayıp doğum yaptığını söylemesi gerektiğini biliyordu ama bunu söylediği an kızını kurban etmiş olacaktı.
Sessiz gözyaşlarını silip kucağındaki kızını emzirirken yanındaki yatakta kocasının kollarında ağlayan kadına kaçamak bakışlar atıyordu. Aralarındaki konuşmalardan ne olduğunu az çok anlamıştı. Bakışları bir kızına bir aileye kayıyordu.
Ayhan, karısını bir an önce bu yerden götürmek için özel ambulans ayarlamaya çalışıyordu. Yapacağı telefon görüşmeleri için dışarı çıktığında Müge süt dolan göğüslerinin ağrısını çekmeye başlamıştı. Gözyaşları arasında eliyle sağıp rahatlatmaya çalışırken önüne uzatılan bebeği gördü.
İki kadının bakışları kesiştiğinde Nazime başıyla onaylayınca Müge tek kelime etmeden bebeği alıp göğsüne yaklaştırdı. Memeyi bulan minik dudaklar anında tutup emmeye başlayınca Müge’nin hissettikleriyle ağlaması arttı.
‘’Kızım senin kızın olsun ama karşılığında kızının cenazesini ver.’’ dedi Nazime.
Müge kendi gibi gözü yaşlı kadına baktı. ‘’Sen ne söylediğinin farkında mısın?’’
‘’Kızımı kan davasına kurban edecekler. Benim sevgim onu kurtarmaya yetmeyecek, konuştuklarınızı duydum bir daha çocuk sahibi olamayacakmışsın kızımı al ama ona gerçekten aile olacaksan al hayatı kurtulsun. Ben de iyi olduğunu bilir avunurum.’’ Nazime’nin gözyaşları artmıştı. Kızının kimin kucağında olduğunu umursamadan meme emişine bakıyordu.
Ayhan içeri girdiğinde, ‘’Her şeyi ayarladım birkaç saate gidiyoruz.’’ demişti ki karısını kucağındaki bebeği emzirirken gördü. ‘’Burada neler oluyor?’’ diye sorduğunda Müge, Nazime’nin söylediklerini dile getirdi.
‘’Siz delirmişsiniz nasıl bir anne çocuğunu kaldırıp öylece verir?’’
‘’Çocuğunu seven bir anne verir.’’ dedi Nazime. ‘’Evladını kurban etmek istemeyen bir anne verir. Onun iyi olması için bir ömür ayrı kalmayı kabul edecek bir anne bebeğimi alın der.’’
‘’Ayhan!’’ Müge, kocasına yalvaran bakışlarla bakarken kaybettiği bebeğinin yerine çoktan kollarındaki bebeği koymuştu.
‘’Müge istersen evlatlık yine alırız ama bu şekilde olmaz.’’
Ayhan ne söylerse söylesin karısını ikna edememişti ve Nazime’nin kararlılığını da görünce en sonunda tamam demişti.
Hastane yönetimini ayarlaması için bolca para vermesi gerekti. Her şey hallolduğunda karısının yanına odaya dönmüştü ki Nazime’nin yanına gelenleri gördü. Nazime kendilerinden yana bakmayıp tamamen yabancı gibi davranmaya başladığı için karı koca ona uyum sağladı.
‘’Yeğenim nerede?’’ diye soran Hamza, yengesine bakıyordu.
Nazime hasta yatağında yatarken gözlerindeki yaşları sildi. Bebeğinin ağlamasını duyarken, ‘’Ölü doğdu.’’ dedi.
Gelen Doktor, Müge ve Ayhan’a kendilerini alacak özel ambulansın geldiğini söylerken Hamza’ya bebeklerinin cenazesini alabileceklerini söylemişti.
Karı koca kucaklarında kızıyla gittiğinde Nazime de evine dönmüş bebeğinin mezarını sulayıp çiçekler ekmişti. ‘’Söz veriyorum mezarında çiçekleri soldurmayacağım.’’ diyerek ıslak toprağı okşayıp gözlerinden yaşları sildi.
Eve döndüğünde açık televizyonda gösterilen magazin haberini gördü.
…
Ünlü iş adamı Ayhan Sözer ve karısı Müge Sözer geçirdikleri trafik kazası sonrası kucaklarında bebekleri ile sağlıklı bir şekilde evlerine döndüler.
…
Nazime kalbinin üzerine elini koydu. Ailenin zengin olması istemsizce mutlu etmişti. Kızının rahat bir hayat sürecek olması yüreğine su serpmişti.
‘’Yenge.’’ diyen Hamza’nın sesiyle hemen gözlerindeki yaşları sildi.
‘’Efendim.’’
‘’Gerekli izin çıktı arada ağabeyimin yanına görüşe gideceksin.’’
‘’Görüş zamanları zaten gidiyorum.’’ dedi Nazime anlamamış hâlde.
‘’Öyle görüş değil yenge arada gidip kocanın yanında kalacaksın.’’ Hamza konuşmanın devamını açıkça getiremediği için arkasını dönüp gitti.
Nazime yalnız kaldığında odasına gidip yatağa uzandı. Eli düz karnındaydı. ‘’Bir kez daha olmasın.’’ diye sessizce duasını fısıldadı. ‘’Bir kez daha olursa onu koruyacak başka aile bulamam.’’
Zaman geleceği çizerken birbiriyle kesişecek hayatlar ilmek ilmek kördüğüm olup dolanıyor geçmişin izleri geleceğin gölgeleriyle birbirine karışıyordu.