Liyana, Liyana…
Elimdeki silahı yavaşça çevirirken zihnimde sadece onun yumuşak varlığının hayal vardı.
Güneş’ten daha göz alıcı olan sarı saçlarının tenimi gıdıklayışı, çiçek bahçesine düşmüş gibi ferah kokan teni, tıpkı bir mermer kadar beyaz ve pamuk kadar yumuşak olan bedeni…
Ve her bakışında çıplakmışım gibi hissettiren, ruhuma kadar beni gören bir deniz misali gözleri.
Silahı biraz daha hızlı çevirirken sesi kulaklarıma doluştu.
Beni sevdiğini söylediği ve aşkla gözlerime baktığı hayal evreninde yaşamaya devam etmeye çalışıyordum.
Kaç gün oldu?
Onu kaybedeli ve ruhsuz bedenimin çökmesine neden olan gün sayısı neydi?
Hatırlamıyorum. Aklımı da kendimi de kaybettim.
Silahı kaldırdım ve sesini duymadığım adama bir kurşun sıktım.
Alnına yediği mermiyle oracıkta ölürken bedeni sürüklendi ve başka birini getirdiler. O da tıpkı önceki gibi ağzını açıp bir şeyler söylüyordu ama duymuyordum. Kulağımda ve zihnimde sadece Liyana’mın sesi vardı. Eğer o sesi de kaybedersem yaşayacak tek bir adam bile bırakmayacaktım.
Liyana, benim naif sevgilim…
Canını yakıyorlar mı?
Hepsini ateşlerde kavuracağım. Tenine değen tüm parmakları tek tek kestikten sonra her bir uzuvlarını zevkle parçalayacağım.
Ah. Sikeyim. Delireceğim.
Silahı kaldırdım ve üç kurşunu arka arkaya sıktım.
Kim aldı seni benden? Korkuyor musun Liyana? Benden ayrı kaldığın için sen de üzgün müsün?
O bensiz yapamaz ki…
Her ne kadar yaptıklarıma öfkelense de o bensiz yaşayamaz. Yaptığım her şey onun iyiliği için… Onu kendi pisliğimden korumaya çalışıyorum ama o çok inatçı! Her seferinde yapmamadı gerekenleri yapıp beni kızdırıyor ve diğer adam ortaya çıkıyor…
Diğer adam geldiğinde kontrolü kaybediyorum. Onun nefret dolu bakışlarına maruz kalıyorum. Bana öyle bakarken görmek ölümden de beter olduğu halde bir şekilde yaşamaya çalışıyorum.
Derin bir nefes aldım ve burun kemerimi ovaladım. Biraz daha onsuz kalırsam kendimi tamamen kaybedebilirdim. Bir şey lazım, açık kapı lazım…
“Efendim. Asilkan’a ulaştık. Hepsi yaşıyor ama büyük yara almışlar.”
Hah… Ulaş Asilkan. Şüpheli listemin başını çeken bu piç ilk aklıma gelen kişi olsa da bunu belli etmemek için aramayı yurt dışına yönlendirdim ve ona saldırmak için gün bekledim ama birisi benden önce kalemini kırmış olsa gerek.
“Kimmiş saldıran?”
Liyana, Liyana… Seni öyle özlüyorum ki…
Sana vurduğumda elimi öptüğün zaman attığın o bakış… Kahretsin, ben deliyim.
Ben hep deliydim ama sağlıklı kısmım da senin delin artık.
“Henüz net bir şey öğrenemedik ama Lorenzo Moretti’nin İstanbul’da olduğu söylentileri var.”
Silahı bıraktım ve başımı kaldırdım.
Bu, yeni bir bilgi.
Lorenzo Moretti.
Uzun süredir var olan bir isim değildi ama son senelerde o da benim buradaki yükselişim gibi çıta atladı. Buraya gelişi benimle alakalı olamaz ama Ulaş’ın İtalya bağlantısıyla alakası olabilir.
Yine de her şeyi elime almamda fayda var.
“Onu asla bulamazsınız, boşa aramayın. Tek hedefiniz Liyana Koray.”
“Emredersiniz.”
Lorenzo’nun duyduğum namı oldukça tehlikeydi. İtibar suikasti konusunda bir numara oluşu tüm düşmanlarına kolaylıkla dibi boylatırken aynı zamanda silah ve toz ağı da çok güçlü olduğu için İtalya’nın sahibi olması uzun sürmedi.
Tekrar düşünsem de benimle işi yok. Buraya gelip ya iş yapmak isteyebilir ya da Ulaş’la kişisel bir husumeti olabilir.
Yine de Liyana’nın Ulaş’la olma ihtimali onu da bu İtalyan piçi için cezbedici kılacaktır.
Gözümün önüne yansıyan görüntüde başka bir adamın oyuncağı olan Liyana’yı gördüm ve silahı kaldırıp mermim bitene kadar karşıma koydukları adamı delik deşik ettim.
Nefes alan herkesin gırtlağını söküp köpeklere yem etmeme az kalmıştı.
Onun korku dolu bakışları, beni arayan gözleri, tir tir titreyen bedeni ve yorgun ruhuna dokunmaya çalışan bir adam…
Boğazlarım parçalanana kadar çığlık attım ve silahı bir köşeye fırlattım. Birkaç saniye sonra karşıma getirdikleri adam en talihsiz olandı.
Yüzü tanınmayana kadar parçaladıktan sonra bir yerlerini kestim ve gerçekten de köpeklere yem ettim.
Herkes bir şeyi çok iyi bilmeliydi.
“Hepsini. Dağıtın.” Dedim yüzümden akan kanları gömleğime silerken.
Eğer beni en değerlimle tehdit etmeye kalkan birisi varsa, bir şeyi çok iyi bilmelilerdi.
Gece yarısı olduğunda bugün öldürdüğüm ve parçaladığım 70 adam şehrin her noktasına, bedenlerine asılı notlarla dağıtıldı.
Onu bana getirin. O yoksa, ben de yokum ve ben yoksam; HİÇBİRİNİZ YOKSUNUZ.
Eğer Liyana bana gelmezse herkesi yok ettikten sonra kendi kafama sıkacaktım.
⚔️
Karşımdaki adama dikkatlice bakarken zihnimde her senaryoya bir yer vardı.
“Başta bendim, doğru.” Dedi Ulaş Asilkan yüzümü kara çıkartmadan. “Görüşme gününde onu kaçırdım ve evimde tuttum. Sana geri teslim edecektim, sadece güç gösterisi içindi.”
Bakışlarımı ondan bir saniye bile ayırmadım. “Ve?”
“Bana saldırdıkları gün sana getirmek için yola çıkartmıştım ama içeriden gelen darbeyle saldırıya uğradık. Güvenilir bir adamım hain çıktı.” Bak sen? Yersen. “İlk kaçıran kişi tanıdığım bir adamdı ama sonra ellerinden kaçmış-“
“Ölmemek için birkaç kelime hakkın kaldı.” Çünkü git gide sıkıcı olmaya başlıyor ve Liyana’nın yeri hakkında en ufak bir ipucu bile vermiyor.
“Kızıl gül diye birisi var. Beyefendi de diyorlar. Onun kaçırdığına eminim. Çünkü kaçtığı kişinin üzerinde kırmızı bir pantolon görmüşler.”
Dikkatimi çeken ismi hiç duymadığım için kulak kesildim. “Detay ver.”
“Sessiz ve sakin birisi olduğunu söylediler. İnanılmaz kibar ve centilmen bir adam olduğu için kimse diğer tarafını görmemiş. Kahrolası bir manyak olduğunu duydum. İnsanları kesmeye bayılıyor ve resmen bununla besleniyor. Genelde işlerimizi baltalayan ve yüklü miktarda kazık yediğimiz işlerin arkasından hep aynı kişi çıkıyor. Beyefendi, kızıl gül. Ve hepsi aynı şeyi söylüyor. Kırmızı giyinir.”
Liyana’nın böyle bir adamın elinde olma ihtimali nefesimi bozmaya başladığında bundan kaçınarak “Lorenzo?” Diye sordum. “İtalyan Karteli olamaz mı?”
Ulaş bu ihtimali anında eledi. “Lorenzo bunlarla uğraşmaz. Manyaklığı sınır tanımasa da bu onun için basit kalır.”
Kızıl gül… Ah o beyefendiyi elime geçirip anasının rahmine geri sokmam için güzel bir gün değil miydi bugün?
“Bu kızıl gül…Liyana’yı neden kaçırmış olabilir?”
Eğer onun kusursuz tenine tek bir çizik bile atarsa…
Ellerim titremeye başlayınca kalkmam gerektiğini anladım ama biraz daha ihtimal duymak için bekledim.
“Çünkü sonsuz av için tek besin kaynağı Liyana…”Dedi Ulaş benim kaçırdığımı düşündüğünü şeyi yakaladığını sanarak. “Onun sayesinde istediğini elde edebilecek.”
Bu barizdi ama benim anlamadığım kısım, kızıl gül ya da beyefendi isimli bu deli piç, Eray Keser’in kadınını kaçırmayı planlayarak ne düşünmüştü ki?
Dudaklarım gerildi ve ufak bir kahkaha patlattım.
Liyana gül sevmez. Hele ki kızıl olanları…Hiç sevmez.
Benim bahçeyi biçme vaktim çoktan gelmiş olmalı.