"Ulaş Bey!" Kızıl cadı elimin altından kaçıp giderken bıçağı tezgaha bıraktım. "Bu kadını evde tutmak güvende değil-"
"Buna elini yaktıktan sonra mı karar verdin Ceyda?" Ulaş tek kaşını kaldırıp kadına baktı.
"Ben yapma-"
"Yalandan nefret ederim." Yüzünü buruşturdu. "Kapıyı biliyorsun." Ceyda da benim gibi şok olmuştu. İkimiz de kımıldamadan Ulaş'a bakarken o bana döndü ve "Kahvem bu sefer sıcak gelsin." Dedi. Sonra dönüp Ceyda'ya baktı ve ikisi birden çıktılar.
Evindeki kadını cidden yalan söyledi ya da taşkınlık yaptı diye mi kovmuştu. Bu adam gerçekten enteresandı ama hala negatif bir enerji almıyordum. Kötü olmaya çalışan ama iyi bir insanmış izlenimi veriyordu.
Bizim gibilerinden arasında umarım hayatta kalırdı.
Bu sefer kahvesini yaptım ve suyunu da koyup ofisine götürdüm. Ceyda denen kadın ortalıkta değildi. Cidden gitmiş olmalıydı.
"Buraya gel." Dedi çıkmak için arkamı döndüğümde. Tekrar ona döndüm. "Yaklaş." Ya sabır! Yanına yaklaştığımda masadaki kremi görmemle uyuşmam bir oldu.
"Ne yapıyorsun?" Dedim çatık kaşlarımla ona bakarken. Bir anda dehşete düşmüştüm. "Amacın ne?"
Parmağına sıktığı yanık kremiyle öylece bekledi. "Çok kötü olmadan önce sürmelisin."
Neden kalbim çok hızlı atıyordu? Yaralanmaya ve acı çekmeye alışıktım ama bu iyi niyet beni deli gibi korkutmuştu şimdi?
"Neden bana iyi davranıyorsun?"
"Uzatma Liyana..." Homurdanıp sağlam elimin bileğinden tutup beni kendine çekti ve kremi elimin üzerine değdirdi. Yanığın acısıyla inledim ve iki büklüm oldum. "Neden direndin ki? Boğazına bıçak dayamayı biliyorsun ama elini suya tutamadın mı gerçekten?"
Çünkü acıyı çekmeye alıştım. Buna karşı koymak nedense imkansız geliyor. Tedavi etmeye değil de, yaşamaya alışkınım ben.
"Elimdeki yanık seni neden gerdi?" Kesik nefesler alarak kremi sürmesini bekledikten sonra elimi çektim. Onun yüzünün de benimle aynı şekilde acıyla kasılması midemi alt üst edince adımlarım geriye gitti.
"Başkalarının acısından zevk almıyorum çünkü."
Krem sürülmüş elime bakarken hala atamadığım dehşet ifadesi Ulaş'ın ilgisini çekmişti. Bir şey söylemek için ağzını açacakken "Bir şey yoksa çıkıyorum." Dedim ve cevabını dinlemeden çıktım.
Bana ait olan odaya girip kapıyı kapattım ve bodrum katta olmasına rağmen güvenli ve yatağı olan alanımda huzurla uzandım.
♡
Bu sefer görevlendirmemi yapan kişi genç bir çocuktu. Çalışanlardan birisi olmalıydı. Bana servis edeceğim içkileri tek tek gösterdi. Gelecek üç adamın içeceği içecek farklı olduğu için resimlerine baktım ve başımı salladım.
"Selam Li!" Mutfak kapısından bana el sallayan Volkan yine neşe saçıyordu.
"İsmim Liyana."
"Ben de Volkan, memnun oldum." Şakayla elini uzattı ve muhtemelen ters bir bakış bekledi. Uzanıp gülümseyerek elini sıktığımda bu fırıldağı şaşırtmıştım.
"Servis için seni bekliyorlar." Dedi boğazını temizledikten sonra.
"Gidiyorum."
"Yardım ister misin?"
Canına susama Volkan, diye düşünmüştüm ama Ulaş Eray değildi ki. O yüzden gülümseyip "Hallederim." Dedim ve bardakların olduğu tepsiyi alıp bahçeye çıktım. Masanın başında Ulaş, diğer taraflarında da üç tane adam vardı. Onları gördüğüm anda yüzümü ekşitmemek için zor tuttum. Tiplerinde bile sapık bir hava vardı.
Sessizce içkilerini önlerine bırakırken dönen muhabbet Eray hakkındaydı.
"Yurt dışına kadar genişletmiş aramayı." Dedi adamlardan birisi. "Zaten onun kadınını alacak adam Türkiye'den olamaz."
"Aynen, delirmemişse." Dedi bir diğeri.
Bunların hiçbiri beni doğru dürüst tanımayan adamlardı. Zaten burada bu kıyafetle olacağımı da asla tahmin edemeyecekleri için ben Liyana Koray'ım desem bile inanmazlardı.
"Tüm sarı saçlı kadınları aradığını duydum. Manyak puşt. Kadınla kafayı bozmuş."
Diğer içkiyi uzatırken Ulaş'la bakışlarımız kesişti.
"O adam normal değil. Kadına aşık olduğunu da sanmıyorum."
"Onu zorla tuttuğunu söyleyenler bile var."
Herkes her şeyi biliyormuş.
Ulaş'ın bardağını da ona verdikten sonra doğruldum ve gitmek için dönecektim ki birisi kalçama şaplak atınca öylece kaldım. Utangaç bir insan değildim ama bu hareket beni öyle iğrenç hissettirmişti ki iliklerime kadar titredim.
"Patron, bu kadın bizim için mi?"
"Güzelmiş. İlk ben!"
"Sıranı bekle piç kurusu!"
Zorlukla yutkundum ve tepsiyi kafasına geçirsem mi diye bir an bekledim. Sonra yapmamaya karar verdim. Bunu daha güzel bir anda yapmak benim için uygun olandı.
Eray piçi beni de kendine benzetmişti ne de olsa.
"Gidebilirsin." Dedi Ulaş sadece. Giderken götüme bir şaplak daha yedim ve sessizce gittim.
Mutfağa girdiğimde kimse yoktu.
Sizi şerefsiz piç kuruları... Aşağılık pislikler. Kendilerinde nasıl bir cesaret görüyorlarsa artık.
Yapacak işim olmadığı için kendime bir kahve yaptım ve bahçeyi izleyerek mutfakta oturdum. Demek Eray aramayı yurt dışına kadar genişletmişti. Her sarışını ben diye araması bile asla pes etmeyeceğinin kanıtıydı. Öldüğünü düşünmem de komikti zaten. Onun ölmesi sanki ihtimal bile değilmiş gibi hissediyordum. Ölümsüz göt.
Evdeki ruh halini tahmin bile edemiyordum. Yokluğum onu delirtmiş olmalıydı. Tam planı işleme soktum derken ona iki güler yüz gösterip ortadan kaybolmam dengesini alt üst etmişti. Onun ruhunu biliyordum. Tam şu an beni ele geçirse önce sarılıp sever, sonra da onu bensiz bıraktığım için öldüresiye döverdi.
Söylene söylene kahvemi içtim. Mutfağa girip rahatımı bozan ayyaş adamı görene kadar her şey güzeldi. Taa ki o beni görüp şaplağın devamını arzulayana kadar.
"Buradaymışsın..." İğrenç dudakları zevkle gerildi. Her adımda gözleriye bedenimi süzüyordu. "Çok güzel kadınsın. Ulaş Bey seni nereden bulmuş acaba?"
"Çek o elini." Dedim saçlarıma uzandığında.
"Of...Deli olmalısın. Beni tehdit de edecek misin?" Saçımı yakalayıp beni kendine çektiğinde ona doğru savruldum. İlk hissettiğim saç köklerimdeki yakıcı acıydı. Onun devamında acının hafiflemesi ve bana gelen sahne vardı. "Seni inim inim inleteceğim." Belimden tuttu ve ve hızla çevirip karnımı masaya çarptı. Eliyle kalçamı okşarken masadaki kahveme uzanıp bir yudum daha içtim ve devamını onun kafasına içirdim.
Suratında patlayan kahve fincanıyla geriye savruldu ve bağırıp yüzünü tuttu. Azıcık kanadı diye ağlamaları da beni benden alıyordu doğrusu. Etini parçalamışım gibi hırsla bana tokadı bastığında yana savruldum ve dengemi kaybedip dizlerimin üzerine düştüm. Bu iyiydi. Acayip güçlü vurmuştu. Ama Eray dışında birinden gelen darbelerin beni zerre korkutmamasıda araştırılmalıydı.
Belindeki kemeri hırsla çözerken kaşlarımı kaldırdım ve "Oooo!" Dedim. İfademdeki alaycılık onu biraz daha delirtti.
"Şimdi seni dinleyeceğiz deli kadın." Uzanıp saçımı tekrar yakaladı ve tüm gücüyle çekerek beni yerde sürükledi. Suratında kahve telvesi olduğunun farkında değildi sanırım. Bu biraz komikti.
Onun peşinde yerde sürüklenirken ana girişte patlayan silah sesiyle saçımdaki eller çekildi. Doğrulup ne olduğuna bakarken Ulaş'ın gözlerinin dehşet içinde açıldığını gördüm. Yüzü bembeyaz olmuştu. Elindeki silah beni sürükleyen adama bakıyordu. Yanındaki Volkan da aynı korkuyla bana bakarken neden bu kadar gerildiklerini anlamadım.
Beni yerlerde sürükleyen piç çığlıklar atarak kolunu tutarken Ulaş "Sen..." Dedi. Devamını getiremeden yutkundu ve bir adım daha yaklaşıp silahı onun kafasına dayadı. "Öldün."
Ve adam gerçekten de... öldü.