Ertesi sabah hızlı bir kahvaltı yaptıktan sonra Cenk ile birlikte yola koyulduk.
"Merkezde dolaşacağız, orada her zaman duyulacak bilgiler vardır." Dedi yolu takip ederken. Bakışları çok kısa bir an bana döndü. "Söylesene Leyla, sen tam olarak kimsin ve öğrenmek istediğin şey ne? Belki yardımcı olabilirim?"
Söylersem anında açık olacaktım. Ama söylemezsem de bunun için bir sebebim olmayacağı gibi şüpheli pozisyonda kalacaktım. Öylesine düşük rütbeli birinin ismini uydurma imkanım da yoktu ki. Tanıdığım tüm isimler büyük insanlara aitti.
"Söylesene Cenk, sen tam olarak kimsin?" Dedim en makul kaçış yöntemimi kullanarak.
Sözüm üzerine dudakları gerildi ve gülümsedi. "Güzel...Demek ki paylaşımcı olmayacağız."
"Yanlış anlama Cenk ama seni tanımıyorum ve ne kadar bana yardımcı olsan da güvendiğimi söyleyemem."
"Tanrı aşkına! Güvenmemiş halinle evimde uyudun, yemeğimden yedin ve şimdi de arabamdasın. Güvensen ne yapacaksın?" Öyle güzel bir noktaya parmak basmıştı ki yutkunmadan edemedim. "Üzgünüm. Seni rahatsız hissettirmek istemedim. Sadece benden sana zarar gelmeyeceğini bilmeni istiyorum Leyla. İnan bana, kötü adam ben değilim."
Ama sen kimsin ki Cenk? Aynı cümleyi daha önce Eray'dan da duymuştum ve onun kötü adam olduğunu çok iyi biliyorum.
"Kim olduğumu sonra konuşalım. Önce konuştuğumuz gibi ufak bir tur atalım."
Gaza yüklenmeden önce bana dönüp gülümsedi. "Önce şu paçavralardan kurtulalım."
İki saat sonra ben artık gerçekten de Leyla Keskin olmuştum. Taktığım siyah, uzun perukla bile bu kadar değişmişken mavi gözlerimi saklayan kahverengi lens ve tenimi gizleyen elbiseyle Cenk'in uzattığı koluna girdim ve yer altı dünyasının dedikodu yerine geldik; Kumarhane.
Cenk'in sarı lensi ve dünkinden farklı olarak taktığı kemik çerçeveli gözlüğü dışında değişen tek şey kırmızı bir takım elbise giymesiydi.
Adamın bu renge karşı fetişi falan vardı herhalde.
"Şimdi konuşmamı biraz değiştireceğim." Dedi içeriye yürürken ve kulağıma eğilerek "Kumarla aran iyi midir Leyla?" Diye sordu.
Bu da neydi böyle?!
Konuşması an itibariyle bozuk bir türkçeye döndü. Eğer onu tanımasaydım asla Türk olduğunu bilemezdim.
"Onu nasıl yaptın be?!" Diye fısıldadım şok içinde.
"Bu bir sır." İşaret parmağını dudağına yapıştırdı ve tatlı gülümsemesini silerek bizi yönlendirdikleri yere doğru benimle beraber ilerledi.
Sandalyemi her zamanki kibarlığıyla çekip beni oturttuktan sonra yanıma oturdu. Loş ışıkların altında uzun, yeşil örtülü masa parlıyordu. Kartların sesi, fişlerin tıkırtısıyla birleşip mekanın uğultusuna karışıyordu. Kurpiyer kartları dağıtırken masadaki herkesin bakışları birbirini süzüyordu.
"Konuşmayı bana bırak." Dedi Cenk kulağıma eğilip. "Ara sıra bana gülümse ve soru sorulursa sorry de." Sadece başımı salladım ve gülümseyerek ona sırnaştım.
Kurpiyerin "Bahislerinizi koyabilirsiniz." Sözü üzerine herkes fişleri masanın ortasına koydu.
Kartlar dağıtıldığında her oyuncunun önüne ikişer tane kapalı kart geldi. Cenk kartlarına şöyle bir göz atıp yüzünü ifadesiz tuttu. O sırada masanın kenarındaki sakallı adam "Nerelisiniz siz?" Diye sorunca Cenk adama baktı, anlamıyormuş gibi bir bakış attı ve en son tatlı tatlı gülümsedi.
"Just...Visitors."
"Türkçe bilmiyorlar oğlum, baksana tiplerine." Dedi diğer sandalyedeki adam. "Turist bunlar."
Hepsi kendi arasında gülüşürken biz de anlamıyormuşuz ama güzel bir şey söyleniyormuş gibi görünerek gülümsedik.
"First time poker?" Dedi birisi bana bakarak. Sadece gülümseyerek "Yes..." Diye mırıldandım.
"Business or holiday?" Dedi bir diğeri.
"Holiday. Yes!" Dedi Cenk ve tam bir salak gibi görünerek gülümsedi. Ben de ona uydum. Daha sonra sessizlik oldu. Cenk kartlarına bakmaya başladı. Sessizlikte ilk bahisler açıldı, fişler masanın ortasına kaydı. Masadakiler fişlerini tıkır tıkır sürerken, sakallı adam kartlarını yoklayıp hırıltıyla konuştu.
"Keser'i duydunuz mu? Ortalığın anasını sikmiş." Tanıdığım o kahrolası soy ismi duyduktan sonra tüm dikkatim onlarda ama gözlerim Cenk'in önündeki kartlardaydı.
"İtalyan piç...o yüzden mi geldi acaba?" Dedi diğeri.
"Neydi lan adı?"
"Lorenzo olmalı. Asilkanlara da o saldırmış."
Bize o gün saldıran adam Lorenzo ismindeki italyan kartel miydi? Ulaş'la derdi neydi ki?
"O adam basit işler için gelmez. İtalya'nın sahibi diyorlar. Buraya geldiyse fena taşşaklı muhabbetler dönüyor olmalı."
Tekrar kartlar açıldı. Masadakilerin gözleri birbirine dikildi. Bahisler büyürken fısıldaşmalar da arttı.
"Ne dönüyor bilmiyorum ama ortalık yangın yeri."
"Keser’in sevgilisi ortaya çıksa problem kalmayacak zaten." Dedi sakallı adam kartlarını sertçe masaya bırakarak. O sırada son kartlar açıldı. Masada gerilim yükseldi. Kimileri elini bıraktı, kimileri bütün fişlerini ortaya sürdü. Cenk ise yalnızca izliyordu.
Kurpiyer kartları açtı, birisi kazandı. Masadakiler fişleri toplarken göz ucuyla Cenk ve bana baktılar. İçlerinden biri İngilizce kırık bir aksanla sordu:
"One more round? Hmm?"
Cenk kaybettiği için belli belirsiz gülümseyip omuz silkti. "No thanks! Maybe later."
Masadakiler bunun üzerine kahkahaya boğuldu.
"Puşta bak, kaybedince nasıl da kaçıyor."
"Poker bilmiyor ki ibne."
Ben gülümsemeye devam ettim. Sanki şakalar hoşuma gitmiş gibi başımı salladım. Cenk de kısa bir kahkaha attıktan sonra zarif bir edayla sandalyesini geriye iterek kalktı ve elimden tutup beni de kaldırdı.
"Taş gibi karıyı da almış pezevenk." Dedi birisi beni aç bir ifadeyle süzerken. Konuşma benim üzerimden ilerlemeye başlayınca Cenk adımlarını hızlandırdı ve kasvetli ortamı terk ettik.
----
Arabaya geçtiğimizde duyduğum ufak bilgileri kafamda tartmaya başladım. Ulaş ve Eray hakkında bir şeylerden bahsetmişlerdi ve öğrendiğim kadarıyla Ulaş'ın başı İtalyan karteliyle dertteydi. Eray kim bilir neler yapıyordu da hala beni arıyordu? Resmen stresten midem ağrımıştı.
"İyi görünmyorsun Leyla..." Cenk'in kibar sesiyle ona döndüm. Bakışları gerçekten de endişeliydi.
"Ayakkabılar ayağımı mahvetti." Dedim ve hızlıca onlardan kurtuldum.
"Ben acıktım!" Direksiyonu kırdı ve başka bir yola saptı. "Güzel bir şeyler yiyelim, sonra konuşuruz."
Lüks bir restorana geldiğimizde garsonun bizi yönlendirdiği güzel masaya yerleştik.
"Ne iş yapıyorsun sen be?!" Dedim sandalyemi düzeltip karşıma oturduğunda.
Kibar bir kahkaha atarken onu izledim. Her hareketi muntazam görünüyordu. Görüntüsü de bir heykeltraşın elinden çıkmış gibiydi. Uzun boyu ve kibar görünmesine rağmen güçlü olan bedeniyle ilk bakışta onu zayıf zannetmiştim. Ama o gömleğin altındaki her kasın bile düzenli olduğuna emindim. Sanki kahrolası teni pürüzsüzdü. Ulaş, ben ve Eray'da olan korkunç yaralar onda yok gibiydi.
Sarı saçları, sarı gözleri ve açık pembe dudaklarıyla yüzü çok kibardı. Köşeli çenesi kibirli duruyordu ama tam ona göreydi.
Adamda kusur namına bir şey yoktu.
"Şarap sever misin?"
"Kola alacağım." Dedim yüzümü ekşiterek.
Siparişlerimizi ilettikten sonra dirseklerini masaya yasladı ve tüm dikkatini bana vererek "Başın büyük dertte Leyla." Dedi. Neden böyle söyledi? Gözlerim kocaman açıldı ve nefesimi tuttum. Bu bir tehdit miydi? "Konuşulan konuların seni nasıl endişelendirdiğini kasılan bedeninden anladım. Eray Keser ve Ulaş Asilkan hakkında anlatılan her bir olayda ellerini yumruk yaptın ve nefesinin kontrolünü açıkça kaybettin." Başını yana eğdi ve beni dikkatlice süzdü. Şu anda da tam anlattığı gibi görünerek söylediği her şeyi ister istemez tasdiklemiş oldum. "Şu an beraber olduğumuza göre...Ben de tehlikedeyim demektir. Söyle bana; Keser'den mi çaldın yoksa Asilkandan mı?" Ha... Cenk götünden anlamıştı yani. "Ve ne kadar çaldın seni küçük dahi! Seni aramaları için canlarını bayağı yakmış olman lazım."
Garson onun şarabını servis etmek için geldiğinde sadece bakıştık. Yargılayıcı bir şekilde bakmıyordu. Aksine...Delirmiş gibi samimiydi!
O şarabından kibarca içerken ben de kolamı tepeme diktim.
Cevap bekliyordu.
Kahretsin ki verebilecek bir cevabım yoktu.
Ellerimi dizime bastırdım ve zorlukla "Ben-" Dedim ama sözümü kesince durmak zorunda kaldım.
"Endişelenme Leyla..." Dudakları yavaşça gerildi. "Çünkü ben de çaldım!" Dedi ve bu zamana kadarki tüm gülüşlerini gölede bırakacak bir karanlıkla...
Güldü.