Sadece kendi ayakları üzerinde duran biri olmak istedim. Kimseye muhtaç olmadan. Kayıplara aldırmadan. Sadece güçlü olmak istedim. Her şeye sahip olmak yerine gerçeği istedim, sahteyi değil. Keşke daha güçlü olup babamın baskılarına aldırış etmeseydim. Keşke bu kadar kolay güvenmeseydim. Keşke...
Duvardaki saate baktım. Evin temizliği çabuk bitmişti. Sıra yemekte. Umarım yetişir. Mutfağa girerken ne yemek yapacağımı ve tariflerini hatırlamaya çalışıyordum. Şimdi bir şeyden daha pişman oldum. Annem hep derdi 'öğren' diye ama inatçı ben yapmadım.
Mutfakta her türlü eşya vardı ama uzun süredir kullanılmadığı belliydi. Mutfaktan salona açılan geniş bir pencere vardı. Mutfağa bar havası vermişti. Pencerenin altında da barmen sandalyeleri. Buzdolabına ilerledim. İçini açıp ne var diye baktım. Adam bu kadar zengin dolap bomboş. Numarasını da bırakmadı. Zaten bıraksa da nerden arayacaktım ki. Benim lanet eski sevgilim telefonumu kırmıştı bizi bulamasınlar diye. Dolabın soğukluğu beni üşütünce dolaptakileri mutfak masasına çıkardım. Biraz peynir, 3 tane yumurta, dolabın kapağında da makarna. Her gün ne yiyor acaba. Makarna ya su ısıttıkan sonra peyniri rendelemeye başladım. Asla temiz bir iş yapamam. Ortalık dağılmıştı ama fazla değil. Yumurtayı da koyunca bitti. Peynirli makarna hazır ama sadece bu yetmezki. Kalan yumurtalarla omlet yaptım. Çekmeceleri karıştıra karıştıra tabaklarıda bulunca sofrayı hazırladım. Şans eseri içecek dolabınıda buldum. Meyve suyundan çok bira vardı. İçmişliğim var ama sadece tadına bakmak amaçlı bir yudum. Masayı hazırlayınca kendimi kanepeye attım. Bugün çok fazla yorulmuştum. İş bulmak için bütün her yeri gezdim. Sonrada evi baştan aşşağıya temizledim. Tek bir oda hariç. Kahverengi kapılı oda. Acaba oda da ne var? İşkence aletleri olabilir yada sadece özel bir çalışma odası. Napayım her şeyden şüphe eder oldum.
Yorgunluğum bütün bedenimi sararken, göz kapaklarım bana isyan edercesine kapanmaya çalışıyordu. Tam pes edip uyuyacakken kapıya takılan anahtar sesiyle irkildim. Arkamı dönüp gelene baktım. Kendimde kalkma gücünü bulamıyordum. Rüzgar mıydı? Büyük ihtimal. Gücümü toparlayıp ayağa kalktı. Kapıdaki anahtarı çıkarıp cebine attı. Yorgun olduğu yürüyüşünden belliydi. Yorgun gözlerle bana baktı sonra da hazırladığım sofraya. Üzerindeki ceketi çıkarıp askıya astı. Konuşmadan masaya ilerledi bende aynısını yaptım. Sandalyelerden birini çekip oturdu. Birine hizmet etmek ağrıma gitsede dayanmalıydım. Masanın kenarındaki tencereyi eline alıp tabağına makarna koymaya başladı. Ona anlam veremeyen gözlerle bakınca aldırış etmeden yemeğine başladı. Benim ona hizmet etmem gerekiyordu. "Ben koyardım."
Yemekten kafasını kaldırıp bana baktı. "Sana sadece evi temizleyip yemek hazırlamanı söyledim. Bana hizmet etmeni değil!"
"Evini temizleyip, sana yemek hazırlamam bir nevi hizmet sayılır."
Yemeğini bırakıp bana döndü. "Bundan sonra bu evde benimle yaşayacaksın. Değil mi?"Evet anlamında kafamı salladım. Hala ayaktaydım ve onu izliyordum. " Bu evde yaşadığın için evi temizliyorsun ve yemeğide ikimize hazırlıyorsun. Ben seni hizmetçi olarak almadım."
Aklım karışırken gözlerine baktım. Buz mavisi gözleri soluk ve bitkin bakıyordu ama dıştan bakılınca dinç ve sağlıklı duruyordu. Aynı anda bir sürü şey hissediyordum. Şüphe, korku, mecburiyet ve duygusuz. İçinde bu kadar şey varken dışa vurmamak için kendimi zor tutuyordum. "Ozaman neden bana para vereceksin? Yada evinde kaldığım için sana kira ödemiyorum? Bu yaptığın mantıklı mı sence?"
Hiçbir duygu kırıntısı yoktu gözlerinde. "Sen de insansın ihtiyaçların olabilir. Sana para vermessem ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaksın?"
Tek kaşını kaldırıp bana baktı. Haklıydı ama güvenemiyordum işte. "Sana neden güveniyim?"
Umursamazca omuzlarını silkti. "Sana kalmış bir şey." birilerine muhtaç olmaktan nefret ediyorum. Masadan kalkıp merdivenlere ilerledi. Doğru düzgün yemek yememişti ki. Beğenmedi galiba. Masaya oturup tabağıma yaptığım makarnadan koydum. Özenle dizdiğim çatallardan bir tane aldım. Makarnadan bir kaç tanesi çatala gelince ağzına götürdüm. Tadının çok kötü olduğunu düşünüp vaz geçtim ve çatalı tekrar masaya bıraktım. O sırada merdivenden ayak sesi gelince dönüp baktım. Rüzgar elinde birkaç parça kıyafetle bana doğru geliyordu. Kendi yerine tekrar oturup elindekileri masaya bıraktı. "Bunlar senin. Yukarı çık güzel bir düş al ve bunları giy." ona dönüp şüpheyle baktı. Üzerimdeki kıyafetlere baktı. Bugün ki temizlikten sonra berbat haldelerdi. "Üzerindekiler kötü durumda. Bunlarda kız kardeşimindi. Evimde yaşayacaksan da temiz ve iyi giyimli olmalısın."
Resmen bana acıyordu. Bu beynime işlerken ister istemez öfkelendim. Evimde yaşıyorsan temiz olacaksın, evimde yaşıyorsan iyi giyineceksin, evimde yaşıyorsan yemek hazırlıycaksın. Hizmetçisi değilim de neyim? Masaya bıraktığı kıyafetleri ona tekrar uzattım. Bana bakınca korkmuştum. Öfkeli gözleri resmen ateş saçıyordu. Ne yaptım şimdi. Lütfen işten kovulmayım, lütfen! Buna ihtiyacım var. "Sana giymek istersen giy demedim. Ben istiyorsam giyeceksin." bakışlarındaki emir beni yapmaya sürüklese de bunu yapmayacaktım. Ben sadece emeğimin karşılığını alırım. Bana acıdığı için verdiği şeyleri değil!
"Ben bu kadarını kabul edemem. Evinizde kalmama izin verdiniz. Üstelik parada vereceksiniz. Daha fazla yük olmak istemem." bu derece altan aldığıma inanamıyorum. Babama karşı bile bu kadar nazik davranmadım. İnsan zora girince her şeyi yapabiliyor.
Rüzgar derin bir nefes aldı. "Bak Hayal bana hiç bir şekilde yük olamassın hem bunlar kardeşimin ve burada yaşayacaksan benim istediklerimi yapmak zorundasın."
Gözlerindeki mavilik koyulaşınca elindekileri alıp merdivenlere yöneldim. Tembel adımlarla merdivenleri adımlayıp banyoya ulaştım. Şükürler olsun ki kilit vardı. Kapıyı kilitleyip açılmayacağından emin oluncada küvveti suyla doldurdum. O sırada da üzerimdekileri çıkardım. Su ısıcak olmasına rağmen üşüyordum. Sabahtan beride büyük bir yorgunluk vardı üzerimde. Üstelik üşümeme rağmen terliyordum da. Umarım hastalanmam. Sudan çıkıp bugün özenle düzenlediğim dolapta ki pahalı şampuanlardan bir tanesini elime aldım. Suyu açıp yağmur misali üzerime akmasına izin verdim.
Ne yapacağım hakkında hiç bir fikrim yok. İlk günden böyle davranması beni korkutuyordu. Yada ben yanlış anlıyorumdur. Elime sıktığım şampuanı saçlarıma sürdüm. Masaj yaparak saçlarımı yıkadım.
Dolaptaki havlulara baktım. Temize benziyorlardı ama kullanmadım. Islak saçlarımı tepede toplayıp üzerimi giyindim. Altımda siyah dar pantolon ve üzerimdede bana tam olan beyaz bir t-shirt. Saçlarımın ıslak olmasına aldırmadan tokamı çıkardım. Banyonun kapısını açıp merdivenlere yöneldim. Aşşağıya indiğimde Rüzgar etrafta görünmüyordu. Yemek masası toplanmıştı. İşime geldi fazla yorgunum zaten. Tekrar merdivenleri çıktım. Gözüme kestirdiğim bir odaya girdim. Oda oldukça sadeydi. Toz pembe bir yatak, yanında çalışma masası ve elbise dolabı. Yatağa ilerleyip yorganın altına girdim. Ev sıcaktı ama ben titriyordum. Üstelik koşturmama rağmen terliyordum. Şimdi bittim ilk günden hastalandım. Zorla da olsa titremeyi kesip uyumaya çalıştım. Beynim ve gözlerim sabahtan beri bunu bekliyordu.
Uyandığımda yataktaydım ama gece yattığım yatakta değil. Kendi odamdaydım. Bir zamanlar babamın bana hakaret edip etrafı dağıttığı odamdaydım. Etrafı göz gezdirdiğimde oldukça karanlık ve penceresizdi. Kapıya yönelip açtım. Odam direk salona açılıyordu. Salondaki eşyalarda aynıydı ama burada da pencere yoktu. Çıkış kapısına yöneldim. Kapıyı açmaya çalıştım ama kilitliydi. Buraya mı sıkıştım şimdi ama ben karanlıktan korkarım ve annem bunu çok iyi biliyordu. Her gece kontrol edip gece lambasını yakardı. Büyüdükçe korkumu yendim ama şimdi neden bu kadar korkuyorum ki? "Anne!" bir ümit evdedir diye bağırdım. Ses gelmedi. Tekrar bağırdım. Yukarıdan parke gıcırtısı gelince olduğum yerde kitlendim. Belki duymamıştır sesimi. Merdivenleri çıkmaya başladım. "Anne evde misiniz? Bu bir şakaysa lütfen kesin artık." Merdivenler bittiğinde koridorun uzunluğu dikkatimi çekti. Koridor boyunca onlarca kapı vardı. Ama bu kadar kapı eskiden yoktu. Merak edip ilk kapıyı açtım. Okul sınıfım. Bu imkânsız kafayı yedim galiba. İçeride eski sınıf arkadaşlarım ve en arka sıradaki ben. Kızın biri saçını çekip kaçtı. Yani çocuk Hayal'in. Ayağıyla kalktı. Kıza doğru gidecekken saçını çeken kızın sıra arkadaşı ona çelme takıp düşürdü. B-bu benim ilk kavgam ve babamın bana tokat atıp küçük düşürdüğü gün. Sonra o çelme takan kızı yere yatırı üstüne çıktı. Ağlamasına aldırmadan üst üste suratına vurdu. Etraftaki kızlar çığlık atarken erkekler kahkahalarla onlara bakıyordu. Büyük birinin kollarından tutmasıyla arkasını döndü. İşte babam. Gene büyük bir iş adamı gibi giyinmiş. Gözlerindeki öfkeyi hatırlıyorum.
Kapıyı hemen kapattım. Daha fazlasına dayanamam. Gözlerimin yanmaya başlamasından ağlayacağımı biliyordum. Ama hayır! Ağlamayacağım. O adam buna değmez.
Ne düşüneceğimi bilmiyorum. Hata mı yaptım? İyi mi yaptım bilmiyorum. Koridorda ilerlemeye başladım. Anılar aklımda canlanıp beni ağlamaya sürüklerken ne anıları def edebiliyordum ne de göz yaşlarımı. Bir kapının önünden geçerken ses geldiğini fak ettim. Kapıya yönelip yavaşça araladım. Kapı gıcırtılı bir şekilde açılınca yüzümü buruşturdum. İçeriye baktığımda oranın eski sevgilimin ve beni bu hale getiren Göktuğ'un odası olduğunu fark ettim. Bana sürekli bağırıp emirler verdiği ve her gece sarhoş bir şekilde gelip benden yapmak istemediğim şeyler zorladığı oda. Kapının hızla açılmasıyla Göktuğ'un beni yani Hayal'i odaya itişini gördüm. Kolundan tutup beni yatağa attı. "Hayal benimsin anladın mı?" kafasını çevirip içki kokan ağzından uzaklaştı. "Benim evimde kalmana ve benim sevgilim olmana rağmen bir kez bile öpmedim seni. İnatçılık etme. Gidecek bir yerin yok benimle olmaya mecbursun."
Onu üzerinden itti. Sarhoş olduğu için kendini toparlaması zor olmuştu. "Benim seninle sevgili olmamın sebebi babamdı. Evet doğru seni sevmiş olabilirim. Ama benim sevdiğim Göktuğ ben izin vermeden elimi bile tutmazdı. Babamın ortağının çocuğu olduğun için bunu istedi seni gerçekten sevdiğimden değil!" öfkeyle kıza baktı.
"İster sev ister sevme sen benimsin Hayal." bu cümle kafamda yankılanırken yere çöktüm. Bütün sesler kafama dolmuştu. Babamın hakaretleri, Göktuğ'un tehditleri ve annemin beni evden ayrılmamam için söylediği sözler. Seslere dayanamayıp kulaklarımı kapadım. Ama hiç bir işe yaramadı. Çünkü sesler beynimin içindeydi. Ruhum bunu kaldıramayınca ses tellerim koparcasına bağırdım. "Hayır!"
Omuzlarım da hissettiğim elle birlikte beynimdeki sesler azalırken, o hissettiğim el acaba benim kurtuluşum mu? Yoksa daha da batışım mı?