SORU

1255 Words
Kendi yaktığım ateşin içerisinde yanıyorum. Neden kazandıklarım dururken kaybettiklerimle yaşayayım ki? Ölümün en kolay kurtuluş olduğunu biliyorum, savaşı kaybettiğimi de biliyorum. Ama gene de umudumu kaybetmedim. Zihnim yavaş yavaş kendine gelmeye başladığında, ne olduğunu idrak edemesem de alnımda hissettiğim soğukla irkildim. Gözlerim inatla açılmayı reddederken güçlükle gözlerimi araladım. Sesleri ve görüntüleri tam seçemiyordum. Aldığım koku sanki güvendesin dercesine beynime işliyordu. Gözlerimi tekrar kapadım. Hiçbir şey göremesem de sesleri duymaya başlamıştım. "Abi saçmalama öyle bir şey yapamazsın." "Arya uzatma. Başım babam yüzünden yeterince belada aranan bir kızla daha da belaya sokamam." Duyduklarımı idrak edemeden başka bir ses daha eklendi. "Rüzgar Bey. İlaçlar etkisini gösterir. Ateşi daha düşmedi. Yazdığım ilaçları içerse düzelebilir." Bir süre sonra kapı çarpma sesiyle yattığım yatağın köşesine inen ağırlığı hissettim. Gözlerimi açmak istesemde reddedercesine kapalı kaldı. Omzumda bir ağırlık hissedince beynime savaş açarcasına kalkmaya çalıştım. Omzumdaki el hoşnutsuz olduğumu anlayınca elini kaldırdı. Yataktaki ağırlıkta kalkınca döşemelere çarpan topuklu ayakkabı sesinden sonra kapı kapandı. Odadaki sesler ve beni huzurlandıran koku gidince üzerimdeki güçte gitmişti. Kendimi serbest bırakıp beynime savaş açmayı bıraktım. >< Üzerimdeki yorgunluk kalkınca gözlerimi araladım. Etraf zifiri karanlıktır sanki. Belki de kalbimin siyahı odayı karartmıştı. Perdenin arasından sızan cılız güneş ışığı vardı sadece. Ne olmuştu? Nasıl buraya geldim? Hiçbir şey hatırlayamıyordum. Yerimden doğrulmaya çalıştığımda omzuma giren ağrıyla kendimi tekrar yatağa attım. Kendimi hiç bu kadar güçsüz hissetmemiştim. Her şey karma karışık. Sanki koskocaman bir boşluktaydım. Kendimi bıraksam hiç bitmeyecekmiş gibi. Boşlukta sonsuza kadar düşecekmişim gibi hissediyordum. Canım yanıyordu. Tam kalbimin üzerinde duran ağırlık gün geçtikçe daha da büyüyordu. Ağırlıktan çok canımı yakıyordu. Boğazımdaki yumru nefesimi kesiyordu. Güçlü kalbim yorulmuştu artık. Aşkı, güveni, inancımı yitirmiştim. Kazanmak istediğim tek şey kaybettiklerim. Kapının açılma sesiyle doğrulmaya çalıştım. Gelen Arya 'dı. Gülümseyerek yanıma geldi. Gözlerine baktığımda buğulanmış ve kırgınlık vardı. " İyi oldun mu Hayal? Ağrın felan var mı?" Gülümsemeye çalıştım. Artık ne kadar olduysa. "Evet. İyiyim de sen değil gibisin. Bir sorun mu var?" Yanıma gelip yatağa oturdu. "İyiyim neyim olsun ki?" "İlk günden çocuk gibi hasta oldum." gülümsememi genişletip ona baktım. Ama bana bakmıyor masanın üzerindeki ilaçlara bakıyordu. Yatakta doğrulup bacaklarımı bağdaş kurup oturdum. En son duyduğum sesler aklıma gelince sormadan edemedim. "İşten kovuldum değil mi?" Kafasını ilaçlardan kaldırıp bana baktı. Meraklı ve ürkeklik gözlerinden okunuyordu. "Abimi ikna etmek zor oldu ama başardım." zafer edasıyla gözlerime baktı. Bir şey varmışta söyleyemiyormuş gibi gözlerini kaçırdı. "Bir şey mi var Arya?" Arafta gibiydi. Sormakla soramamak arasında. "Ş-şey... Sana bir şey sora-" "Arya!" sesindeki otorite beni bile korkuturken Arya gözlerini abisinden kaçırıp bana baktı. "B-ben gitsem iyi olacak. Eve geç kalacağım." cevabımı beklemeden masanın üzerindeki çantasını alıp kapıya yöneldi. Bana bir şey soracaktı. Tabi Rüzgar sözünü kesmeseydi. "Bir şey mi var? Neden Arya'yı susuturdun?" Yanlış bir şey yapmışım gibi bakıyordu. Acaba öğrendiler mi? Tabi ya gazetedeki haber. Arandığıma dair. "Soru sorma demiştim!" "Kovuldum mu? Buna cevap verir misiniz Rüzgar Bey?" 'Bey' kelimesini bastırarak söyleyince kaşlarını çattı. "Hayır henüz kovulmadın. Ve şu 'Bey' kelimesinden nefret ederim." son cümleyi tiksinircesine söylüyordu. Gözlerine baktığımda bomboştu ne bir öfke nede nefret. Sanki bir insana değil duvara bakıyordu. Aslında haklı insanlarla arama duvar ördüm. Ne onlar benim içimi görüyor ne de ben onları görüyorum. Kafamı sallamakla yetindim. Gözlerine baktığımda oda bana bakıyordu. Gözlerinin derinliklerine baktığımda biraz da olsa şüphe kırıntıları vardı. Elbise dolabına yaslanmış kollarınıda bağlamıştı. "Saat kaç? Ne zamandır uyuyorum ben?" Bana aptalmışım gibi bakıyordu. "Saat 12 ve dün sabahtan beri uyuyorsun." Doğrulup yatağın yanındaki ayakkabılarımı giydim. Ayağa kalkıp iki adım attığımda sanki bacaklarımda hiç güç kalmamıştı. Yer ayaklarımın altından kayarken tutunacak bir şey bulamamıştım. Beynim benim isteğim dışında hareket ediyordu. Elim bir şeye değdiğinde refleks olarak hemen tutundum. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Kendimi düşmeye hazırladığımda belimde hissettiğim şey düşmemi engellemişti. Suratımda hissettiğim sıcak nefes beni ürpertirken hala gözlerim kapalıydı. Belki de karşılaşacağım şeyden korktuğum için açamıyorumdur. Sonra o huzur verici koku geldi. Hiç olmadığı kadar yoğun. Kendime gelince gözlerimi araladım. Masmavi gözler ve pürüzsüz bir yüz. Kaşları çatık ve durumdan hoşnutsuz bir şekilde bakıyordu. Her şeyi idrak ettiğimde yakasında duran ellerimi serbest bıraktım. Belimdeki elinden kurtulunca geriye adım attım. Kalbim hala hızlı atıyordu. Kulaklarımı uğuldatacak kadar hızlıydı. Yüzüne bile bakmadan kapıya yöneldim kapıyı aralayıp dışarıya çıkacakken kolumdan tuttu. Kolumu kavrayan eli etimle bütünlenircesine sıkıydı. Canımı yakıyordu ama ona muhtaç olduğum gerçeği kadar yakamaz. Kafamı çevirip baktım. Vücudum hala kapıya dönüktü. "Bir kez daha düşersen tutmam. Kahvaltı yapmadım. İşe gideceğim. Acele edersen sevinirim." Kafamı sallayıp önüme döndüm. Hala kolumu bırakmamıştı. "Ve ilaçlarını da iç. Başıma bela açma sonra." uyarı dolu sesinden sonra kolumdaki eli gevşedi. Kolumu ondan kurtarınca merdivenleri inip mutfağa yöneldim. Kahve makinasını çalıştırdıktan sonra dolaptan kahvaltı için malzemeleri çıkardım. Birkaç tane yumurta alıp haşlanması için suya koldum. Su yavaş yavaş kaynarken masayı hazırlamaya başladım. Kendimi biraz daha iyi hissediyordum. Dinlenmek iyi gelmişti. Kahveyi fincanlara döktükten sonra haşlanmış yumurtaları soyup doğradım. Birkaç yeşillikle süsledikten sonra masaya bıraktım o sırada Rüzgar merdivenlerden aşşağıya indi. Masaya baktıktan sonra bir sandalyeyi çekip oturdu. Aç gibiydi. Ekmekleri unutmuştum. Mutfağa tekrar dönüp sepeti getirdim. Masanın tam olduğundan emin olunca Rüzgar'ın karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum. O beklemeden yemeye başlamıştı. Dünden beri yemek yemesemde aç değildim. Elime kahve fincanını alıp bir yudum aldım. Sıcak kahve benim ısınmama yetmişti. Rüzgar'a baktığımda kahvaltısına devam ediyordu. Fincanı masaya bırakıp dağınık saçımdan bir tutam alıp oynamaya başladım. Oldukça yıpranmışlardı. Aralardaki sarı renk kaybolmaya başlamıştı. Kafamı kaldırıp Rüzgar'a baktığımda onunda bana baktığını fark ettim. Kahvaltısını bitirmiş bana bakıyordu. Gözlerinde hiçbir duygu yoktu her zamanki gibi. Ona aldırış etmeden kahvemi elime alıp içmeye başladım. Bir süre sonra ayağa kalktı. Lacivert gömlek giymişti. Kasları oldukça belliydi. Benden uzundu ama çok değil. Altında da siyah pantalon. Askılıktan ceketini aldıktan sonra hiçbir şey demeden çıkıp gitti. Kahvemi bitirdikten sonra, sofrayı toplayıp mutfaktaki işlerimi de hallettikten sonra yukarıya çıktım. Ev temizdi. Biraz toz alsam yeter. Banyodan temizlik bezlerini alıp işe koyuldum. Evde çok eşya olmadığından çabuk bitmişti. Merdivenleri çıkıp üst kattaki odaları gezdim. Bir oda hariç. Kahverengi kapılı oda. İsminin böyle olmasının sebebi bütün odaların kapılarının beyaz olmasıydı. O odayı es geçip koridorun sonundaki odaya girdim. Çok dağınık değildi. Sadece masanın üzeri dosyalarla doluydu. Odada geniş bir yatak, elbise dolabı, çalışma masası ve resimlerle dolu bir duvar. İlgimi en çok çeken şey yatağın üstündeki duvarda duran portre. Portrede simsiyah bir yer ve küçücük noktadan çıkan beyaz ışıklar. Yakından bakınca onun bir çizim olduğunu anladım. Sanki usta bir ressamın elinden çıkmış gibi. Dosyaları düzenlemek için masaya ilerledim. Bir sürü evrak ve kâğıtlar vardı. En köşede duran kâğıt ilgimi çekti. Üzerinde yüklü bir miktardaki borçtan bahsediyordu. Borç Volkan Özgün adına ama ödeyen kişi Rüzgar Özgün olarak görünüyor. Kâğıdı elime alıp dikkatlice inceledim. Rüzgar babasının borcunu ödüyormuş ve babası iki yıl önce terk etmiş. Şaşkın şaşkın kağıda bakıyordum. Daha fazla karıştırısam başım belaya girecek kâğıdı aldığım yere bırakırken başka bir kâğıt gördüm. Aslında gazete manşeti ve benim arandığıma dair olan haber. Kâğıdın altında da benim hakkımda bilgiler vardı. Nerden bulmuştu bunları? Ne kadarda aptalım! Araştırması gayet normal evinde yaşıyorum sonuçta. Kâğıtları aynı yerlerine bırakıp odadan çıktım. Merdivenleri tembel adımlarla indikten sonra kendimi kanepeye bıraktım. Elime kumandayı alıp televizyonu açtım. Kanalları gezemeye başladım ama bana göre hiçbir şey yoktu. Birkaç kanal geçtikten sonra müzik kanalları gelmişti. Sevdiğim şarkılardan biri çalınca kumandayı yanıma bırakıp kendimi şarkıya verdim. Demi Lovato'nun bu şarkısı sanki benim için yazılmış. Yanıp sönen ışıklar tehlike çanlarını çalıyor. Beni kurtaracak birisi var Ama bu da artık işe yaramaz. Sen en büyük hatanı yaptın. Ve ben bir şans bile sunmayacağım. Beni kurtaracak biri yok Bu hasret döngüsü bitti sevgilim. Beni kim kurtarabilir ki bu çukurdan? Her şey için çok geç artık. Düştüğüm çukurun dibinde ışık yok ki kurtulmayı düşüneyim. Kalbimdeki ışıkta söndü ve son göreceğim ışıkta ölümümdeki kurtuluşum olan beyaz ışık.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD