Final

1292 Words
Uçağın penceresinden bulutlara baktım. Eve dönüyordum. Eve... Sadece düşüncemde bile ev demek çok garip geliyordu. Ev, acı veren bir kelimeydi artık. Paul görmediğim bir koltukta otururken arkamı döndüm ama onu göremedim, pes edip gözlerimi kapattım. Hindistan'a geldiğimizde Paul beni yolun yarısında indirdi. Veda etmedik, bir daha hiç görüşmeyecek olmamıza, bunun tam anlamıyla bir veda olmasına rağmen. Arabadan indim ve ona son kez baktım. Her şeye rağmen beni annemle buluşturduğu için ona minnettardım. Bakışlarımla ona bunu hissettirdim, kısaca gülümsedi ve başını salladı. Beni daha fazla görmek istemiyordu. Tam ineceğim vakit "Annenin arabası burada." dedi ve başıyla arkayı işaret etti. Şaşkınlıkla önce ona sonra işaret ettiği yere baktım. Beyaz renk, lüks görünen bir araçtı. Soru sormadım, derin bir nefes aldım ve "Teşekkürler." dedim. Nereden bildiğini bile sormayacaktım. Benden önce notu bulup okumuştu. Annemin orada olduğundan emin olmuş ve sonra bana söylemişti. Araçtan indim. Arkamı döndüm ve çok iyi bildiğim yolda yürüdüm. Araç uzaklaşırken, annemin bıraktığı arabaya dokundum. Elime elektrik çarpmış gibi bir akım dolduğunda istemsizce geri çekildim ama hemen tekrar elimi arabaya dokundurdum. Üzerinde dolaştırırken hiçbir şey düşünmüyordum. Bakışımı ileride ki evimize götürdüğümde çekildim ve elimi pantolonumun cebine attım. Burada güneş bile farklı ısıtıyordu. Orada hiçbir gün sıcak hissetmemiştim, her gün bir buzulun içindeymişim gibi donuyordum ve şimdi ilk kez aylar sonra ısındığımı hissediyordum. Bir ağacın yanında durdum, başımı kaldırdım ve güneşin tüm çıplak tenimi yakmasına izin verdim. Güneşin bedenime değdiği her saniye içim değişik ve hoş bir hisle doluyordu. Tekrar gözlerimi araladım ve ellerimi sıcak kollarıma dolayarak evime doğru koştum. Artık orası benim için ev olmaktan çok uzaktı. Annem yokken her şey çok eksik ve soğuktu. O eve, her bir parçasında annemin olduğu o evde nasıl yaşardım? Her saniye onun olmadığını kendime hatırlatmak bana acı vermekten bir şey yapmazdı. İşte... Küçük, bakımsız ama benim için dünyanın en korunaklı olan o evi. Her şeyden çok, hiçbir şey değişmemiş demek isterdim ama değişmişti. Bahçede ki çiçekler solmuş, salıncak bağladığımız ağacın yaprakları dökülmüş, evin dış cephesi tümüyle bozulmuştu. Gözlerim dolarken bahçede adımladım, gözümün önünde kardeşlerim, ben, annem ve babam dönüyordu. Ailem. Tam olan ailem. Küçüktük, hepimiz bahçede oturmuş ve gelecek hakkında sohbetler ediyorduk. Hiç ayrılmayacakmış gibi çok mutluyduk. Saatler sonra... Cesaretimi toplayıp kapıyı çaldığımdan beri saatler geçti. Şimdi koltukta bir yabancıymış gibi oturuyorum, babamın bakışları birer diken gibi beni incitiyor ama biliyorum bana kızgınlığı bir sabun baloncuğu gibi rüzgarı bekliyor sönmek için. Kız kardeşlerim beni ilk gördüklerinde şaşkınlıktan donup kaldılar ama hemen ardından bana kocaman sarıldılar. Onları ne kadar özlediğimi o an daha iyi anladım. Babam benimle yalnız konuşmak için dışarı çıktı, Ahana ve Nila tek kelime etmiyorlardı. Kendilerini buldukları garip durumu anlamıyor ve sessizlikleri ile kendi düşünceleri arasında kaybolmaya başlıyorlardı. Her ikisisin minik kollarını yavaşça ittim ve ayağa kalktım. Anında ikiside ayaklandı "Nereye?". Korku dolu gözlerinde "Gidecek misim?" yazıyordu. Önlerinde eğildim ve her ikisine sarıldım "Babamızla konuşmam lazım. Geleceğim. Söz." diyerek zorda olsa geri çekildim ve bahçeye çıktım. Ellerini arkada kavuşturmuş bir halde dikiliyordu. Her şeyden daha fazla ona sarılmak istiyordum. Beni gördüğünde yüzüme baktı ve "Anlat." dedi. Soğuk sesi beni korkuttu, babamla aram asla kötü olmamış ve bana hiç bu denli soğuk davranmamıştı. Fakat haklıydı, sandalyeye oturdum ve derin bir nefes alarak, aklımda tutabildiğim her detayı anlattım ve zincirin en güçlü halkası, annem... Ondan bahsetmeye başladığımda gözleri anında doldu, ellerini sıkıca birbirine sardı, kendini ağlamamak için sıkıyordu. "Onu gördün mü?" sorusu ile gözlerim dolarken güldüm ve devam ettim. Bana kalkıp vurmasını ya da hakaretler etmesini beklerken o beni şaşırtarak ayağa kalktı ve bana sarıldı. Anında güvenli kollarına sığınırken, ikimizin gözyaşları bir sel oluşturacak kadar güçlüydü. "Gitti baba..." derken babam "Asıl şimdi bizimle." dedi. Kalbim acıyordu, hemde çok. Zorla geri çekildim ve ıslanan yanaklarında parmağımı gezdirdim "Nasıl yaşayacağız baba?" "Ben ölmedim Avana... Ben ölmedim, annen sonsuza kadar gitti fakat ben varım, onun ruhu bizimle olacak ve... Her insan gibi devam edeceğiz." devam etmek? Onsuz, bize yapılmış büyük bir haksızlık gibi geliyordu hala ama biliyordum yapılması gereken buydu. Başımı salladım ve kendimi saklamak için tekrar babama sığındım. Çok zor olacak, eksik olmak, aramızda yeni var olan mesafeler, onları aşmak, artık her şey zor. Annemin bize bıraktığı arabayı aldım ve evimizde bizden kalan eşyaları topladım. Kutuyu kollarımda benden bir parçaymış gibi sıkı sıkı tutuyordum. Kardeşlerim tek kelime etmiyorlardı, babam neler olduğunu onlara anlatmamıştı. Gittiğimiz yerde onlarla da yeniden başlamak zorundaydım. Uzun zaman geçmişti, bir anda ortadan kaybolmuştum. Kim bilir benim hakkımda ne düşünüyorlardı? Ama biz kardeştik, ne kadar uzak olursak olalım bir mıknatıs gibi tekrar birbirimize çekilecektik, bunu bilmenin rahatlığı ile koltuğa oturdum. Direksiyonu tutan ellerimde göz gezdirdim, annem de dokunmuş mudur? Babam yanıma geçmedi, arka koltuğa oturdu. Ona kaçamak bir bakış attım "Nereye gittiğimizi sormayacak mısın baba?" dedim. Babam kardeşlerimi iki koluyla sarmış, pencereden gözüken evimize bakıyordu. "Sormayacağım." arkaya yaslandım, aracı çalıştırdım "İyi." 'Çünkü bende bilmiyorum, baba... Bende bilmiyorum.' yolunu kaybetmiş bir denizci gibi, hayat yolculuğunda ilerleyecektik. Çünkü hayat durmazdı, beklemezdi, dinlenmene izin vermezdi, sürekli akan bir dere gibi, içinde boğulsan dahi şiddetini azaltmazdı ve bende yaşamayı öğrenecektim. Aracın güçlü sesi kulaklarımı doldururken, evimiz uzakta ki bir yıldız gibi gittikçe uzaklaştı, ve geriye sadece bir güneş gibi bizi ısıtan anıların ışığı kaldı. 3 ay sonra... Adını bile bilmediğimiz kadar uzakta bir yere geldik demeyi ne çok isterdim fakat işler her daim öyle gitmezdi. Hindistan'dan çıkamamıştık. Köyümüze uzak, Hindistan'ın zengin sayılabilecek bir bölgesine gidebilmiştik. Elbette doğduğum topraklardan kaçmak benim içinde kolay değildi ama yapmak zorundaydım, istesem bile yapamamıştım. Tek katlı şirin bir evimiz vardı, kardeşlerim hala sessizlerdi, bu sessizlikleri beni korkutuyordu. Onlarla konuşmuş durumu açıklamaya çalışmıştım. Gerçeği saklamak isterken onlara anlatacak pek bir şey kalmamıştı. Fakat son günlerde daha fazla diyalog kuruyorlardı, geçen gün benden masal istemişti. Babam hala aynıydı, ama gerçekten aynı mıydı? Benim tanıdığım adamdan öyle uzak, öyle ulaşılmazdı ki... Sanki annemle birlikte babamda gitmişti. Bizi bir arada tutacağını söylemişti ama yalnızlığı ile baş başa kalıyor ve sadece benimle değil kardeşlerimle de ilgilenmiyordu. Gündüz ortadan kayboluyor, gece olduğunda dönüyordu. Zamana bırakmak gerekti belki de. Yaptığım hareket basit değildi, ben arkamda duygusuz robotlar değil, insanlar bırakmıştım. Babamın tek değişmeyen yönü geceleri hala annemin resmine bakıyor olması. Tek fark artık ağlamıyor. Çünkü nerede olduğunu biliyoruz. Resme saatlerce bakıyor ve bize anlatmadığı anılar anlatıyor ona. Paul... Onu düşünmüyorum bile. Bu hikayede o var mı? Bana asla beklemediğim anda ettiği yardım unutması imkansız olan bir hareket. Bazen saçma bir şekilde onunla ilgili hayaller kurarken buluyorum kendimi. Çoğunlukla bir sahilde el ele yürüyoruz. Belki de yalnızlığın yaptığı budur. Hiç olmayacak insanla, olmayacak hayaller peşinde koşmak. Saniyelik olarak kayboluyorum dünyadan, sonra birden sıçrayarak kalkıyorum. Kendime sinirleniyorum, ama sonra geçiyor. Sonuç olarak birer hayal. İnsanın elinde olmadan kurduğu gerçek olmayan dünya değil mi? Yine de kalbimin bir köşesinde kendimden dahi sakladığım bir gerçek var. Ya Paul son anlarda hatırladığım adam olarak kalsaydı. Onu öyle düşünmemeye çalışıyorum. Onu gerçek haliyle hatırlamaya çalışıyorum ama umut aşkın en yalan halini anlatıyor sana, sende inanıyorsun. Geriye bakıyorum ve dilediğim tek şey, her şeyin farklı olması değil onun farklı olması. Keşke iyi bir ruha sahip olsaydı, babası gibi kötü bir ruh yerine iyiliği görüp onu benimseyebilseydi. Belki o zaman yanımda oda olurdu- yine saçmalıyorum. Ama düşüncelerim beni dinlemiyor. Ve ben her ne kadar eksik olsam da tamamlanmış hissederdim. En önemlisi, işe başladım. Kabul etmek güç olsa da bende değiştim. Orada karşılaştığım nefret beni öz güvensiz kıldı, şimdi her bir bakış arkasında nefret gizleyen gözler sanki. Kimseyle konuşamıyorum, sanki siyahi tenim daha önce görmediğim detayları bana hatırlatıyor her defasında. Nefreti. Nefret insanlığımı almış gibi. Konuşamıyorum, arkadaşlık kuramıyorum, normal biri olmaktan çok uzağım. Bir robot gibi. Burası diğer bölgelerden daha farklı, beyaz tenli insanlar çoğunlukta. Kendimi daha küçük hissediyorum. Bazen değişim iyiye değil kötüye olur. Bizde öyle olduk. Biz birlikte iyileşmedik belki ama tekrar yaralandığımız yerden birlikte iyileşeceğiz. Aile dedikleri budur. Son Bir veda daha. Sizce nasıl bitti? Benim için tam olması gerektiği gibi bitti. Uzun bir hikaye olmadığı için tam yerinde bitti. Yeni kurgularda görüşmek üzere. Öpüyorum! ??
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD