PUSU
Soğuk. Keskin dağ havası ciğerlerini yırtar gibi yakıyordu.
Lice dağlarının yamaçlarında, gece görüş gözlüklerinin yeşil tonları altında ilerliyorlardı.
16 kişilik tim, tek sıra halinde, telsizlerden gelen fısıltılarla koordineli. Çam dalları çıtırdıyor, nefesler buhar olup kayboluyordu. Teğmen Yarkın saatine baktı.
Saat 06:47
Güneşin doğmasına 37 dakika.
Öncü timden Erdem’in sesi kulaklıktan geldi:
“Bölge temiz görünüyor… Devam.”
On dakika sonra sağ kanattan bir çatırdama.
Ve ardından sağdan gelen ilk mermi sesi.
Vadi bir anda ateşle doldu. Serkan göğsünden vuruldu. Erdem onu çekmeye çalışırken ikinci kurşun ensesini parçaladı. Kan ve et parçaları bir kısmı Yarkın’ın sağ omzuna, yüzüne sıçramıştı.
Yarkın refleksle yere kapandı, MPT-76’sını omzuna yasladı. O an arazide hiçbir duygusallığa yer yoktu. Duygusallık=kayıp. Bu motto iliklerine işlemişti artık.
Gözlüğün yeşil ekranında iki siluet gördü. Tetiğe asıldı: İlk hedef yere kapaklandı, ikincisinin omuz kısmı patladı.
Sol kanatta Cahit ateş açıyordu ama el bombası patlayınca üç beden aynı anda parçalandı. Murat, Levent, Onur. Yarkın dişlerini sıktı.
“Cahit! Arkaya çekil!” diye bağırırken şarjörünü değiştirdi.
Mermiler taşlara çarpıp kıvılcımlar çıkarıyordu.
Yarkın dizini yere bastı, nişan aldı: Çalılıktan çıkan bir düşmanı alnından vurdu. İkincisi panikleyip ateş ederken Yarkın kısa seriyle onu da yere serdi.
Patlama… EYP.
Cemil bacaklarını kaybetmişti, Baran’ın parçaları kayalara saçılmıştı. Kulakları uğulduyordu, ama parmakları hâlâ tetikteydi.
Telsizden Alper’in sesi çığlık gibi yükseldi:
“Komutanım! Sağdan sarıyorlar!”
Yarkın bağırdı:
“Alper! Sağ sektörü al! Ateş serbest!”
Kendi ise sola döndü. Çalılıklardan yaklaşan üç kişiyi fark etti.
Birini seriye alıp yere yatırdı. İkincisi kaçmaya çalışırken omzuna saplanan kurşunla yere düştü. Üçüncüsü ateş açtı; Yarkın yuvarlanarak kaya dibine geçti, el bombası piminin halkasını çekip kısa bir savuruşla ileri fırlattı. Patlamayla düşman bağıra bağıra devrildi.
Duman ve barut kokusu burnunu yakıyordu.
“Toparlanın! Burada kalırsak hepimiz ölürüz!” diye emir verdi.
Halil ve Yusuf yanına koşmaya çalışırken kurşunlarla yere düştüler. Yarkın, öfkeyle karşılık verdi. Şarjörünü boşaltıp geri çekilen iki düşmanı daha indirdi.
Artık sadece dört kişi kalmıştı: Yarkın, Alper, Fikret ve Sami.
Fikret yaralıydı, Sami onu çekmeye çalışıyordu. Yarkın onları korumak için mevzi aldı, ateş yağdırdı. Bir düşman daha dizlerinden vurulup yere kapaklandı.
İkinci patlama geldiğinde Sami ve Fikret gözden kayboldu.
Yarkın’ın yüreği sızladı ama tetiği bırakmadı. Öfkeyle bağırdı:
“Gelin ulan! Hepinizi geberteceğim!”
Sonra Alper’in sesi duyuldu.
“Komutanım! Eğil!”
Alper önüne atıldı, gelen kurşun sırt çantasına saplandı.
Yarkın bu kez arkadaşının hayat borcunu hissetti. Yanında sadece o kalmıştı.
Son bir patlama, üzerlerine düşen kaya parçaları, kulakları delen uğultu…
Bilincini kaybetmeden önce gördüğü son şey, Alper’in dere yatağından hâlâ onu sürüklemeye çalışmasıydı.
Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu. Helikopterde gözlerini açtığında, elinde hâlâ silahını sımsıkı tuttuğunu fark etti. Parmakları titriyor ama bırakmıyordu. Üzerine eğilmiş bağıran sıhhiyeyi anlamaya çalışıyordu. ‘Teğmen! Geçti, bitti artık güvendesiniz! Silahınızı bırakın lütfen!’ Gözlerinde kan vardı, dudaklarından tek kelime döküldü:
“Neredesiniz?”
Ama cevap gelmedi. Sadece uğultu ve pervane sesi.
16 kişiden geriye sadece ikisi kalmıştı.