Yoğun bakım odasının loş ışığında cihazların kesintisiz “bip” sesi yankılanıyordu. Yarkın’ın yüzü solgun, dudakları neredeyse beyazdı. Solunum cihazına bağlı, göğsü ritmik ama zorla inip kalkıyordu. Dilay, başucunda dikilmiş, gözlerini monitörden ayırmadan onun damar yolundan verilen ilaçların akışını kontrol ediyordu. Saçlarını arkaya sıkıca toplamıştı, ama şakaklarından ince ter damlaları süzülüyordu. Hemşire, sessizce yanına yanaştı. — “Hayati değerler stabil ama çok riskli. Pıhtı akciğere sıçramış.” Dilay’ın sesi kararlıydı ama içinde fırtınalar kopuyordu: — “O pıhtıyı eritmezsek… Zamanımız dar.” Elini, bilinçsizce Yarkın’ın eline götürdü. Eldivensizdi bu kez. Parmakları onun soğuk tenine değdiği an, içinden geçen o ani elektriklenme, boğazına kadar bir sızı gibi yükseldi. Ama he

