1.BÖLÜM

1509 Words
Prens eve bıraktığında üstümden bir yük kalkıp hafiflediğimi hissediyordum. Prens gitmişti! Rahatlamıştım. Artık inandığım hayallerimin gerçek olma ihtimali yoktu. Bu bana tuhaf bir huzur veriyordu. içimin ferahladığını hissediyordum nefes alabildiğimi hissediyordum. Duyularımın daha keskin daha derin bir algıda. Eskiden bir prens gelecek ve atına binip gidecek ve sonsuza kadar mutlu yaşayacaktım hayali ile yaşıyordum. Prens gelmişti ve bütün bunların hayallerimin gerçek olma ihtimali kalbimi görünmez bir el tarafından sıkıp ruhumu daraltmıştı. Mutlu olacağım gerçeğinden çok sonsuz bir mutluluğa doğru itildiğimi hissediyordum. Şimdi bunların olmayacak olması içimi ferahlatıyordu. Gerçekleri daha rahat görüyordum artık. Hayallerimin tutsağı olmuştum. Beni bir kafesin içine tutsak eden hayaller. Değil mi? bir çoğumuz gibi binlercemiz gibi kendimizi sadece bir hayale koşullandırıp onun gerçekleşmesi ile mutlu olacağımız yalanına inandırma. Şimdi rahatça görebiliyordum. Bu kocaman bir yalandı. Takıntılı fikirlerime koşullanmış. Kendimi bu döngüde dolandırıp durmuştum. Yanı başımda ki gerçekler sis ve puslu perdenin arkasından aydınlığa kavuşuyordu artık. Adımlarım bahçenin taş yolunda ilerlerken temiz havayı teneffüs eden ciğerlerim ferahlıyordu. Fırtınayı atlatıp kıyıya ulaşan bir okyanus dalgasının yorgunluğu, dinginlik ve ağırlıkla sahile vuruşu vardı ruhumda. Yorgundum, şaşkındım ve inandığım her şey, hayallerimin birer birer yıkılıp yok oluşu o fırtına da kaybolup gitmişti. Her şey allak bullak, alt üst, darmadağın, karma karışık bir hal almıştı. Ne düşündüğümü ne hissettiğimi gerçekten bilmiyordum. Sudan çıkmış bir balık şapşallığı vardı üzerimde. Çünkü adım attığım bu dünya bana o kadar uzaktı ki. Yeni bir evrimleşme, eğitim, gerçeklik, hayatın sillesi, acı, imkansızlıklar, olmayacak düşler, hayal kırıklıkları vardı. Çokça yabancı fazlaca gerçek. Yaşayanlar her gün bunlarla yaşayanlar gerçek hayat diye tanımlıyorlardı bunu... İçimden kendi kendime fısıldadım... Gerçek hayata hoş geldin Yağmur... Eve girmek istemedim. Yabancısı olduğum bu dünyayı kafamda tanımam kendimi anlamam ve bununla başa çıkmanın yollarını keşfetmem gerekiyordu. Taşlı yolun bahçeye giden ayrımına döndüm. Havuzun ışığı ile aydınlanan bahçe ve baş ucunda Salıncağın üzerinde gördüğüm Fiko üzerinde ki örtüye sarılıp uyuyordu. Salıncağa oturunca hafif sallantı oluştu ve Fiko şaşkın şaşkın gözlerini açıp. Nerde olduğuna anlamaya çalıştı. Kocaman esneyip yerinde gerindi ve gözerini ovuştururken doğruldu. Çöken omuzlarıma bakıp, "Yemek kötü geçmiş anlaşılan." Dedi. Ona bakmadan önümüzde ki havuzdan yayılan ışıklardan ayırmadan mırıldandım. "Kalbim bozuldu." Dedim. Yanaklarımı sıkıntı ile şişirip yavaşça üfledim. "Nasıl bozuldu." Dedi Fiko. Sesinde ki şaşkınlığı hissediyordum. Omuzlarımı silktim. "Hani prens hayatıma girecek bir birimize ilk görüşte aşık olup sonsuza kadar mutlu yaşayacaktık. Masallar da ki gibi." Dedim. Düşünceli bir sesle. Çünkü hiç de öyle olmamıştı. "Prens geldi sana da dut gibi aşık. " Omuzlarımı silktim. "Ama ben ona aşık değilim Fiko." "Niye? Yarım akıllı mısın?" "Bilmiyorum sorunda tam olarak bu. Prens çok yakışıklı çok tatlı çok karizmatik, çok havalı bla bla bla işte. ama sorun onda değil bende." Fiko omzumu tutup kendine döndürdü, "Kız ne oldu sana?" dedi. Yüzünde kocaman bir endişe vardı. "Yanlış kişiye aşık oldum galiba." Dedim. Sonra düzeltme ihtiyacı ile mırıldandım. "Galibası fazla. Dümdüz, hurra, umursamazca, izinsizce, olmaması gereken, imkansıza hatta asla aklıma gelmeyen birine." Dedim. "Aaaaa kim ki?" dedi. Gözlerini kısmış cevabıma odaklanmıştı. "Toprak." Dedim. Tepkisini bekliyordum ama hiçbir şey demedi öylece dondu kaldı. Gözünü bile kırpmadı. Sadece göz bebeklerindeki kıpırtılar vardı duygu değişimi. Sonra dudağını büktü, "İyi olmuş hayırlı uğurlu olsun." Dedi. Verdiği tepki gerçekten beklemiyordum. Ona bir tane çimcik attım. Acı ile sıçradı. "Toprak diyorum. Toprak." Acı ile konuştu, "Ne var kız bunda bende neden hala aşık olmadı diyordum." Dedi. "sen benim aşık olacağımı biliyor muydun?" dedim. Gerçekten sinirleniyordum. Beni bunun için uyarmalıydı. "Niye uyarmadın?" "Sanki söylesem kabul edeceksin. Üstüne çocuğa işkence dozunu arttırırdın." Düşündüm, doğru haklıydı. Kabul etmezdim üstelik Toprak'ı da üzerdim. Şimdi onun üzülecek olması kalbimi kırardı. Beni de üzerdi. "Ne yapacağım ben şimdi." dedim. "Hiçbir şey git yat zıbar." Dedi. "Ne galesiz, rahat oldun başıma, sanki ben uyku uyuya biliyorum." Sevinçle ellerini çırptı. "Kız uykusuz mu kalıyorsun, sen gerçekten aşıksın." "Şu kelimeyi söyleyip durma Fiko! Hem..." "Hem ne?" "Hem o Melek'i seviyor." Dedim. Elini boş ver anlamında salladı yerinden kalkarken. "Hiçbir şey göründüğü gibi değildir." Dedi. Sonra da elini ağzına götürüp esnedi. "Hadi rahat rahat yat. Prensten de kurtulduk. Oh olsun." Dedi. "Ben bununla nasıl başa çıkacağım" dedim ama duymadı. Mırıldana mırıldana da uyumaya giti. "Bakımlarımı yapıp yatacağım hadi oyalama beni. " dedi. **** Toprak yine koşuyordu koşuyordu ve sonunda asla ama asla unutmayı başaramıyordu. Canı çıkmak üzereydi artık koşmaktan durdu ve soluklanmaya çalıştı. gözlerini kapatıp o karanlık iç dünyası ile bir kez daha kavgaya tutuştu... Aklı hala Yağmur'da idi ve artık sadece aklının değil kalbinin de onda olduğuna emindi. Prensin bir hafta önce ülkesine döndüğüne biliyordu. Ne okula dönmeye ne Yağmur'la görüşmemişti. Görüşmeye de hiç hazır değildi. O cadı bütün düzenini tepe taklak etmişti. Burak'ın karşısına çıkmaya yüzü hiç yoktu. Kendi kendine küfür etti. Başka kız yok muydu sanki sevecek. Ulan böyle aşk mı olurdu. Hani prensler prensesler arasında olurdu. Neden Türk filmine bağlamışlardı ki olayı. Göğsüne dokunan parmakları hissedince kalbi tekrar deli gibi atmaya başladı. Yağmur diye fısıldadı beyni. Hızlıca aralandı göz kapakları ama umduğu kişiyi bulamadı karşısında. "Günaydın." Dedi Melek. "Günaydın." Diye cevapladı Toprak. Melek parmaklarının altında atan kalbi hissediyordu hafifleyen ritmi de. o yüzden gülümseyip, elinde ki simidi uzattı. "Kahvaltı." Toprak uzanıp simidi aldı ve Melek'in başı ile işaret ettiği salıncaklara baktı. Birer tane termos ve su vardı. Bir de poşette peynir falan eskiden sık sık burada kahvaltı ederlerdi birlikte büyüdükleri parkta. Oyun oynayıp, koştukları kavga ettikleri, düşüp dizlerini yaraladıkları. ağladıkları ama her zaman çokça güldükleri. "Neyin var?" diye sordu Melek. Toprak yarım ağız güldü, "Hiç." Dedi. Melek simidinden bir parça koparıp, "Hadi ama bir haftadır okula gitmiyorsun. Sabahları deli gibi koşuyorsun." "Boşver." Dedi Toprak. Melek ciddi bir ifade ile bakıp, "Yağmur mu?" dedi. Aslında cevap zaten ortadaydı ama Toprak dökülsün içindekileri anlatsın istiyordu. "Baş belası." Dedi Toprak. "Küçük cadı." Melek bu ithaflara gülmeden edemedi. "O kadar vahim diyorsun." Toprak onun gülmesine sinir oldu. ne halt edeceğini bilmiyordu. O kız her bir hücresine bir virüs gibi yayılıp her hücresini ele geçirmişti. Melek'e o yüzden tısladı. "Gülme!" Melek gülmemek için yanaklarının içini ısırdı. "Kıskandım, beni böyle sevmedin." Deyip omuz silkti. Toprak Melek'e ciddi olup olmadığını anlamak için baktı ama takıldığını görünce rahatladı. Bir de Melek'in hala ona karşı bir şeyler hissediyor olması her şeyi daha çok karıştırırdı. "Ben de bunu anlamıyorum. Neden İnsanlar aşık olması gereken kişiye aşık olmazlar ki. Yani sen ve ben herkes ailelerimiz bile yakıştırırken, seni sevmek varken nasıl oluyor da gidip hiç alakasız hiç sevmeyeceğini düşündüğün birine duygu besliyorsun." Melek düşünürken dudağını buruşturdu. Yani baya sağlam bir soruydu. Aklına bir şey gelmedi. Verecek bir cevabı yoktu. Kalbin b*k yemesiydi işte... "Akıllıca bir şey yap ona sevdiğini söyle." Dedi. Toprak yarım ağız gülerken kafasını salladı ve salıncakta bir ileri bir geri sallandı. "sevdiğini söylemek akıllıca bir eylem mi?" dedi. Kaşlarının kaldırdı. "Söyleme o zaman. Kaptır kızı." Dedi. Toprak yağmur'u kaptırma ihtimali ile cellallendi, "Kimse alamaz." Dedi. Melek bir tur sallanıp, "Bende onu diyorum. Kaptırma işte. git söyle." Dedi göz kırpmayı da ihmal etmedi. "Küçük oyuncu, Yağmur'u ne zamandır böyle sever oldun." Dedi ima dolu. Zamanında az başının etini yememişti bu konuda. "Onun da seni sevdiğini anladığımdan beri." Dedi Melek. Toprak'ın salıncağı zank diye durdurulup Melek'e sertçe döndü. Bu konunun şakası yoktu. Melek'inde şaka yapar bir hali. Melek devam etti, "Prenses, Prensini bulmuş. Yoksa hiçbir kız Gerçek bir prens dururken. üstelik prens olağan üstü bir yakışıklılığa sahipken ve etrafında dolanırken ona kayıtsız kalmaz. Kalıyorsa, Kayıtsız kalamadığı başka biri vardır." Dedi. Toprak'ın donup kalan yüzüne bakıp. "Şaşkın aşık. Hadi beni salla." Dedi. Toprak, "Bu olabilir mi?" dedi. Yani yağmur'un onu seviyor olması. Kızın her şeyini biliyordu nasıl bir erkek profili çizdiğini. Adada saydığı özellikleri kendisi ile bağlanışı olmayan özellikle. "Bana güven dostum. Bir kadın karşısında kinin hal ve hareketlerinden, konuşmadan da ne düşündüğünü ne hissettiğini anlar." toprak şaşkınlıkla ayağa kalkıp, Melek'in yanaklarını sıktı. "Gel kız buraya." Melek onun bu çocukluğuna kah kaha atarken. "Beni salla." Diye ısrar etti. İkisi mutlu mutlu eğlenirken onların bu halini uzaktan gören biri vardı. Yağmur! **** Verandadaydım, Dedemin küçük bahçeli köy evinde. Küçükken buraya çok sık gelir ailece doyasıya vakit geçirirdik. Bu veranda da yenilen yemeklerin tadını hiç unutmam. O yemeklerin lezzetini de. Huzur burası derdi dedem. Gülleri ile tek tek ilgilenir. Bilmişliklerimi öve öve şımartırdı beni. Huzuru bulmaya gelmiştim buraya. Toprak ve Melek'i o evde gördüğüm anda ki hissettiklerim. en başından beri bildiğim, içten içe kıskandığım ve hiçbir zaman ulaşamayacağım bir gerçeklikle yüzleşmiştim. Toprak o kızı seviyordu. Bunu kabul etmiştim artık. Aşkta en zoru da kalbe hükümsüzlükmüş. Seversin sevdiğinin kalbine söz geçmez, vazgeçmek istersin kendi kalbine. Hükümsüz sınırsız imkansız.. Oysa ben sadece aşık olmak ve mutlu olmak istemiştim. Bir masal yaşamak. Çıkmaz sokağa düşmek değil. Şimdi ben onu düşünürken onun başkasında can bulması. Çaresizliği lügatıma imkansız bir aşk olarak geçti. Aşk, artık Aristo'nun üzerine yorum yapamadığı, platonun reddettiği bir duyguydu. İçimde kopan hiçbir çığlık dışa vurmamıştı o anda. Gerçekten kimse kalbine hükmedemiyormuş. Düşünsenize bir atmak vücuduna can vermek, bir sevip ruhuna hayat verip insanı hayatta tutmakken ve bunun için özgür bir seçim hakkı varken gidip en imkansızı seçiyor. Sonra da kan dağıtıp yaşa diyor. Seni acıyla ayakta tutuyor. Acaba, atmak için acıdan mı besleniyor. Bu yüzden mi, üzen, kıran, acıtan bir kalbi seçiyordu kendine? Bu yüzden mi çekilen her acı, güçlü bir karakter oluşturuyordu? Bu yüzden mi acı ile yoğurulmuş insanlar daha güçlü oluyordu? *********
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD