3. ACI YÜZLEŞME

2545 Words
Ne de çok yara alıyormuş insan en sevdiklerinden ve ne çok anlaşılmak isteniyormuş "Canım" dedikleri tarafından. Monica da hem yara alan hem de anlaşılmak istenen bir genç kızdı. Ailesinin her zaman mükemmel ve kusursuz olduğunu düşündüğü dönemlerde üzerlerine çöken kara bulutlarla fark etti. Kimse kusursuz değildi. Canından öte gördüğü anne babası bile. Emily ve Samuel atlattıkları onca badireden sonra iş ev ve çocukların derdine düşmüş zamanla aşkları sönmese bile aile olmanın ağırlığı ile adil olma peşine düşmüşlerdi. Çocukları arasında her daim dengeleri korumaya çalışıyor, onlara doğru yol konusunda bir kutup yıldızı misali yol gösterici rolü üstleniyorlardı. Ta ki kızları Erica on sekizinci yaş gününde bir pisliğin tacizine uğrayana kadar. Monica babası onu evlerine gelme konusunda ikna edince durumu April' a haber verip geç geleceğini söyledi. Genç kız ise onun sesindeki dalgalanmadan zor bir gece olacağına kanaat getirince babasını aradı ve haber verdi. Kızın içinde ne varsa dökmesini "Amca ve teyze" dediği kadın ve adamın farkında olmadan yaptıkları hatanın sonucunun farkına varmasını istiyordu. Babası kendi aracına geçerken genç kız işe geldiği spor arabasına atladığı gibi trafikte yılan gibi kıvrılarak yol alıp daha önce eve varabilmişti. Büyük bahçeye girip garaja sokmadan köşeye park ettiği araçtan inince derin bir nefes aldı. Gözleri bahçedeki duvar dininde olan ağaca takılınca gülümsedi. Nathan ile onun ağacıydı. Her zaman kalabalıktan kaçmak için onun dibine otururlardı. Genç adam hiç bıkmadan usanmadan küçük Monica'nın sorularını yanıtlar ona yeni hikâyeler anlatır bazen de sadece dizlerine yatıp ağlamasına izin verirdi. Dallarına yaptığı tekerlek salıncağı ile nasıl da mutlu etmişti onu. Gözlerinin önünde canlanan çocukluğu genç kızlık dönemine geçiş yaptığında biraz daha hüzne büründü gözleri. Hep dikkate alınmayı isteyen ama şen şakrak hali ile bazen kötü konuları bile dalgaya alabileceği için çocuk gibi görünen biri haline dönüşmüştü. Duygusal ama pek belli etmekten kaçınan yapısı vardı. Mavi irislerinde canını acıtan küçük bir sahne canlandı. Kalbi kanadı kırık kuş misali çırpınırken evden çıkan on altı yaşındaki Monica yanından geçip ağaca doğru koştu. Gözlerinden süzülen yaşlar şimdi bile canını yakmaya yetiyordu. Gidip önce sağa sola adımladı. Sonra da dişleri arasından hırlar gibi sesler çıkarıp birkaç kez ağacın gövdesine tekme attı ama sonra ağlaması daha da şiddetlenince tekme attığı gövdeye sarılıp gözlerini kapadı. Derken bahçeye giren diğer araç ile gözlerinin önündeki ağlayan görüntüsü kayboldu ve içindeki burukluk ile derince soludu. Artık büyüktü. Yakında yirmi beş olacaktı. İnadı hırsı ona sağlam durmayı, kırık kalbi kendini tamir edebilmeyi öğretmişti. Babası yanına gelince zoraki bir gülümseme oturttu yüzüne ve eve doğru ilerlediler. Samuel kızının kızarmaya başlayan mavilerini görüyor kendi de hüzünlense de artık konuşup halletmek istiyordu. Arkadaşları Alberto da geleceğini haber verdiğinde en azından bazı şeyleri uzman gözü ile görüp çözüme de kolayca ulaşabileceklerini umuyordu. Kapıyı açan hizmetli "Hoş geldiniz efendim" dediğinde başları ile selam verip salona geçtiler. Emily onları fark etmemiş kendini verdiği kitabın satırları arasına sığınmıştı. Yıllardır yaptığı gibi. Usulca karısının yanına yaklaşıp başına bir öpücük bırakan adam "Hayatım" dedi ve geri çekildi. Satırların arasından çıkan kadın şaşkınca başını kaldırıp kocasına "Ah ne zaman geldim canım? Ben dalmışım fark etmedim" deyip gülümsediğinde Samuel arkasına baktı. "Monica ile geldik hayatım. Ailecek yemek yeriz dedim. İkizler şehir dışında ama küçük kızım buradayken neden uzak kalalım ki" Kadın gözlerini kızına diktiğinde sabahki konuşma kulaklarında çınlamaya başladı. Tek kaşı kalkan anne "Bu sabah ki konuşmadan sonra bir süre uğramaz diye düşünmüştüm ben" dediğinde gözlerini kapatıp açan genç kız "Eğer istemiyorsan gidebilirim anne" diye karşılık verdi. "Gideceksen neden geldin Monica" "Babam ısrar etti. Sorun neyse çözmeliyiz artık diye de geldim. Ama görüyorum ki Bayan Baker benim varlığımdan rahatsız" "Annenle düzgün konuş Monica Baker" "Anne, bana kızım demek bile sana artık bu kadar mı zor geliyor. Tanrım yıllardır içine düştüğün durumdan birazcık olsun sıyrılma olmadı mı?" "Sakın Monica, sakın bana hasta muamelesi yapma" "Anne hasta değilsin, öyle de davranmıyorum ama yıllar geçti. Ablam bile atlattı hayatına bakıyor. Daha beter bir durum olmadığı için tanrıya şükredip neden normale dönmeyi denemiyorsun" "Peki, sen neden şımarık ve kıskanç halinden birazcık olsun kurtulup bizim halimizi anlamıyorsun" "Ben mi şımarığım anne, ben mi kıskancım" "Elbette. En küçüksün ve hep ilgi üzerinde olsun istedin. Sevdiğin hiçbir şeyi paylaşamıyorsun. Buna sevgi ve ilgi de dahil. Ablanın zor günlerinde bile hem ön plana çıkma derdindeydin" Onlar tartışmaya daha ilk anda başladığında Samuel kızı ve karısı arasında kalmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Kızı haklıydı ama karısı da iyi değildi. Lanet olay ailesini dağıtmak için bir lanet gibi üzerlerine çökmüştü. Sinirden elleri titreyen anne kız karşı karşıya kaldıklarında kapının çalışını ve Alberto ile karısı Annabel' in salona girişini fark edememişlerdi. Sonunda dayanamayan Samuel "Yeter artık. Anne kız tartışmadan düzgünce konuşup birbirinizi anlamaya çalışmak yerine neden kavga ediyorsunuz ki" diye sesini yükselttiğinde Emily titreyen ellerini ovuşturup "Kızımıza sormak lazım" diyerek koltuğa oturdu. Genç kız annesine inanamayan gözlerle bakarken "Ben gitsem iyi olacak. Görüyorum ki annemin huzuru benim yüzümden kaçıyor" deyip salondan çıkmak istemişti ki bu defa Alberto psikolog kimliğine bürünüp kıza engel oldu. Yarım saatin sonunda biraz olsun sakinleşen ortam da gerginlik kendini belli ederken aile terapisi gibi düşündü Alberto. Artık konuşulmalı ve her şey bir şekilde açığa kavuşmalıydı. Önce Emily'e bakıp "Emi, ilaçlarını alıyorsun değil mi?" diye sordu. Kadın başını olumlu yönde salladığında devam etti. "Peki, terapilere gidiyor musun?" "Hayır gitmiyorum" "Neden?" "Çünkü daha iyiyim. Sinirlendirilmediğim ve üzülmediğim sürece sorun yok" "Emily, sorun olduğunu kabul ediyorsun ama bunun kökten çözümü yerine tozları halı altına süpürmek daha kolayına geliyor" "Alberto tanrı aşkına yapma. İyiyim. Sadece" "Evet Emily, sadece?" "Biliyorsun işte asi ve hala ergen tavırları sergileyen bir kızım var ve inan yoruyor beni" Monica gözlerini devirip sert bir soluk bıraktığında sessiz kalmayı seçti. Kime ne anlatacaktı ki? Annesi, onu dünyaya getiren belki de bu dünya da onu en iyi almayabilecek olan kişi anlamamak için diretiyor araya istemsiz örülen duvarları kalınlaştırıyordu. Acı çektiğini üzüldüğünü onu ne kadar sevdiğini göremiyordu. O günlere bir kez daha lanet etti. O pisliği elleri ile öldürmeyi bile diledi. Babası annesinin sözleri üzerine "Hayatım" diye uyarı niteliğinde seslenince aniden sinirlenen kadın "Ne oldu Samuel? Küçük kızın doğruları duyunca kırılıyor mu?" diye çıkıştığında bu defa şaşırma ve üzülme sırası Samuel' değdi. Uzun bir sessizlik oluştuğunda kırıcı olduğunu yeni yeni idrak eden Emily dolu dolu olan yeşillerle kocasından özür dileyip sarılırken onlara kızıla bürünen mavileri ile bakan genç kız acı dolu tebessümü bırakı verdi dudaklarının kıvrımlarına. Gözleri salondaki büyük masada duran eski ama hala gösterişinden bir şey kaybetmeyen vazoya kilitlediğinde geçmişin kapalı defterleri tozlu raflardan çıktı bir bir. Kimseye bakmadan o günleri bir kez daha yaşar gibi döküldü tüm kırgınlığı ve içine yara olan her şey. "On altıncı yaş günümdü. Parti hediye hiçbir şey talep etmedim. Çünkü ablamın korku dolu kâbuslardan uyanırken ki atığı çığlıklar hala yan odam da yankılanıyordu. Şen şakrak olabilirdim, belki de olayları bir şekilde basitleştirme yapıyordum baş etmek için ama asla onun olayında bunu yapmamıştım. Anlayabiliyordum. En kötü en çirkin olayın yaşanması ne kadar zorsa ona destek olup yanındayım abla demek o kadar kolay geliyordu bana. Her düştüğümde buradayım diyen kıza bu defa ben buradayım abla ve hep yanındayım demek istiyordum. İlk zamanlar doktorlar, sinir krizleri, içe kapanmalar derken uzak durmamı istemenizi anlamaya çalıştım. Bir de ben size bağ olmak istemediğim için sessizce olanları izlemeye başladım. Çektiğiniz tüm acıya dışardan şahit oldum. Annemden sonra gelen ikinci kadının sessizliğe bürünmesini, uykusuz gecelerini, korkularını izledim bir yabancı gibi. Sonra birkaç kez kâbus gördüğü anlarda yanına ilk ben koştum. Onun bana yaptığı gibi bende sarıldım ve saçlarını okşadım. Sakinleşti de. İşte o zaman dedim ki ben de faydalı olabiliyorum. Onun için bir şeyler yapıp iyi olması için çabalaya bilirim. Ama ne oldu biliyor musun anne? Sen geldin benim kollarıma sığınan ablamı kendine çekip sarıldın ve "Sen odana git Monica, ablanı üzecek bir şeyler söyleye bilirsin" dedin. Tüm toplanan gücüm o an tuzla buz oldu. Sabaha kadar düşündüm yatağımda acaba annem haklı mı diye. Seni baba mı anlamaya çalıştım. Terapide olduğunuz gün Bianca ile ablamın en sevdiği pastayı yaptık. Dedim ki onu yerse biraz olsun yüzü güler belki de bana eskisi gibi gülümser. O toparlanırsa iyi hissederse bilmediğim bir girdaba sürüklenen ailem de iyi hisseder eskisi gibi oluruz. Çünkü fark ediyordum sendeki değişikliği. Aşırı sinirini ve tahammül seviyenin en az noktaya indiğini. Eve geldiniz. İçim kıpır kıpırdı. Şimdi bile hatırlıyorum o heyecanımı. Ben de bir şey yaptım. İyi bir şey hem de heyecanıydı o. Ablam hemen odasına gidince mumlarla süslediğim pastayı elime alıp tek tek dikkatle çıktım basamakları. Kalbim kafesten kurtulan kuş gibi. Odanın önüne gelince sehpaya bırakıp cebimdeki çakmakla yaktım ve kapıyı aralayıp içeriye pasta ile girdim. Siz daha yoktunuz, yani odaya gelmemiştiniz. Ablam kızarık gözleri ile bir bana bir pastaya bakıp "Bugün senin doğum günündü değil mi?" dediğinde başımı hevesle sallayıp "Olsun abla. Ben seninle mum üfleyip en sevdiğin pastayı yemek istiyorum. Büyük bir parti istemiyorum. Sen gül yeter bana. Hediye de istemem ki çünkü sen iyi olursan bana en büyük hediye olur" dedim. O gün o an ablamın gözlerindeki şefkat ve sevgi bana seni hatırlattı anne. Senin bize çocukluğumuzdan beri hep baktığın gibiydi. Ama sonra bir şey oldu. Ablam gözlerinden süzülen yaşlarla hıçkırarak ağlamaya başladığında odaya sen girdin. Önce ablama sonra bana ve elimdeki pastaya baktın. Bir hışım aldın elimden daha itiraz etmemize fırsat tanımdan. Odadan çıktığında peşinden koştum. Çünkü şaşkındım. Ablamı üzdüm mü ya da seni bu denli nasıl kızdırdım fark edemiyordum. Merdivenleri indin mutfağa girdin ve pastayı sönmüş mumları ile çöpe attın. Boğazıma koca bir yumru düğümlendi sanki. Dönüp yüzüme karşı bağırdın. Bana bağırmazdın sen. Küçüğüm diye severdin ama o an sanki ben değil de seni deliye çeviren biri vardı karşında. "Tanrım, Monica sen nasıl böyle düşüncesiz ve şımarık bir çocuk oldun? Ablanın burnunun dibine doğrum günü pastası sokup ağlatmakta ne. Nasıl böyle bencilce davranırsın?" Kulaklarıma inanamadım sözleri işittiğimde. Bir kez daha haykırdın üstelik dur durak bilmeden. "Bencilsin Monica, şımarık ve kıskançsın. Tüm ilgi ablan da diye deliye dönüyorsun. Üstelik yaşadığı olayın büyüklüğünün farkında değilsin. Seni böylesine yanlış nasıl yetiştirdim ben" Tek amacım ablamı mutlu etmekti. Şımarık ya da kıskanç değildim. Aklıma bile gelmemişti yüzüme haykırdığın şeyler. Bir hışım yanımda geçip gittiğinde ağacımın atına zor attım kendimi biliyor musun? Nefes alamadığımı hissettim. Ayaklarımı yere vura vura ben kıskanmıyorum, bencil değilim demek istedim saatlerce. Ama sadece bana destek olan Nat' in dizlerine başımı koyup ağlamayla yetindim. İçime attım o zamanlar. Çünkü biliyordum ki sizde iyi değildiniz. Çok yıpranmış çok fazla sorun yaşamıştınız. Yara aldım ama görmezden geldim. Yara açan annemdi. Bana can olan nefes olan annem. Geçer dedim. Geçer ve annem gün geldiğinde yine eskisi gibi olur. Biz eskisi gibi oluruz. Ama o yaşta giden eski güzel günlerin asla geri gelmeyeceğini bilemiyor insan. O günden sonra biraz çektim kendimi geri. Derslerime odaklanıp kafamı meşgul etmek istedim. Daha az konuştum daha az güldüm. Hep düşündüm çünkü. Birkaç kez Alberto amca bana sabırlı olmamı ve size karşı anlayışlı olmamı rica ettiğinde daha dikkatli olmaya çalıştım. Ablam git gide daha da dibe batmaya başladığında çizim odasından kalemler kâğıtlar götürdüm. Biliyorum ki çizmek biraz olsun ona iyi gelecek. Hep iyi geldi. Karşısına oturup "Çiz abla, hatta karala. Ama yeter ki öylece durma" dedim. Bana nasıl kitap okumak iyi geliyorsa ona da çizmek iyi gelecekti. Öyle inandırdım kendimi. Bu defa da karşıma babam çıktı. Benim ablamı neşelendirmek için anlattığım okul anımı yarıda kesip odadan çıkardı. Aslında her ablama ulaşma hamlemi geri çevirdiler. Onlara göre hep ilgi bekledim. Hep kıskanıp şımarıklık yaptım. Ama aslında sadece ben de varım demek istedim. Yardım edebilirim ve benim de faydam olabilir. Sadece buydu tüm amacım. En son araya duvarlar ördüğüm an ablamı kendine getirmek için yarasına basarak yaptığım konuşmadan sonra oldu. Birinin yapması gereken şeyi ben üstlendim. Ona Erica Baker olduğunu, güçlü ve iradesi sağlam olduğunu göstermek istedim. Daha beterini yaşamaktansa ucuz atlattığını biraz olsun bunun için tanrıya şükredip yoluna bakmasını en azından buna çaba sarf etmesini haykırdım. Onu üzdüm mü? Üzdüm. Bunu yaparken benim canım da çok yandı mı? Yandı. Sizin yapamadığınız şeyi başarıp ablamın ayağa kalkmasına yardım ettim mi? ettim. Ne oldu peki? Ben hayatımda ilk kez o gün o an annemden tokat yedim. Tek bir tokat. Bu annemle aramızda kaldı hep. Nedenini bildiğim için. Onun da sorunları vardı. Üçümüzün derdi sıkıntısı uğraşı yormuştu onu. O benim annem dedim sesimi kesip kıçımın üzerine oturdum. Ablam ayağa kalktı ben kendi içimde çöktüm. Yine de ciddiye alınmadım. Şirkette çalışmak istiyorum dediğimde de, evden ayrılmak kararımı dile getirdiğimde de verdiğiniz cevap sadece gülmek oldu. Koca koca kahkahalar atmak. Şımarık, bencil ve kıskanç olmadığımı, sizin düşündüğünüzün aksine elimden nelerin gelebileceğini görmenizi istedim. Dün de bu gün de yarın da beni anlamanızı istedim istiyorum isteyeceğim. Belki bunlar size göre küçük önemsiz ya da dikkate alınmayacak kadar değersiz ama benim içime her defasında derin bir çizik atıp yaralayan şeyler. Üstelik bunlar en büyükleri. Yani belli başlı olaylar. Şimdi söyle anne ben yine bencil ve şımarık bir kızım değil mi? ya da ergence tavırlarım var. "Ergen" cümlesine olan tiksintimi bile bile sabah bana telefonda bu ithamı yaparken yine beni kırdığını fark edemedin. Bense seni üzmemek için telefonu kapadım. Çünkü hala sen benim annemsin ve canımdan öte seni seviyorum. Ama çok yaramız var be anne. Sarılsam canım yanıyor, gitsem ruhum acıyor. Peki ya sen baba? Bana güvendiğini dile getirdiğin her an arkamdan benimle ilgili bilgi almak kendinle çelişme değil mi? belki de güvensiz olduğunun kanıtı. Ben sizin küçüğünüzken nasıl oldu da bir anda her konudan dışlandım. Böylesine bir tepkiye maruz kaldım hala düşünüyorum. Sahi neden?" Öyle uzun konuşmuştu ki, içindeki can kırıkları anlatırken dilini damağını öyle kesmişti ki kan kaybediyordu. Salondaki oluşan sessizliği bu defa anne babasının hatta Annabel teyzesinin hıçkırıkları bölüyordu. Alberto karı kocaya bakıp kafasını olumsuz yönde sallarken ayaklandı Monica. Yanaklarında derin izler bırakan yaşları silme zahmetine girmeden çantasını alıp hepsine arkasını döndü. Boğazı düğüm düğümken "Eğer benim de sizi kıracak üzecek bir hatam olduysa özür dilerim. Ama şimdi gitsem daha iyi olacak. Hepinize iyi akşamlar" diyebildi. Omuzları dikleşti. Başı kendinden emin bir halde havaya kalktı. "Gitme" diyenlere inat çıktı evden. Ruhu derin bir acı çukuruna düşmüş, karanlığa gömülmüş gibiydi. Arabasına atlayıp sert bir kalkışla bahçenin büyük su fıskiyeli göbeğinden dönüp yola çıktığında nefesi genzinde azap verir gibi düğümleniyor onu sanki ölüme sürüklüyordu. Keskin bir virajı dönüp biraz daha gaza asıldığında başlayan sağanak yağmur görüşünü azaltıyor, gözlerindeki yaşlar yerine yenisini getirerek camına vuran yağmur ile eş değer hızda akıyordu. **** Sabaha karşı hala gelmeyen kız ile telaşlanan April evin içinde bir sağa bir sola gidiyor geliyor ama içindeki sıkıntı da kafasındaki kötü düşüncelerde kaybolmuyordu. Babasından olanları dinlediğinde aslında tahmininden daha yaralı olduğunu öğrenmişti ve biraz dolanıp gelir ümidi ile beklemeye koyulmuştu. Ama yoktu işte. Arıyor telefonu telesekretere düşüyordu. Zaten bir süre sonra o da kapanmış artık hiç ulaşamıyordu. Samuel ve Emily'e haber vermek istemiyordu nerede ne halde olduğunu öğrenmeden. Daha fazla duramadı yerinde ve bu defa uykusundan edeceğini bildiği halde Nathan'ı aradı. Çalan telefon kapanmaya yakın açıldı ve genç adam "Hı" diye cevap verdi. Tüm gece çalışmıştı ve yorgundu. Derince soluyan April "Nathan, Monica yok" dediğinde gözleri kapalı olan adamın irisleri kocaman açıldı. Yerinden doğrulup boğuk sesi ile "Ne demek yok?" diye sordu. Genç kız akşam ile ilgili mini bir özet geçip "Oradan çıktıktan sonra eve gelmedi. Bekledim ama yok. Çok endişeleniyorum Nathan." Dedi. Genç adam ayaklanırken "Ailesine haber verdin mi?" diye sordu. "Hayır, senden başka kimseyi daha aramadım" Genç kız ve adam konuşurken bir polis aracı Baker'ların bahçesine giriş yaptı. Güneş doğmaya başlıyordu ama siyah yağmur bulutları ışıklarına engeldi. Polis memurları kapıya kadar gelip birkaç kez zile bastığında uyku tutmayan Samuel çalışma odasından kaşları çatık ve telaşla kapıya ilerledi. Delikten bakıp kapıyı açtığında gördüğü polisler ile korku bedenini sararken genç memur söze girdi. "Monica Baker' ı tanıyor musunuz?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD