Yağmur

1531 Words
Değer vermek ve verilmek. Hayatımda bir çok insana değer vermiş olsamda, kendimi bu kadar değerli hissetmemiştim. Ben sadece Nehir'dim işte. Fakat şimdi ise sadece Nehir miydim bilmiyorum. Toprak bana gülümseyerek bakıp başını gitara çevirdi. Yine sahildeydik. Bu sahil bize, tramvaydan sonra çok eşlik etmişti. En çokta Toprak gerçekleri açıklarken, ağlarken deniz karşımızdaydı ve oturuyorduk. Şimdi olduğu gibi... Tek bir fark. Şuan hiç olmadığımız kadar mutluyduk. Gözlerim denize takılmışken, Toprak'ın sesini duymamla başımı ona çevirdim. "Her veda edişimde düşünürüm, Seni bir daha görememek var Keşke kimsesiz kalsak her yerde biz olsak..." Belki de ayrılırken sımsıkı sarılması bundandı. Toprak'tan ayrı kalma düşüncesi bile mahvediyordu. Ayrıca söylediği şarkı o kadar güzel ve o kadar özeldi ki. "Yine seni düşünürken yağmur çiseledi." Gerçekten yağmur çiselemeye başlayınca kıkırdadım. Ellerimi iki yana açarak gökyüzüne baktım. Yağmuru sevmeyen ben, şimdi yağmura kucak açıyordum "Küçük civicim güzel kızım dünyam benim Bunun adı aşksa eğer bu aşk yalnızca sana değer. Bu adam yalnızca sana boyun eğer." Islanan saçlarımı hırkanın şapkasına sakladım ve Toprak'ın yanına oturdum. Tam karşımdayken kokusunu bu kadar anımsayamıyordum. Şarkıyı bitirdiğinde saçıma bir öpücük kondurdu. "Bu adam yalnızca sana boyun eğer." Gülerek dediği şeyle hafifçe göğsüne vurdum. Tek ben değildim, annesine ve Su'na da hiç düşünmeden boyun eğeceğini biliyordum. Çünkü Toprak buydu. Sevdikleri için her şeyi yapardı. "Seni çok seviyorum küçük civciv." demesiyle kıkırdadım ve başımı göğsüne yasladım. Hiç bıkmadığım tek yerdi. "Bende seni çok seviyorum Toprak. Tahmin edemeyeceğin kadar çok aşığım sana." İtiraflar bu kadar kolaydı işte. Kimisi bir özür dilemeyi beceremezken biz birbirimizi sevmeyi bilmiştik. Sevmeyi dile getirebilmeyi, birbirimize hayal kırıklığından çok hayat olmayı bilmiştik. Kafamki şapkayı çıkardığımda Toprak engelledi. "Havada biraz meltem var. Üşütme." Uykum geldiği için göğsüne iyice kurulurken ağzıma hakim olamayarak bir cümle kurdum. Bundan sonra çok utanacağımı biliyordum ama birdenbire ağzımdan çıkmıştı işte. Nehir'dim ben. Ne beklerdiniz ki? "Meltem kim?" ? Şuan kesinlikle saçmalamıştım ama Toprak'ın kahkaha atmasıyla iyi ki saçmalamışım diye düşündüm. Onun gülümsemesi için bütün hayatım boyunca saçmalayabilirdim. Elimi sol yanağına götürerek okşamaya başladım, kendimi güvende hissediyordum. Onu seviyordum. Beni seviyordu. Kitaplardan okuduğum ve özendiğim ama asla olmayacağını düşündüğüm hayatı yaşıyordum. Birisi önceden dese kesinlikle inanmazdım. Size daha önce sormuştum ama...ne bileyim belki hayatınız değiştirmiştir, belki gerçekten birisini sevmiş ve sevilmişsinizdir, bu yüzden bir daha soruyorum. Siz hiç mucizelere inanır mısınız? Ben inanmam. Yani inanmazdım. Ta ki onu görene dek. "Gidelim mi?" diye sorduğunda başımı salladım. İlk önce ayağa kalktı ve beni elimden tutarak kaldırdı. Birlikte sokaklardan geçip giderken konuşuyor, susmuyorduk. "Nereye peki?" diye sordum merakla. "Seveceğine eminim." "Sevmesem bile yanımda sen varsın, o yeter." dedim. "Ya, öyle mi?" deyip baş ile işaret parmağıyla burnumu kıstırdı. Kıkırdayarak başımı salladım. "Hı hı kesinlikle öyle." dediğimde yüzüme doğru eğilip yanağıma öpücük kondurdu. Toprak...Bir gün beni öldürecekti bu amansız hareketleriyle ama haberi var mıydı bilemem. Fakat yandan yandan gülümsediğine göre kesinlikle haberi vardı ve beni böylesine heyecanlı görmek onu mutlu ediyordu. "Hadi ama, bak ben merak ederim." dedim. "Geldik sayılır." Birkaç dakika sonra geldiğimiz yere bakıp gülümsedim. Kesinlikle beni tanıyordu. Işıkları yanıp sönen dönme dolaba baktım daha sonra çocukların neşeli çığlıkları ile dolan, dönen salıncağa, sonra ise insanların korku içinde olduğu korku trenine. "Ciddi misin? Sen sever misin ki böyle şeyleri?" dediğimde tuttuğu elimden çekiştirdi. "Kızkardeşim var, bunu biliyorsun değil mi?" dediğinde omuz silkerek, "Yine de sevmezsin diye düşünmüştüm." dedim. "Aslında sevmiyorum." Şaşkınlıkla baktım. O zaman neden gelmiştik ki? İkimizin sevdiği bir yere gitsek eminim çok daha eğlenirdik. "O zaman neden geldik?" Gülümseyerek, "Sevmesem bile yanımda sen varsın, o yeter" dediğinde kocaman gülümsedim. Hatta o kadar gülümsedim ki yanaklarımın ağrıdığını hissettim. Ellerim ile yanaklarımı ovuştururken, "Seni gülümsetmeyi seviyorum." dedi. "Ya Toprak!" diye bağırdım. Böyle şeyler yapmazsa olmaz mıydı? Tamam yapsın ama gerçekten bayılacağımı hissediyordum. "Efendim?" dedi sanki hiçbir şey yapmamış gibi. "Yapmasana böyle şeyler..." diye mırıldandım. Belime sarılıp başını omzuma yerleştirdi. "Kızaran yanaklarını, kaçıran gözlerini, utanan yüzünü seviyorsam demek ki..." İyice utanırken göğsüne doğru sindim. Tam bu sırada bir ses duydum. "Kıpırdamayın sakın! Çok güzel çıkıyorsunuz." dediğinde bunun fotoğrafçı olduğunu anladım ve kıpırdamadan durdum. Birkaç saniye sonra, "Tamam." dediğinde fotoğrafa bakmak için Toprak'ın kolları arasından çıktım. Toprak bana arkadan belime sarılmış ve çenesini omzuma koymuştu. Ben ise ona yaslanmış bir şekilde utangaçca gülümsüyordum. Ne güzel bir fotoğraftı böyle. Iışıldayan gözlerimle Toprak'a baktım. O da yüzünde oluşan sırıtmayla fotoğrafa bakıyordu. Kadına iki tane çıkartmasını söyleyip bekledik. Daha sonra parasını vererek jeton satan yere gittik. Fotoğrafı ise çantama koymak yerine elimde tuttum. Şimdi kırışma ihtimali vardı ve istemezdim. "İlk hangisine binelim?" diye sorduğunda dönme dolabı gösterdim. "Gel bakalım." elimden tutarak oraya yönlendirdi. Abiye jetonu verip bindiğimizde yan yana oturduk. Dönme dolap yükselirken, konuştum. "En çok dönme dolabı seviyorum çünkü her yeri görebiliyorum, ya sen?" dediğimde omuz silkerek karşılık verdi. "Seni seviyorum." Ve hiç beklemediğim bir cümle kurdu. Manzaraya bakan bakışlarım direkt olarak Toprak'a döndü. En çok beni sevdiğini söylemiş oluyordu değil mi? Niye bu kadar güzeldin Toprak? "Bende seni çok seviyorum, Toprak." Birbirimizin yüzlerine yakınlaşırken dönme dolap bir anda durdu ve bindiğim şey sallanınca kafalarımız tokuştu. Kafamı tutarken kahkaha attım, Toprak da kafasıno tuatarak, aşağı bakıp bilmediğim bir şeyler mırıldandı. İstemsizce hala gülerken, Toprak'ın beni izlediğini hissettim ve durdum. Dönme dolap yeniden hareket edince manzaraya bakmaya başladım. Aslında Toprak'ı izlemek vardı ama...utanıyordum işte. En sonunda bittiğinde indik ve yürümeye başladık. Az sonra bir stattan şarkı yükseldi. Toprak'ın şarkıyı mırıldanmasıyla ona döndüm. "Kalbimde fay hattım, ah benim hayatım..." "Şarkı çok güzelmiş." dediğimde, "Öyledir." dedi ve gülümsedi. "Benim için anlamı da güzeldir." "Ne?" diye sordum. Gerçekten merak etmiştim şuan. "Kalbimin fay hattı, depremi, yıkımı...sensin Nehir. Seni her gördüğümde çarpan kalbimin başka açıklaması olamaz." "Of çok yoruldum, ayaklarım ağrıdı." diye sızlandım. Aşırı eğlenmiştim ama bir o kadar da yorulmuştum. Toprak'ın bana düşünceli ifadeyle bakmasına aldırış etmedim. Çok dikkatli bakıyordu ama bunu görmezden gelmeye çalıştım çünkü eğer görmezden gelmeseydim utancın elli tonuna dönebilirdim. "Bu akşam ki karnavala katılır mıyız?" diye sordum yüzüme gelen saçlarımı iterek. Toprak da bana düşünceli bir iafeyla bakmayı kesip, gülümseyerek başını salladı. "Olur, istersen bir yere gidip oturalım." Bense başımı onaylar gibi sağladığında elimden tutarak lunaparktan çıkardı. "Peki ne karnavalı bu?" deyince omuz silktim. "Nevruz ayı için sanırım, ama çok güzel olacakmış ondan eminim." diyerek kıkırdadım. Toprak cevap vermediği için ona baktığımda, hiç gözlerini kaçırmadan beni izlediğini gördüm. "Zaten pek önemli değil," dedi. "Güzel olması. Sen varsın ya, o yeter." Gözlerimi kaçırarak etrafta gezdirdim. İşte yine böyle yapıyordu. Beni utandırıyor, daha sonra hiç bir şey olmamış gibi gülüyordu. Buna sinirlenerek omzuna yavaşça vurdum. Vurduğun yere dokunup kaşlarını çattı. "Acıttın?" "Hadi oradan!" deyip, "Çok yavaş vurdum bir kere." dedim. Yani çok yavaş vurmuştum ve acıması imkansızdı. Acaba gerçekten acımış mıydı? Gözlerimi omzuna diktim, çok mu sert vurmuştum ya? "Gerçekten mi?" dediğimde başını salladı. "Baksana, şişti bile." deyip elimden tutarak, elimi vurduğum omzuna götürdü. Dokunurken dudaklarımı, 'hiçbir şey yok.' demek için aralamıştım ki bir anda kendimi, Toprak'ın kucağında bulmamla kollarımı boynuna sardım. "Ya ne yapıyorsun?!" diye bağırdım şaşkınlıkla. "Daha fazla yorulmanı engelliyorum." Ağzımdan ufak bir kahkaha çıktı. Kollarımı boynuna daha sıkı sardım. Düşmek istemezdim. "Düşürme sakin beni." "Düşürmem." dedi. Aslında bunun anlamının farklı olduğunu ikimizde biliyorduk. Düşürmem diyordu: bu basit bir yere düşürmek adına kurulmuş cümle değildi. Kısacası seni üzmem, seni kırmam diyordu Toprak. İşte bu yüzden onu seviyordum. Elimi yanağına götürüp okşarken başımı omzuna yasladım. "Sen yorulmaz mısın böyle?" dediğimde bir omzunu silkti. "Seni bir ömür boyu kucağımda tutabilirim." Kıkırdarken elimle ağzımı kapattım. "Gülüşünü saklama." diye homurdandı. "Gülmeni seviyorum." Omzuna yasladığım başımı kaldırdım ve yüzüne yükseldim. "Başka ne seviyorsun?" diye hevesle sordum. Tamam belki şımarıktım ama, Toprak'ın yakınında şımarmamak elde değildi. "En çok da seni." işte beklediğim cümle buydu. "Bende seni." dedim ve başımı yenşden omzuna yasladım. Toprak sanki hiç ağır bir şey taşımıyormuş gibi sabit bir yüz ifadesiyle yürüyordu. "İndirsek mi artık beni?" Bakışlarını bana çevirdi. "Neden?" Kaşlarımı merakla kaldırdım. "Yorulduğun için olabilir mi acaba?" dediğimde, "Yorulmadım." dedi ve saçımı öptü. Anında mayışarak konuşmayı kestim. İnsanların bakışlarına aldırmadan dakikalarca yürüdü. En sonunda festival alanına geldiğimizde beni yere indirdi. Daha erken olduğu için çimenlere oturduk. Bir süre birbirimizi izlesek de bir anda Toprak'ın ayağı kalkmasıyla bakışlarımız bölündü. "Ne oldu?" diye sordum. İşaret parmağı ile karşı tarafı gösterdi. "Sana en güzelinden bir taç alacağım." dediğinde gülümsedim. Normalde çiçek alması gerekmez miydi? Gerekmezdi. Çünkü biz Toprak ile herkes gibi değildik, tanışma hikayemiz basit bir tanışma hikayesi değildi. Yada ne bileyim, en basitinden, aşkımız herkes gibi değildi. Bir ablanın yanına giderek bir şeyler söyledi. Daha sonra elindeki taçlayanıma geldi. Ben ne yapacağını merakla ve dikkatle dinlerken tam önümde diz çöktü. Sakin olmaya çalışarak yutkundum. Her yaklaştığında çarpan kalbime küfür etmek istiyordum. Tacı başıma büyük bir özenle yerleştirdiğinde, "Teşekkür ederim." diye mırıldandım. "Teşekkür etmek yerine sarılabilirsin." Sanırım, ağlayacağım. Cidden. Toprak...Ben nasıl bir sevap işledim de hayatımdasın? Aniden ona sarıldığımda beklemediği için afalladı ve çimlerin üstüne düştük. Kahkaha atarken hayatımın, en çok da Toprak'ın ne kadar güzel olduğunu düşündüm. "Sana sarılmayı da çok seviyorum." Daha sonra akşam oluncaya kadar bekledik. Konser vakti gelir gelmez, renki ışıklar açıldığında ve her yer panayır alanına döndüğünde ayağa kalktık. O sırada arkada bir şarkı çaldı. Bu şarkı bizimdi. "Senden daha güzel." İlk birlikte dinlediğimiz şarkıydı, birbirimize aşkımızı itiraf ettiğimiz güne aitti. Mutluluktan ağlayacağım anlara aitti. Bu şarkı kısacası Toprak ve benimdi. "Dans edelim mi?" diye mırıldandı. Cevap vermeye gerek duymadan ellerim ile boynunu sararak kendime hızlıca çektim. Alınlarımız buluştu. Gözlerimiz kavuştu. Dudaklarımızda aynı anda bir gülümseme oluştu. Biz birbirimizi çok seviyorduk. Sizde sevin, olur mu?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD