Kapıyı nazikçe kapatıp ilerlemem için eliyle yol gösterdi bana. Uzun zamandır gelmediğim odaya göz gezdirmeye başladım. Geniş odanın boydan boya cam olan duvarının hemen önündeydi Kerem'in masası. Birden çok dosya, evrak ve dev gibi bilgisayar vardı. Ben toplantıların yapıldığı masanın koltuklarından birine oturacağım sırada Kerem yine koluma girip kendi masasının yanlarındaki tekli koltuklardan birine yönlendirdi beni. Neden böyle bir şey yaptı, onu da anlamış değilim ama dediğine uydum. Masanın yanında duran koltuklardan birine oturup ona bakmaya başladım. Kendi de karşıma geçip kollarını dizlerine dayadı.
"Hayırdır?" dedi merakla. Sık gelmediğim ya da işim düşmediği sürece şirketin önünden bile geçmediğim için haliyle şaşkındı.
"Bugün pek çalışasım yoktu, hem uzun zamandır da buraya gelmiyordum. Yanına geleyim dedim. Sana da ayva tatlısı getirdim. Sen," dedim başımı yere eğip. "Seversin." Paketteki ayva tatlılarını çıkarıp orta sehpaya bıraktım.
"Teşekkür ederim..." dedi hafif bir tebessümle.
"Rica ederim, senin çatal bıçak takımın nerede?" diyerek ayağa kalkıp masanın öbür tarafına geçtim. Kerem'in kullandığı her şey ayrıydı. Küçüklüğünden beri ortak kullanılan şeyleri kullanamazdı. Mecbur kalmadıkça dışarı da yemekte yemezdi. Garip bir huy işte.
"En alt çekmece de.” dedi gözüyle işaret ederken.
İşaret ettiği taraftaki çekmeceyi açıp ikişer tane çatal bıçak alıp doğruldum. Doğrulduğum sırada bilgisayarın açık kalan ekranına baktım. Duvar kağıdı olarak benim gelinlikle çekilmiş olan fotoğrafım vardı. Düğün başlamadan önce gelin odasında beklerken çekilen fotoğrafım. Bilgisayarın hemen yanında da ikimizin fotoğrafı vardı. Ama bu fotoğrafı ilk kez görüyordum. Benim restoranın açılışında habersiz çekilmiş olan bu fotoğrafta ben Kerem'e gülerek bakıyordum. Kerem zaten bana hep gülerek bakıyordu.
"Farah, gelsene..." dedi tok sesiyle. Ben öyle dikilmiş beklerken kapı tıkladı ve Nevin denen o kadın içeri girdi.
"Kerem Bey, buyurun çaylarınız." Tepsideki çayları masaya koyarken gözü bendeydi. "Masanın iki adım ardında olmak diye bir kuralımız vardı, değil mi Kerem Bey?" Sanki bir okulun müdürüymüş de yapılan bir yanlışı kınarcasına öğrencisine kızıyor gibiydi tavrı. Ben söylediği lafa gülmemek için kendimi tutarken Kerem, duruşunu hiç bozmadan cevap verdi.
"O sizin için geçerli Nevin Hanım, karım için değil.” Kerem bakışlarını bile ona çevirmeden konuşunca Nevin denen kadın elindeki tepsiyi sıkı sıkı tutarak konuşmaya başladı.
"Ama siz-"
"Aynı evi paylaştığım, bana dair her şeyi tüm şeffaflığıyla bilen bir insandan hatta geceleri aynı yatağı paylaştığım, birlikte uyuduğum kadından gizlim saklım olamaz. Şimdi çıkabilirsiniz." Bozulduğunu belli etmemek için kendini sıkan Nevin denen o kadın gülmeye çalışarak odadan çıkarken ben oturduğum yere yeniden oturup Kerem'e elimdekileri uzattım. Bugüne kadar hiçbir çalışanı hakkında konuşmamıştım ve şu an konuşmamak için kendimi zor tutuyordum.
"İşe gireli daha bir yıl olmadı ve onun adına çok üzülüyorum." dedi önündeki tatlısından yerken.
"Neden?" dedim merakla. Ama Kerem hiç umurunda değilmiş gibi tatlısını yemeye devam etti.
"Çünkü mesai bitiminde kovulacak…” Gözlerim şaşkınlıkla büyürken elimdeki çatalı tabağın kenarına koydum.
"Neden?" Tabaktaki gözünü gözlerime dikti. Bu bakışın anlamını bilmiyordum. Derin bir nefes alıp sakin sakin konuşmaya başladı.
"O bir çalışan Farah, kimseyi ezmiyor oluşum her halta karışacakları anlamına gelmiyor. Onun görevi benim iş hakkında istediğim şeyleri yapmak, senin duracağın yeri eleştirmek değil." Nevin'in söyledikleri canımı sıkmıştı. Ne kadar komik gelse de sinir bozucuydu konuşmasındaki tavır. Ama konuşup da Kerem'i doldurmanın anlamı yoktu. Yeterince sinirli görünüyordu. Zaten kafasına koyduğu şeyi yapardı. Benimle evlendiği gibi.
"Çok güzel olmuş, ellerine sağlık." dedi çatalını tabağın üzerinde bırakarak.
"Ben yapmadım ama afiyet olsun." dedim hafifçe gülerek. Evet gülerek.
Güldü. Ben çayımı içene kadar getirdiğim dört ayva tatlısının dördünü de yedi. Sözde kendim için getirdiğim ama asla dokunmadığım tatlıyı da yemiş bulunuyordu. Ama bundan oldukça mutluyum. Nedenini bilmesem de hoşuma gidiyordu. Yani tatlı yemesi. O tatlıları yerken ben masadaki fotoğrafları düşünüyordum. Evde ve annemlerin evinde de vardı bir sürü fotoğraflarımız ama bu fotoğraflar... Ne bileyim düşündürüyordu beni. Onunla konuşurken konuya bağlı olarak gülerdim ama hiç ona gülerek baktığımı hatırlamıyordum. Kerem, nadiren olan bir şeyi kendince ölümsüzleştirmişti. Belki bu fotoğrafı görmek ona iyi geliyordu. Belki’si fazla oldu, ona bana dair her şey iyi geliyordu.
Biliyorum.
"Buradan eve mi geçeceksin?" dedi aramızdaki sessiz sinema oyununu bozarak.
"Evet."
"Bugün benim de pek çalışasım yok. Zaten iki toplantım vardı, ikisini de yaptık. Beraber çıkalım.” dedi oturduğu yerden kalkarken.
"Olur tamam." dedim. Sanki olmaz desem ayrı ayrı gidecektik?
"Sen arabayla mı geldin?" Bir yandan benimle konuşuyor bir yandan masanın üzerindeki dosyalara teker teker bakıp klasörlere yerleştiriyordu.
"Evet,"
"O kalsın burada benim arabayla gidelim." Klasörleri masanın üzerinde benim anlayamayacağım bir şekilde sıraya dizip eğik duran vücudunu dikleştirdi. Sonra sandalyesinde asılı duran ceketine uzandı.
"Ama bir şartım var," dediğimde ceketini giyiyordu ve kafasını salladı.
"Tamam. Arabayı sen kullanacaksın." Beni gerçekten benden iyi tanıyordu. Çıkmadan önce telefonunu eline alıp birkaç mesaj attı. Odadan çıkmam için bana yol verdikten sonra çıkarken kapıyı kilitledi. Sonra elimi tutup ona bakan Nevin'e bakmadan konuştu. Bir yandan da çıkışa doğru yürüyorduk.
"Çıkışta muhasebeye uğrayın Nevin Hanım." Nevin denen kadın pişkince gülüp kafasını aheste aheste salladı.
"Artık çay servisi içinde mi ödeme alacağım?" Gerçekten patavatsız bir kadın- pardon çalışandı. Bir sekreter, işverenine böyle bir cümle kurmamalıydı. Yüzündeki ifade beni rahatsız edince, Kerem’in elini biraz daha sıktım.
"Hayır, bizde alacağınız kalmasın. Muhasebe sizinle ilgilenir."
Ağzı açık kalmış bir şekilde Kerem'e bakarken Kerem hiç oralı bile değildi. Sanki çok normal bir şeymiş gibi yürümeye devam etti. Girişte bekleyen arabanın şoför kapısını benim binmem için açıp kendi de diğer tarafa geçip bindi. Kapıda bekleyen bütün çalışanlar güler yüzle bize bakarken onlara hafifçe güldü.
Kerem sert bir patrondu. Hiçbir şeye asla tahammülü olmaz, hata kabul etmezdi. Lakin bu her önüne gelen çalışanına saygısızlık yapacağı anlamına da gelmiyordu. Karşısındakini uyarmakla onun gururunu kıran tavrı ayırabiliyor, çizgisini aşmıyordu. Bu yüzden yanında çalışan herkes ona güler bakardı. Herkes duracağı yeri bilir, bilmeliydi de.
Nevin denen kadın pek biliyor gibi değildi. Bilmiyor oluşunun bedelini de işine son verilmesiyle ödemişti biraz önce.
İş çıkış saati olmadığı için yollar birazda olsa boştu. Her gün çektiğimiz İstanbul trafiğine maruz kalmadığımız için ikimizde oldukça rahattık. Üçüncü Köprü’den geçip eve giden yola girince her zaman karşıma çıkan küçük kulübelere selektör yapıp biraz daha hızlandım. Bu kulübelerde korumalarımız vardı. Bizim olduğumuzu da bu şekilde anlarlar ve daha rahat geçerdik eve. Diğer türlü arabayı bu sağlaması sollaması çok olan yolda durdurup tekrar tekrar çalıştırmak zor oluyordu.
Kerem’e bu kadar fazla güvenliğin sebebini evlenmeden önce de sormuştum ama bana söylediği tek şey ‘Gerekli’ olmuştu. Sırf bu güvenlik işi yüzünden onların da rahat rahat dinlenebileceği, gelip gitmelerini kolaylaştıran kulübeler yaptırmıştı. Annemle babamın evlendiği günden beri evin dışında hiçbir zaman yalnız vakit geçirmemiştim sırf bu sebepten. Yanımda olmasalar da uzaktan beni izler, yanıma gelen giden herkesin raporunu Kerem’e verirlerdi.
Sanırım onlar güvenlik için değil yardakçılık için vardı. Kerem Bey’lerinin kıskançlık krizlerine ilaç olmuşlardı.