Ayakta durmuş sabır çekercesine bana bakarken döndü arkasını ve gitti. Adımlarının sesi gelmiyordu ya da ben duymuyordum. Eklere uzanırken fark ettim ki ciddi anlamda başım dönüyordu. Ama sarhoş olduğumu hissetmiyordum. Ne yer kayıyor ayağımın altından ne de eşyaları birden fazla görüyordum. Karşımdaki boşluğa bakarak içerken hiçbir düşüncem yoktu. Eskiyi, şimdiyi ve geleceği düşünemiyordum. Şişeye uzanıp bardağa doldurmak için eğdiğimde bittiğini fark ettim. Gidip bana içki getirmesi için Kerem'e seslenirdim ama vermezdi. Yavaş hareketlerle kalkıp koltuk kenarlarına tutunarak bir şişe daha almaya gittim. Kucakladığım şişeyi salona getirmek neredeyse beş dakikamı almıştı. Sanki sırtımda koca bir yük taşıyormuşum gibiydi ama başardım. Tekrar aynı yerime oturup kapağını açtım ve bardağa doldurdum. İçki içmenin kuralları vardı Kerem'e göre. Mesela bardağı tamamen değil yarısına kadar doldurmak, tek nefeste değil yudum yudum içmek gibi. Lakin bu kurallar pek de bana göre değildi. Ne dese tersine yaptığım gibi bunda da öyle yapıyordum. Şimdi beni böyle görse gelip elimden alırdı. Bardağı tam ağzıma doğru götürüyordum ki o anda telefonum çaldı. Gece bir vakti beni arayan olmazdı. Arasa da biri açmazdım ama kafam öyle yerindeydi ki kayıtlı olmayan numarayı açıp bir de telefonu kulağıma götürmeye üşendiğim için hoparlöre aldım.
"Alo iyi akşamlar." dedi bir ses. Erkek sesi.
"Kimsiniz?" dedim konuşmaya çalışarak. Tanımadığım bir ses gerçi tanısam da şu an kim olduğunu algılayamadığım erkek sesi gülmeye başladı.
"Kimsiniz!" dedim sinirle. Kimse bana gülemezdi.
"Ben sizin müşterinizim." Ah evet, benim bir iş yerim vardı.
"Ne için aradınız?" sesim boğuk ve yersiz çıkıyordu. Uykulu gibi olması sarhoş olduğumun önüne geçiyordu.
"Uzun zamandır sizin yemeklerinizi yiyorum ve tanışmak istedim. Yarın için müsait misiniz?" dedi bu erkek ses. Sorduğu soruyu düşünmek için bir nedenim yoktu. Bir yabancıyla hele ki evliyim; buluşmak çok abesti. Bunu şu an olmayan kafamla bile idrak edebiliyordum.
"Beyefendi," dedim ya da demeye çalıştım.
"Evet," dedi hevesle. Hay senin hevesine emi!
"Kiminle görüştüğünüzü biliyor musunuz?" dedim başımı koltuğun kolçağına yaslarken.
"Farah Sürenoğlu'yla?” dedi anlık bir şaşkınlıkla.
"Soyadımı bilmeniz güzel. Keşke evli olduğumu da bilseydiniz."
"Bir kahveden sorun olmaz diye düşünüyorum. Sonrasına bakarız." Sarhoşta olsam sinirlenebilirdim ve adamın hadsizliği canımı sıkmıştı.
"Telefonu açmakla şu an eşimi ihmal ediyorum. Beni bekliyor kusura bakmayın. İyi günler."
"Ama-" cevap vermesini beklemeden telefonu kapatıp elimdeki bardağı sehpaya bıraktım. Hem sarhoş olmam hem de üzerine bu adını bilmediğim laubalinin söyledikleri daha çok başımı döndürmüştü. Ayağa kalkıp odaya gitmek ve uyumak istiyordum tam da şu an. Oturduğum yerde hareket etmek istediğim sırada bir gölge yaklaştı. Tanıdık olan bu gölge önce ekranı açık olan telefonuma sonra da bana baktı. Gözlerime öylesine bir ağırlık düşmüştü ki başımı kaldırıp bakmaya halim kalmamıştı. Gölge, beni kucağına aldı ve anladım ki bu Kerem'di. Kolları beni sarıp sarmalarken, başımı boyun boşluğuna koyma ihtiyacı hissettim. Sakin adımlarla basamakları çıkıp odaya geçtiğimizde beni nazikçe yatağa bırakıp yanıma oturdu. Yüzüme düşen saçları arkaya itip benim duymayacağımı düşündüğü ama duyduğum o cümleyi söyledi.
"Aklın başında değilken seviyorsun beni. Keşke hep böyle kalsan..."
Sonrasında ne söyledi ya da bir şey söyledi mi hatırlamıyorum. Duyduğum son şeyle birlikte kendimi, beni etkisi altına almaya çalışan ve başarılı da olan uykuya teslim ettim.