Boş bakışlarımı henüz açılmamış kolilerle dolu odada gezdirdim. Bu ortam beni boğuyordu resmen. Odadan çıkıp annemlere dışarı çıkacağımı söyledim ve sokak kapısını açtığım gibi kendimi dışarı attım. Apartmanın önündeki basamaklardan ilkine oturup kollarımı dizlerime yasladım. Sokakta koşuşturan çocuklara diktim gözlerimi. Nasıl da mutlulardı. Hiçbir şey umurlarında değildi. Şen kahkahaları çınlatıyordu tüm sokağı. Sıkıntıyla nefes alıp iç geçirdim. Mutlu değildim ki ben. Buraya gelmek istememiştim. Eski evimizi seviyordum. Hatta okula bile alışmıştım. Şimdi yeniden alışma sürecini yaşamak beni tedirgin ediyordu. Burada kalmak istemiyordum.
Oturduğum basamaktan kalktığım gibi kapşonumu saçlarımın üzerine örttüm. Bileklerime kadar gelen kollarımı çekme gereği görmeden ceplerime soktum ve yokuş aşağı inmeye başladım. Yokuşun hemen sonunda görünen masmavi denize doğru adımlarımı attım. Biraz deniz havası iyi gelecekti. Kesinlikle burada olmak istemiyordum.
Sahile indiğimde boş banklardan birine oturdum ve düşünmeye başladım. Nasıl alışacaktım yeni bir yere? Zaten sürekli taşınıyorduk. Tam bir yere alıştım derken yeniden olan bu değişiklik benim için hiç iyi değildi. Saat ilerledikçe daha da soğuyan hava ile son kez dönüp karşıya baktım. Güneş tüm kızıllığını gökyüzüne armağan edip yerini aya devretmek için vedalaşırken gökyüzüyle, ayaklandım. Ağır adımlarla geldiğim yoldan geri döndüm ve yokuşu çıkmaya başladım. Zaten bildiği pek bir yer yoktu bu şehirde. O eve hiç gidesim yoktu. Ayaklarım geri geri gitse de mecburen ilerlettim ayaklarımı. Evin önüne gelene kadar attığım adımları saydım başımı kaldırmadan. Apartmanın basamakları görüş açıma girdiğinde ise kapşonumu açıp başımı kaldırdım. Saçlarım yüzüme yayıldığında sıkıntıyla nefesimi üfleyip saçlarımı yüzümden çekmeye çalıştım ama inat edip yüzüme yayılmaya devam ettiğinde saçlarımı parmaklarıma dolayıp kulağımın arkasına sıkıştırdım. Sonunda başımı kaldırdığımda ise olduğum yerde kalakaldım. İki apartmanın merdivenlerine yayılarak oturmuş bir grup genç eğleniyor, gülüşüyorlardı. Bir iki adım daha ilerlediğimde onların görüş açısına girmiş olmalıyım ki hepsinin gözleri bana dönmüştü. İnsanların gözlerinin üzerimde olmasından hoşlanmıyordum. Yine de merak dört bir yanımı sarınca ben de gözlerimi onların üzerinde gezdirdim. Hepsi gülmeyi, konuşmayı kesmiş bana bakıyorlardı. Kendimi tedirgin hissettiğim anlardan biriydi. Kalbimdeki tuhaf hızlanma ile elimi kalbime götürmemek için zor tuttum kendimi. Çekingen biri değildim ama insanlarla çok fazla zaman da geçirmezdim. Şimdi ise gözlerimi kaçırmak istiyordum. Gözlerimi son kez üzerlerinde gezdirip hiçbiri ile göz göze gelmeden gözlerimi çekerken bir çift gözde takılı kaldım. Hafif uzun, kumral saçlı çocuk sırtını duvara yaslamış, ellerini siyah kotunun ceplerine sokmuştu. Beyaz tişörtün üzerine giydiği kot gömleğinin kollarını kıvırmıştı. Bileğinde siyah, ince şeritten deri bileklik vardı ve boynundan sarkan gümüş renk plakalar. Direk babamı anımsatmıştı bu plakalar ve moralim bozulmuştu iyice. Çocuğun kirli sakallı yüzünde keskin bir ifade vardı. Gözlerimi zar zor parlak gözlerden utanarak çekip aceleyle zili çaldım. Delicesine atan kalbim göğsümde bir ağrıya sebep oluyordu. Kimdi bu adam?
Evden içeri girdiğim gibi kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yasladım. Elimi kalbime götürüp biraz olsun sakinleşmeyi denedim. Gümbür gümbür atan kalbime birinin dur demesi gerekiyordu. Çünkü dur desem de nankör kalbim beni dinlemiyor ve bana acı veriyordu. Apartmanın merdivenlerini elim kalbimde usulca çıktım. Annemlere bir şey belli etmeden yeni odama geçtim. Henüz açmadığım kolilerin arasından geçip kendimi yatağa bıraktım. Canım yanıyordu yine de annemlere bunu belli etmek istemiyordum. Yatağıma uzanıp rahatlamaya ve sakinleşmeye çalıştım. Kalbim biraz durulduğunda kendimi uykunun kollarına bıraktım yorgun düşen bedenimi.
Bütün gece rüyama giren gözler yüzünden dönüp durmuştum. Yıllar sonra kalbimin varlığını ilk kez hissetmiştim. Bir et parçasından farkı olmayan kalbim ilk kez bu kadar delicesine atıyordu. Bana acı vermesine rağmen bu acının bağımlısı olmak isteyecek kadar heyecanlandırıyordu beni. Bana ait olmayan bir kalp beni nasıl böyle heyecanlandırabiliyordu ki? Düşünceler zihnimi talan etmeye devam ederken daha fazla yatamayacağımı anlayıp yataktan kalktım ve hazırlanıp evden çıktım. Sabahın bu erken saatinde kimsecikler yoktu sokakta. Apartmanın girişine koyduğumuz mavi bisikletimi iki basamaktan indirip bindim ve yokuşun hemen yukarısındaki bakkala gitmek iin pedallara asıldım. Kalbim zonklasa da, kendimi zorlasam da hızla çevirmeye devam ettim. Bakkaldan kahvaltılık bir şeyler aldıktan sonra tekrar bisikletime bindim. Bu kez yokuş aşağı inerken kendimi özgür hissediyordum. Saçlarım rüzgarda uçuşurken yüzümde güzel bir tebessüm olduğuna emindim. Bisikletin hızı yokuş aşağı artarken köşeyi dönmek için gidonu kırmam ile karşıma çıkan beden ile korku her tarafımı sardı. Hızla gidonu kırdığımda karşımdaki kişiye çarpmasam da düşmüştüm. Korku kalbimi sıkıştırırken zar zor nefes alıp veriyordum.Ciğerlerimdeki nefes çekilmişti sanki. Aldığım şeyler poşetiyle yere düşmüş bisikletim yana devrilmişti. Dizim kanıyordu ama şuan göğüs kafesimde hissettiğim yanma daha önemliydi. Canım yanıyordu.
Önümde uzanan el ile bakışlarımı yukarı kaldırdım ve bütün gece aklımdan çıkmayan gözlerle karşılaşınca yeterince hızlı atmıyormuş gibi kalp atışlarım iyice hızlandı. Dört nala koşan bir attan farkı yoktu kalbimin. Bana uzanan ele titrekçe uzandığımda sert eli ile sıkıca kavramıştı elimi. Uzun, kemikli parmakları vardı. Beni kaldırıp kaldırıma oturttu. Dökülen poşetleri toparlamaya başladığında ona farkettirmeden elimi kalbime koydum. Biraz daha bu kadar atmaya devam ederse bayılacaktım. Adam bisikletimi de kaldırdığında elimi acelece kalbimden çekip başımı eğdim. Yanıma geri geldiğinde bana baktığını hissetsem de kaldırmadım bakışlarımı. Önümde diz çöküp kanayan dizime peçete bastırdığında irkilerek ona baktım. Yaptığı işe öyle çok odaklanmıştı ki bakışları bana değmiyordu. Pantolonumun yırtılan dizini biraz daha çekiştirip yarayı iyice ortaya çıkardı. Cebinden çıkardığı yara bandını dizime yapıştırdı ve gözlerini aniden gözlerime çevirdiğinde gözlerimi kaçırmaya fırsat bulamayıp yakalanmıştım. Yüzünde serseri bir gülüş oluştuğunda utançla gözlerimi kaçırdım. Kalbim artık dayanmıyordu. Aniden ayağa kalkıp elimden tuttuğu gibi beni de kaldırdı ve dönüp bisikletimi tuttuğu gibi ilerletti. Arkasından şaşkınca baksam da kısa sürede kendimi toparlayıp peşinden ilerledim. Apartmanın önüne geldiğimizde bisikleti bırakıp emniyeti açtı ve bana hiç bakmadan yoluna devam etti. Bense canımı yakan kalbimle arkasından bakakaldım.
***
Bir süre daha arkasından baksam da beni zorlayan kalbim yüzünden yavaş adımlarla apartmana ulaşıp anahtarla kapıyı açtım ve bisikletimi iki basamaktan iterek çıkardım. Nefesim de hala kesilip duruyordu. Poşeti de aldıktan sonra tek tek basamakları çıktım. İkinci kata çıkana kadar en az üç kere durup nefeslenmiştim. Kapının önüne geldiğimde pervaza yaslanıp kısa süre bekledim. Gözlerimin önüne inen perde bir türlü kalkmayınca elimi uzatıp zorla zili çaldım. Beklerken elimden kayıp giden poşeti bile alamadım. Bir türlü açılmayan kapı iyice kötü hissetmeme sebep oluyordu. Annemi ve babamı yanımda istiyordum. Deli gibi korkuyordum. Yalnız olmak istemiyordum. Kapı ziline tekrar uzandığımda tekrar zili çalamadan kapının önüne yığılıp kaldım. Öksürüklerim arttıkça ciğerim yırtılıyordu sanki. Bir nefes için yalvaracak durumdaydım şuan. Açılan kapıdan pijamalarıyla ve çıplak ayakla fırlayan annem ve babam ile korkum azalmıştı. Kalbim dışarı çıkmak istercesine gümbürderken zar zor nefeslerle babamın beni saran kollarına tutundum. Beni kucağına alan babam beni içeri götürüp kanepeye yatırdı. Annem elindeki ilacı ve suyu uzattığında zar zor öksürüklerimin arasında içtim. Uzun süredir bir kriz yaşamamıştım ama şu iki gündür yaşadığım stres ve heyecan bana fazla gelmişti. Tabi bir de bisikletle yokuşu çıkarken kendimi çok zorlamıştım. Uzun süre daha devam eden öksürüklerim yavaş yavaş duruluyordu. Annem durulana kadar yanımda durup saçlarımı okşamış, babamsa elimi bir saniye olsun bırakmamıştı. Bisikletle o yokuşu çıktığımı öğrendiklerinde ise bir tomar fırça yemiştim. İyice toparlandıktan sonra annem elleriyle kahvaltımı yaptırmıştı ve odama gitmeme yardım etmişlerdi. Yatağıma oturduğumda sırtımı duvara yasladım ve başımı yan çevirip dibimdeki pencereden dışarıya baktım. yavaş yavaş kalabalıklaşan sokak fazla neşeliydi. Çocuklar koşup oynarken mutlulardı. Ben yaşayamamıştım çocukluğumu. Hastanelerde geçmişti tüm çocukluğum. Okula bile gidememiştim bu hastalıktan dolayı. Yirmi yaşıma gelmeme rağmen hala lisedeydim mesela. Bu yıl iki yılımı çalmıştı benden. Ara ara gelen krizlerle idare ediyordum aslında ama bir gün gelen ani kriz beni hastaneye mahkum etmişti. Yıllarca beni hayatta tutacak bir kalp için bekledikten sonra tam da hayatımın son zamanlarına geldiğimde bulunan kalp beni tekrar hayata bağlamıştı. Üç yıldır taşıdığım bu et parçası hiçbir şey hissetmiyordu. Şimdi hissetmeye başlaması ise hayatın bana yaptığı acı bir şaka olmalıydı. Bu kalp bana yaramamışken, iyileşmemişken olmamalıydı. İki ay önce tekrar listeye girmiştim. İkinci kez yeni bir kalp için. Neredeyse altı yıl beklemiştim bu kalp için. Şimdi tekrar bekliyordum ama milyonda bir ihtimalden daha düşüktü yeni bir kalp bulunması. Bazen ne için yaşadığımı sorgulamadan yapamıyordum. Belki de ölmek kaderimdi benim. Ailem de benimle birlikte acı çekiyordu. Onları üzmek istemiyordum. Annem benim yüzümden mesleğini bırakmış, babam her göreve gidişinde benim yüzümden dalgın olmuştu. Kaç kere yaralanmıştı benim kriz geçirdiğimi öğrendiğinde. Dikkati dağılıyor, aklı hep bende kalıyordu. Şimdi sırf bu yüzden söyleyemiyordum onlara tekrar listeye girdiğimi. Babamın aklı rahat olsun istiyordum göreve giderken. Asker adamın kafası rahat olacaktı ki hem kendi hayatını hem diğer askerlerin hayatını koruyabilsin. Annem ise buraya geldiğimiz için en çok sevinen kişiydi. Dedem ve anneannem uzun zamandır işlettikleri kafeyi anneme bırakmış, evlerini satıp gençliklerini geçirdikleri kasabaya yerleşmişlerdi. İkisi de yorulduklarını söylemişti. Annem pastacılık okumuştu. En sevdiği şey çeşit çeşit pastalar süslemek, tatlılar yapmaktı. Eskiden ünlü bir lokantanın tatlı ustası olarak çalışıyormuş. Ta ki ben bir gün kreşte bayılana kadar. Çok sevdiği işini bırakmış bana bakabilmek için. Her gün benimle birlikte okula gelip bahçede çıkışımı beklerdi benim melek annem. Çok zor olmuştu onun için de. Babam her göreve gidişinde tek başına bakıyordu bana. Hastanelerde sürünüyor, yoruluyor yine de bana her zaman gülümsüyordu bana güzel annem. Babam her fırsatta yanımızda oluyordu. Göreve gittiğinde ise arayıp duruyordu sürekli. Zaten benim durumum kötüleşmeye başladıktan sonra da babam her gittiği görev yerine bizi de götürmeye başlamıştı. Belki de öleceğimi düşündüğü için yanında istiyordu beni. Hak veriyordum onlara ne diyeyim. Onlar da mutlu olmayı hak ediyorlardı. annem istediği mesleği yapmalı benim peşimde koşturup durmamalıydı. Babam her göreve gidişinde sadece kendini ve askerlerini korumayı, vatanını savunmayı düşünmeliydi, "kızım kriz geçirdi mi?" diye değil.
Kendimi biraz daha toparladığımda odamın çalan kapısı ile bakışlarımı kapıya çevirdim. Usulca kapının açılması ile babam hafifçe araladığı kapıdan başını uzatıp bana gülümsedi. Gülümseyerek ona karşılık verdiğimde kapıyı tam olarak açıp içeri girdi ve ortalığa bıraktığım kolileri bir kenara çekti. Henüz hiçbir şeyi yerleştirmemiştim bile. Babam balkon kapısını açtıktan sonra koridorda bıraktığı hamağı içeri getirdi. Annem balkona kilim serdikten sonra babam hamağı balkona yerleştirdi. Kolilerin arka tarafında duran küçük masamı kucakladığım gibi balkona taşırken babam hemen elimden almış yerine yerleştirmişti bile. Asla izin vermiyorlardı bir şeyler taşımama. Babam beni kollarına sarıp saçlarımdan öptükten sonra aşağı indi. Annem ise eşyalarımı yerleştirmemde bana yardım etti. Eşyalar ortadan kalkınca sadece kitap kolilerim kalmıştı yerleştirilecek.
Hasta olduktan sonra hiçbir zaman diğer çocuklar gibi olamamıştım. Kendimi kitaplara vermiştim bende. Saatlerce kitap okur, odamdan çıkmazdım. Bu yüzdendi tüm kolilerin kitap dolu oluşu. Babam kitaplığımı yarın yaptıracaktı. Aslında herhangi bir kitaplık olabilirdi ama babam inat etmişti yaptırma konusunda. Annem ile işimiz bittiğinde yemek yemiştik ve ben yorgunca kendimi yatağa atmıştım.
Sabah annemin seslenmesiyle uyanmış ve hazırlanmıştım. Bugün okul işlemlerimi halledecektik. Yeni dönem başlayalı sadece üç dört gün olmuştu. Son senem, son dönemimde çok fazla ders kaçırmamı istemiyordu babam. Öyle umutluydu ki benden. Üniversite sınavını kazanmamdan... Oysa ben günleri sayıyordum. Bir hayatım yoktu ki benim. Hayal kuracak zamanım da yoktu gerçi. Hayal kurup da hayal kırıklığına uğrayacak da kalbim yoktu. Eğer ki kazandım diyelim sınavı... Bir şekilde hayatta da kaldım... Ne meslek yapacaktım bilmiyorum ki. Dedim ya hayallerim yok benim. Bazı şeyler imkansız benim için.
Eve yakın olan liseye annemle geldiğimizde öğrencilerin garip bakışları altında okul müdürünün yanına gittik ve belgelerimi teslim edip kaydımı yaptırdık. Eve döndüğümüzde biz daha kapıyı açamadan babam bizi karşılamıştı. Beni kolunun altına alan babam odamın önüne kadar götürdü ve kapımı açtı. Odanın halini görünce şaşkınca babama baktım ve yüzümde oluşan kocaman gülümseme ile babamın kucağına atladım. Güçlü kollarıyla beni sarmalayan babam öyle güçlüydü ki. Herkesin bir kahramanı vardı bu hayatta, benim de kahramanım babamdı işte. Onun güçlü kollarındayken siliniyordu korkularım. Annemin saçlarımı okşayan elleriyle siliniyordu korkulaarım ve ben ölmekten bile korkmuyordum.
***
Basamaklara oturmuş kitaplarımı yerleştirirken çalan zil umrumda olmamıştı bile. Annemin gelip misafir geldiğini söylemesiyle odamdan çıkıp salona geçtim ben de. Üç günde anca yerleşebilmiştik. Hala eksiklikler de vardı ama yavaş yavaş halledecektik. Salona girdiğimde gözüme ilk çarpan şey önceki gün apartmanın önünde oturan gençlerin bazılarının da bizim koltuklarımızda oturuyor olmalarıydı. Sanırım aileleriyle birlikte gelmişlerdi. Tam ilerleyip hoşgeldiniz diyecekken çalan kapıyı duymamla salonun kapısından geri dönüp kapıya bakmak için ilerledim. Kapıyı açtığımda karşılaştığım kişi kalp ritmimi değiştirse de belli etmemeye çalışıp kapıyı biraz daha açtım. Peşinden gelen iki çocukla birlikte ayakkabılarını çıkarıp içeri girdiler. Ben de peşlerinden salona geçip herkese toplu bir hoşgeldiniz dedim. Öyle kalabalıktı ki şuan ev, herkesle selamlaşmaya kalksam yarım saat sürerdi en az. Mutfağa geçip çay suyu koydum ve biraz sakinleşmek için mutfaktaki sandalyelerden birine oturdum.
"Yardım lazım mı?"
Duyduğum zarif sesle kapattığım gözlerimi açıp ayaklandım ve mutfağa gelen kişilere baktım. Güzel bir kızdı konuşan. Diğeri daha soğuk duruyordu.
"Gerek yok aslında ama siz bilirsiniz."
"Kalabalık içerisi. Biz de yardım edelim hep birlikte halledelim."
"Peki nasıl isterseniz."
Daha dün yerleştirdiğimiz servis tabaklarının hepsini indirdim ve çatalları çıkardım. Her zaman ki gibi ev pasta çeşitleriyle doluydu. Annem sağ olsun evde eksik olmazdı bu tür şeyler. İşini bıraktığından beri böyleydi bu. Ben de çoğu zaman yardım ederdim anneme. Her zaman içimde bir burukluk olurdu ama. Benim yüzümdendi annemin bu hali. Benim yüzümdendi mesleğine özlem duyması...
Suyun kaynamasıyla çayı demlerken kızlar da masaya çıkardığım pastalardan tabakları hazırlıyorlardı.
"Adın ne?"
Duyduğum soruyla tekrar kıza döndüm.
"Damla. Peki ya sizin?"
"Ben Aslı. Arkadaşım Cemre."
Başımla onayladıktan sonra olan çayları doldurdum ve tepsiyi alıp mutfaktan çıktım. Kızlar da peşimden geliyorlardı. Önce büyüklere çaylarını verdim sonra diğerlerine. Sıra ona çay vermeye geldiğinde bir an tepsiyi düşüreceğim sandım titreyen ellerim yüzünden. Bakışlarının üzerimde olduğunu hissetmek bile yetiyordu titrememe. Ona hiç bakmadan hemen yanında oturan Aslı'ya yöneldim. Tam çayını uzatacakken yalpalamam ile annem ve babam aniden ayaklanmışlardı. Korkuyorlardı... Korkak bakan gözlerini görmek beni tahmin edilemez bir şekilde hüzne boğuyordu. Gözlerinde acıma olmadığını bilmek ise tek tesellimdi. Sorun olmadığını bakışlarımla anlattım onlarave kızların çayını verip mutfağa geçtim tekrar. Ellerimi soğuk suyun altına sokup biraz rahatlamaya çalıştım. Islak ellerimi boynuma sürüp kendimi ferahlattım. Ellerimi tezgaha yaslayıp biraz soluklandım. Arkamdan gelen boğaz temizleme sesiyle irkilerek döndüm ve günlerdir aklımdan çıkmayan gözlerle karşı karşıya kaldım. Neden buradaydı? İkimiz de konuşmadan birbirimize bakarken yine dayanamayıp gözlerimi kaçıran ben olmuştum. Kaşlarımı çatıp yerimde huzursuzca kıpırdanınca elindeki boş bardağı bana uzattı. Titrek elimle bardağı kavrayıp tezgaha koydum ve çay doldurup ona uzattım. Hala içeri geçmeyince kısıkça mırıldandım.
"Şeker?"
Gözleri kısa bir süre yüzümde dolaştıktan sonra gür sesiyle konuştu.
"Gerek yok."
Sesi öyle bir tınıya sahipti ki duyar duymaz irkilmeme sebep olmuştu. Nasıl da yakışıyordu ona bu sert ses. Bakışları da aynı sertlikteydi. Ürkütücü bir sertlik olsa da ben korkmuyordum ondan. Kalbimdeki bu telaşlı atışın korku olmadığından adımın Damla olduğu kadar emindim.
Belimi tezgaha yaslayıp başımı öne eğdim. Ayakta dikilmiş bana bakarak çayını yudumluyordu. Kalbimde hissettiğim tekleme ile tedirgin oldum. Sanırım ilacımı içmem gerekiyordu bir an önce. Mutfaktan çıkmak için kapıya yönelirken içeri giren annemi gördüm. Saçımı kulağımın arkasına sıkıştıran annem iyi olup olmadığımı sorduğunda iyi olduğumu söyledim. Annem odama çıkmamızı söylediğinde mutfağa yeni gelen Aslı'ya bunu iletim. Aslı diğerlerini de toparladığında birlikte koridorun sonundaki odama geçtik. Özellikle de Aslı odamı çok beğenmişti. İsimlerinin Ali ve Emre olduğunu öğrendiğim adamlar balkona çıkmak istediklerini söyleyince elimle geçebileceklerini işaret ettim. Herkes bir tarafa dağılmışken ben de yatağıma oturdum ve komodindeki kalp ilacımdan bir tane alıp su ile yudumladım. Odamda birilerinin olması tuhaf hissettirmişti. Pek arkadaşım olmazdı benim. Haliyle odamda vakit geçirebileceğim kadar yakın bir arkadaşım da hiç olmamıştı.
"Damla burası harika olmuş. Balkon da öyle."
"Teşekkür ederim."
Ufak bir gülümseme sunmuştum Aslı'ya. Fazla cana yakın ve konuşkan bir kızdı.
"Abi ben de böyle bir kitaplık istiyorum."
Kime abi dediğine bakmak için başımı çevirdiğimde yine aynı gözler ve yine kuş gibi çırpınıp duran kalbim... Demek abisi oydu. Peki neydi bu adamın adı?
"Önce bu kadar çok kitap okumalısın ki bu kadar büyük kitaplığın olsun."
"Tamam tamam anladım. Okuyacağım bundan sonra."
Adamın yüzünde bu sefer serseri bir gülüşten çok şefkatli bir gülüş vardı. Kardeşine değer verdiğini görmemek için kör olmak gerekirdi. Diğerleri de odaya geldiğinde berjerlere ve yatağıma dağıldılar. Kızlar benimle birlikte yatağımda otururken Ali ve Emre berjerlere oturmuşlardı. O ise kitaplığın önündeki basamaklardan birine oturmuş tek ayağı alt basamakta diğeri yerdeydi. Gözleriyle kitapları tararken dönen muhabbetten uzaklaşmıştı. Benim de ondan farkım yoktu aslında.
Başımı yatak başlığına yaslamış, bakışlarımı boşluğa dikmiştim.
"Kaç yaşındasın Damla?"
Meraklı Aslı iş başındaydı yine anlaşılan.
"Yirmi."
"Daha küçük gösteriyorsun üniversiteye gittiğine inanamıyorum."
"Gitmiyorum ki zaten."
Konuşma diğerlerinin de dikkatini çekmişti. O bile dönüp bana bakmıştı.
"Neden ki? Okumak istemedin mi?"
"Okuyorum zaten lise son sınıfım."
Cemre homurdanmaya benzer bir şekilde gülüp alaycı bakışlarını bana çevirdi.
"Bu kadar kitap varsa çalışkan birisindir. Demek ki başka sebeplerden kaldın. Çok mu dağıttın ortalığı? Ya da birine bir şey mi yaptın?"
Dikkatler yine bendeydi ve bu benim hoşuma gitmiyordu. Acıyan bakışları üzerimde hissetmek istemiyordum.
"Hiçbir şey yapmadım. Hastaydım ve okula gidemedim. Sadece bu kadar basit."
***
Annemin odama gelmesiyle gelecek olan sorulardan kurtulmuştum. Misafirlerin gittiğini söylediğinde onlar da ayaklanmış ailelerinin peşinden evden çıkmışlardı. Ortalığı toparlama konusunda anneme yardım edip odama geçtim ve açılmamış olarak kalan son kitap kolimi de açıp yerleştirdim. Babamın umutlarını boşa çıkarmamak için birkaç test çözdüm. Kazansam bile bitiremeyeceğim bir okul için çabalıyordum. Olmayacak, imkansız hayaller. Kitaplığımda parmaklarımı gezdirip herhangi biri üzerinde durdum ve kitabı alıp balkona çıktım. Üzerimde kalın, polar eşofmanlarım, ayağımda panduflarım vardı. Küçük battaniyemi üzerime örterek hamağa çıktım. Bir süre sadece kitap okuduktan sonra esnemeye başlamamla kitabı bıraktım. Hava da epey soğumuştu ama yine de içeri girmek istemiyordum. Titreyişlerim arttıkça yaşadığımı hissediyordum. İnsana yaşadığını, hala hayatta olduğunu hissettiren en çok acıydı. Alışmıştım ben acıya. Canımdan can kopmasına. Titreyişlerim dişlerim birbirine vuracak kadar çoğaldığında doğruldum ve indim hamaktan. Soğuk hava ile son kez ciğerlerimi doldurmak için balkon demirlerine adımladığımda karanlıkta parlayan bir çift mavilikle karşılaştım. Gözleri tam gözlerimi bulmuştu. Beni izliyor olmasını düşündükçe kalp atışlarım hızlandı. Titreyişlerime karıştı sert ama yine de kesik kesik aldığım nefes. Bu adam her seferinde nasıl başarıyordu bunu? Saniyeler içerisinde nefesim kesiliyordu sanki. İyi biri miydi, yoksa kötü mü?
Yine ve yine gözlerini kaçıran taraf ben olmuştum. Derin bir soluğu ciğerlerime hapsedip çırpınıp duran kalbimi sakinleştirmeye çalışarak usulca verdim dışarı. Başım yere eğik arkamı döndüğümde bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bir kere daha dönüp bakmaya kalbim dayanmazdı. Odama girip balkon kapısını kapattım ve perdeyi çekmeden hemen önce kendime hakim olamayarak bir kere daha baktım ona. Alev almış mavileri tam gözlerimin içine bakıyordu. Biraz yakın olsak gözbebeklerinde kendimi göreceğimden öylesine emindim ki... Kalbim kabul etmeksizin çırpınırken acıyla baktım ona bir kez daha ve istemeye istemeye kapattım perdeyi. Yatağıma oturduğumda hala aklımdaydı gözleri en ince ayrıntısına kadar. Başımı iki yana sallayıp bir umut aklımdan çıkmasını diledim. Aklımdan çıkmadığı gibi zihnimin benim bile bilmediğim kuytu köşelerine kadar hakim olmasıyla çabalamaktan vazgeçtim. Bunu istemiyordum. İmkansız hayallerimle dolu defterime bir çentik de onun için atmak istemiyordum. O ancak benim imkansızım olabilirdi. Hayatın bana gösterdiği bu acı yanına aynı onun kadar acı, buruk bir gülümseme gönderdim gözlerimden akıp yanaklarıma süzülmüş gözyaşlarımla.
***
Dün gecenin hala izlerini taşıyan yorgun bedenim yataktan çıkmamak için direniyordu resmen. Yine de asker bir babanın kızı olarak güneş ilk ışıklarını gökyüzüne salarken kalkmıştım. Eskiden her sabah bu saatte kalkar babamın spor yapmasını izlerdim. Bir süre sonra bırakmıştım bunu. Ben de babamla koşmak, eğlenmek isterdim çünkü. Oysa yaptığım tek şey babam bahçede koşarken bir sandalyeye oturup onu izlemek olurdu. Bu yüzden vazgeçmiştim ben de izlemekten. Bir çentik de buydu işte imkansızlarım arasında. "Özgürce koşmak!"
Yatağımdan kalkıp üzerime koyu mavi kotum ile kırmızı kazağımı geçirdim. Bugünlerde daha da soğuktu hava. Mutfağa geçtiğimde annem kahvaltıyı hazırlıyordu. Beni görünce yanıma gelip hemen kollarına almıştı bile. Saçlarımdan öpüp işine devam etmişti. Kısacık bir an anneme baktım. Her gece gelip nefesimi dinleyen anneme. Başımı iki yana sallayıp düşünceleri aklımdan kovup portmantodaki montumu üzerime geçirdim. Anahtarımı da alıp evden çıktım. Apartmanın basamaklarını yavaşça indiğimde bisikletimi görünce birkaç saniye dursam da bir daha aynı şeyleri yaşamamak için bisikletimi almadan apartmandan çıktım ve ellerimi ceplerime sokuşturup yokuşu çıkmaya başladım. Bir adım, iki adım... on adım, on bir adım... Daha yirminci adımımı atamadan kesilen nefesim beni zorlasa da devam ettim adımlarımı atmaya. Sonunda yokuş bittiğinde öksürüklerim arasında durup ellerimi dizlerime yasladım ve kendime birkaç saniye zaman tanıdım. Kolumdan tutulmam ile irkilerek doğruldum ve kolumu tutan kişiye baktım. Onun olacağını düşünmemiştim bile.
"Sen iyi misin?"
Kısa bir duraksamadan sonra başımı salladım. Kendimde konuşacak gücü bulamıyordum. Gözleri yüzümde dolanırken sadece onu izliyordum.
"Bakkala mı?"
"E-evet."
Titrek çıkan sesimle ona cevap verdiğimde başını sallamış ve ilerlemem için eliyle gösterdi. Ufak adımlarla bakkala doğru ilerlerken sadece iki adım arkamdan geliyordu. Bakkala girmemin hemen ardından açık bıraktığım kapıdan o da girmişti.
"Ooo Baran günaydın oğlum."
"Günaydın Rasim amca. Bana iki ekmek verir misin?"
"Sen ne istemiştin kızım?"
"İki ekmek de ben alacaktım."
Adının Rasim olduğunu öğrendiğim bakkal amca ikimize de ekmek poşetlerini uzattığında aynı anda almıştık poşetleri. Yine aynı anda para uzattığımızda kısa bir an birbirimize baktık ama hemen gözlerimi kaçırdım her zamanki gibi. Rasim amca sıkıntıyla yüzünü buruşturdu.
"Çocuklar bozuğunuz yok muydu? Sadece birinizinkini bozacak kadar var."
Ceplerime baksam da yoktu hiç bozukluk. Gözlerim ona döndüğünde onun da ceplerine baktığını gördüm. Bakışlarını kaldırdığında yine göz göze gelmiştik.
"İkisini de buradan al Rasim amca. Bozuk yok."
Tam itiraz edecekken sert bakışlarıyla karşılaşmam ile dilime ket vurulmuştu sanki. Hiçbir şey söyleyemeden kendimi bakkaldan dışarı attım. Hemen peşimden de o çıktı dışarı. Yanıma ulaştığında başım öne eğik mırıldandım.
"Teşekkür ederim."
"Önemi yok."
Bir daha göz göze gelmeden yürümeye başladığımda bu kez yanımda yürüyordu. Yokuşun yarısına geldiğimizde o çoktan önüme geçmişti bile. Birden arkasını dönüp çatık kaşlarıyla bana baktı.
"Her zaman bu kadar yavaş mı yürürsün sen?"
Diyemedim o anda hızlı yürürsem kalbim dayanmaz. Ölürüm... Başımı eğip yanından geçtim ve yavaş adımlar atmaya devam ettim.
"Hey ne dedim şimdi ben?"
Ne çok soru sormuştu bugün. Yanıma ulaştığında bugün ikinci kez kolumu tutup beni durdurdu.
"Bütün kızlar niye aynı? Trip atacak ne dedim söylesene."
Önce kolumu tutan eline baktım. Dokunduğu yer ateş olup yanıyordu sanki. Usulca elinden kolumu çektim.
"Trip atmıyorum."
"Peki ya bu yaptığın ne? Altı üstü neden yavaş yürüyorsun dedim."
Sıkıntıyla nefes alıp ona döndüm. Bir süre yüzüne bakıp sorusunu cevapladım ve yanından ayrıldım.
"Bir cevap olmadığı için cevaplamamıştım. Ama madem bu kadar ısrar ediyorsun söyleyeyim. Yavaş yürüyorum çünkü hızlı olursam ölürüm."
***
Baran'ın yanından geçip eve gittiğimde moralim iyice bozulmuştu. Ne yazık ki kaderine karşı gelemiyordu insan. Ben kaderime çoktan boyuna eğmiştim eğmesine. Tek bir şeye boyun eğmek istemiyordum. Yıkılan hayallerime... Öleceğini bilen insanlar kurmuyordu hayal. Yani ben hayal kurmuyorum artık. Vazgeçtim birkaç yıl önce. Kahvaltıdan sonra evde durmayacağımı anlayınca anneme haber verip çıktım evden. Apartmanın demir, ağır kapısını kapatıp önüme döndüğümde yine ve yine aynı basamaklarda oturuyorlardı. Hepsine başımla selam verdim.
" Damla gelsene."
Aslı'nın şen şakrak çıkan sesine karşı ufak bir gülümseme sundum ona.
" Başka zaman Aslı."
Israr edecekken hızlıca el sallayıp arkamı döndüm. Kulaklıklarımı taktıktan sonra ellerimi cebime sokup yavaş adımlarla yokuşu inmeye devam ettim. Sırtımda hissettiğim delici bakışlar araya mesafe girince etkisini biraz olsun azaltmıştı. Deniz kenarına geldiğimde geçen sefer oturduğum banka oturdum yine. Birkaç gündür olduğu gibi yine çıkmıyordu aklımdan Baran'ın mavi gözleri. Bu nasıl bir şeydi anlam veremiyorum. Liseye ilk başladığım yıl benim için hayat canlıyı. Kalp nakli yapılmış, yavaş yavaş iyileşiyordum. Okula verdiğim iki yıl aradan sonra sapasağlam devam ediyordum hayatıma. Diğerlerinden büyüktüm belki ama sorun etmiyordu kimse bunu. O zamanlar biri vardı okulda. Son sınıflardan biriydi. Okuldaki kıdeminden dolayı her ortama eli kolu uzanıyordu. Her ortamda arkadaşı, tanışı vardı. Sınıftan arkadaşlarla bahçede oturduğumuz bir gün tanışmıştık Kenan ile. Basketbol takımındaydı ve bizim sınıftaki bir kaç kişiyle oradan arkadaşlarmış. Yanımıza geldiğinde ve bana gülümsediğinde heyecanlanmıştım. Kalbimin atışları o güne kadar hiç öyle atmamıştı. Bana göre aşktı bu.. Bir dönem boyunca saklandım hep, açılamadım ona.. Kenan da bana açılmamıştı zaten. Yaz tatili bitip de tekrar okula döndüğümüzde ise olan olmuştu. Bir gün Kenan yanıma gelmiş ve beni sevdiğini söylemişti. Ben de onu seviyordum, sevdiğimi sanıyordum.İlk kez bir erkeğin elini tutuyordum. İlk kez bir erkek için atıyordu kalbim. Daha öncesinde kalbimle uğraşmaktan hiç böyle bir şeyler hissetmemiştim ki. Kaç ay sürmüştü sahi ayaklarım yerden kesik, kendimi sahte mutluluklarla kandırmam? Üç mü yoksa dört mü? Yere çakılışım bu kadar kısa sürmüştü işte. Yeni kalbim vücuduma uyum sağlayamamıştı meğer. Kenan ile dışarı çıktığımız bir gün onun yanında krizi geçirmiştim. Hastaneye kaldırmışlardı. Annemlere haber vermemelerini istemiştim. Doktorumun yaptığı açıklamaya göre doku uyumu olsa bile bazen organ vücuda uyum sağlayamıyordu. Bu yüzden kapakçıkların çalışması yavaşlamıştı ve her geçen dakikada biraz daha yavaşlıyorlardı. Doktorum tekrar listeye alındığımı söylediğinde korku dört bir yanımı sarsa da bir süre sonra kabullenmiştim. Korkunun ecele faydası yoktu cidden. Benim ecelim yakındı bunu kabullenmiştim ben. Doktorum aileme söylemesin diye söz almıştım ondan. 1Bir buçuk yıl olmuştu, belki daha fazla bilmiyorlardı durumumu. Geçen zamanla artan krizlerimden anlıyorlardı bence.
Kenan ise yapamam demişti. Ölecek bir insana bel bağlayamaz, bu sorumluluğu alamazmış. Canım yanmıştı ama kısa sürmüştü bu. Beni hastane odasında bırakıp gidişinin üzerinden daha on gün bile geçmeden yeni bir sevgilisi olmuştu. Diyorum ya kader. Ne yazılmışsa alnımıza onu yaşıyoruz. Bir daha da kimseyle böyle bir şey düşünmemiştim. Yaralı olan kalbimi daha da yaralamaya gerek yoktu. Baran... O neden farklı hissettiriyordu? Sevgi sandığım, aşk sandığım Kenan'da böyle hissetmemiştim. Neydi bu tuhaflık? Bu adamda ne vardı da böyle hissediyordum ben? Bedenimde taşıdığım bu kalp bana ait değildi. Peki ben neden kalbimin sancılarını bu kadar net hissediyordum? Neden Baran'ın gözleri, sesi, dokunuşu her aklıma gelişinde böylesine bir ritimle atıyordu bu lanet olasıca kalp? Kaç saat olmuştu burada oturalı sahi? Kararmaya yüz tutmuş gökyüzü ve soğuk hava aldığım her solukta ciğerlerime dolan buz gibi hava. Gözlerim kapalı usul usul aldım her bir nefesi. Yaşamak... Yaşamak bu muydu? Nefes almak mıydı sadece? Değildi. Mutluluktu, sevgiydi, aşktı yaşamak. Bunlar olduğu kadar acıydı, kederdi, gözyaşıydı yaşamak. Ben hep bu kısmını görmüştüm niyeyse. Gülümsemelerim hep yarım, hep buruk. İçime çektiğim hava hep zehirli...
Yavaş adımlarım evin yolunu tutmuş, yokuşu çıkarken her adımda çekiyordum içime havayı. Her nefes adımlar ilerledikçe daha da kısalıyordu. Birinci adımda on saniye doluyorsa ciğerlerime hava dördüncü beşinci adıma gelince beş saniye anca doluyordu. Yokuşun yarısında kesilen nefesimle durup kaldırma oturdum. Kendime zaman tanımalı, kalp atışlarımın yavaşlamasını sağlamalaydım. Kalbimin çırpınışları göğsümdeki sancıyı arttırırken başımı geriye yatırdım ve önünde oturduğum evin duvarına yasladım. Gözlerim kapalı tek elim kalbimde nefesleniyordum. Yolun sonuna yaklaşıyordum. Bunu çok net hissediyorum artık. Zaman tükeniyordu benim için.
Koşuşturan ayak seslerine karışan annem ile babamın sesleri biraz daha güç bulmamı sağlamıştı. Hafif araladığım gözlerimle baktım babama. Benim olduğu kadar tüm vatanın kahramanıydı. Güçlü olması gerekirken çok solgun, çok korkmuş gözükmüştü bana. Oysa babam korkusuzdu benim. Bir banaydı korkusu. Onca yara almış, onca can kaybetmişti. Bu hayatta bir banaydı onun kaybetme korkusu.
"Bebeğim! Sakin ol tamam mı babacım? Hadi nefes alacağız şimdi birlikte."
Babam benim nefes almamı sağlarken yorgunca boştaki elimi ağlayan anneme uzattım. Ağlamasındı artık benim için.
"İyiyim."
"İyisin tabii ki bebeğim. Gel bakalım babanın kollarına."
Babam beni kucakladığında annem elimi bırakmadan yanımızda yürüyordu. Ara ara açılan gözlerimle bir kere onunla göz göze gelmiştim. Baran'ın mavileri alev alevdi. Acımıyordu ama korku vardı gözlerinde. Korkuyu geçtim çaresizlik vardı. Neydi bunun sebebi bilmesem de boş verip kapattım gözlerimi. Yorgundum. Öyle böyle değil hem de çok yorgundum. Babamın sıcak göğsüne iyice sığınıp kendimi uykunun kollarına bıraktım. Son seferlerimdi belki de babamın sinesine sığındığım, annemin pamuk ellerini tuttuğum. Artık onlara durumumu da anlatmam gerekiyordu. Alışmalılardı artık kızlarının kuş olup uçmasına. Zaman buydu. Hem ondan bol bir şey yoktu hem de ondan az bir şey yoktu. Zaman aslında hiçti. Bu hiçlik benim de hiç olmamı sağlıyordu.
***
Yatağımdan çıkmadan geçirdiğim haftasonundan sonra saatler önce uyanmama rağmen yeni çıkıyordum yataktan. Annemin hazırlayıp odama bıraktığı okul formamı yavaş adımlarla üzerime geçirip mutfağa geçtim. Annem ve babam çoktan sofraya oturmuşlardı. Onlarla bir an önce konuşmalıydım ama cesaretimi toparlamalıydım önce. Masaya oturduğumda ikisinin de bakışları üzerimdeydi. Hızlıca bir şeyler atıştırdıktan sonra montumu giyinip çıktım evden. Yavaş adımlarla yokuşu çıkarken çantama tıkıştırdığım şapkamı aldım ve başıma geçirdim. Hava gerçekten çok soğuktu. Titreyen ellerimi ceplerime sokup yoluma devam ettim. Soğuk hava iyice yorgun düşürüyordu beni. Soluk tenim iyice soluyordu. Dudaklarımın morardığını tahmin etmek zor değildi benim için. Nefes nefese yokuşun sonundaki okulun bahçesine girdiğimde dönüp yokuşa baktım ve bir kere daha lanet ettim. Henüz zil çalmamıştı sanırım ki çoğu kişi dışarıdaydı. Binadan içeri girerken bana seslenen Aslı'yı görmem ile onu bekledim. Koşar adımlarla yanıma gelip kollarını bana sarınca başta şaşırsam da ben de ona doladım kollarımı. Hemen koluma girip beni çekiştirmeye başlamıştı. Müdürden sınıfımı öğrendiğimde Aslı da bana eşlik etmiş ve sınıfına gitmişti, tenefüste yanıma geleceğini söyleyip. Ders başladığında hoca sadece adımı sormuştu. İyi ki tanışma faslı uzamamıştı. Hoca soru çözmemizi söyleyip masasına oturduğunda çantamdaki kitabımı çıkarıp testlerimi çözmeye başladım. Zil çalıp tenefüs olana kadar da kaldırmadım başımı kitaptan. Tenefüs zili çalar çalmaz kapıdan bana seslenen Aslı'nın yanına gittim. İkimiz birlikte kantine gittiğimizde Cemre bir masada birkaç kişiyle oturuyordu. Aslı'yı görünce gülümsese de gözleri beni bulduğunda yüzündeki gülümseme silinmiş yerine iğrenir bir ifade yerleşmişti. Neydi bu? Ne yapmıştım da ona, bana böyle davranıyordu? Anlam veremesem de boşverip Aslı'nın yanına oturdum. Sessizce dönen sohbeti dinliyor arada bana soranlara cevap veriyordum. Zil çaldığında onlara veda edip sınıfıma geçtim. Dersler bu şekilde devam ederken son dersin çıkışında Aslı yine soluğu yanımda almıştı.
"Birlikte gideriz diye düşündüm. Olur mu?"
"Olur. Cemre yok mu?"
"O kuzenine gidecekti. İkimiz gideriz diye düşündüm."
Başımla onu onayladığımda ikimiz birlikte yokuşa doğru ilerledik. İnmesi kolay olacaktı.
"Nasıl oldun, daha iyi görünüyorsun?"
"İyiyim."
"Eee.. Şey sana bir şey sorsam."
"Çekinmene gerek yok sor ne istiyorsan."
"Ya aslında sormak değil de düşünceni merak ediyorum."
"Söyle hadi merak ettim."
"Ozan nasıl biri sence?"
Utangaç bir şekilde kırmızı yanaklarıyla soran Aslı'nın bu haline gülümseyerek baktım.
"Ozan hangisiydi hatırlamıyorum ki?"
"Esmer olan hani. Tam karşımda oturan."
Aslı'nın söylediğiyle gergince ellerimi ovuşturdum. Bahsettiği çocuğu bugün Cemre ile görmüştüm sonraki tenefüste. Açıkcası fazla samimilerdi.
"E hadi söyle artık."
"Ben bugün tanıştım daha tanımıyorum ki. Sen yine de dikkat et Aslı."
"O ne demek?"
"Yanlış anlama sana karışmak değil niyetim. Sadece güvenmeden önce iyice düşün, tanı."
"Yanlış anlamadım. Eğer düşüncelerine önem vermesem sana sormazdım. Seni kendime yakın hissediyorum.Zaten bir sen bir de Cemre biliyor."
"Ben de seni yakın gördüm kendime. Son zamanlarda en çok konuştuğum kişisin."
Aslı gülerek koluma sarıldı ve birlikte yavaşça mahalleye giriş yaptık. Apartmanın önüne geldiğimizde soğuktan titreyen ellerimle çantamdan anahtarımı aradım ama bir türlü bulamıyordum.
"Bir sorun mu var Damla?"
"Yok anahtarımı arıyorum. Ama sanırım evde unuttum."
"Ne yapacaksın?é
"Annem evdedir, dur zili çalayım. Sen bekleme soğukta daha fazla gir hadi eve."
"Olmaz çal hadi zili."
İki kere zili çalmama rağmen kapı açılmayınca cebimden telefonumu çıkarıp annemi aradım. Pastaneye gittiğini öğrendiğimde sıkıntıyla apartmanın önündeki merdivenlere oturdum. Bakışlarım yokuşu bulduğunda derince bir nefes alıp gözlerimi kapattım.
"Damla? Ne oldu söylesene."
"Annem pastaneye gitmiş. Babam zaten sabah söylemişti alaydadır. Yokuşu tekrar çıkabileceğimi sanmıyorum."
"Neden çıkacaksın yokuşu?"
"Pastaneye gidip annemden anahtarı almak için ama çıkamam."
"Bize gel o zaman."
"Yok Aslı rahatsız etmiyim ben. Biraz dinleneyim giderim annemin yanına."
"Hadi ya uğraştırma beni de kalk. Arayıp söylersin Miray teyzeye bizde olduğunu."
Bir yokuşa baktım bir de Aslı'ya. Gülümseyerek bana uzattığı elini tutup ayaklandım. Aslı'nın kapıyı açmasıyla onların dairesine geçtik.