BÖLÜM 8

2138 Words
Her geçen gün biraz daha değişiyordum. Hareketlerim, konuşmam, yürüyüşüm, kafama taktıklarım ve kafamdan çıkardıklarımla bambaşka birine dönüşüyordum. Annemle Kağan hakkında konuşmamızın üzerinden bir hafta geçmişti. Karar vermiştim. Onlara yeni hâlimi belli etmemek için elimden gelenin fazlasını yapacaktım. Çünkü aslında bu şu demekti: Ben kendime yeni bir dünya buldum ve onu keşfetmek isterken kimsenin ayağıma dolanmasını istemiyordum. Annemin gözü sürekli üzerimdeydi. Beni izliyor, en ufak açığımı kolluyor gibi. Fakat benden yana bir açıklık görmeyince her zamanki gibi boş vermiş, bıraktığı hayata dönmeye başlamıştı. Bebekken bile üstüme bu kadar düşmeyen annem, yine çabuk pes etmişti. Ben o süreçte Kağan’ı sadece pencereden izliyordum. Ara sıra avluda denk gelince birilerine yakalanacağım korkusuyla, kısa bir selam verip yaptığım işe geri dönüyordum. Bir süre böyle geçti. Saatler akıyordu, ama ben kafayı fazlasıyla taktığımdan sanki seneler akıyor gibi geliyordu. Sonra bir şey oldu. Kağan ile, daha önce bahsettiğim gizli bahçemizin kapısının önünde denk geldik. Ben çıkıyordum, o bahçeye girecekti. Kucağımda mavi plastik leğen vardı, içinde bahçede kopardığım yeşillikler. Annem mutfaktaydı. Mutfağın penceresinden bahçe kapısını görebileceğini biliyordum. Bu yüzden yüzüne bakmamaya gayret ettim. Ama gözlerimin çektiği ızdırap kalbime dokundu. Yenildim. Önüme bakıyordum ama başımı kaldırıp yüzüne baktım. Öyle kısa bir andı ki. İnsan, bakmak istesin. Saniyelik o bakışla doydum. Hiç panik yapmadım. Ama nasıl olduysa benden çok o paniğe kapılmıştı. Sanki benim değil de onun anası babası kendisini sıkıştırıyordu. Yüzüme karşı öyle bir bakışı vardı ki tıpkı benim ona yaptığım gibi saniyeler içinde ezber eder gibiydi. Kara gözlerinde görmüştüm yansımamı. O an, karşısında zil takıp oynayasım tuttu. Sebebi mi? Gözbebeğine girebildiysem, gerisinin de gelir umuduydu. O an göz göze gelince aynı durumu yaşamamız, ikimizin de panik yapması bence bir işaretti. Benden önce o, "İyi günler, Aycan," diyerek önümden çekilmeye kalktı. İkimiz de aynı yöne çekildik. Ben güldüm ama o daha da panik yaptı. Bu kez sola doğru adım attı. Ben yine aynısını yaptım. Vallahi bilerek yapmamıştım. İkimiz de kaçacağız derken, daha da burun buruna geldik. Yüz ifadesi tuhaftı. Bir ben gibi bakıyordu. Ama bir o kadar da benim kadar korkmuştu. Onun o panik hâlini kendime benzetince, bana karşı kıvılcımını hissettim. Ben o cahil hâlimle, bunu kendime nimet sayıp sevinçle geri çekildim. Mühim olan, kimseye belli etmemekti. ... İşte bu yüzden, her şey sıradanmış gibi davranıyor, içimde büyüttüğüm aşkı kimseye hissettirmeden ev işlerini mızmızlanmadan yapıyordum. Akşam yemeklerini özenle hazırlıyor, yaptığım yiyecekleri Kağan da yiyecek diye ayrı bir özen gösteriyordum. Ama babam, yemekleri benim götürmemi istemiyordu. Özenle tepsiye dizdiğim yemekleri kendi elleriyle götürüyordu. Babam kapıdan çıktığı an, mutfağın ışığını kapatıp köşeye siniyor, ikisinin karşı karşıya gelişini heyecanla izliyordum. Ara sıra konuştuklarını da duyabiliyordum. Kağan, babama karşı oldukça saygılıydı. Bazen kapıyı açar açmaz, babamın elindeki tepsiyi daha fazla ağırlık yapmasın diye hızla alır, üst üste teşekkürlerini sıralardı. “Ağabey, her defasında gerek yok diyorum. Neden zahmet ediyorsunuz? Ben bir şekilde karnımı doyuruyorum,” derdi. Babam ise, “Al şunu oğlum! Bekletme beni. Aynı tencereden çıkan yemeği bir fazla tabağa koymanın zahmeti olmaz. Afiyetle ye hadi!” diye karşılık verirdi. Babam, Kağan ile iletişimini artırmış, benimle de arasını düzeltmişti. Annemden sonra karşıma geçmiş, önce bağırdığı için özür dilemiş, sonra da yine haklı olduğunu üstüne basarak, “Kiracımızdan ötesi olmaz, siz de ona göre davranın,” diye daha makul bir ses tonuyla uyarmıştı. Ben, karşısında utana sıkıla, “Baba, anama dedim ortada bir şey yok diye. Asıl siz el oğlunun kulağına su kaçırıp beni rezil etmeyin. O gün uyku sersemi korkarak çıktım yataktan. Yoksa sen beni bilmez misin? Ben ne zaman akıl almaz hallerle senin başını yere eğdim?” diye ikna etmeye çalıştım. Öyle bir gün gelecek, öyle bir hâlde yakalanacaktım ki, babamın başını eğmesi şöyle dursun, onu kökünden sökmek istediği bir mesele olacaktı. Babam, annem gibi değildi. İkna olmuş gibi duruyordu. Ben böyle söyleyince, sesini ve yüzündeki ifadeyi yumuşatarak, “Kızım, ben zaten seni bildiğim için kendimi kontrol edemedim. Evlilik çağında bir kızın yarı çıplak kapıyı açması ne demek! ‘Bu benim aklı başında kızım Aycan mı?’ dedim,” diye içini döktü. Ah benim canım babam. Nasılda haklıydı. İçinde zerre kötülük yoktu. Başkasının babası olsa, sadece bağırmakla kalmaz, bir de tokadı basardı. Sahiden, kim isterdi ki evlenecek yaştaki kızının meme uçları ortada, baldırı bacağı meydanda kapıyı herkesten önce koşarak açmasını? Bizim hayatımız buydu. Bana sorarsanız, sonuna kadar tasdikliyorum. Bu, kimilerine göre abartı olsa da, biz böyle yetişmiştik. Velhasıl, ben güya biçare Aycan; herkesi ikna etmeye çalışırken gerçek amacım çok farklıydı. Gönlümün düştüğü adam için, hayallerimde rengârenk bir gökkuşağı oluşturmuş, kimseye gözükmeden o gökkuşağının üstünde kollarımı yana açıp çığlık çığlığa aşağı doğru kayıyordum. İçimde gürül gürül akan bir şelale vardı. Tepemde dolaşan binlerce kelebek, gözlerimin önünde her yer rengârenk, her şey mükemmeldi. Ben delicesine Kağan’a âşık olmuş, hem kendimi hem onu yakmıştım. *** Gün, geceye; gece, güne kavuşurken herkes eski düzenine dönmüştü. Babam her sabah işine gidiyor, artık Kağan’a kahvaltı bırakmıyordu. Kağan, onu bilhassa tembihlemişti. “Ağabey, ben sabah kahvaltısı yapmıyorum. Getirdiklerin ziyan oluyor,” demişti. Annem, babamı işe uğurladığı gibi yatağa giriyor, öğlene yakın sanki dünyanın işini o görmüşçesine her yeri ağrıyarak uyanıyordu. Kadın yorgundu! Uyanır uyanmaz ev ahalisinin başında o günün yapılacak işleri dağıtıyordu. Ama kimin haberi var? Aybar okullar tatil olunca sabahtan akşama kadar sokaklarda top peşindeydi. Aybüke ise, okullar açılır açılmaz gideceği için, köy içinde kendi akranlarıyla son günlerinin tadını çıkarmanın peşindeydi. Aybüke ile aramızda dağlar kadar fark vardı. O dilediğini yaparken ben dilemekten bile korkuyordum. Ama onun cesaretini takdir ediyordum. Bir abla olarak her zaman arkasında olduğumu bilmesini isterdim, gezmesine, akranlarıyla vakit geçirmesine karışmamaya çalışırdım. Benim gibi olmasın isterdim. Zaten köy yerinde nereye gezip tozacaklardı? Ya birinin bahçesinde toplanırlar, ya sokak aralarında gezerlerdi. Aslında, ben kendimi bildim bileli bizim evin halleri her daim böyleydi. Ta ki eve aniden gelen kiracıya kadar. Ah bu ben var ya! O düzeni tepe taklak etmiştim. Herkes beni her zamanki Aycan sanıyordu, ama içimdeki ikinci yüz ortaya çıkmak için dakikalarla savaş veriyordu. İpleri ele geçirmek için fırsat kolluyordu. İşte, o vakit gelip çatmıştı. ... İkindi vaktiydi, iyi hatırlarım. Annem, komşumuz Hafize ablanın evinde kısır yapıp yiyeceklermiş, onun telaşında hazırlanıyordu. Dudaklarının ucundan, “İstersen sen de gel,” dedi. “Bilmiyorum ki, gelsem mi?” dedim. Halbuki asla gitmeyecektim. Ama annem anlamasın diye öyle söyledim. Bir kurnaz Aycan’ımız eksikti. Ben öyle dedim ya, anam aynanın önünden başını çevirip yüzüme bakmıştı. Telaşı yüzüne yansımıştı, onca iş dururken ne cevap versem diye düşünüyordu. Bendeki kurnazlık, anamın önünde eğilirdi. “Aman gel dedim de, ne yapacaksın orada şimdi? Sen sıkılırsın. Hem biliyorsun, kaynanası da başında. Şimdi sana getir götür işini yaptırırlar. Elin işini yapacağına, evimizin işini gör kuzum. Yanlışlıkla kilere bulgur çuvalı dökmüştüm, onu bir toplayıver,” dedi. İşte benim anam buydu. İnsanın anası bu kadar dağınık olup, döküp saçtıklarını kızı mı toplardı? Tam tersi olmaz mıydı, Allah aşkına? O an Hafize ablaya götüreceği bulguru becerip de elindeki leğene koyamayan anneme, “Döktün madem, toplayıverseydin,” demedim. Yanımdan gidecek olmasının vermiş olduğu sevinçle, yapacağım iş asla yük değildi. “İyi, toplarım. Ondan sonra da uzanacağım biraz, başım ağrıyor,” dedim. “Yat tabii! Ama akşam yemeğine kadar uyan emi kızım. Baban, şu bebek yüzlü oğlanla birlikte ilçeye gitti, büyük ihtimalle aç gelirler. Yemeği geciktirmeyelim,” dedi. Ne o bebek yüzlü oğlanın yarım saat önce geldiğinden haberi vardı, ne de akşam yemeğinden. “İyi anne. Ona da tamam, anne!” dedim. İşte, buna sinirlenmiştim. ... Anneme göre dağ gibi, bana göre beş dakikalık olan işleri çabucak bitirdim. Sonra koşarak banyoya girdim. Eğer banyo yaparsam geç kalırdım. O yüzden elimi yüzümü sabunladım, saçlarımı nemlendirdim. Üstümdeki kirlileri, iç çamaşırıma kadar çıkarıp kirli sepetine attım, kapının arkasındaki havluya dolanarak çıktım. Banyo yapsam daha iyi olurdu. Hani bayramlık ya da gezmelik kıyafetlerimiz bir köşede olur ya, işte ben de o köşeye geçtim ve en güzelini üstüme geçirdim. Ben elbise kızıydım. Göğüsleri ve beli büzmeli, diz altıma kadar gelen birkaç elbisem vardı. Modelleri benzese de renkleri farklıydı. O gün mürdüm rengindeki elbiseyi seçtim. Üzerinde pembenin açık tonlarında küçük çiçekler vardı. Belimi ince gösterirdi. Bunu giydiğimde herkes yakıştırır, nereden aldığımı sorardı. Anamın en iyi yaptığı şeydi. İl ve ilçe pazarlarına gidip bizlere kıyafet almak. Yüzüme nemlendirici sürdüm. Kaşlarımı fırçayla taradım. Ama asıl mühim olan saçlarımdı. Düz ve uzun saçlarım topluysa bu elbise üstümde gündelik, şayet belime kadar saldıysam gezmelik olurdu. Biri bu abartılı hâlimi görmesini hiç umursamadan, lastik tokayı söküp attım. Kalın siyah telli saçlarımı taradım ve özgürce salınmalarına izin verdim. Yüzümü kapatmasınlar diye Aybüke’nin düz siyah tacını taktım. İşte bu hallerde kendimde değildim. Evden çıktığım gibi sağa sola bakınarak Kağan’ın kapısına ulaşmam sadece iki dakikamı aldı. Hiç düşünmeden, tereddüt etmeden kapısını hızla çaldım. Geldiğinden beri ne perdesi ne de kapısı açılmıştı. O yüzden annem de gelmediğini varsayarak gitmişti. Ama ben, tesadüfen görmüştüm, elinde poşetlerle eve girdiğini. ... O geldiğinden beri benim ona hazır ettiğim eve ilk kez girecektim. Acaba düzeni bozmuş muydu? Ya da kendisine ait nasıl bir düzeni vardı? Ölesiye merak ederek kapıyı açmasını bekledim. Fakat kapı açılmadı. İçeride olduğunu biliyordum. Duymamış olduğunu düşünerek, asırlık tahta kapıya daha fazla vurdum. Kapının sesiyle, heyecanımdan ötürü hızla atan kalbim yarış yapıyordu. Kapı açılmayınca, bu kadar hazır olup geri gitmeyi kendime yediremedim. Dedim ki, bir kez daha sert vur, açılmazsa öyle dön git. Üç kez daha vurdum. Ve duydu. Kaldığı odanın açılış sesini çok iyi bilirdim. Menteşesindeki gıcırtı, dış kapıya kadar ulaşırdı. O kapıya yaklaşırken attığı her adım sanki yüreğime vururcasına heyecanımı iki katına çıkarıyordu. Elbisemin kenarlarından sıkıca tutup güç aldığımda, kapı hızla açıldı. Karşısında beni gördüğüne fazlasıyla şaşırarak “Aycan,” dedi. O şaşkındı. Ben çok daha kötüydüm. Kağan, banyodan çıkmıştı. Saçlarından akan su, üstüne ters giydiği atlet tarzı tişörtünün yaka kısımlarını sırılsıklam etmişti. Allah’ım! Bunları şimdi düşününce çıldıracak gibi oluyordum. Ama o zaman çok başka şeyler düşünüyordum. Sanki çok normalmiş gibi geliyordu. Oysa adam banyo yapıyordu, ben ise bok varmış gibi kapısını parçalayacakmışçasına yükleniyordum. O hâlde kapıya çıkması normaldi de, karşısında beni görmesi anormaldi. “Aycan, bir şey mi oldu? Banyodaydım, sen öyle vurunca yarım bıraktım,” dedi. “Belli oluyor, sıkıntı değil,” dedim. İşte o sıra nihayet utanç duygum, kaçtığı yerden geri gelince, bakışlarımı üstünden çekebilmiştim. Bütün ayıplarımla, günahlarımla ve sevaplarımla kapısına dikilmiş olsam da, yine de o hâlde gözünün içine bakamadım. Ama yeni duştan çıkmış olduğundan, teninin bir erkeğe göre beyazlığı, ıslak saçları, kaşının ve kirpiklerinin daha da koyu renge bürünmesi, içimdeki aptal coşkuyu fazlasıyla arttırmaya yetti. Ben onu arsız bir kız misali yudum yudum içerken, sordu: “Evdekilerde mi bir sıkıntı var?” “Yoo! Evde kimse yok ki. Herkes iyi şükür,” dedim. Böylelikle tuttuğu nefesi geri verdi. Hatta az biraz da kızmış gibiydi. “Şey… Aslında evde kimse yok, ben de bir istediğin var mı diye sormaya geldim,” dedim. Ben öyle söyleyince daha çok şaşırdı. Islak kaşları yukarı kalktı. Öylece baktı biraz. “Bir isteğim yok, ama sen de istersen bir kahve içebiliriz,” dedi. Bütün duyguları tek bir seferde yaşamak, yüreği olan her kişiye ağır gelirdi. Yaşadığım bütün duyguların içine, bir de sevinç eklenince, öleceğim sandım. “Olur, içelim,” dedim. Ben içimden gelen coşkuyla bunu söylerken, Kağan düşünceliydi. Gerildiği kapı ağzından, beni baştan aşağı süzüp kenara çekilirken, kararsız olduğunu belli ediyordu. Kendimi bildim bileli girdiğim eve, bambaşka bir eve giriyormuş gibi adım attım. Adım atar atmaz, odadan yayılan şampuan kokusu, zaten esir olan kalbime zincirlerini vurdu. Gözümü kapatıp kokuyu içime hapsettiğimi bilirim. Ben önde, o arkamdaydı. Bizim oralarda ara hole “hayat” deriz. İşte o “hayatta”, ben yaşayacağım sancılı hayatın hazırlığını yapıyordum. İkimiz de sessizdik. Kağan ev sahibiydi ve bunun daha fazla sürmesine izin vermeyerek, oda kapısının önünde çekinerek şunları söyledi… “Ev sahibemiz denetlemeye gelmiş ama odaya girmeden uyarmak isterim, ben hiç bildiğiniz gibi bir kiracı değilim,” dedi. Sonra utandığını gösterircesine, bakışlarını çekip ensesini kaşıdı. Tabii Aycan yakmış bütün gemileri. Ömrü dağınıkları toplamakla geçmiş. Bu ona koyar mıydı? Sanki büyük bir iş almış olmanın sevinciyle, odaya dalarken pek işgüzardım. “Estağfurullah canım! Dağınıksa iki dakikada toplarım ben.” Yedi kat elin mahremine dalarken, asla yüzüm yoktu. Girdiğim oda, anamın dağınıklığını bile üstüne çıkıp zirveye taşımıştı. Eski evlerde banyolar odanın bir köşesinde olurdu. Perdeyle ya da tahta kapıyla gizlenirdi. İşte o banyo kapısı açıktı. İçinde yarım kova su duruyordu. Banyo havlusu kapı ağzında, beni mest eden o kokulara sebep olan şampuan kutuları yerdeydi. Bu adam kaç şişe şampuan kullanıyordu yıkanırken? Onca düşünmem gerekenlerin arasında, en saçma olan buydu. Banyodan sonra, yatağa baktım. Yatak dediğim, süngerli bir somyaydı işte. Üstüne serdiğim çarşafların esamesi yoktu. Her biri yere saçılmış, der top olmuştu. O gün o odada, Kağan’ın çıkardığı iç çamaşırlarını dahi gördüysem, bundan sonrasını kendime karşı hep helal kıldım. O odaya adım attığım gün, onu hep benim olacakmış sandım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD