Güneş daha yeni doğuyordu. Ev karanlık, sessiz ve ağırdı. Ama dışarıdan gelen kadınların sesleri, kapı önündeki telaş hepsi içimdeki düğümü daha da sıkılaştırdı. Gözlerimi açtığım anda, bugün düğün sabahı olduğunu hatırladım.
Bugün hayatım değişecekti.
Ben istemesem bile.
Kapıya birden vuruldu. Öyle sert, öyle buyurgan.
“Açın kapıyı! Gelin hazırlamaya geldiler!”
Annem telaşla yataktan fırladı. Hırkasını aceleyle giyerken bana dönüp:
“Kalk kızım geldiler.” dedi.
Ağır bir taş gibi çöktü içime. İnce bir örtüye sarılıp doğruldum ama ne kalkacak gücüm vardı ne konuşacak halim.
Kapı açılır açılmaz evin içine bir anda kadınlar doluşmuştu. Sanki yıllardır tanıdıkları yer gibi rahat, sanki benden izin almaları gerekmezmiş gibi buyurgan.
“Bismillah! Gelin daha hazırlanmadı mı?”
“Anası, kızını böyle mi beklettin?”
“Bugün gelin parlayacak, çabuk!”
Kırmızı kesildi yüzüm. Odada nefes alacak yer kalmadı. Kadınların üzerindeki sabun kokusu, tülbentleri, ellerindeki bohçalar hepsi üzerime üzerime geldi.
Biri kolumu tuttu.
“Hadi kızım kalk. Gelin temiz olur.”
Elimi istemsizce geri çektim.
“Ben kendim… hallederim…” diyebildim sadece.
Kadınlar hep bir ağızdan güldü. Utancım daha da arttı.
“Ay yok öyle şey! Gelin kendi kendini hazırlar mı hiç?”
“Utanır tabii, genç kız işte.”
“Bırak biz yapalım. Gelenektir bu!”
Gelenek…
Dünyada herkesin saygı duyduğu ama benim üstüme bir çuval gibi örtülen o kelime.
Söyleyecek söz bulamadım. Sessizce başımı eğip banyoya doğru yürüdüm. Onlar da arkamdan sürü halinde geldiler. Kapıyı içerden sürgülediler.
Bir kadın, elindeki torbayı açarken bana dönüp:
“Hadi soyun bakalım. Üstündekiyle olmaz.” dedi.
O an içimde bir şey düştü.
Ateş gibi bastı yüzümü.
Ellerim birbirine dolaştı.
“Lütfen… herkes böyle bakmasın…”
Sesim neredeyse çıkmadı.
Kadınlardan biri sabırsızca yaklaştı.
“Ay ne var bunda kızım? Biz yabancı değiliz. Kadın kadınayız. Her gelin böyle hazırlanır.”
Diğeri:
“Sen utanırsın, biz utanmayız. Hadi oyalanma.”
Bir an başımı kaldırdım, ama gözlerindeki kararlılık beni hemen geri bastırdı.
“Biraz… yalnız kalabilir miyim?” dedim titreyerek.
Birkaç saniyelik sessizlik…
Sonra sert bir ses:
“Olmaz! Usulüne göre olacak bu iş.”
Yutkundum.
Sanki boğazıma bir düğüm takıldı.
Odada nefes almak zorlaşıyordu.
Sonraki bir saat…
Sadece sesleri hatırlıyorum.
“Dur.”
“Kıpırdama.”
“Sabret kızım, az kaldı.”
“Daha bitmedi.”
Torba hışırtıları, fısıltılar, kadınların birbirine verdiği direktifler…
Ben ise duvarda tutunacak bir yer arıyordum.
Ellerim titriyordu.
Gözlerimi kapadım, içimde bir sıcaklıkla bir soğukluk birbirine karışıyordu.
Mahremiyetim yoktu.
Söz hakkım yoktu.
Sessizce dayanıyordum sadece.
Nerede kıl gördülerse yapıştırdılar ağdayı. Ağladım. Özel bölgeme ağda yaparlarken gözümden yaş aktı. Acısından ağlıyorum sandılar. Utancımı görmediler. Kadın kadına olmak yeterliydi sanki.
“Kızım tamam.” dedi biri sonunda. “Mis gibi oldun.”
Başımı kaldıracak halim yoktu. Beni güzelce yıkadılar.
Kapı açıldı. Kadınlar çıktıkça banyonun havası biraz genişledi. Annem içeri girdiğinde gözlerim hemen doldu.
“Anne…”
Kollarıma sarıldı hemen.
“Tamam kızım… adet böyle.” dedi.
Ama sesindeki kırıklığı ben de duydum.
“Çok utandım anne…” diye fısıldadım.
Saçlarımı okşadı.
Ben küçücük bir çocukmuşum gibi.
“Ben de utandım zamanında.” dedi. “Her genç kız utanır. Ama sabredeceksin. Bugün bitecek.”
Bugün bitecek…
Ama bana bıraktığı iz, kolay kolay bitmeyecekti. Annem hemen sardı bir havluya beni. Çıkardı.
Kadınlar dışarıdan seslendi.
“Gelin! Saçını yapacağız!”
Annem gözlerimi sildi.
Yüzümdeki yaşları saklamaya çalıştı.
“Hadi kızım.” dedi. “Biraz daha var. Sonra her şey bitecek.”
Başımı salladım.
Sadece yürümek için gücümü topladım.
Bugün…
Benim seçmediğim bir hayatın kapısına itilerek götürüldüğüm gündü.
Ve sabah daha yeni başlıyordu.
Annemin elimi tutup beni diğer odaya götürmesi bile içimi burktu. Ayaklarım sanki bana ait değildi. Kapı açılır açılmaz, az önce beni hazırlayan kadınlar bu kez yerlerini değiştirmiş, sandalyeler çekilmiş, masa üstüne taraklar, tokalar, teller, kumaşlarla dolu bir düzen kurulmuştu.
“Gel gel, gelin gelmiş!” diye gülümsediler.
Ben gülümseyemedim.
Biri koluma dokundu.
“Otur kızım, saçın yapılacak.”
Sandalye soğuktu. Oturunca kalabalık tekrar üzerime kapandı. Aynanın karşısında duruyordum ama aynadaki kızın gözleri bile bana yabancı geliyordu.
Kadınlardan biri saçımı açtı.
“Çok güzel saçların var. Bugün ışıldayacak.”
Işıldamak…
Ben karanlık hissediyordum.
Nefesimi tuttum. Tarak diplerimde dolaşırken ara ara canım yandı ama söylemedim. Utanıyordum, ses etsem daha çok dikkat çekecekmişim gibi. Kadınlar kendi aralarında hızlı hızlı konuşuyordu.
“Örgüyü şöyle yapalım.”
“Yok yok, gelin topuzu yakışır buna.”
“Şuradan biraz yükselt.”
Ben ise konuşulan hiçbir şeye dahil değildim.
Bugün benim düğünüm ama ben yoktum.
Ara ara biri başımı sağa çeviriyor, biri sol taraftan tutturuyor, biri ensemdeki saçları çekip düzeltiyordu. Gözlerim sürekli yere kayıyordu. Kendimi rahatsız hissediyor, sanki içimdeki sıkıntıyı omuzlarıma kadar taşıyordum.
En sonunda biri aynaya doğru eğilip beni işaret etti.
“Bak kızım, çok güzel oldun.”
Kafamı kaldırmaya cesaret ettim.
Evet… güzeldim belki. Saçım parlak, düzenli, gösterişliydi.
Ama gözlerim kırmızıydı.
Ve ben o saçın altında hala ürkmüş bir kız çocuğu gibi hissediyordum.
“Tamam! Şimdi gelinliği giydireceğiz!”
Bu cümle odada bir hareket yarattı. Kadınlar bohçaları açtı. Beyaz tüller, işlemeler, satenler ortaya döküldü. İçimdeki düğüm daha da sıkılaştı.
“Gelin hanım, ayağa kalk.”
Ayağa kalktım. Dizlerim hafif titredi ama belli etmeye çalışmadım.
Biri gelinliği kaldırdı.
“Bunun içine gireceksin kızım.”
Gelinlik gözümde büyüdü.
Sanki beni içine alıp bambaşka bir dünyaya kapatacakmış gibi.
Kadınlar etrafıma toplandı. Kimisi tülü düzeltti, kimisi eteği açtı. Ben sadece nefes almaya çalışıyordum.
“Kolunu uzat.”
“Başını eğ.”
“Dur kızım, çekme, kıyafet takılıyor.”
“Az sabret, hemen olacak.”
Onların sözleri arasında kaybolmuş gibiydim.
Gelinlik üzerime oturdukça bir ağırlık çöktü içime. Biri arkadaki düğmeleri iliklerken hafifçe öne eğilmek zorunda kaldım. Etrafta konuşmalar, kahkahalar, “aman şöyle olsun” diye bitmeyen öneriler…
Ama ben sadece kımıldamadan durmaya çalıştım.
Aynaya döndüm.
Karşımda beyazlar içinde bir kız duruyordu.
Gelin olmuştu.
Ama gözlerinde hala çocukluğunun gölgesi vardı.
Kadınlardan biri sevinçle ellerini çırptı.
“Oldu işte! Mis gibi gelin oldu!”
Bir diğeri duvağı başıma yerleştirdi. O anda başım hafifçe öne düştü, tül yüzüme değince garip bir ürperti kapladı içimi.
Sanki dünya biraz daha uzaklaşmıştı benden.
Sesler boğuklaşmıştı.
Her şey sisliydi.
Annem yanımdan geçip omzuma hafifçe dokundu.
“Maşallah kızım… çok güzelsin.”
İçimden gelen ağlama isteğini zor tuttum.
Annemin gözleri bile dolmuştu.
Ben fısıltıyla:
“Anne… hazır değilim…” dedim.
Annem başımı okşadı.
“Kızım… hiçbir gelin hazır olmaz. Ama hayat akar gider. Sen güçlü olacaksın.”
Gözlerimi kapattım.
Boğazımdaki düğüm büyüdü.
Gelinliğim üzerimdeydi.
Saçım yapılmıştı.
Kadınlar arkada şarkılar mırıldanmaya başlamıştı.
Ama benim içimde hala fırtınalar vardı.
Bugün… benim seçmediğim yolun önce kıyısına, sonra içine doğru adım adım sürüklendiğim gündü.
...
Saçım yapılmış, gelinliğim giydirilmişti ama ben hala nefes alamıyordum. Kadınlar odanın içinde dolaşıp:
“Gelin hazır!”
“Maşallah, nur gibi!”
“Allah mesut etsin!”
diye konuşuyor, kahkahalar atıyordu.
Ben onların arasında bembeyaz bir gölge gibiydim.
Annem kapıya dayanmış, duvara yaslanmış halde beni izliyordu. Yüzünde zoraki bir tebessüm vardı ama gözlerinin altı morarmıştı. Bütün gece ağladığını anlamak için kahin olmaya gerek yoktu.
Kalabalık bir anda hareketlenmeye başladı.
“Gelin indirilecek!”
“Erkek tarafı yoldadır!”
“Hazırlanın!”
Sanki evin içinde bir fırtına koptu. Tüller, bohçalar, çiçekler herkes bir şey taşıyordu. Ben içimdeki boşluğa düşüyor gibiydim.
Annem elimi tuttu.
“Korkma kızım… yanındayım.”
O an gözümün önünde çocukluğum belirdi. Annemin eteğine saklanışlarım… Oysaki şimdi saklanacak bir yerim yoktu.
Kadınlardan biri yüzüme hafif bir makyaj düzeltmesi yaptı.
Allık değince yanağım titredi.
“Heyecanlanmış gelin.” dedi biri.
Heyecan değildi bu.
Korkuydu.
Teslimiyet gibiydi.
Babam belime kırmızı kuşağı bağladı.
“Kızlık bağıdır. Adettir.”
Kuşak bağlanırken nefesim kesildi sanki.
Göğsüm sıkıştı.
Kendimi bir hediye paketine sıkıştırılmış gibi hissettim.
Hayatımda söz hakkı olmayan bir adam beni paketledi başka bir adam ilk kez açacağını bilsin diye. Kişiye özel paketim ben şimdi.
Annem arkada sessizce ağlıyordu.
Yanıma geldi.
“Gözünü indir kızım. Ağlama. Ağlarsan beni de yıkarsın…”
Ama annemin de sesi titriyordu.
Dışarıdan zurna sesleri, kalabalığın uğultusu geliyordu.
Bütün köy kapının önüne toplanmış gibiydi.
Bir kadın kapıyı araladı.
“Erkek tarafı geldi! Dışarı çıkıyoruz!”
Kalbim yerinden çıkacak gibi oldu.
Ayaklarım sanki beni taşımıyordu.
İki kadın kollarımdan tuttu.
“Hadi kızım, şöyle zarif yürü. Gelin dediğin süzülür.”
Ben süzülecek halde değildim.
Titriyordum.
Kapının eşiğine kadar geldim.
Ayakkabılarımın altı halıya takıldı, adımım sendeledi. Kadınlar hemen destek oldu.
“Yavaş gelin hanım, düşme.”
Dışarı çıktığım anda yüzüme bir sıcaklık, bir uğultu çarptı.
Herkes dönüp bana baktı.
Kalabalığın gözleri üzerimdeydi.
Kızlar gülüyor, erkekler bakıyor, kadınlar “Maşallah” çekiyordu.
Sanki pazar yerine çıkarılmış bir eşya gibi hissettim kendimi.
Annem bir adım arkamda duruyordu.
Benimle göz göze geldi.
Bir anda dudakları titredi.
Eli göğsüne gitti.
“Kızım…” dedi fısıltı gibi.
Benim içim parçalandı.
Annem bana doğru eğildi, alnımı öptü.
Titreyen bir nefes verdi.
“Allah senden razı olsun hep hayırlı evlat oldun… Kader böyleymiş… Annen kaderi yenemedi kızım. Affet. ”
Bu cümle beni benden aldı.
Gözlerim doldu.
Boğazım düğümlendi.
" Senin bir suçun yok. " dedim.
Annem arkasını döndü, kalabalık görmesin diye yüzünü örttü, bir anda dizlerinin bağı çözüldü.
Komşu kadınları hemen kolundan tuttu.
“Oturtun şuraya!”
“Kadının rengi bembeyaz oldu!”
Ben ona doğru gitmek istedim ama elimden tuttular.
“Gelin geri gitmez! Uğursuzluk olur!”
Sanki bir hayvanı çekiyorlar gibi beni kapının önünden alıkoydular.
Annemin “Durun ben iyiyim…” sesini duyunca içim daha çok yandı.
O güçlü görünmeye çalışıyordu ama ben onun yıkıldığını görmüştüm.
Davul çaldı.
Zurna öttü.
Kalabalık gülüp eğlendi.
Ama ben hiçbir şey duymuyordum.
Kulaklarım uğulduyordu.
Gelin arabası kapının önüne çekildi.
Kadınlar beni dış kapıya yönlendirdi.
“Bismillah gelin hanım , hayırlara vesile olsun.”
Ben bir adım attım.
Sonra bir adım daha.
Her adımda içimden bir şey koptu.
Kapının tam önünde durunca yüzümü kapatmak için duvağı öne indirdiler.
Dünya beyaz bir perdenin arkasında kaldı.
Artık kimse beni görmüyordu.
Ama ben her şeyi daha ağır hissediyordum.
Kalabalık bağırdı.
“Gelin geliyor!”
Ben ise içimden fısıldadım:
“Ben… gitmek istemiyorum.”
Ama dudaklarımdan ses çıkmadı.
Beni duyan olmadı.