YOLCULUK

1504 Words
“Öp babanla amcanın elini.” dedi dayım. Baba… Amca… Bu kelimeler burnuma yabancı bir koku gibi çarptı. İçimde hiçbir yerlerinde yer etmeyen iki kavram. Hayatım boyunca duymaktan kaçındığım, hatta duymadığım kelimeler… Şimdi birden karşıma dikilmiş iki adamın bana ait olduklarını iddia etmesi… İçimde tuhaf bir boşluk uyandırdı. Yüzleri tanıdık mı? Belki. Dayımın damar damar, kabarık öfkesine benzer bir bakış vardı ikisinin de gözlerinde. Belki de sadece bu yüzden tanıdık gelmişti. Belki de çocuk zihnimde resimleri kaldığı için. Hangisi babam onu bilmiyordum bile. Birbirlerine hafifçe benziyorlardı. Biri babam, biri amcammış meğer. Ama “baba” demek o kadar uzak, o kadar yabancı bir fiildi ki… Dilimin ucuna bile konduramıyordum. Annem, elini uzattı önüme. Parmakları titriyordu. Öyle “Gitme” der gibi değil… “Dokunma bile” der gibi bir titreme. Zaten sanki o an gidip kucaklarına atılacakmışım gibi bir halim mi vardı? Ben sadece durdum. Sadece nefes aldım. Sadece odayı dolduran gerilimin arasında ayakta durmaya çalıştım. “Niye geldin?” diye sordu annem. Sesi cılızdı ama içinde yılların kırgınlığı vardı. Bir annenin, kapıdan içeri girerken bile yüzüne bakmaya korktuğu adamlara karşı duyduğu nefret saklı değildi. “Hayırlı bir iş için.” dedi babam. Sanırım babam. O kadar zor ki bu kelimeyi düşünmek bile… Midemde bir ağırlık bıraktı. Annem o an yüzüne bile bakmadı. Gözleri bana döndü, “Sakın korkma” der gibi bir anlık, minicik bir bakış… Sonra tekrar onlara çevrildi. “Senden ne hayır gelecek? Nasıl geldiysen öyle geri dön.” dedi annem. Keşke… Keşke o an biri beni alıp o odadan çıkarsaydı. Ama hayatım hiç masal olmadı. Masalın kötü karakterleri gerçekti; iyileri ise yoktu. Babam bir adım ileri çıktı. Sesi kalın, soğuk, yabancıydı. “Kızı alıp gideceğim. Şanslısın. Kızın Ağa gelini olacak. Burada böyle kısmet nerede bulurdun?” Ağa gelini… Bu iki kelimenin altındaki karanlık o kadar derindi ki… Bir kuyunun içine düşmek gibiydi. O kuyuda ışık yoktu. Ses yoktu. Umudun adı bile yoktu. Annem gözlerini büyüttü, sanki nefesi kesildi. “Hayırlı olsa bize mi kalırdı o kısmet?” dedi. “Kızım küçük. Size kurban etmek için büyütmedim ben onu.” Ve o an… Tokat. Dayımın eli annemin yüzünde bir şimşek gibi patladı. Ses duvarlara çarptı, yere döküldü, kulaklarımın içinde yankılandı. Zaman durdu sanki. Annem sendeledi, yere çöktü. Saçları yüzüne düştü. Ellerini kaldırdı ama kendini korumak için değil… Beni korumak için. “Yapmayın… N ’olur… Kızıma dokunmayın.” Bu cümleyi duyduğum an içimde bir şey koptu. Bir bağ mı, bir umut mu, bir direniş mi bilmiyorum… Ama bir şeyim eksildi. O an babam dedikleri adam ya da amcam koluma yapışınca, içimden bağırmak geçti. Yüzlerine tükürmek geçti. Koşmak, kaçmak geçti. Ama annem hala yerdeydi. Dayımın tekmesi karnını buldu. Ve ben onun daha fazla şiddet görmesine dayanamazdım. Boğazım düğüm düğüm. Gözlerim sızlıyor. Ama ağlamadım. Sadece ellerimi kaldırdım… Sonra indirdim. Ve el öptüm. Ben istemediğim bir kaderin önünde eğildim… Çünkü annem bir tokat daha yemesin istedim. Ben olmasam belki daha az dayak yerdi. Daha kolay sığardı bu eve. Dayıma kalsa zaten ben daha küçükken beni yuvaya verip evlenmeliydi. İsteyenleri de olmuştu. Belki hayırlı bir kısmet bulurdu. O an anladım… Benim hayatımda seçim yoktu. Sadece bedeller vardı. Ve ben kendimi değil, annemi kurtarmayı seçtim. Çünkü hissettim. Benim için artık kurtuluş yoktu. Ne kadar dirensem boştu. Dayımın eli bir bileğime, amca dedikleri adamın eli diğer koluma yapıştı. Ben “Durun!” bile diyemeden, ayaklarım yerden kesildi. Merdivenlerden aşağı sürüklenirken hem bacaklarım duvara çarpıyordu hem de içim. Her basamakta bir ömrüm eksiliyordu sanki. "Anne!" diye bağırdım. Sesim merdiven boşluğunda yankılanıp bana geri döndü, ama annemden ses çıkmadı. Sadece nefes nefese ayak seslerini duydum arkamdan. Üçüncü kattan zemin kata kadar sürüklenirken avuçlarım yandı, ayaklarım acıdı ama içimdeki korku hepsini bastırdı. Apartmanın kapısı açıldı. Soğuk hava yüzüme vurdu. Arabayı gördüm. Siyah, büyük… Sanki beni yutmaya hazır bir canavar. "Bindirin kızı!" dedi babam olduğunu tahmin ettiğim adam. Ben tekme attım, direndim, tırnaklarımı koluna geçirdim ama gücüme gülüp geçti diğer adam. Sanki benimle değil, bir çuval patatesle uğraşıyordu. Bir anda annemin çığlığını duydum. "Nare! Kızıma dokunmayın, bırakın! Kızımı götüremezsiniz!" Sonra olan oldu. Annem koşarak arabanın önüne kendini attı. Resmen… fırladı. Sevgi, cesaret, annelik, delilik… hangisiyse artık. “Bari evladımın yanında olayım!” diye bağırdı. O an nefesim kesildi. Annemin gözlerindeki korku değil, kararlılık delip geçti beni. Adam küfür ederek kapıyı açıp anneme doğru yürüdü. "Çekil yolumuzdan kadın!" "Gitmiyorum!" dedi annem. "Beni de alın. Kızımı yalnız bırakamam." Adam öfkeyle saçından tuttu annemi, ben çığlık attım ama kimse duymadı ve onu da arka koltuğa itti. Benim yanımda. Sıcaklığını hissettim. Ter kokusunu. Titremesini. Ellerinin gizlice elime uzanışını. "Anne…" dedim hıçkırarak. "Tamam kızım, yanındayım." dedi titrek bir gülümsemeyle. "Tamam… korkma." Kapılar kapandı. Tüm dünya kapandı sanki. Motor çalıştı. İçimde bir şeyler koptu. Araba hareket etti. Geriye dönerken şehrin uğultusu, komşuların aralık perdelerden bakan gözleri, çocukluğumun geçtiği o apartman hepsi küçülerek uzaklaştı. Buradan böyle mi kurtulacaktım? Kurtuluş muydu bu? "Anne… nereye götürüyorlar bizi?" dedim. Annem camdan dışarı baktı, sesi neredeyse fısıltıydı. "Mardin ’e…" Mardin. Duymuştum. Ama hiç hissetmemiştim böyle soğuk bir şekilde. Arabada annem elimi sıkı sıkıya tuttu. Ama ne onun eli titremeyi bıraktı… Ne de benim içimdeki korku. Yolculuk başlamıştı. Ve ben, kendi hayatımın içinden koparılıp bambaşka bir hayata doğru sürükleniyordum. Saatlerce yol gittik. Gerçekten saatlerce. Arabanın kapıları kilitliydi, camları buğulu… Ben de annem de arka koltukta nefes almaya bile çekinir halde oturuyorduk. Ayaklarım hala çıplaktı. Beni apartmandan sürüklerken ayakkabılarımı giymeme bile izin vermemişlerdi. Üç kat merdivenden yalınayak taşlara, betonlara sürüklenirken derim soyulmuştu. Arabanın altı metal soğukluğuyla ayak tabanlarıma batıyordu her harekette. Yol uzadıkça canım daha çok yanıyordu. Birden araba sert bir frenle durdu. "Şu halinize bakın!" diye bağırdı babam olduğunu söyledikleri adam, kapıyı açarken. "Beni rezil edeceksiniz! İnin. Üstünüze bir şeyler alın. Ama sakın oyun yapmayın, elimde kalırsınız!" Rezilmiş… Bunca yıldır aç mıyız, açıkta mıyız diye sormayan adam… Sanki bütün derdi, başkalarının ne diyeceğiymiş gibi. Annem bir an başını kaldırdı, gözleri doldu. Ben de kapıdan dışarıya adım attım… Yalınayak, zemine bastığım anda acı o kadar keskin geldi ki nefesim kesildi. Asfalt soğuktu. Ayak tabanım zaten yara içindeydi. Ben yürüyemeyince annem yanımda eğildi. "Hadi kızım…" dedi, elimi tutarak. Karşımızda küçücük bir dükkan vardı. Tek çıkışı olan, daracık, tabelası solmuş bir giyimci. Kaçacak yer yoktu… olsa da kaçmazdım. Annem arkada kalamazdı. Ayaklarımı sürüye sürüye girdim içeri. Her adımda yanıyordum ama belli etmemeye çalıştım; çünkü annem görmesin, üzülmesin diye. Dükkanın içi sıcak ve hafif deterjan kokuluydu. Raflarda ucuz ama temiz kıyafetler vardı. Adam arkamızdan bağırdı. "Çabuk olun!" Ben annemle göz göze geldim. O, hızlıca bir elbise çekti raftan. Ben de bir tane aldım. Ne renk olduğuna bile bakmadım. O kadar acele, o kadar korku, o kadar yabancılık… Soyunma kabini yoktu. Dükkan sahibi kadın, acıyarak bakıp perdeyi elinde tuttu bize. Biz hızlıca üzerimizi değiştirdik. O adam bilmiyordu ama ilk yeni elbisemdi bu benim. Aynı zamanda annemin de. Bize genelde eskiler verilirdi. Ayakkabı yoktu. Dükkanda uygun sandalet vardı, ucuz bir şey. Anneme ondan verdiler. Bana da lastik bir terlik buldular. Hayatımda ilk kez biri bana yeni bir şey vermişti. Ucuzdu, basitti ama yeniydi. Benim içindi. Para almadılar terlik için. O lüks arabaya rağmen halimize acıdılar. Bu bile içimde garip bir sıcaklık bıraktı. Dışarı çıktığımızda babam bizi süzdü. "Mardin’ de doğru düzgün bir şeyler alırız." dedi küçümseyerek. "Zaten ne anlar ki bu?" Anneme söyledi. Benim içim yandı ama annem ses etmedi. Araba yeniden yola çıktı. Güneş çoktan yükselmişti. Demek ki öğleye doğruydu. Muğla’ dan çıkmıştık ama daha yolun çok başında gibiydi her şey. Yine saatler aktı. Ayaklarım terliğin içinde yanmaya devam ediyordu. Birkaç kez annem fark etmesin diye parmaklarımı kıpırdattım ama acı hep oradaydı. Sonra bir yol üstü lokantasına girdik. Ayaklarım zemine bastığında acı bir anda omuzuma kadar çıktı ama belli etmedim. Masaya oturduk. Ben susuyordum. Garson; "Ne alırsınız?" diye sordu. Adam; "Dört porsiyon karışık ızgara." dedi bize sormadı bile. Izgara eti ilk defa o gün yedim. İlk defa sıcak, mis gibi kokan bir tabak önüme kondu. Evimizde et, ancak bayramdan bayrama o da küçük bir parça olurdu. Çoğu zaman dayımın dolabında kalan yenmeyen artık bir et yemeği sayesinde o da günlerdir kimse yemediyse mideme et girerdi. Ama şimdi… Önümde dumanı tüten kocaman bir tabak vardı. Ne yalan söyleyeyim: Yaşadıklarımın acısı midemi öldürmemişti. Açtım. Çok açtım. Lokmaları suçlulukla ama afiyetle yedim. Lokmaları gömlek düğmemden içeri sızan bir sıcaklık gibi hissettim. İçimi ısıttı. Annem bana baktı. Gözlerinde ilk kez acıdan başka bir şey gördüm: "Ye kızım, güçlen," der gibiydi. Annem sessizce beni izledi. Yememden mutlu oldu. O fazla yiyemedi. Ben de bunun farkına varınca boğazım düğümlendi Sonra bardak bardak su içtim. Hala kalbim çarpıyordu. ... Saatler geçti. Dağlar bitti, yenileri başladı. Güneş bir battı. Gecenin karanlığında arabada sadece motorun uğultusu vardı. Ve sonunda… Yolun kenarında, büyük beyaz harflerle yazılmış bir tabela karanlığı yırttı. MARDİN O kelime içime bir taş gibi oturdu. Kaderimin, kim olduğumun, kim olmak zorunda kalacağımın adı gibi geldi. "Anne…" dedim. O an annem elimi tuttu. Elinin sıcaklığı bütün gecenin soğuğunu bastırdı. "Yanındayım kızım…" dedi. "Ne olursa olsun yanındayım." Ama ben biliyordum. O tabelanın ötesi başka bir dünyaydı. Annem ne kadar yanımda olmak istese de gücü yetmezdi. Yetse zaten burada olmazdık. Ve ben, yalınayak çıktığım evden… Ayakkabısı bile sonradan verilmiş bir kız olarak bir bilinmeze götürülüyordum. Belki de bir kabusa.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD