2.Bölüm

3716 Words
Kâzım bütün öfkesini genç kızdan çıkarmak istercesine yüzünü dayaktan tanınmaz hale getirmişti. Yüzü gözü kan içinde kalan Hüzün artık hiçbir şey hissetmiyordu. Bütün umutları tükenmiş, kaçmak için eline geçen fırsatı da kendi elleriyle kaybetmişti. Suratına gelen son tokatla başını duvara çarpıp yere düştü. Bağıramıyordu bile… Tek dileği bir an önce ruhunu teslim etmekti. Acısız bir ölüm dâhi dileyemiyordu. Aysel kapının hemen önünde kendini tutan korumalara bağırıyor, kollarından kurtulmak için amaçsızca çırpınıyordu. Saniyeler aleyhine işliyordu. Kâzım’ın öfkelendiğinde ne kadar delirdiğini çok iyi bilirdi. Karşısındaki kadın dâhi olsa en ufak bir yumuşama göstermezdi. Elinin ağırlığını çoğu kereler tatmıştı. Adi herifte vicdan denen duygunun zerresi yoktu. Sonunda korumaların elinden kurtularak hızla içeriye daldı. “Bırak kızı Kâzım! Böyle devam edersen hiç işine yaramaz.” Hüzün’ün içler acısı halini görünce, “Yeter artık yüzü ne hale gelmiş,” diye bağırdı öfkeyle. “Sıra sana da gelecek!” diyen adama alay dolu gözlerini dikti ve bir kahkaha patlattı. “Senden korkmuyorum adi herif! Öldürür müsün, döver misin? Müşterilere ne diyeceksin? Hiç bir bok yapamazsın. Aç gözünü sefil köpek artık senden korkan o kız değilim!” Kâzım, Aysel’e sinirli bir bakış attı. Müşterilerin en çok tercih ettiği kızlardan biri olmasa elinden kurtulması mümkün olmazdı. Akşam kazanacağı paraları düşünerek sakinleşmeye ihtiyacı varmış gibi derin bir nefes aldı. Yerde yatan kızı öfkeli gözleriyle süzdü. “İyi tamam. Şunun yüzünü hallet! Bir daha böyle bir şeye kalkışırsan Aysel, seni değil ama oğlunu öldürürüm. Bunu yapacağımı da çok iyi biliyorsun.” Aysel gelen tehdidin ardından çaresizce başını sallayıp, hemen Hüzün’le ilgilenmeye başladı. Kâzım’ın dediğini yapacağını çok iyi biliyordu. Şu lanet hayata katlanmasının tek sebebi biricik oğluydu. Yoksa bu zamana kadar on kere öldürmüştü kendini. Şimdilik Kâzım’ın huyuna gitmekten başka şansları yoktu. Hüzün kaçma şansını ne yazık ki kaybetmişti. Genç kızı odasına götürüp yüzene pansuman yapmış, iki lokma da olsa zar zor bir şeyler yedirmeyi başarmıştı. Yatağa yatırdığı kızın saçlarını okşarken onunla birlikte kendisi de sessizce ağladı. “Yapamadım abla. Seni o şekilde bırakıp arkamı dönemezdim,” diye söylendi kız hıçkırıkları arasında. “Bana bir şey yapamazdı. Sana dediğimi yapmalıydın Hüzün! Bir daha kaçmak için fırsatın kalmadı artık. Kapında senin kaçmayacağına ikna olana kadar hep koruma olacak. Neyse düşünürüz bir şeyler, şimdi dinlen. Yüzünün halinden dolayı birkaç gün uzak durur en azından senden. ”Aysel bir yolunu buluruz dese de Hüzün artık kaçmak için başka yol kalmadığını çok iyi anlamıştı. Üç Gün Sonra “Aysel kızı hazırla! Bugün işe çıkacak,” diyen ses Aysel’in kaşlarını çatmasına neden oldu. “Daha yüzü iyileşmedi Kâzım, bir iki gün daha dinlensin,” demesiyle Kâzım öfkeyle masaya vurdu. “Çıkacak Aysel, yeter bu kadar! Kalan yüzü için makyaj yap, bir şeyler yap kapat. İşini de sana ben mi öğreteceğim be kadın? Yarım saate aşağıda olun!” Aysel üzgünce ve hissettiği çaresizlikle başını sallayıp merdivenlere yöneldi. Hüzün’ü çok geç olmadan buradan kurtarması gerekiyordu. Eğer işe çıkarsa ve bu gece biri Hüzün’ü isterse geri dönüşü olamazdı. Yatakta sessizce yatan kıza yaklaştı. Ne yapmalıydı emin değildi. Tamamen köşeye sıkışmış bir fare gibi hissediyordu. “Hüzün güzelim Kâzım’ı artık durduramıyorum. Yarım saate aşağıda olmamız gerekiyor,” dedi üzgünce. Hüzün hiç ses çıkarmadan Aysel’in üstünü değiştirmesine, makyaj yapmasına izin verdi. Tükenen umutları artık buradan çıkamayacağını düşündürüyordu genç kıza. Daha ne yapabilirdi ki? Bu gece sondu işte. “O kadar güzelsin ki! Ben bir yol düşünüyorum. Bu gece Kâzım’a karşı gelme bak yaraların daha iyileşmedi. Eğer olur da biri sana talip olursa, ben de buna engel olamazsam; ne yap et adama durumunu anlat.” Hüzün sadece başını sallarken şu birkaç günde sadece hareket eden robotlara dönmüştü. Devran geldikleri yere şaşkınca baktı. Hayatında ilk defa böyle bir harabeye giriyordu. Yanında oturan Emir’e yaklaşıp sinirle söylendi. “Emir bizim burada ne işimiz var? Bu adam nasıl bir sapıktır oğlum?” Emir de Devran gibi şaşkındı. Etrafı süzen gözleri usulca arkadaşını buldu. “Oğlum adamla yeni ortaklık yaptık. Ben kutlama derken adam akıllı bir yere gideriz sandım. Neyse baban adamı kızdırmayın dedi. Bir iki saat katlan.” Devran homurdanıp koltuğuna yaslanırken yeni ortak oldukları adama memnuniyetsizce baktı. “Pislik herif! Allah bilir karısı evde bu öküzü bekliyordur,” diye düşündü tiksintiyle. Geldikleri izbe yer afallamasına sebep olmuştu. Babası gibi bir adamın böyle bir adamla ortaklık kurması olacak iş değildi. Düşüncelerine gömülmüş haldeyken Aydın Beyin iğrenç sesi kulaklarına doldu. Adamla karşılaştıkları andan beri ondan hiç haz etmemişti. “Gençler babalarınız bu eğlenceyi kaçırdı ama siz keyfinize bakın. İstediğiniz kızı seçin, eğlenin.” Kâzım daimi müşterisi olan Aydın Beye selam verdi. Aydın Bey, ayağa kalkıp üstünde emanet gibi duran ceketi çıkardı ve kahkaha atarak lafa girdi. “Benim hatunu gönder.” Aysel, Kâzım’ın sesini duyunca başını adama doğru çevirdi. Önünde dikildiği masayı fark eden gözleri can sıkıntısıyla kısıldı. Allah’ın belası herif bula bula gelmek için bu akşamı mı bulmuştu? Hüzün’e üzgün bakışlar atıp, tüm umutları sönmüş bir halde masaların arasından ilerleyerek Aydın’ın yanına oturdu. Hüzün endişeli gözleriyle Aysel’in gidişini takip ediyordu. Kalbi kanat çırpıyor, göğüs kafesini delecek derecede hızla atıyordu. Alkol kokusu, sigara dumanı daha ilk anlardan midesini bulandırmıştı. Buraya ait değildi, olmamalıydı. Fakat bu kadar kalabalıkta, korumalar her yeri radar gibi tararken kaçma gibi de bir şansı yoktu. Kaderi gerçekten bu muydu? Her şey bitmiş miydi gerçekten? Titreyen dizlerine rağmen zorlukla ayakta kalmayı başardı. Hâlâ bir şansı vardı. Aradan geçen bir saatin ardından Emir, Devran’a yaklaşıp çakır keyif bir hâlde dili dolanarak fısıldadı. İçtiği içkilerle ortama uyum sağlamaya başlamıştı. Bir geceliğine de olsa gerçek hayatını bir kenara bırakmak cazip geliyordu. Ortalıkta dolanan Kâzım’a baktı ve yanına çağırdı. “Oğlum gelmişken boş gitmeyelim. Ben şu sarışını beğendim, çağırıyorum.” Devran, Emir’i duymamıştı neredeyse. Bakışları tek bir yere odaklanmış, gözlerini bu ortama kesinlikle ait olmayan kıza dikmişti. Kızın ürkek tavırlarını hayran gözlerle izliyordu. Gözlerini Hüzün’ün üstünden tek bir saniye olsun çekmezken, Emir ile konuşan adama kızı işaret etti. “Şuradaki kızı istiyorum.”   Hüzün üstüne çevrilen bakışların farkında, olduğu yerde rahatsızca kıpırdanmaya başlamıştı. Kendisine dönen açgözlü bakışlarla sanki çıplak kalmış gibi hissediyordu. Midesi bulanıyor, kusma isteğini zorlukla bastırıyordu. Bu cehennemden kaçacak tek bir çıkış yolu olsa hiç düşünmeden koşarak uzaklaşırdı ama Kâzım dedikleri adamın Aysel’e dediği her cümleyi duymuş, küçücük çocuğu öldürmesinin sebebi olmak istememişti. Zaten Salim’in teklifini kabul etmesinin ve bu izbe yere hapsolmasının sebebi de küçük bir çocuk değil miydi? Emir; minik kardeşi kim bilir şimdi ne hâldeydi? Annesi olacak kadın kendisi olmayınca yedirmiş miydi acaba onu? Ya Salim? Yokluğu için kim bilir ne demişti ona? Cevabını bir türlü bilmediği derin düşüncelere daldığı sırada ismini duymasıyla yerinden sıçradı. Kâzım’ın beline dolanan eliyle bir iki adım uzaklaştı adamın kıskacından. Tenine değen iğrenç adam midesinin düğüm düğüm olmasına neden oluyordu. Kâzım’ın yönlendirdiği masaya el mahkûm ilerlerken bedenini beğeniyle süzen yeşil gözlerle karşı karşıya geldi. Hüzün adamı baştan aşağı süzmüş, kendine engel olamadan sözcükler ağzından dökülmüştü. “Böyle iyi giyimli, yakışıklı adamın bu çöplükte ne işi var?” diye mırıldanması genç adamın daha çok kendine kilitlenmesine sebep olmuştu. Kâzım’ın çekiştirmesiyle yeşil gözlü adamın yanındaki boş sandalyede bulmuştu bedenini. Her şey kendisinden öylesine habersiz ve bağımsız gerçekleşiyordu ki, adeta ipliklerle oynatılan kukla gibi hissediyordu. Aklına üşüşen gerçeklerle gözleri kocaman olmuş, başını önüne eğerek üzgünce derin bir nefes almıştı. Bu geceki sahibi buydu demek? Elâ gözleri dolmaya başladığı sırada Kâzım yanlarından ayrılmıştı. Devran yanına oturan kızın baş döndürücü kokusunu içine çekti. Bu kızın böyle pislik bir yerde ne işi olduğuna hâlâ anlam verememişti. İçinden kendi kendine kahkaha attı. Tıpkı Emir gibi bir gecelik de olsa soyadının ağırlığından kurtulmak harika hissettirmişti. “Ne işi olacak oğlum! Kolay yoldan para kazanmak tatlı gelmiştir. Sen bu geceki keyfine bak! Bir daha zaten nerede göreceksin? Dicle’nin kulağına giderse işimiz var,” diye düşünmesiyle bakışları parmağındaki kelepçeye takıldı. Babasının hediye ettiği altın kelepçe! Derin bir nefesi içine çeken Devran kızı göz hapsine almış, utangaç tavırları karşısında ağzı şaşkınlıktan açık kalmıştı. “Gören de evine görücü geldi sanır,” dedi kendi kendine. Genç kızın kendisini duyduğunun farkında değildi. Hüzün gözünden akan bir damla yaşı kimseye belli etmeden sildi. “Keşke öyle olsaydı, o zaman tek bir kişiye satılmış olurdum,” diye fısıldadı. Sözlerini kendinden başka kimse duymamıştı. Tıpkı içten içe attığı çığlıklarının duyulmadığı gibi… Devran yanındaki iki adamın kadınlarla içli dışlı hâline baktıktan sonra yanında emanet gibi oturan kıza döndü. “Adın ne güzelim?” diye sordu merakla. Hüzün başını kaldırıp genç adamın delici yeşil gözlerine baktı. Böyle zengin ve yakışıklı adamların, kadın için böyle bir yere gelmesi tiksinmesine sebep olmuştu. Üstündeki takım, ben kaliteliyim diye bağırıyordu resmen. Etraftaki herkesten çok daha farklı bir havası vardı. Ulaşılmaz bir dağ gibi heybetli duruyordu. Adamı yakalarından tutup sarsmak istedi. Böyle iğrenç bir yerde ne halt ettiğini sormak için neler vermezdi. Yeşil gözlerin dikkatle kendisine baktığının farkına varınca sorduğu soruyu hatırladı. “Hüzün,” diye fısıldadı sessizce. Devran gözlerini zorlukla kızdan çekip önündeki içkiden bir yudum daha aldı. Kulağına hatta oradan ruhuna ulaşan sesi bastırmak istercesine “Ne içersin Hüzün?” dedi gözlerini kızın gözlerine dikerek. Aldığı, su cevabı kahkahaları arasında kayboldu. Yüzünü alayla genç kıza yaklaştırdı. “Su mu? Sadece su?” Hüzün üstüne eğilen adamdan rahatsız oldu. Hafifçe uzaklaştı ve başını sallamakla yetindi. İçinden adama saydırmaya başlamıştı bile. Altı üstü su istemişti. Bu kadar kahkaha atacak ne vardı bunda? Yanına garsonu çağıran Devran tebessüm edip Hüzün’den gözlerini ayırdı. Yanına gelen garsonun gözlerinin kendinde değil de yanındaki kızda olması kaşlarının çatılmasına sebep oldu. “Buraya bir viski daha, bir de su,” diyerek homurdandı. Giden garsonun ardından yeniden Hüzün’e odaklanan bakışları kızı çözmek ister gibiydi. İç sesi, “Sana ne be oğlum! Sen işine baksana!” derken kızın çekingen davranışlarına bir türlü anlam veremiyordu. Gelen içkisini de üç yudumda bitirmiş, bardağını yeniden doldurmuştu. Masadaki hareketlilikle bakışları önce Aydın’a sonra Emir’e döndü. İki adam da yanındaki kadını kolları arasına almış, masadan kalkmıştı. “Biz çiçeğimle odamıza gidiyoruz,” diyen Aydın ile gözleri adamın kolundaki üzgün ve endişeli gözlerle Hüzün’e bakan kadına döndü. Bu bakışlara, dönen kafasıyla bir anlam veremeyince Aydın’ı başıyla onayladı. Giden dörtlüden sonra bardağındaki içkiyi de bitirdi ve Hüzün’ü kolundan tutarak ayağa kaldırdı. Kızı çözecek kafada olmadığının farkındaydı. Her zaman içen biri olmadığı için çok çabuk sarhoş olmuştu. Hüzün sessizce bu adama nasıl bir açıklama yapacağını düşünmüştü saatlerce. Kâzım’ın dikkatini çekecek bir şeyler yapmaktan korkmuş, en sonunda odada açıklarım diye sessizce oturmaya devam etmişti. Kolunu tutan adamla zamanın geldiğini anlayan kız, çırpınan kalbine eşlik eden titremesiyle ayağa kalktı. Devran yanına gelen Kâzım’a bir bakış atmış, soru dolu gözlerini adama çevirmişti. Onu duyacak kadar bile aklı başında değildi. “Bu kız barın yeni gözdesidir, tabii fiyatı da!” Bin lirayı çıkarıp sabırsızca adama uzattı. “Yeterli mi?” diye sordu sabırsızca. Kâzım elindeki paralara bakıp memnuniyetle onayladı ve yanlarından ayrıldı. Hüzün adamın uzattığı parayla neredeyse orada öleceğini hissetmişti. Genç kızlığının bedeli bu kadardı işte! “Hadi hüzün gözlü odana çıkalım.” Titrek adımlarla merdivenleri çıkmaya başladılar. Kızın gözleri dolmuştu, ağlamamak için kendisini zorlukla tutuyordu. ‘Allah’ım ne olur beni anlasın,’ diye içinden dua ederek odadan içeriye adımını attı. Odaya girmeleriyle Devran odanın ortasındaki geniş yatağa oturmuş, genç kızı da kendiyle birlikte çekerek yanına oturmasını sağlamıştı. Alkolden dönen kafasıyla kıza döndü ve elâ gözlerine bakakaldı. Hüzün’ün yüzüne düşen saçlarını eliyle kulağının arkasına atıp, genç kızın dudaklarına yöneldiği sırada onun ince sesi kulaklarında yankılandı. Başını kendinden çeken kıza kaşlarını çatarak baktı. “Lütfen, yapma!” diyen sesi beyni algılayacak durumda bile değildi. Genç kızın sözlerini umursamadan onu yeniden kolları arasına çekti. “Bu kadar utangaçlık sıkıcı olmaya başladı. Ödediğim paranın karşılığını doğru düzgün ver,” dedi sinirle. Masada da ağzını bir kez olsun açmamış, diğer kadınların aksine utangaçlıkla başını önüne eğmekten başka bir halt yapmamıştı. Hüzün’ün dudaklarını hırsla dudakları arasına aldı. Aldığı tatla kızı daha çok kendine çekti. O dakikadan sonra bir şey duyacak gibi değildi. Hüzün’ü belinden tutup çekti ve yatağa yatmasını sağladı. Üstüne uzandı, kızın dudaklarından bir saniye bile ayrılmadı. Ne dudaklarına karşılık vermeyen dudaklarının farkındaydı ne de dudaklarına değen tuzlu tadın. Kızın üstündeki askılı elbisenin omzunu parmaklarıyla aşağı düşürdü. Parmaklarının yerini kısa zamanda dudakları almıştı. Boynundan omzuna doğru dudakları ve diliyle gezintiye çıktı. Keşfetmeye başladıkça daha fazlası için can atıyordu. “Lütfen yapma! Lütfen ben... Ben bakireyim lütfen yapma!” Hüzün bir anda dudaklarına kapanan adamla şaşırmış, dudaklarına sahip çıkan adamdan dolayı konuşamamıştı. Adamın kendisini yatağa çekip, üstünde hâkimiyet kurmasıyla gözyaşları akmaya başlamış, kurtulmak için çabalamıştı. Fakat kendinden hem boy hem de güç olarak daha avantajlı olan adamdan kurtulmak mümkün değildi. Üstünde kendinden geçmiş bir şekilde dudaklarından boynuna inen adamı durdurmak için ağlayarak konuşmaya başladı. Çırpınışları yetersiz kalıyor, sözleri adama etki bile etmiyordu. “Beni zorlama güzelim. Paranı ödedim. İşini yap!” Duyduğu sözlerle vücudu kaskatı kesildi. O ana kadar çırpınan küçük bedeni donmuş kalmış, sesi kesilmişti. Üstündeki elbiseyi bir çırpıda çıkaran adamın bakışları korkuyla tüm vücudunu titretti. Haykıran çığlıkları kulaklarında yankılanmıştı ama çığlıklarını kendisinden başkası duymamıştı. Devran yatakta dizleri üstüne oturdu ve kemerini çözdü. Altında usulca yatan bedeni memnun gözlerle izledi. Üstündeki kıyafetlerden bir çırpıda kurtulan Devran yeniden kızın üstünde yerini aldı. Hüzün hissettiği acıyla gözlerini sımsıkı yummuş, Devran küçük çığlığı duymamıştı bile. Bu kadardı işte! Bitmişti. Hayatı, geleceği, kaçış planları dakikalar içinde yok olmuştu. Hüzün yanında alkolden mi yoksa yorgunluktan mı sızdığını anlayamadığı adama yaşlı gözlerle baktı. “Verdiğin üç kuruşa değdi mi pislik herif? Senden ömür boyu nefret edeceğim!” Hüzün ağrıyan vücudunu umursamadan üstünü giyindi ve odada bulunan tekli koltuğa oturdu. Dizlerini kendine çekerek iki elini bağlamış, başını dizlerine gömdüğü gibi hıçkırıklarını serbest bırakmıştı. Ne kadar zaman orada öylece durdu bilmiyordu. Gece yerini güne bırakmaya başlamış, gözleri saatler boyunca ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Yatakta başını tutarak, söylene söylene kalkmaya çalışan adamın uyandığını anlayınca olduğu yerden kalktı ve odadaki banyoya girdi. Kapıyı arkasından kilitledikten sonra bedenini soğuk zemine bıraktı.  Devran başındaki ağrıyla homurdanarak gözlerini açtı. Nerede olduğunu önce idrak edemedi. Aklına dolan sahnelerle sesli bir şekilde küfür savurup yataktan hızla kalktı. Yerde duran gömleğini üstüne geçirdiği sırada yatakta gördüğü leke gözlerinin dehşetle açılmasına neden oldu. Dün gece kulaklarına dolan sesler beyninde yankılanırken yataktan dehşetle uzaklaştı. “Kahretsin! Allah kahretsin!” Duyduğu hıçkırık sesi küfürlerine karışıyordu. Kapalı kapıya doğru hareketlendi. Devran ses tonunu ayarlamaya çalışıp kapıyı çaldı. Nasıl bir belaya bulaşmıştı? Lanet olsun! Kızın adını hatırlamaya çalıştı. Gecenin bölük pörçük görüntülerini zihninde canlandırdı. Nihayet adını hatırlayabilmişti. “Hüzün lütfen oradan çık, seninle konuşmam gerekiyor. Bu şekilde burada ne aradığını bana anlatmalısın. Beni bu kahrolası yükün altında bırakamazsın.” Ne kadar zengin bir çocuk olarak yetişmiş olsa da babası geldiği yeri unutmamış aynı terbiyeyi oğluna da aşılamıştı. Bunun ne demek olduğunu iyi biliyordu genç adam. Böyle bir yerde, başına bu şekilde bir olay gelmesi kırk yıl düşünse aklının ucundan bile geçmezdi. Nişanlısı Dicle’ye bile bir kez dokunmamış, her zaman değerlerine bağlı bir adam olarak davranmıştı. Hoş nişanlısı olsa da o kıza dokunmak içinden bile gelmiyordu. Olan birkaç gönül ilişkisinde bile asla bir bakireyle işi olmamıştı. Böyle bir ortama bile ilk defa gelmiş, içtiği içkiler sayesinde gözünü alamadığı kızla bir gece geçirmek istemişti. Bedelinin bu kadar ağır olacağı aklına bile gelmemişti. “Git buradan lütfen!” diyen sesle sinirle saçlarını karıştırdı. Sakinleşmek için derin derin nefesler aldı. “Tamam, gideceğim ama buraya kartımı bırakıyorum. Lütfen kendini iyi hissedince bana ulaş. Akşam seninle konuşmak için geri geleceğim. O zamana kadar lütfen kendine gel,” diyerek kapıdan uzaklaştı. Cebinden kartını çıkardı ve içinde bin bir pişmanlıkla odadan çıktı. Park ettiği arabasının önüne geldiğinde sinirle bir tekme savurdu. “Bok vardı o kadar içecek! Şimdi bu haltı nasıl temizleyeceğiz bakalım?” Akşam kapattığı telefon aklına gelince hemen açtı. Hüzün aradığında kapalı olmasını istemiyordu. Arabasına binen genç adam parmağındaki yüzüğe bakarak iç geçirdi. “Önce Dicle ile konuşmalıyım,” diyerek arabasını çalıştırıp nişanlısının evine doğru yol aldı. Neden oraya gittiğini bilmiyordu ya da ne söyleyeceğini. Sadece kızı görmek istemişti. Belki de tek derdi içinde volkan gibi büyüyen vicdanıydı. Vicdanı boynuna dolanan bir yılan gibi nefesini kesiyor, geçen her dakika günahı sanki çığ gibi büyüyordu. Yirmi dakika sonra genç kızın evine ulaşan Devran arabadan indi ve bahçe kapısını açıp içeri girdi. Ne söyleyeceğini bilmiyordu, Dicle’nin nasıl tepki vereceğini bilmediği gibi. Düşüncelerine öylesine kapılmıştı ki gördüğü manzarayı önce idrak edemedi. Adımları olduğu yerde donup kaldığında karşısındaki ikiliye dehşetle baktı. Dün geceden bu sabaha kadar olan her şey son yıllarda sakin olan hayatını bir keşmekeşe çevirmişti. Gözlerini birkaç defa üst üste kıpıştırdı. Sanki böyle yapınca her şey normale dönecekti ama ne yazık ki dönmemişti. Devran tüm öfkesini karşısındaki ikiliden çıkarmak istercesine öne doğru adım attı. Dicle kendisini fark edip, şaşkınlıkla dönünce tokadı kızın yüzünde patladı. Her şeye öfkeliydi. Kendisine, Dicle’ye, lanet olası kuzenine ve bir açıklamayı çok gören kahrolası barın gözdesine... Derin bir nefes aldı ve kızgınlıktan koyulaşan yeşil gözleri nişanlısının gözlerine odaklandı. “Ben de dün geceki hatamdan dolayı sana açıklama yapmaya geliyorum…” Komik bir şey olmuş gibi güldü, “Ama sen benden de adiymişsin!” Devran arkasını döndüğü anda duyduğu kahkaha sesiyle geri döndü. Adama yumruğu geçirirken gözleri adeta ateş saçıyordu. “Bu kadın umurumda değil ama sen asla bir daha gözüme görünme! Senin gibi bir kuzenim olduğu için kendimden utanıyorum.” Devran hışımla bahçeyi geçti. Dicle arkasından bakmakla yetindi. Ne bir açıklama yapmıştı ne de özür dilemişti. Devran arabasına bindiği anda bozulan sinirleriyle bir kez daha güldü. “Bar kızı bakire çıkıyor, nişanlım yolun yolcusu!” Elindeki yüzüğe sinirle baktı, parmağından çıkardığı gibi camdan dışarı fırlattı. “Bu kelepçe zaten fazla geliyordu. İyi oldu!” diye söylendi. Dicle ile altı ay önce babasının isteğiyle nişanlanmıştı. Annesi bu nişana oğlu istemediği için karşı çıkmış ama babası artık evlenmesi gerektiğini dile getirip itirazları kabul etmemişti. Babasına bu yaşına kadar bir kez bile karşı gelmeyen Devran yine sessizce kabullenmiş, Dicle’yi seveceğini düşünerek itiraz etmemişti. Dicle ile tek yakınlaşmaları öpüşmekten ibaretti. Ona düğünden sonra sahip olmayı istemiş, bunu genç kıza da söylemişti. “Kim bilir kaç aydır görüşüyorlar?” diyerek sinirle soludu. Onu öfkelendiren aldatılmak değil, salak yerine konmaktı. Sevmediği biri tarafından aldatılmak çok da önemli değildi. Bir günde neler olmuştu böyle? Aklı yeniden barda bırakmak zorunda kaldığı kıza gitti. Kahrolası hâlâ neden aramamıştı? Park ettiği arabadan inip, anahtarlarla kapıyı açıp içeriye girdi. Kahvaltı yapan ailesine selam verdi ve sakince masaya oturdu. “Bütün gece neredeydin?” diye söylenen babasına ilk defa sesini yükseltmişti. “Senin yeni ortağın olan zamparayı eğlendiriyorduk. Kendine böyle ortak bulmana şaşırdım doğrusu, adam bizi resmen genelevine götürdü.” “Sen ne diyorsun oğlum?” Sultan Hanım şaşkınlıkla oğluna baktı, beti benzi atmıştı. Devran omzunu silkip yeniden babasına döndü. “Bu arada Peder Bey temiz aile kızı dediğin Dicle Hanım cidden çok temizmiş. Hem de beni kuzenimle aldatacak kadar!” Sinirle masadan kalktığı gibi sandalyeye tekme attı. Yerinden sıçrayan anne ve babasına ters bir bakış atıp merdivenlere yöneldiği anda bir şey hatırlamış gibi geri döndü. “Sakın bir daha bana kız bulmaya kalkma baba! Ben evleneceğim kıza kendim karar vereceğim. Ve o, Onur denen soysuz o şirkete adım atarsa beni unut! Bundan sonra sessiz kalmayacağım. Devrim burada olsaydı o da böyle isterdi.” “Temiz aile kızıymış! Hangisi daha temiz acaba?” diyerek aklına dolan Hüzün ile gözlerini kapatarak bir iç çekti. Odasına girip duşa yönelen Devran telefonunu yanına almayı ihmal etmemişti. Telefonun hâlâ çalmamış olması üstündeki gerginliği artırıyordu. “Neden orada olduğunu anlatmadan benden kurtulamayacaksın Hüzün! O bataklıkta ne aradığını çözmeliyim. Hem de bir an önce!” Bir türlü kabullenemiyordu. Bir günde iki ayrı can sıkıcı olay yaşamıştı. Dicle, babasının özenle seçtiği gelin adayı ve Hüzün. Dün gece nasıl da etkilenmişti onun masumiyetinden. Hatta orada ne aradığını sorgulamıştı onu süzerken. Dün geceki anılar bölük pörçük beyninde döndü. Onun kendisine seslendiğini yeni yeni hatırlıyordu. Pişmanlıkla iç çekti. Vicdanı geçen her saniye büyüyüp yüreğini boğuyordu. Yapma demişti genç kız. Adeta yalvarmıştı. Hatasını düzeltmeden rahat bir nefes alamayacaktı. Akşam olmasını sabırla beklemiş, Emir’i arayarak bara gelmesini söylemişti. Barın önünde volta attığı sırada gelen Emir şaşkın, bir o kadar alayla arkadaşına baktı. “Dün gece tadı damağında mı kaldı?” “Saçmalama salak herif! Bir şey öğrenmeye geldik,” diye konuşması Emir’in dikkatinin daha çok kendisine dönmesine neden oldu. “Ne öğreneceğiz?” Emir duyduklarıyla bir kahkaha attı. “Sarhoşluktan yanlış görmüş olmayasın? Burası bildiğin kadın ticareti yapıyor.” Devran sinirle Emir’e baktı. “Biliyorum herhalde! Ama o kızdı, kendi gözlerimle gördüm. Onu bırak da dün gece Aydın denen itin istediği kadını isteyeceksin tamam mı?” diyerek dün gece Hüzün’e üzgün gözlerle bakan kadını hatırladı. “Neden onu isteyeceğim?” diye sordu Emir merakına yenilerek. “O kadın bir şeyler biliyor olmalı. Hüzün’ü konuşturamazsam o konuşacak,” dedi kararlı ses tonuyla. Duyacaklarının kendini yıkacağını bilmeden... İçeriye giren ikili sipariş verdikten sonra Kâzım’ı çağırdı. Emir karşıda gördüğü Aysel’i işaret ederken, Devran göremediği Hüzün ile Kâzım’a döndü. “Hüzün’ü istiyorum, yani dün geceki kızı.” “O bu gece çalışmıyor,” diyen Kâzım, Aysel gelince masadan uzaklaştı. Devran’ın kaşları çatıldı. Çalışmaması nasıl bir anlama geliyordu? Neden soruları çözmek istediği anlarda daha fazla soru çıkıyordu ki karşısına? Devran merakla masaya oturan Aysel’e baktı. Bu gece neler olduğunu öğrenmeden gitmeye niyeti yoktu. “Hüzün nerede? Neden çalışmıyor?” Aysel dolan gözlerini saklama gereği duymadan Hüzün’e sahip olan adama baktı. Kızgınlığını çıkarabileceği birini bulmuştu işte. Her şey bu adamın yüzünden olmuştu. “Çünkü Hüzün intihar etti.” Devran duyduğu sözlerle dehşetle Aysel’e bakarken kalbinin durduğunu hissetti. Kulaklarında defalarca aynı söz yankılandı. “Hüzün intihar etti.”   Sabah Saatleri Hüzün duyduğu adamın sesiyle hıçkırıklarına engel olamamıştı. Söylediği sözler kalbinde daha çok derin yaralar açıyormuş gibi hissediyor, nefesi kesiliyordu. Kalan son gücüyle, “Git buradan!” diye fısıldadı. Oturduğu yerden tamamen kayıp, soğuk fayansa uzandı. Kulağına gelen sesleri duymamak için iki eliyle kulaklarını kapattı, gözyaşlarının akmasına engel olamıyordu. Çarpan kapı sesi banyoda yankılanınca acı bir tebessüm yerleşti dudaklarına. “Alacağını aldı ve gitti. Parasının karşılığını aldı.” Elâ gözleri ağlamaktan kızarmış, vücudu zeminin soğukluğuyla titremeye başlamıştı ama kız bunların hiçbirinin farkında değildi. Gözleri tek bir noktaya bomboş bir bakışla odaklanmış, içindeki acıyı unutmaya çalışıyordu. Lavabonun altında gördüğü şeyle yavaşça ona uzandı. Eline aldığı sapı kırılmış jilete bakarken, içindeki acıdan kurtulmanın yolunu bulduğunu hissetti. Ayaklarını kendine çekti, yeniden oturdu ve sırtını duvara yasladı. “Başkalarının da vücuduma dokunmasını istemiyorum. Allah’ım ne olur beni affet!” diyerek titreyen ellerine rağmen jileti sol eline alıp sağ bileğinin üstüne getirdi. Yaşamak artık hiçbir şey ifade etmiyordu. Bedeninin defalarca bir koldan diğerine savrulmasına dayanamazdı. Hayatı bundan ibaret olacaksa, ölmek en iyisiydi. Gözlerini sımsıkı kapatıp, dişlerini sıktı ve derin bir kesik attı. Acıyla kasılan yüzünü umursamadan aynı yere bastıra bastıra bir kesik daha attı. Kan bileğinden parmaklarına sızıp beyaz fayansı kırmızıya boyarken, acıya aldırmadan jileti diğer eline aldı ve aynı şekilde sol bileğini de kesti. İki elini yanına uzatıp karşısındaki boşluğu izlemeye başladı. Gözyaşları durmaksızın yüzünü yıkıyor, kaybettiği kandan dolayı suratı rengini kaybediyordu. Görüşünü yavaş yavaş kaybederken gözleri kapanıp, başı boş zemine düştü.  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD