Kim derdi ki, tozpembe olarak gördüğüm hayatın bir anda kara deliğe doğru çekileceğini? Her çocuğun, her insanın büyürken örnek aldığı ailesinin bir anda yıkılacağını kim bilebilirdi? Ailesinin dağılmasını hangi çocuk isterdi? Bende istemezdim ama iki insanın anlaşamadığı bir ortam, sana ev mi olurdu? Ev değildi, kargaşanın tam merkezi gibiydi. Annemle babamın ayrılması her ne kadar beni yaralamış olsa da, ikisinin arasında ki tartışmaya şahit olmaktan çıktığım için mutluydum. Bende diğer ailesi boşanan insanlar gibi, ailemin gözlerimin önünde kavga etmesine üzülüyordum. Şimdiler de ise bir yanım buruk, bir yanım durgundu.
"Bu taraftan gidiyoruz kızım."
Babamın sesiyle etrafı incelemeyi bırakıp, gösterdiği yöne doğru ilerledim. Annem ve babamın boşanmasıyla, babamla birlikte Türkiye'ye gelmiştim. Şu an Ordu sınırları içerisinde yeni hayatın beni bekliyor olacağını düşünmek bir yandan heyecan veriyor diğer yandan korku duyuyordum. Ne de olsa bir yanım Koreli'ydi ve burada beni kabul edip etmeyeceklerini merak ediyordum. Türkçe konuşma aksanım biraz değişikti ve bazı kelimeleri anlamakta zorluk çekiyordum. Bilirsiniz, konuşması değişik olan insanları genelde alay konusuna alırlar, umarım bu durum başıma gelmezdi.
Başım öne eğik elimde telefonla Kore'deki arkadaşlarıma Türkiye'de olduğuma ve onları şimdiden özlediğime dair mesaj atarken sol tarafta yükselen seslerle başımı oraya çevirdim.
"Senin aklını alırım İhsan!"
Belirli bir çember oluşturmuş oraya toplanan insanlar arasında zar zor gözlerim ortada kalan ikiliye ilişti. Uzun boylu bir adam, İhsan sanılan adama doğru tehditkar bir şekilde yürüyor, İhsan'sa tek gözü yeni darbe aldığını bağırır bir şekilde kızarmaya dönmüş, yine de gülüyordu. Bu bana psikopat olan insanları anımsattı sanki...
"Beni bulmalı sonra vurmalısın Asaf." dedi ve göz kırptı, çarpık gülümsemesiyle. Asaf ise hızlı bir şekilde İhsan'a yaklaşıp bir yumruk attı.
Etraftaki herkes işini gücünü bırakmış, deli gibi bağıran ikiliyi izliyordu. Güvenlik görevlileri olaya karışmak istiyor ama etrafında koruma olduğunu düşündüğüm insanlar tarafından tutuluyordu. Neydi bu? Bir çeşit mafya dizisi miydi? Başımı yana yatırıp önce ikiliye sonra babama baktım. Babam ağzı açık hafif gülümsemeyle onları izliyordu. Şaşırmış mı? Yoksa mutlu mu olmuş anlayamadım. Hafifçe kolunu tutup sarstım.
"Baba, gidelim mi?" Babam kendisine gelip, başıyla beni onayladı.
"Lavaboya gidip geleceğim, beni köşede bekle Nabi." dedi gözden kayboldu.
Babamı beklerken sıkılmayayım diye bir kez daha ikiliye bakmak için başımı çevirdim. Asaf, İhsan'ın üzerinde suratına yumrukları sıralıyor diğer yandan küfürler havada uçuruyordu. İhsan ise yattığı yerden o kadar darbe almamış gibi gülmeye devam ediyordu. Bunlar kafayı sıyırmış galiba diye düşünürken, İhsan'la göz göze geldim. Yüzünün her tarafından akan kanı umursamadan bir kaç saniye bana baktı ve üzerinde yumruklarını sıralayan Asaf'a bir şeyler söyledi. O an Asaf'ın yumruğu havada asılı kaldı ve gözleri beni buldu.
Durdum.
Yutkundum.
Aramızdaki mesafelere göre, gözlerindeki mavi tonu net bir şekilde seçebilmiştim. Gergin hissetmeme neden olan gözleri miydi yoksa ikisinin de beni süzmesi miydi? Asaf, İhsan'ı bırakıp bize doğru adımlarını atarken, istemsizce gerildim. Neden bize doğru geliyordu? Neden gözlerimin içine bakıyordu? Mavinin en güzel tonu muydu yoksa korkudan oluşan halüsinasyon muydu?
Yaklaştı.
Biraz daha yaklaştı.
Ayaklarım istemsiz bir şekilde arkaya doğru bir adım attı. O anda Asaf durdu ve gözlerimin içine sert bir bakış attı.
Durdum.
Gözleriyle emir vermiş gibi, ayaklarım sanki anlamış gibi durdu. Hareket edemiyordum.
Kalabalığı geçerek yaklaşmaya devam etti. İnsanlar kenara çekiliyor düz bir yol açıyorlardı. Onunla aramda ince bir yol vardı ve nereye gideceğimi kestiremiyordum. Bir adım daha yaklaştı ve uzun boyuyla eğilerek gözlerimin içine baktı. Ardından arkaya doğru uzandı. Aramızda fazla bir mesafe yoktu. Nefesi yüzüme çarpıyor, nefesim nefesiyle karışıyordu. Yutkundum. Bu kadar yakınlık hiç hoş değildi. Fazla da uzun sürmedi zaten, arkaya uzattığı kolunu usulca çekerken başka bir ses tonundan acı dolu inleme duyuldu. Bir adım yana kayıp baktım. Asaf, elinde bıçak tutan kısa boylu adamın ensesinden tutup kendisine doğru çekti. Önce gözleriyle bana baktı sonra elindeki adama.
"Benim bulunduğum ortamda, masum insanlarla beni tehdit etmeyi hangi akla göre yapıyorsunuz?!" diye gür bir şekilde bağırdı. O esnada arka tarafta İhsan'ın kaçtığını gördüm.
"Cemil! Bana hemen İhsan'ı yakalayın!" Asaf gür sesiyle bağırmaya devam ederken bir kaç adım daha geri attım. O esnada babam görünmüş ve yanıma gelmişti. Olayları anlamaya çalışır gibi bir hali vardı.
"Baba." dedim usulca.
"Baba hemen gidelim." dedim ve geri geri bir adım atarken babamın kolundan tutup, kimseyle göz göze gelmemeye dikkat ederek hızlı bir şekilde havaalanından dışarı çıktım. İçimdeki korku neyin nesiydi bilmiyorum lakin tırnaklarıma kadar titremiştim.
"Ne oldu Nabi?" Babamın endişeli sesini duyunca hafif gülümsedim.
"Bir şey yok baba sadece gidelim artık yorgunum." diyerek hem kendimi hem de babamı kandırmaya çalışıyordum. İleride bizi bekleyen taksiye doğru giderken usulca bir kez daha arkaya doğru baktım. Görünüş açısında kimse yoktu. Derin bir nefes alıp verdim, rahatlamıştım. Belki de ben kuruntu yapıyordum. Hayır yapmıyordum. Arkamda eli bıçaklı adam varmış ve ben bunun farkında bile değildim. Asaf, benim kahramanım mıydı yoksa başıma gelenlerin suçlusu muydu? Anlamadım ama bir daha karşılaşmak istemiyordum. Türkiye'ye geldiğimin ilk günü bu şekilde karşılanmak mükemmeldi kesinlikle. Bundan sonrası ise harika geçebilirdi galiba. Şaşkınlıkla kahkaha attım. Taksinin ön koltuğuna kurulan babam, bana delirmiş gibi bakarken omuz silktim ve içeri girip bende oturdum.
...
Taksi durup, bavullarımızı elimize alırken önünde durduğum iki katlı eve bakıyordum. Mahalle ortamıydı ve insanlar beni süzüyordu. Babam ise etrafında tanıdıklarıyla muhabbet ediyor, beni göstererek kızım diyordu. Oralı bile olmadan önümdeki evi tekrar tekrar incelemiştim. Babamın doğup büyüdüğü evi, daha çok yıkık dökük bir yer hayal etmiştim ama umduğumdan daha güzel daha moderndi. Arkamda kalan mahalle halkına dönüp selam vermiş ve hızla evin içine girmiştim. Anlaşılan babam biz gelmeden önce evi temizletmişti. Girişte ferah kokular beni karşılamıştı. Ortamda göz gezdirdim. İlk katta salon, mutfak, tuvalet ve banyo bulunuyordu. Ne çok büyük ne de küçük denilecek gibiydi. Şirindi ve hoşuma gitmişti. Merdivenleri çıkıp üst kata geldiğimde dört tane yatak odası beni karşılamıştı. Eşyalar yeni alınmıştı belliydi, yeni kokuyordu. Odaları inceledikten sonra kocaman terası olan odayı kendime almıştım. Terastan manzara çok güzel görünüyordu. Sanki tüm mahalle ayağının altındaydı.
"Bu odayı mı aldın Nabi?"
Arkamı dönüp, seslenen babama baktım.
"Evet, çok güzel manzarası var." dedim ve gülümsedim. Yanıma yaklaşıp manzarayı izlemem eşlik eden babamın koluna girip, başımı omzuna yasladım. Huzurluydu. Aslında annemle de babamla da aram hep iyiydi. Lakin babam olmadan ayakta kalmam çok zor olurdu. Bilirsiniz her genç kızın ilk aşkı babasıdır, benimde öyle.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
"Şimdi ne olacak baba?" diye kısık bir ses tonuyla sordum.
"Burada yeni bir hayata başlamak zorundayız kızım. Bir şekilde hayatımıza devam edeceğiz." dedi. Anlatırken derin bir nefes almıştı, bunu şişen göğsünden anlamıştım.
Sustum. Biliyordum ki babamda çok üzgündü, annemle ayrıldıkları için. Ne de olsa ilk aşkıydı, ilk sevdiği kadındı. Tahminen son da olacaktı. Küçükken hep imrenmiştim onların aşkına, benimde böyle bir evliliğim olsun der ve her zaman hayalini kurardım. Ama birbirini çok severken yan yana yapamayan çiftlerden biriydi ikisi de. Ayrılmış olsalar da birbirlerine her zaman sadık kalacaklarına emindim neredeyse. Çünkü onların aşkına şahit olmak, beni aşka inandıran tek gerçekti. Ayrılırken bile birbirine hakaret etmeden ayrılmanın yolunu bulmuş insanlardı. Sevginin saf haliydi benim için. Bir gün böyle bir aşkı yaşamak bana da nasip olurdu inşallah.
"Hadi odalara yerleşip yemeğe gidelim. Mahalleden Mehmet amcan yemek hazırlatmış, mahalle halkıyla birlikte yiyeceğiz hem tanışmış olursun." diyerek beni omuzlarımdan odaya çeviren babama gülümsedim. Ne olursa olsun her zaman pozitif bir adamdı ve bu huyunu bana da miras bırakmıştı.
"Tamamdır baba" diye Korece söylerken gülüyordum. Babam ise adımlarımı durdurup karşıma geçti. Yalancı bir kızgınlıkla tek kaşını kaldırdı.
"Burada korece konuşamazsın Nabi. İnsanlar dilini anlamadığı için kırılabilir ya da farklı şeyler çıkarabilirler. Topluluk arasında Korece konuşmamaya özen gösterelim olur mu kızım?" dedi sonlara doğru incelen nazik ses tonuyla. Benden uzun olan babamın tombul yanaklarını hafifçe sıkarak "Tamam babacım nasıl istersen." dedim ve yanağına kocaman bir buse kondurdum.
Babam kahkaha attı ve "Hadi hazırlan, çıkalım." diyerek odadan çıktı. Arkasından gülümseyerek baktım bir süre, ardından bavulumu boşaltıp hazırlandım. Üzerime jean kot, bol bir tişört giymiştim. İlk günlerde özellikle mahallede açık giyinmemem için babam uyarmıştı. Zaten fazla da açık saçık giyinen bir kız değildim. Aynada kendime baktım, dağınık sarı saçlarımı tepeden dağınık bir topuz yaptım. Yüzümdeki göz makyajını sildim. Şimdi daha duru, daha doğaldım. Makyajda tek sevdiğim şey gözleri öne çıkarmaktı, göz rengimi seviyordum. Elaydı ama bazen yeşil bazen bal sarısı olması hoşuma gidiyordu. Gülümsedim ve son kez aynada kendime bakıp odadan çıktım.
"Ben hazırım baba." diye seslenerek merdivenlerden indim. Babam çoktan hazırlanmış beni kapının önünde bekliyordu. Gözleri beni buldu, baştan aşağı memnun kalmışçasına süzdü. Yüzündeki gülümseme büyüdü ve beni kolunun altına alarak evden çıktık. Mahallenin sokakları ne çok geniş ne de çok dardı. iki arabanın yan yana geçebilmesi olasılıktı. Evlerin etrafı bir metre kadar yüksekliği olan duvarlarla çevrili ve duvarların üzerinde çeşit çeşit saksıda büyüyen çiçekler vardı. Bu bana çok sıcak ve samimi ortamları yansıtmıştı. Hoş duruyordu ve rüzgar estikçe her yer çiçek kokularıyla harmanlanıyordu. Derin bir nefes aldım, sakinleştirici etkisi vardı, gülümsedim.
"Buradan gideceğiz." diyerek evin köşesinden döndürdü babam. Az ileride sağ tarafta kalan çardaklarla dolu bir oyun parkı vardı. Köşede kalan uzunlamasına büyük olan çardağa kurulu olan mahalleli, masanın üzerine çeşit çeşit Türk yemeklerinden yapıp getirmişti. Yaklaştıkça güzel yemek kokuları geliyordu. Bu mahalleyi sandığımdan daha çok sevecektim sanırım. Mahalle halkının yanına ulaşıp herkes kendisini bana tanıtırken bende kendimi onlara tanıtıyordum. Benim yaşlarımda, benden bir kaç küçük ve büyük genç kızlarda vardı ve yüzlerinde sıcak bir gülümsemeyle bana bakıyorlardı. Bende gülümsemelerine karşılık vererek "Merhaba, ben Nabi." dedim ve selamlaşmak adına elimi uzattım. Elimi önce tahminen benden bir kaç santim kısa olan kız tuttu.
"Merhaba, ben Bilge." dedi ve gülümsedi.
"Merhaba, ben İrem." dedi benimle aynı boylarda, sarışın olan kız ve elini uzattı.