Aradan geçen zamanda elif duyguları ile yüzleşmeye çalışıyordu.bu kadar kısa sürede bu kadar fazla etkilenmiş olmasına inanmak istemiyordu. okulun sınav telaşına kapılmışken , karşı komşusunu bir daha hiç görememişti. Elinde numarası vardı ama onu aramak için geçerli bir sebep bulamıyordu. Zaten ne diyecekti ki? “Merhaba Bora, sadece merak ettim, nasılsın?” mı? Bu düşünce bile yanaklarını kızartıyordu.
Ama inkar edemiyordu; o gün yaşadıkları onu fazlasıyla etkilemişti. Aynı bölümde olmadıkları için okulda da karşılaşmaları mümkün olmuyordu. Gururu, Bora’nın fakültesine gitmesine izin vermiyordu. İçinde ise sürekli kıpır kıpır bir merak vardı. Bazen sabahları aynanın karşısında kendine soruyordu:
“Ben neden bu kadar düşünüyorum onu? Etkileniyor muyum gerçekten?”
Cevap vermekten kaçıyordu, hatta kendine bile itiraf edemiyordu.
Bir sabah okula gitmek üzere evden çıktığında karşı dairenin kapısı açıldı. İçeriden genç bir kız çıktı. Saçları dağınık ama yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. Belli ki geceyi orada geçirmişti. Elif’in gözleri istemsizce kıza takıldı. Asansörde beraber aşağı inerlerken, kız telefonda arkadaşına ne kadar güzel bir gece geçirdiğini ballandıra ballandıra anlatıyordu.
Elif, başını öne eğip duymamış gibi davrandı. Ama kalbi sıkıştı. İçinde tuhaf bir öfke, tarif edemediği bir kıskançlık dolaşıyordu. Henüz adını bile koyamadığı hislerin bu kadar kolay yüzeye çıkmasına şaşırdı.
“Ne oluyor bana? Bana ne onun hayatından?” diye geçirdi içinden. Ama yüzündeki asık ifadeyi silemedi.
Asansör kapısı açıldığında kız neşeyle dışarı çıktı, telefonuna kahkahalar atarak yürümeye devam etti. Elif ise geride kaldı, derin bir nefes aldı. O an fark etti ki Bora’nın hayatına dair en küçük ayrıntı bile onu etkiliyordu.
O gün derste kalemi defterin üzerinde dolaşıp durdu. Harfler, satırlara karışmış karalamalardan ibaretti. Zihni tek bir noktada takılı kalmıştı:
“Bora gerçekten kim? Bana ne oluyor? O kız kimse kim?”
Akşam eve döndüğünde telefonu eline aldı. Numara hâlâ oradaydı, adeta parmaklarını çağırıyordu. Birkaç kez arama tuşuna dokunacak gibi oldu ama geri çekildi. Kalbi hızla çarparken kendi kendine söylendi:
“Arasam ne diyeceğim? Hadi aradım… ya yanlış anlaşılırsa?”
Tam o sırada apartman kapısından sesler duyuldu. Elif kulak kesildi. Bora mıydı? Yoksa o kız yine mi gelmişti? İçinde yeni bir merak dalgası kabardı.
Elif o gece doğru düzgün uyuyamadı. Tavana gözlerini dikmiş, kulaklarını ise karşı daireden gelen seslere kapatmaya çalışmıştı. Ama ne mümkün… Sabahın ilk ışıklarına kadar aralıklarla süren kahkahalar, konuşmalar ve gürültüler zihnine çivi gibi çakılıp kaldı.
Merak ediyordu, hem de delicesine. Ne oluyordu orada? İçinden defalarca kapıya gidip yumruklamak geçti. Ama sonra kendine kızdı:
“Ne diyeceğim peki? ‘Yavaş olun biraz’ mı? Ya yanlış anlaşılırsa? Sanki kıskanıyormuşum gibi…”
Kendi kendine itiraz etti hemen:
“Kıskançlık falan değil bu! Yanlış anlaşılacak bir şey yok. Sadece sesten rahatsız oldum, o kadar!”
Ama kalbinin en derininde bunun koca bir yalan olduğunu biliyordu.
Sabah olduğunda gözlerinin altı morarmış, yüzünde uykusuzluğun izleri vardı. Apartman kapısına yöneldiğinde kalbi sıkıştı; ya yine görürse?
Ve oldu. Karşı dairenin kapısı bu kez sarışın bir kıza açıldı. Saçları dağınık, yüzünde yorgun ama keyifli bir ifade vardı. Yanından geçip asansöre bindiler. Kız telefonda gülerek anlatıyordu:
“Gerçekten harika bir geceydi, hayatımda unutmayacağım anlardan biri…”
Elif’in kulakları uğuldadı. İçinde, açıklayamadığı bir öfke kabardı. Dudaklarını birbirine bastırdı, dişlerini sıkmaktan çenesinin kırılacak gibi olduğunu hissetti.
Asansör aynasında göz göze geldiler. Kızın umursamaz neşesiyle kendi asık yüzü arasında keskin bir tezat vardı. Elif, bakışlarını hemen kaçırdı.
İçinden geçirdi:
“Yeter! Daha ne kadar böyle sürecek? Ben neyin içindeyim? Onun hayatına dair en ufak ayrıntı bile bana bu kadar dokunuyorsa… bu işte bir yanlış var.”
Ama “yanlış” dediği şeyin adını koymaya cesareti hâlâ yoktu.
Elif, o akşam eve adımını attığında yorgunluktan ayaklarını sürüklüyordu. Gün boyu dersler, sınav hazırlıkları, hocaların bitmeyen talepleri… “Bu gece sadece uyuyacağım,” diye düşündü. Ne yemek ne sohbet… Duşunu alıp kendini yatağa bıraktı.
Ama ne çare… Daha gözlerini kapatmasının üzerinden bir saat geçmeden yine o tanıdık sesler duvarın öte yanından gelmeye başladı. Kahkahalar, yüksek sesli konuşmalar, müzik.
Önce battaniyesini başına çekti. Sonra yastığını kulağına bastırdı. “Dayan, sabret,” dedi kendi kendine.
Ama sabır dediğin şeyin de bir ömrü vardı. Saat 03.00 olduğunda, gözlerinin önünde bütün günün yorgunluğu, içine çöken öfke ve kıskançlıkla birleşip kocaman bir yumruya dönüştü.
Yatağından fırladı. Çıplak ayakları parke zeminde sertçe yankılandı. Kapıya yürürken kalbi sanki göğsünden fırlayacak gibiydi. Eli kapı koluna giderken içinden geçirdi:
“Bu kadar da olmaz! Gürültüden rahatsız oldum sadece… Bu kadarına hakkım var!”
Tokmak gibi ses çıkaran yumruklarının ardından karşı dairenin kapısı hızla açıldı. Elif’in kalbi bir an yerinden çıkacak sandı. Bora’yı görmeyi beklemişti, hazırda bir sürü söz bile hazırlamıştı…
Ama karşısında Bora yoktu.
Elif’in gözleri açıldı, boğazı düğümlendi. Kapının ardında, üstü dağınık, tişörtü yamulmuş, gözleri uykulu bir yabancı çocuk duruyordu.
Çocuk gözlerini kısmış, şaşkınlıkla Elif’e baktı.
—“Hayırdır?”
Elif nutku tutulmuş gibi oldu. Ağzını açtı ama kelimeler boğazına takıldı. İçinden geçen ilk cümle “Sen de kimsin?” olsa da diyemedi. Çünkü diyemezdi.
Sadece yüzüne asık bir ifade yerleşti, sesi çatallandı:
—“Biraz sessiz olabilir misiniz? Saatin farkında mısınız?”
Çocuk hafif gülümsedi, umursamaz bir tavırla:
—“Haklısın, kusura bakma. Biraz abarttık galiba.”
Ve kapıyı üstüne kapattı.
Elif öylece kalakaldı. Ayaklarının altından zemin kayıyormuş gibiydi. Demek ki… içeride Bora bile olmayabilirdi. İçeri giren çıkan bu kadar farklı insan…
O an zihninden geçen tek şey şuydu:
“Ben neyin içine düştüm böyle? Kim için bu kadar üzülüyorum?”