Mert Ali'nin İmtihanı

1716 Words
Mert Ali’nin yüreğine bir ağırlık çöktü. Uzunca bir süre öylece ekrana bakakaldı. Aklında bin bir soruyla zihni bir dönme dolap misali hiç durmadan dönüyordu. Bu kız birden bire hayatına girmiş yine aynı hızla da çıktı. Elinde kalmış sadece birkaç kelime, zihninde ise silinmeyen bir yüz vardı. “Neyse bu da farklı bir tecrübe oldu. Ufaklıklarla uğraşılmayacağını öğrenmiş oldum. Büyümemiş kızlar bana göre değilmiş.” diye düşündü. Derin bir nefes alıp verdikten sonra sıkıntısının geçeceğini düşünmüştü ama hiçte öyle olmadı. Aksine içindeki o şey gitgide büyüyordu. Arkadaşının sesiyle iç dünyasından sıyrılırken bulunduğu ana vakumlanarak geri döndü. “Buraya eğlenmeye geldik Mert Ali, hadi şu başını telefondan kaldır da bize katıl.” diye seslendi karşısında oturan lakabı İbo olan genç. Telefonu ahşap masanın üzerine bıraktığında bir an hafiflediğini hissetti. Kaç gündür neydi öyle ergenler gibi sürekli elinde telefonla geziyordu. Onun gibi olgun bir adama yakışıyor muydu hiç bu çocuksu hareketler. Birkaç dakika sonra ortama ayak uydurmaya çalıştı. Havada uçuşan kahkahalar, yüksek müzik ve bardakların tokuşma sesleri arasında Mert Ali’nin bakışları donuktu. Alışkanlık olsa gerek eli sürekli telefona gidiyordu. “Hep o küçük şeytanın işi” diye söylenmeden edemedi. Beni bağımlı yaptı. Bu bağımlılık telefona mı yoksa kıza mı bunu zaman gösterecekti. Ama şu an için ruhu hâlâ az öncede takılı kalmıştı. On dakika geçmişti son mesajın üzerinden. Dayanamaz yazar mutlaka diye zihninden geçirmişti ilk başlarda ama hiçte yazacak gibi durmuyordu. Kızın ne kadar dik başlı olduğunu hatırlayınca bunun boş bir beklenti olduğuna kanaat getirdi. Efkarlı bir nefes doldurdu ciğerlerine ardından önünde duran bardağı aldı ve tek seferde bitirip tekrar masaya bıraktı. Yanında oturan kız dikkatini çekmek için omzuna dokununca gözleri sarışın kızı buldu. Mekana ilk girdiğinde güzel bulduğu kız şu an ona korkunç derece çirkin görünüyordu. “Biz de dans edelim mi?” Bakışları partneriyle dansa kalkan arkadaşlarını kayınca gerildiğini hissetti. Canı hiçbir şey yapmak istemiyordu ama buraya eğlenmeye gelmişti bir an önce kendisini toparlaması gerektiğini fart etti. Bütün bunların tek suçlusu Aslı idi. O büyücü, cadı, şeytan, çokbilmiş, ukala, kendini beğenmiş, kaprisli, bedduacı ufaklığın yüzündendi. Evet tek suçlu oydu. * O sırada Aslı yatağına kapanmış bir halde, gözyaşlarına boğulmuştu. Yastığını ıslatırken bir yandan da kendi kendine mırıldanıyordu: “Ne hayal etmiştin? Ne umdun ne buldun. Salaksın kızım, salaksın işte. Bir kere gördüğün adama gönül mü kaptırılır. Al işte seni böyle ağlatırlar işte. Ama sen hak ettin. Sende bu kafa varken daha çok ağlarsın.” Onu ilk kez abisi eve davet ettiğinde görmüştü. Öncesinde çok güzel şeyler duymuştu hakkında, birkaç kez Arda’nın hayatını da kurtarmıştı. İlk o zaman kahramanlaşmıştı gözünde. Mert Ali, salona adım attığında zaman bir anlığına durdu sanki. Uzun boyu, geniş omuzları ve dimdik askeri duruşuyla bulunduğu ortamı dolduruyordu. Simsiyah, hafif dalgalı saçları alnına doğru düşüyor, buğday teniyle uyumlu keskin hatlı yüzüne farklı bir karizma katıyordu. Sert ama güven veren bakışlarıyla göz göze geldikleri an, Aslı’nın kalbinde adeta bir fırtına kopmuştu o unutulmaz pazar günü. “İşte bu… hayallerimdeki adam.” demişti içinden. O an kalbine düşen kıvılcım hızla büyümüş, zihninde onunla kurduğu sahneler dallanıp budaklanmış, rengârenk çiçekler gibi açmıştı. Mert Ali, dışarıdan güçlü ve sarsılmaz bir adam gibi görünse de aslında derin yaraların taşıyıcısıydı. Ailesini genç yaşta bir trafik kazasında kaybetmiş, geriye kimsesizliğin sessizliğiyle baş başa kalmıştı. Ne anne şefkati, ne baba gölgesi, ne de kardeş sıcaklığı vardı hayatında. Yalnızlığını disiplinle, kayıplarını sertliğiyle örten bu adam, kalabalıkların içinde bile hep kendi iç dünyasında yaşayan bir yabancı gibiydi. Aslı, onun bu yaralı tarafını sezmişti. Kalbinin en derinlerinde, Mert Ali’nin sert kabuğunun ardında kimsesiz bir çocuk saklandığını biliyor gibiydi. Onun yalnızlığına dokunmak, yüreğinde yıllardır kanayan boşluğu doldurmak istiyordu. Ama her ne kadar kalbi buna hazır olsa da, Mert Ali’nin duvarları kalındı. Onun hayal ettiği kadar kolay ulaşabileceği biri değildi. Şimdi… bütün o düşler, rengârenk açan hayal çiçekleri birer birer solmuştu. Aslı’nın zihninde kurduğu o masalsı sahneler kupkuru bir çöle dönmüştü. Onunla yaşayacağına inandığı mutluluk yerine, susuz bırakılmış bir kalbin çatlakları kalmıştı geride. Ve her çatlak, Mert Ali’nin yaralı geçmişini, Aslı’nın ise ulaşılamayan bir aşka tutulmuş çaresizliğini fısıldıyordu. Aradan bir saat geçmişti ki telefonu titredi, o sırada genç kız hâlâ ağlıyordu. Göz kapakları şişmiş, yanakları ıslak izlerle kızarmıştı. Gelen mesajı umursamamayı seçti çünkü yarın günlerden cumaydı ve saat on ikiye geliyordu. Kesin aile grubundan birileri (o biri muhtemelen Kevser teyzesiydi) Cuma mesajını atmıştı, kadıncağız bir senedir hiç şaşmadan bu saatte Cuma mesajı atmayı kendine adet edinmişti. Seviyordu deli dolu hoş sohbet olan teyzesini. Ağlamaktan dolayı yorgun düşen gözleri tam kapanmak üzereyken içinden gelen bir ses kalkıp telefona bakmasını söyleyince hiç üşenmeden kalkıp telefonu aldı. Parmaklarının titrek hareketiyle ekran açılınca gelen mesajı görüp heyecanlandı. Birden kalbi boğazına tırmanmış gibi atmaya başladı. “Evdeyim. Geri döndüm.” İşte o anda, Aslı’nın kalbinden yükselen o heyecan, bütün odayı dolduran karanlığı yarıp geçen parlak bir ışığa dönüştü. Yüreği öyle şiddetle çarpıyordu ki, sanki duvarlara çarpıp odanın içinde yankılanıyordu. “Gerçekten mi?” diye yazdı, parmakları hâlâ titreyerek. İnanamamıştı bir an için, çünkü Mert Ali’nin geri dönme ihtimalini hiç düşünmemişti. Böyle bir ihtimal aklının ucundan bile geçmedi. Bir an rüya görüyorum herhalde diye endişe etti ama gelen fotoğrafla bütün endişeleri yok olup gidince rahatladı. “Gerçekten.” Ardından ekrana düşen fotoğrafa baktı. Evet, evindeydi. Salondaki kanepesinde uzanmış, bir elini başının altına koymuş, diğer eliyle selfie çekmişti. Gözleri ekrana kilitlenmişken içinden istemsiz bir iç çekiş yükseldi. Ne kadar da yakışıklı görünüyordu… Dudakları hafifçe kıvrıldı, yüzüne yıllardır ettiği duaların karşılık bulduğunu hissettiren bir tebessüm yerleşti. Hemen yazdı: “Dualarımın kabul olmasına çok sevindim. Peki, neden yaptın bunu? Birkaç saat önce oldukça kararlı görünüyordun.” Cevap gecikmedi. “Vedalardan nefret ederim.” Ardından bir mesaj daha düştü ekrana. “Bir de şu var.” Aslı, kalbi hızla çarparken gözlerini ekrana dikti. Nefesini tutmuş, gelecek cümleyi sabırsızlıkla bekliyordu. “Seni daha yakından tanımak istiyorum. Aslı’dan öncesini ve sonrasını yaşamak istiyorum.” Bu sözler, kızın yüzünde güller açtırdı. Kalbinden taşan mutluluk gözlerinden inci taneleri gibi süzülen yaşlarla birleşti. Bu kez ağlaması acıdan değil, şükürden ve mutluluktandı. Gözlerini kapatıp fısıldadı: Allah’ım, sana şükürler olsun. Ellerinin titremesine rağmen yazabildiği tek şey: “Teşekkür ederim.” Oldu. Kısa bir sessizliğin ardından Mert Ali’nin mesajı düştü ekrana: “Fizik dersin nasıldı?” Beklemediği bu sıradan soru, Aslı’yı hem şaşırttı hem de hoşuna gitti. Konuşmayı gündelik ve samimi bir zemine çekmesi, güvenini pekiştirdi. “Çok sıkıcıydı.” diye yazdı aynı içtenlikle. Aslı zaten içi dışı bir kızdı, duygularını gizlemekten hoşlanmazdı. “Yanımdaki sıra arkadaşım Ayşin sürekli konuşup durdu. Bizim sınıftan Selami diye bir çocuktan hoşlanıyor. Çocuk da geçenlerde ona arkadaşlık teklif etmiş. Bir iki kez görüştüler.” “Ee sonra?” “Sonra Ayşin bu çocuğa iyice bağlandı. Ama inan bana çocuk ona hiç denk biri değil. Neyse, bugün Selami’yi başka bir kızla gördüm. Yanlarına gidince bana ‘kuzenim’ dedi ama Allah biliyor ya hiç kuzeni gibi durmuyordu.” “Vay it herif.” diye yazdı Mert Ali. Aslı kahkaha attı. “Aynen, itin önde gideni. Şimdi düşünüyorum, Ayşin’e söyleyeyim mi söylemeyeyim mi bilemedim. Yıl sonu balosuna onunla birlikte gitmeyi çok istiyor. Belki balodan sonra söylesem daha doğru olur ama arkadaşımı kandırmış gibi de hissetmek istemiyorum.” Mert Ali tek bir şeye takıldı. “Yılsonu balosu mu?” “Evet, mezuniyet balosu olacak. Bunun için çok heyecanlıyım.” “Kiminle gideceksin?” “Tabii ki yalnız.” “Niye, hiç teklif eden olmadı mı?” Aslı kendinden emin bir şekilde gülümsedi. “Ayıp ediyorsun. Daha şimdiden beş kişi teklif etti ama hiçbirini kabul etmedim.” “Hım bak sen.” “Hım ha?” “Sana ayak uyduruyorum.” “Ben de sana her konuda ayak uydurabilirim.” Aslı’nın bu cesur sözü, adeta satırlardan taşan bir meydan okumaydı. Onun kalbinden yükselen bu toy cesaret, Mert Ali’nin etrafına ördüğü kalın duvarlarda büyük çatlaklar oluşturuyordu. Bir an için telefonun ekranında beliren bu kelimelere uzun süre öylece bakakaldı. Dudaklarının kenarında, istemsiz bir tebessüm belirdi. Fakat içinin derinliklerinde çok daha karmaşık bir şey kıpırdanıyordu. Telefonun ışığı yüzüne vururken, Mert Ali’nin gözleri kısıldı. İçinde hislerini tartan uzun bir sessizlik oldu. Sonra parmakları ağır ağır tuşlara dokundu: “Buna hiç şüphem yok.” diye yazdı sonunda. Fakat cümlenin ardında, inkâr etmeye çalıştığı bir itiraf vardı: Ben bu fırtınaya kapılmaktan korkuyorum ufaklık. Aslı eline geçen fırsatı anında değerlendirdi. “Beni bir ergen olarak görmeni istemiyorum Mert Ali.” Ekrana düşen bu mesaj, Mert Ali’nin zihninde yankılandı. Ergenlik… Aslı’nın gözünde bu kelime, küçümsenmekten duyduğu korkuyu saklıyordu. Oysa onun kelimelerinin ardında, büyümeye çalışan bir genç kızın tüm ciddiyeti ve masumiyeti vardı. Mert Ali bir an durdu, parmakları klavyenin üzerinde bekledi. Gözleri hafifçe daldı, içinde bir sessizlik çöreklendi. Bu sessizlik, kalbinin sesini daha net duyması içindi. Kendini bildi bileli mantığıyla hareket etmişti genç adam. Doğruyla yanlışı ayıran çizgiyi hiç bulanıklaştırmamış, kalbini susturmayı öğrenmişti. Kalbine kulak verse yaralanmaktan korkuyordu. Oysa şimdi, Aslı’nın varlığı ve kelimeleri onun kurulu olan bu düzeni bozuyor, içinde yıllardır sessiz kalan bir yanı gürültüyle uyandırıyordu. Bu hisler ona çok yabancıydı. Ürkütücüydü, ama aynı zamanda tarifsiz bir sıcaklık da veriyordu. Sanki içindeki donmuş göllerin üzerinde ince ince çatlaklar oluşuyor, buzların altından uzun zamandır unuttuğu bir suyun akışı duyuluyordu. Bu kız bambaşka onun çok zıddı bir karakterdi. Ne düşündüğünü saklamayan, duygularını rahatça ifade edebilen, ipleri koparmış deli dolu bir fırtına gibiydi. İşte bu zıt kutupların çekimi ikisini birbirine doğru sürüklüyordu. Mert Ali’nin aklında bir ses, “Uzak dur, bu senin alıştığın düzen değil.” diye fısıldıyordu. Ama kalbi çoktan o sese meydan okumuştu bile. Belki de tam da bu yüzden çekiliyordu ona doğru; çünkü Aslı, onun görmezden geldiği taraflarının ete kemiğe bürünmüş hâliydi. Ve sonunda, korkuyla arzunun birbirine karıştığı bir iç çekişle yazdı: “Sanırım… fikirlerim değişmeye başladı.” Aslı’nın yüreği hızla çarparken içinde kelebekler kanat çırpıyordu. “Buna sevindim.” diye yazdı ve ardından, hiç düşünmeden bir fotoğraf gönderdi. Üzerinde pembe pijaması vardı. Fotoğrafın üzerine üşenmeden birkaç kalp iliştirmişti. Loş ışığın gölgesiyle birleşen o masum yüz, kareye tarifsiz bir güzellik katmıştı. Mert Ali’nin gözleri ekrana kilitlendi. Fotoğrafın en küçük ayrıntılarında bile uzun uzun takılı kaldı. Pijamasından çok, kızın saf bakışlarına odaklanmıştı. Derin bir nefes alırken kalbinin ritmi hızlanmış, parmaklarının klavye üzerinde gezinmesi bile zorlaşmıştı. “Geceliğin güzelmiş.” diye yazdı önce. Ama içinden geçen, ekranın soğuk harflerine sığmayacak kadar büyüktü. Kısa bir duraksamadan sonra kendini kasmadan, tüm içtenliğiyle devam etti: “Çok masum bir yüzün var.” Aslı’nın bakışları sanki ekranın içinden ona ulaşıyordu. Bu his, Mert Ali’nin boğazını kurutmuş, yutkunmasına sebep olmuştu. İçinde taşıdığı sessiz ihtiras, kelimelerin arkasına saklanamayacak kadar belirginleşince, duygularına engel olamayarak, “Çok güzelsin.” diye yazdı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD