Yirmi dakikanın ardından telefonu eline aldığında ne yazacağını bilemiyordu. Az önceki konuşmayı unuttuğunu varsayıyordu içinden ettiği dualar eşliğinde.
“Umarım uyumamışsındır.”
Bir dakika sonra gelen yanıt yorgun ama sıcacık bir ses gibiydi:
“Film izliyorum. Hallettin mi işini?”
“Aslında evet, hallettim. Malum annelerin istekleri hiç bitmiyor.” diye yazdı. Daha mesajı gönderir göndermez pişmanlıkla içi burkuldu. Onun annesiz olduğunu hatırlamış kalbine ağır bir taş oturmuştu.
“Özür dilerim, ailemden bahsedince nedense kendimi suçlu hissettim.”
Karşı taraftan gelen cevap kısa ama ağırdı, sanki içinde yılların gölgesi vardı:
“Bunun için özür dileme, sorun değil, artık bununla baş edebilecek yaştayım.”
Aslı derin bir nefes aldı. Çocukluğunda kim bilir neler yaşadı diye düşünmeden edemedi. Hangi gecelerde tek başına ağlayıp uyumuş, hangi sabahlarda eksikliğin acısını iliklerine kadar hissetmişti? Elbette ona bunu sormayacaktı. Ne zaman anlatmak isterse, sabırla bekleyip dinleyecekti.
“Ee hangi filmi izliyorsun?” diye sordu, içindeki ağır havayı dağıtmak istercesine.
“Sherlock Holmes’a başladım. Bir arkadaşım önermişti.”
“Hmm… Peki beğendin mi bari?”
“Evet, güzel film.”
Aslı, gözlerinin önünde canlanan sahnelerin arasında onunla yan yana oturduğunu hayal etti. Birlikte oturmuş film izliyorlardı. O an, karanlık odada parlayan ekranın ışığında kalbinin boşluklarını dolduracakmış gibi hissetti.
Bir süre sessizlik oldu. İkisi de parmaklarını klavyede gezdiriyor ama yazamıyordu. Söylenecek çok şey vardı ama her biri boğazlarında düğümlenmişti. Sonunda sessizliği bozan genç adam oldu:
“Biliyor musun, dün gece seni rüyamda gördüm.”
Cümle ekrana düştüğü anda pişmanlıkla içini çekti. Bazen onun küçücük bir kız olduğunu unutuyor, yazdığı kelimelerin ağırlığından ürküyordu.
Aslı’nın kalbi hızla çarpmaya başladı. Dudaklarının kenarı belli belirsiz titredi.
“Ya Allah hayır etsin, nasıl gördün?” dedi masumiyetle.
“Karışık bir şeydi… Anlatmasam daha iyi.”
Aslı, o cümlenin içine gizlenmiş arzuyu sezmişti. Bir anda hem utanmış hem de tarifsiz bir sevinç yaşamıştı. Yanağını avucunun içine yasladı, telefonu elinde sımsıkı tutarak ekrana uzun uzun baktı.
“Hadi yatıp uyu yoksa yarın yine geç kalacaksın.”
“Yarın cumartesi.” diye yazdı Aslı, sanki zamanın artık onun için hiçbir önemi kalmamış gibi.
“Peki ne yapacaksın, var mı planın?”
“Sabah ailecek kahvaltı yapacağız. Annemin en yakın arkadaşı Sabriye teyze var ya, hani akşam kızıyla bize çaya gelen.”
“Evet, hatırladım.”
“İşte o yarın bizim mahalleye taşınıyor. Biz de onlara yardıma gideceğiz. Muhtemelen bütün gün orada oluruz.”
“Anladım.” diye yazdı Mert Ali. Sonra derin bir nefes aldı, içinde uzun zamandır taşıdığı merakı nihayet dışarı çıkardı:
“Bana biraz ailenden bahseder misin?”
Aslı bir an durdu. Yazılanları okurken zihni birden ağırlaştı. Bu soru sanki üzerine ışık tutulmuş gibi hissettirdi. Evet o bir suçluydu ve sorguya çekiliyordu. Gerçeğin eninde sonunda ortaya çıkacağını biliyordu ama bunun şu an olmasını istemiyordu. Henüz hazır değildi.
“Ne bilmek istiyorsun?” diye sordu tedirginlikle.
“Beni tanımanı istiyorum diyen sensin, çok bilmiş. İşte sana fırsat sunuyorum, hadi bana kendini tanıt.”
Köşeye sıkışınca dürüstçe yazmaya başladı:
“Babam emekli, annem ev hanımı. Bir abim var. Normal, sıradan bir aileyiz işte.”
Ama Mert Ali daha fazlasını bilmek istiyordu.
“Baban nasıl biri?”
Babası gözlerinin önüne gelince yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi:
“Canım babam… Çok tatlı, anlayışlı, çalışkan bir adamdır. Elinden her iş gelir, tam bir kahraman gibidir.”
“Peki annen?”
“Annem biraz daha otoriterdir. Ama becerikli, temiz, düzenli ve en önemlisi sevgi doludur. Her şeyin yerli yerinde olmasını ister.”
“Abin?” Evet kritik soruya gelmişlerdi. Bunu da aynı içtenlikle cevaplayacaktı.
“Abimde harika biridir daha çok babama benziyor. Onun bütün güzel huylarını almış. Sakin, saygılı… Tam bir beyefendidir.”
“Senin adına sevindim. Güzel bir ailen var.”
“Teşekkür ederim. Evet, birçok konuda şanslıyım.”
“Hangi konular mesela?” diye merakla yazdı Mert Ali.
Aslı hızlıca cevapladı, biraz daha rahatlamış hissediyordu.
“En başta ailem. Onlar benim en büyük şansım.”
“Sonra arkadaşlarım…”
Bir an duraksadı, kalbi hızlandı.
“Ve sonra sen varsın. Beni mutlu ediyorsun.”
“Ben ne yapıyorum ki?” diye sordu Mert Ali, şaşkın bir sevinçle.
“Aslında çok şey yapıyorsun. Bana karşılık verdin, yazıyorsun. Benim için bu bile mucize gibi. Hayatta en çok istediğim şeydi bu. Ne kadar dua ettim biliyor musun bunun için?”
Duaları kabul olmuştu demek.
Mert Ali’nin bakışları dalıp gitti. “Seni anlamıyorum Aslı, ne var sanki beni sana böyle çeken?”
“Ben seni gördüm, Mert Ali. Senin içini gördüm. Çok beyefendiydin, saygılı, kibar… Yalnızlığını, özlemlerini, yaralı kalbini hissettim.”
Biraz durdu, yazdığı her kelimenin yüreğini titrettiğini hissediyordu.
“Gülümsediğinde yanağında oluşan gamzeyi sevdim. Boyunu, posunu, duruşunu beğendim. Böyle şeyler işte… Nasıl anlatacağımı bilemedim. Bunlar yeterlidir umarım.”
“Evet, yeterli.” diye yazdı Mert Ali kısa ama derin bir cevapla.
Aslı hala tedirgindi. Konuyu değiştirmek istedi.
“En sevdiğin renk hangisi?”
“Siyah.”
“Benimki yeşil. Bana doğayı hatırlatıyor. Bu arada ormanda yürüyüş yapmayı çok seviyorum.”
“Biz genelde ormanda askercilik oynarız. Bu arada abin askerliğini yaptı mı?” Mert Ali bir şeyler mi sezdi acaba diye içine bir korku düştü.
“Evet, yaptı. Küçükken bir ara ben de asker olmak istiyordum. Ama büyüdükçe fikrim değişti. Doktor olup insanlara yardım etmek daha ağır bastı. Sahi en önemli soruyu unuttum. En sevdiğin yemek hangisi?”
“Bütün et yemeklerini severim.”
“Ben de…” diye yazdı Aslı, ardından küçük bir gülücük emojisi ekledi. Sonra ekrana bakarken hayallere daldı, bir masa hayal etti. üzerinde buharı tüten çorba kaseleri, ortada salata tabağı, et kokusunun iştah kabartan yayılışı… Karşısında oturan Mert Ali. Onunla aynı sofrayı paylaşmak bile kalbine tarifsiz bir huzur verebilirdi.
Mert Ali’nin mesajı geldiğinde hayalden sıyrıldı.
“Yemek konusunda baya anlaşacağız gibi görünüyor.”
“Aslında ben hiç yemek seçmem. Annem hep ‘çocukluğundan beri sofraya ne koysak hiç yüzünü ekşitmezsin’ der. Ama et yemekleri olunca gözlerim başka parlıyor.”
“Benim de öyle. Özellikle annemin yaptığı kavurmayı asla unutmam. O koku hâlâ burnumda.”
Aslı bir an durdu. Onun “annem” diye başlayan cümlesi yüreğini burktu. Kendi farkında olmadan geçmişe uzanmıştı. Yine de üzerine basmak istemedi, tatlı bir tebessümle yazdı:
“Demek en sevdiğin tat oradan geliyor. Annelerin eli bir başka lezzetli oluyor, değil mi?”
“Evet…” diye yazdı Mert Ali. Noktaların ardına gizlenen özlem, ekranda asılı kalmış gibiydi. Devam etmedi.
Aslı, konuyu biraz daha yumuşatmak için tekrar sordu.
“Peki en sevdiğin meyve ne?”
“Kiraz. Yazı hatırlatıyor bana. Seninki?”
“Benimki çilek. Kokusu bile yetiyor mutlu olmama.”
“Demek sen çilek kokan birisin.” diye yazdı Mert Ali, içten bir espriyle.
Aslı kahkaha atar gibi gülümsedi, gözleri parladı.
“Sen de demek ki kiraz ağacı gibisin. Yaz güneşinde olgunlaşmış, tatlı ama biraz da mesafeli.”
“Sen çok aklıllı bir kızsın.”
“Nerden çıktı bu şimdi? Utandım.”
“Utanma. İnsan bazen kendini bir başkasının gözünden görünce bir farklı hissediyor. Umarım senin hayalinde yarattığın Mert Ali için sana hayal kırıklığı yaşatmam.”
“Şu ana kadar yaşamadım, bundan sonra da hayal kırıklığı yaşayacağımı sanmıyorum.”
Bir süre sessizlik oldu. İkisinin de parmakları ekranın üzerinde bekliyordu. Kalpleri aynı anda hızlanıyor, kelimeler boğazlarında düğümleniyordu.
Mert Ali’nin mesajı geldi:
“Keşke zaman durabilse de böyle yazışmaya devam edebilsek.”
Aslı’nın gözleri doldu. O da aynı şeyi düşünüyordu ama cümleye dökmek yüreğini fazlasıyla açmak olurdu. Yine de dürüstçe yazdı:
“Bazen ben de öyle istiyorum.” Bunu duymak hoşuna gitmişti genç adamın.
“Saat de ilerlemiş. Yatıp uyumalısın.”
“Biliyor musun ben uyumadan önce hep dua ederim. Senin için de dua edeceğim bu gece.”
“Ya!”
“İnsan en çok sevdikleri için dua eder. İyi geceler askerim.”
Bu cümle, Mert Ali’nin içini sıcacık kapladı. Parmakları titreyerek yazdı:
“iyi geceler prensesim.”
Telefon ekranı karardığında odada sadece kalbinin sesi vardı. Birbirlerine gönderdikleri kelimeler, sessizliğin içinde yankılanıyor, uykuya giden yolun en tatlı eşlikçisi oluyordu
*
Mert Ali bir o yana bir bu yana dönerken bir türlü uyuyamadı. Yastığını kucakladı, tavana uzun uzun baktı ama göz kapakları ağırlaşmıyordu. İçinde tarifsiz bir huzursuzluk vardı, kaynağını tam bulamıyordu ama kalbinin ortasında rahatsız edici bir şey dolaşıyordu. Sanki uykusunu kaçıran görünmez bir el, zihninin kapılarını sürekli aralıyor, ona düşünmekten başka çare bırakmıyordu.
Sırtını yatağın başlığına yasladı. Bir süre odanın karanlığına gözlerini alıştırmaya çalıştı. Sessizlikte, dışarıdan gelen rüzgârın perdeyi hafifçe dalgalandırışı, ara ara uzaklardan geçen araç sesleri duyuluyordu. İçinde, cevap arayan bir merak kabarmıştı.
Aslı, arkadaş ortamında tanıştıklarını söylemişti. Kızın bir ağabeyi vardı. Belki de ortak arkadaşlarından biri oydu. Zihnini zorlasa da bir türlü çıkaramadı. Oysa hafızası kuvvetliydi, gördüğü yüzleri kolay kolay unutmazdı. Yoksa gerçekten yaşlanmaya mı başlamıştı?
Bir an daha fazla dayanamadı, telefonu eline alıp ekran ışığını yüzüne düşürdü. Parmakları tereddütle yazmaya başladı.
“Abini tanıyor muyum? Seninle ortak arkadaş ortamında tanıştık demiştin, o kişi yoksa abin mi?”
Mesajı gönderip derin bir nefes aldı. Ama karşıdan hiçbir ses çıkmadı. Aslı çoktan uykuya dalmıştı. Eğer o anda mesajı görmüş olsaydı, sabaha kadar gözüne uyku girmez hop oturup hop kalkardı.
Tatil sabahı olduğundan annesi onu uyandırmamıştı. Gecenin yorgunluğuyla öğlene kadar deliksiz uyudu. Ne var ki tatlı uykusu burnunda hissettiği gıdıklanmayla bölündü. Kaşındığını zannedip elini burnuna götürdü ama birkaç saniye geçmeden aynı his yeniden geldi. Gözlerini araladığında, abisini başında buldu. Elinde incecik bir kuş tüyüyle onu rahatsız etmekle meşguldü.
“Ya abi, ne yapıyorsun?” diye mızmızlandı.
“Sana da günaydın huysuz prenses. Hadi kalk, öğlen oldu.”
“Bana ne, azıcık daha uyuyacağım.” dedi ve başını pikenin altına gömdü.
“Kızım kalksana, annem sen kalkmadan kahvaltıya oturtmuyor bizi. Amma değerli kızı varmış ha.”
Bu defa bilmiş bir edayla kafasını örtünün altından çıkarıp burnu havada konuştu. “Ya ne sandın, annem beni daha çok seviyor.” dedi.
“Kesin anacığıma büyü yaptın. Benim yokluğumda senden neler çekiyor zavallı kadın.” diye karşılık verdi abisi, ardından da ansızın üzerine atılıp onu gıdıklamaya başladı.
“Ha ha ha, abi ya… ha ha ha… yapma nolur… ha ha ha!” Kahkahaları odanın dört bir yanına çarptı.
Tam o sırada salondan babalarının sesi duyuldu:
“Şamatayı kesin de buraya gelin, ölüyorum açlıktan.”
Bir süre sonra herkes sofrada yerini aldı. Masada ince belli bardaklarda çay buharı tütüyor, peynir ve zeytin tabaklarının yanına mis gibi börekler eşlik ediyordu.
“Uğraşmayın benim kızımla. Hafta içi sabahın köründe kalkıyor zaten, bari bugün biraz uyusun dedim.” dedi annesi kızını savunmaya geçerek.
“Bir tanecik annem benim.” diyerek annesine öpücük gönderdi Aslı.
“Kıskanma abiciğim.” diye de abisine dil çıkardı. Ama ardından kısa bir an duraksadı, aklına istemsizce Mert Ali geldi. Şimdi o ne yapıyordu acaba? Yalnız başına dört duvar arasında, sessizliğiyle baş başa… İçi cız etti, boğazına bir şey düğümlendi.
“Miray’ı nasıl buldun kızım, iyi anlaştınız değil mi?” diye sordu annesi, düşüncelerini dağıtarak.
Aslı boğazını temizledi. “Evet anneciğim, çok tatlı ve hoş sohbet biri. Onu sevdim.”
“Çok hamarat bir kız. Maşallah, çok da güzel. Allah sahibine bağışlasın.”
“Nişanlı falan mı?” diye sordu Aslı, göz ucuyla abisini yoklayarak. Kalbinin bir köşesi, onun artık mutlu olmasını istiyordu.
“Yok canım, bekar. Sevdiği falan da yokmuş. İnşallah değerini bilecek biri çıkar karşısına. Yoksa bu devirde kız alıp vermek çok zor.”
Babası araya girdi: “Bakalım sen kızını nasıl vereceksin hanım?”
“O daha küçük. Önünde abisi var. Hele oğlum bir evlensin de sonra düşünürüz Aslı’yı.”
“Annem senin turşunu kurmayı düşünüyor, haberin olsun.” Latife yapan abisine dil çıkardı.
“Haberin olsun seni de bir an önce evlendirmeyi düşünüyor.” Arda birden kaşlarını çattı oldukça kararlı görünüyordu, yüzündeki sert ifade şakaya gelmezdi.
“Sakın bana kız falan bulayım deme anne. Şu an için hayatıma kimseyi almak istemiyorum. Bu şekilde kafam gayet rahat.”
Annesi kırgın bir sesle, “Ama oğlum, senin mürüvvetini görmek istemem suç mu?” dedi. Masada bir sessizlik oldu.
Arda bakışlarını yere indirdi. “Seni suçladığım yok anne. Ama şu an için hayatımda kimseyi istemiyorum. Eğer bir gün gönlüme uygun biri çıkarsa… işte o zaman bakarız.”
Bu sözlerin ardından sandalyesini geriye itti ve sessizce masadan kalktı. Ardından odasına doğru yürüyüp kayboldu.
Masada kalanların birden keyif kaçmıştı. Rabia Hanım içini çekerek söze girdi:
“Hep o uğursuz Pınar yüzünden. Oğlumun kalbini kırdı. Allah gün yüzü göstermesin ona.”
“Tövbe de hanım, böyle konuşma.” diye araya girdi kocası.
“Yalan mı? Asker yolu beklemek zor geldi şıllığa. Madem beklemeyecekti, neden oğluma umut verdi?”
Aslı bu sözleri duyunca ürperdi. Bir an kendisini düşündü, Mert Ali’yi düşündü. Asker yolu beklemek kolay değildi, çok sabır ve sevgi isterdi. Ama o, abisinden ötürü bu yollara alışkındı. Beklemekten korkmuyordu. Onun kalbinde yeterince sevgi vardı. Pınar gibi olmayacaktı. Asla.
Masayı toplarken bir fırsatını bulup telefonunu eline aldı. Ekranda Mert Ali’nin mesajı gözlerine çarptı. İçinde hesap soran bir ton vardı. Yutkundu. Soruyu es geçip günaydın yazdı.
“Günaydın askerim.”
Cevap gecikmeden geldi:
“Tünaydın prenses. Öğlen oldu.”
“Evet, uyuyakalmışım.”
“Uykucusun demek.”
“Öyle değil de, uykuyla aram iyi diyelim.”
“Benimki pek iyi sayılmaz.”
“Ee neler yapıyorsun?”
“Beykoz’dayım. Arkadaşla balık tutuyoruz.”
Aslı’nın yüzü aydınlandı. “Ya tutabildin mi peki?”
“Birkaç istavrit ve palamut tuttum. Akşam mangal yapacağız. Sever misin balık?”
“Çok severim.”
“Bir dahaki sefere birlikte geliriz.”
“Çok isterim. Ben otururum, seni izlerim, kitap okurum, sen de balık tutarsın. Ne güzel olur.”
“Kitap kurdusun demek.”
“Aşığım desek daha doğru olur. Odamda kocaman bir kitaplığım var. Sen sever misin peki?”
“Ben de arada okuyorum bir şeyler. Ama sana bir soru sormuştum, onun cevabını bekliyorum.”
Aslı’nın içi birden sıkıştı. Mesajı görünce nefesi tıkandı. Yalan söylemeyi beceremeyen kalbi, ellerini titretmeye başladı. Ekrana bakıyordu ama yazamıyordu.
Mert Ali sabırsızlandı:
“Zor bir soru mu sordum?”
“Yok ondan değil… Annem bir şey dedi de ona baktım.”
“Tamam, sıkıntı olmasın. Müsait olduğunda yazarsın.”
Ardından çevrimdışı oldu. Belli ki kızmıştı.
Aslı’nın elleri ayakları birbirine dolandı. Odanın içinde aşağı yukarı yürümeye başladı. Kalbi göğsüne sığmıyor, nefesi düzensizleşiyordu. Ne yapacaktı şimdi?
Tam o sırada kapının önünde abisiyle burun buruna geldi. Yutkundu.
“Ne yapıyorsun burada?” diye sordu Arda, meraklı bakışlarla.
Aslı eli ayağına dolaşmış halde abisine bakarken içinde fırtınalar kopuyordu.