Zamansız Görev

2182 Words
Hazırlanıp evden çıktığında saat henüz yediyi gösteriyordu. Güneş ufukta yeni doğmuştu, sabahın o serin, taze kokusu tenine çarparken içini bir huzur kapladı. Elini ince ceketinin cebine atıp telefonunu çıkardı. Bu defa yazmak yerine sesli mesaj göndermek istedi. Parmakları hafifçe titrerken, dudaklarında farkında olmadan beliren gülümsemeyle kayda bastı. Akşam telefonda konuştuktan sonra sanki aralarındaki bağ bir adım daha güçlenmiş, aralarındaki mesafe azalmıştı. “Günaydın sevgili askerim.” dedi, sesi neşeyle doluydu. İki dakika geçmeden bildirim sesi geldi. O da aynı şekilde sesli mesaj göndermişti. “Günaydın prensesim. Sabah sabah sesin pek neşeli geliyor.” Aslı’nın sevinçle gözleri parladı. “Çünkü artık bir sevgilim var,” diye karşılık verdi, sanki bunu söylerken göğsünün ortasında bir sıcaklık büyüyordu. Mert Ali artık onun sevgilisiydi. Mert Ali’nin sesi hemen ardından duyuldu. “O zaman bu sevgilin gitmeden önce seni bir kez görebilir mi?” Bunun cevabını az çok tahmin ediyordu ama yine de bir umutla sormuştu. “Olmaz Mert Ali, seninle ne konuşmuştuk?” dedi Aslı, sesi kararlı ama içinde belli belirsiz bir mahcubiyet vardı. “Adımı ne güzel söylüyorsun sen öyle…” diye mırıldandı Mert Ali, konuyu ustaca değiştirerek. “Mert Ali şu an yetişmem gereken bir okulum var. Sana günaydın demek istemiştim. Hadi ben kaçtım, bay bay.” “Öğretmenini iyi dinle sonra kızarım bak.” “Tamaaammm annneeee…” Harfleri uzata uzata söyleyip kahkaha attı. Mert Ali yatağında sırtüstü uzanmış, tavana bakarken gülümsüyordu. Yüzündeki ifade, uzun zamandır hissetmediği bir huzuru anlatıyordu ona. Hayatında eksik olan o neşe, o sıcaklık bu küçük kızla tamamlanmıştı sanki. Aslı’yı düşünürken, zihninde onunla dolu bir gelecek canlanıyordu. Onu yatağının sol tarafında, sabahları uykulu gözlerle yanına sokulurken hayal etti. “Günaydın karıcığım,” der, alnına bir öpücük kondururdu. Bazı sabahlar ona kahvaltı hazırlayıp sofrayı birlikte kurarlardı. Hayali bile güzeldi. Bu kızla hayat çok güzel olacaktı. * Akşam olduğunda, odasına girer girmez yaptığı ilk şey Mert Ali’ye yazmak oldu. Artık bu küçük ritüel, günlerinin vazgeçilmezi olmuştu. Sabahları “günaydın”, gün içinde teneffüs aralarında kısa mesajlar… ama asıl sohbetleri her zaman gecelerindi. Geceler, onların birbirine en yakın olduğu zamanlardı. “Neler yaptın bugün?” diye yazdı Mert Ali. Aslı, günü kısa bir özetle anlattı. Aralarındaki yazışma su gibi akıp gidiyordu. “Mutfağa girmen hoşuma gitti. Senin de annen kadar becerikli biri olduğundan eminim,” dedi Mert Ali. “Hakkımda güzel şeyler söylemen hoşuma gidiyor.” “sadece gerçekleri söylüyorum,” diye yanıtladı. “Sen tanıdığım en eğlenceli, en enerjik, en düşük çeneli, en güzel, en zeki, en tatlı, en nazlı kızsın.” Aslı’nın parmakları ekranın üzerinde takılı kaldı. “Hepsini iltifat olarak kabul ediyorum. Şu an çok mutluyum Mert Ali,” yazdı, ardından da bir fotoğraf gönderdi. Gözlerinde çocukça bir mutluluk, yüzünde utangaç bir tebessüm vardı. Mert Ali fotoğrafa bakarken gözbebekleri parlıyordu. “Galiba aşık oluyorum,” diye mırıldandı kendi kendine. “Bu kız kesin büyücü…” Kalbi göğsüne sığmıyordu sanki. “Mutluluk sana çok yakışıyor. Sana söz veriyorum elimden geldiğince seni hep mutlu edeceğim.” Bir süre sustu, sonra dayanamadı: “İki gündür konuşamıyoruz Aslı. Sesini duymak istiyorum.” “Ama konuşamam ki. Herkes yattı, beni duymaları hiç hoş olmaz.” “Odanda değil misin? Nasıl duyacaklar?” “Annemle babamın odası hemen yan tarafta, duvarlar ince. Anında duyarlar.” “Peki o halde görüntülü arayayım. Seni görmek istiyorum. Konuşmasan da olur, sadece iki dakika görsem yeter.” “Tamam ama konuşmak yok, sadece iki dakika.” “Anlaştık.” Ekranda görüntülü arama belirdiğinde Aslı’nın kalbi deli gibi atmaya başladı. Elleri, hatta bütün vücudu titriyordu. Böylesi bir heyecanı daha önce hiç hissetmemişti. Telefonu yatağının üzerine dik bir şekilde koydu, düşmesin diye arkasına pelüş ayıcığını dayadı. Parmakları gibi bütün vücudu titriyordu, nefesi düzensizdi. Ve o anda… Mert Ali’nin yüzü ekranda belirdi. Bir süre ikisi de konuşamadı. Sadece birbirlerine baktılar. Beş dakika boyunca gözleriyle konuştular birbirlerine bakmaya doyamadılar. Aslı utangaç bir şekilde gülümsüyor, sonra gözlerini kaçırıyor, sonra yeniden bakıyordu. Mert Ali ise gözlerini ondan alamıyordu. Kendi kalbinin atışlarını duyacak kadar sessizdi oda. İçinde, bir anda yer eden o derin hisle, “keşke şu an yanında olsaydım” diye geçirdi içinden. Aramayı kapattıktan sonra hemen yazdı. “İlk defa kendimi böylesine tuhaf hissediyorum. Adını koyamadığım bir şey bu. Şu an yanında olmak için neler vermezdim.” “Bunu ben de çok isterdim.” “Sana bir şey soracağım güzelim. Daha önce hiç erkek arkadaşın olmadığını söylemiştin… yani kimseyle el ele tutuşmadın.” Mert Ali’nin aklı başında değil gibiydi. Aslı’nın boğazı düğümlenirken anında yanıt verdi. “Elbette hiçbir yabancı erkeğin elini tutmadım,” dedi. “Buna sevindim. Senin elini tutan ilk kişi ben olmak istiyorum… hatta seni ilk öpen. Ve tabii son kişi de.” Aslı cevap vermedi. Kelimeler ağzına takılmıştı. Kalbi hem ürkek hem merak doluydu. Mert Ali, onun sessizliğini utangaçlık olarak yorumladı. Daha fazla sıkıştırmamak için konuyu değiştirdi. “Yarın neler yapıyorsun?” “Miray’la birlikte İstanbul turuna çıkacağız. Ona etrafı gezdirmek istiyorum. Biliyorsun, buraya yeni taşındılar. Pek çevresi yok. Ayrıca iyi bir kız, onu sevdim. Sen neler yapacaksın?” “Birkaç arkadaşımla buluşacağım. Pazar günü de bir arkadaşıma uğramak istiyorum. Uzun zamandır davet ediyor, gitmesem ayıp olur.” O cümleyi yazdığı an kalbine görünmez bir ağırlık çöktü. Gözlerinin önünde o “arkadaş” kelimesi büyüdü, büyüdü ve neredeyse boğazına oturdu. İçinde açıklayamadığı bir sıkışma, tarifsiz bir huzursuzluk peyda olmuştu. Kalbi sanki derisinin altından dışarı çıkmak ister gibi çarpıyordu. Bahsettiği o “arkadaşın” kim olabileceğini düşünürken, zihninde tek bir isim beliriverdi. Arda. Kesin onlara gelecekti Mert Ali. Kalbi sıkıştı, kelimelerine dikkat etmeye çalışarak yazdı: “Kim bu arkadaşın?” “Görev arkadaşlarımdan biri,” diye yanıtladı Mert Ali. Ama o anda zihninde istemsiz bir görüntü belirdi. Masanın kenarında sessizce oturan, utangaç bir kız. Arda’nın kardeşi. O zamanlar pek dikkat etmemişti zaten dikkatli bakması da hoş olmazdı. Arkadaşının kardeşi onunda kardeşi sayılırdı ama şimdi o küçük kızın yüzü zihninde silik bir görüntü şeklinde belirince içini tarif edemediği bir his kapladı. Bu düşünceyi kovmaya çalıştı ama olmadı. İçine kurt düşmüştü bir kere. “Arda diye sevdiğim bir arkadaşım var,” diye devam etti. “Onlara iki sene önce gitmiştim, sonra bir daha nasip olmadı. Geçen gün beni tekrar davet etti. Onun da senin gibi bir kız kardeşi var.” Aslı gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. Bunun bir gün olacağını biliyordu ama bu kadar erken olması haksızlıktı. Şu an kimseyle yüzleşecek ne yüzü ne cesareti ne de enerjisi vardı. “Ya, ne güzel,” dedi Aslı, adeta kelimeler titreyerek. Kalbi, sanki göğsünden fırlayacak gibiydi. sözleri dikkatle seçiyordu, ama yüzüne yansıyan duyguları gizlemek hiç kolay değildi. İyi ki yanında değildi ya da görüntülü konuşmuyorlardı yoksa kendini ele vermesi kaçınılmaz olacaktı. Parmakları telefonda takılı kalmış, ekrana boş boş bakıyordu. İçinde tanıdık bir panik dalgası yayılmıştı, hem bastırmak istiyor hem de nereye saklanacağını bilemiyordu. “Sana Arda’dan bahsetmedim değil mi?” “Hatırlamıyorum.” “Benim için bir arkadaştan çok daha ötesi, bir kardeş gibi. Sırtımı güvenle yaslayacağım bir dağ. Gözüm kapalı kurşunların arasına daldığım silah arkadaşım.” “Ne güzel.” Sadece iki kelime. Ama içinde yüzlerce duygunun ağırlığı vardı. Aslı’nın yüreği bu sefer sessizce ağlıyordu. Ekrandaki mesajların harfleri gözyaşıyla bulanıklaşıyor, kelimeler iç içe geçiyordu. Mert Al ondaki durgunluğu fark etti. “Hayırdır Aslı. Birden sustun, bir şey mi oldu?” “Yok… sadece biraz uykum geldi. Yarın erken kalkacağım.” Yalan söylemekten nefret ederdi. Ama son zamanlarda başka bir çıkış yolu bulamıyordu. Gerçeği söylese dağılacağını hissediyordu. Susmak bazen nefes almak gibiydi, acı verse de yaşamanın tek yolu buydu. “Arda’dan bahsetmem mi rahatsız etti seni?” Aslı’nın boğazı kurudu. Yutkundu, ama kelimeler boğazında düğümlendi. Ama kalbindeki o telaş, her kelimenin ardında yankılanıyordu. “Hayır, niye rahatsız olayım ki…” Mert Ali’nin kelimeleri ciddileşmişti. “Bazen sanki benden bir şey gizliyorsun gibi hissediyorum. Bu beni rahatsız hissettiriyor. Nerede kimler vesilesiyle tanıştığımızı bilmiyorum, sanırım bundan kaynaklı bir endişe.” Aslı içinden “Haklısın,” demek istedi. Ama parmakları hareketsizdi, dudakları kıpırdamıyordu. “Lütfen Mert Ali,” yazabildi sonunda, kelimeler bile neredeyse bir fısıltıya dönüşmüştü. “Ben senden niye bir şey gizleyeyim?” Bir yanıyla “yakalanma” korkusu, diğer yanıyla “kaybetme” endişesi arasında sıkışmıştı. “Bak güzelim,” dedi Mert Ali, kelimeleri bu kez yumuşamıştı. “Ben sadece dürüst olmanı istiyorum. Beni tanıyorsun, hissettiğim bir şey varsa susturamam kendimi. Senin bana güvenmeni istiyorum. Çünkü ben sana inanıyorum. Kalbimi ilk kez biri bu kadar hızlı ele geçirdi. Bu yüzden belki biraz fazlaca sahipleniyorum şüpheci davranıyorum ama inan kötü bir niyetim yok.” Aslı sessiz kaldı. Gözleri nemlenmişti. Korkularının o ağır duyguların boğazına düğümlendiğini hissetti. “Ben de sana güveniyorum,” diyebildi sadece. Mert Ali’nin kelimeleri yeniden yumuşadı. “Hadi bakalım, yatma vakti prenses. İyi geceler, tatlı rüyalar.” Aslı derin bir nefes aldı, bir rahatlama yayıldı içine. O an için omuzlarından bir ağırlık kalkmıştı adeta. “İyi geceler askerim Allah rahatlık versin.” O gece sabahı etti Aslı, her ne kadar “rahatladım” dese de, içinde bir yerlerde huzursuz bir gölge kalmıştı. Mert Ali’nin şüphe dolu sesi kulağında yankılanıyor, kalbine ince bir korku serpiliyordu. Ya Pazar günü Mert Ali onlara gelirse ne yapacaktı bu ihtimali düşünmekte yaşamakta istemiyordu. Bunun için hazır değildi. Bir an önce bir kaçış yolu bulmalı Pazar günü evde olmamalıydı. Arda onu kardeşim diye tanıtırken Mert Ali’nin neler hissedeceğini tahmin bile edemiyordu. O yaralı yüreğe bir tane daha yara açmak değildi niyeti, tek istediği yaralarına merhem olmak mutlu etmekti. Ama olanlara bakılırsa tam tersi olacak gibi duruyordu. * Ertesi sabah hava pırıl pırıldı. Güneş, İstanbul sokaklarının üstüne altın bir perde gibi serilmişti. Aslı aynada kendine bakarken saçlarını topladı, Miray’ın az sonra kapıya geleceğini biliyordu. Aynadaki yansımada yüzüne baktı, ne kadar gülümsemeye çalışsa da gözlerinin içindeki tedirginlik ve uykusuzluğu saklanamıyordu. Kendime gelmeliyim yoksa Miray’a ayıp olacak diye düşündü yanaklarına allık sürerken. Miray geldiğinde kendine has çekingenliğiyle kapıdan içeri girdi. “Hoş geldin kızım, Aslı da hazırlanmak üzeredir şimdi gelir. Nasıl alışabildin mi buralara?” “Evet Rabia teyze alışmaya başladım.” Tam o an Aslı odasından çıkıp yanlarına geldi. “Ben hazırım beklettiğim için kusura bakma Miray.” “Sıkıntı değil yeni geldim zaten.” “Bugün seni İstanbul’la tanıştırıyorum. Bu şehirde kaybolmak bile eğlencelidir. Hazır mısın bakalım?” Miray gülümsedi. “Evet hazırım önden buyrun rehber hanım.” İlk durakları Kadıköy oldu. Sokaklar kalabalıktı, vapurdan inen insanların telaşı, simitçilerin bağırışları, denizden gelen tuz kokusu... Hepsi birbirine karışıyordu. Kızlar kahkahalarla yürüdüler, birkaç dükkâna girip hediyelik baktılar. Aslı’nın tedirginliği, günün renkleri arasında biraz olsun eridi. Tam Moda sahiline ineceklerdi ki Miray telefonuna gelen aramaya cevap verdi. Telefonu kapadığında Aslı’ya döndü. “Mehmet aradı” dedi. “Ağabeyin Arda ile buralarda dolanıyorlarmış, birazdan bize katılacaklar.” Aslı’nın adımları bir anda yavaşladı. “Abim mi geliyor?” dedi şaşkınlıkla geçen gün annesine onca laf ettikten sonra onun Miray ile yan yana gelmek isteyeceğini tahmin etmemişti. “Evet, ne oldu ki?” “Yok… bir şey olmadı. Sadece haberim yoktu o kadar,” dedi, sesi titrek bir tınıya bürünmüştü. Bunu kesin annesi ayarlamıştı neredeyse yüzde yüz emindi. Nasıl becerdi acaba diye düşünmeden de edemedi. Yirmi dakika sonra Arda ve Mehmet yanlarına geldiler. Arda, her zamanki sakin ve olgun tavrıyla gülümseyerek selam verdi. “Turunuz nasıl gidiyor hanımlar?” “Bizim keyfimiz gayet yerinde abicim. Sizin nasıl gidiyor?” “Bizimde bir sıkıntımız yok. Buralarda fazla takılmayın, gidin tarihi yerlerde gezip dolaşın.” “Oralara da gideceğiz merak etme.” O an denizden gelen serin rüzgar saçlarını savurdu, ama içinde esen fırtına çok daha güçlüydü. Sanki kötü bir şeyler olacak gibi panik halinde ve tetikte hissediyordu. Arda’nın sesiyle irkildi. “Hadi gelin! Şu köşedeki kafeye oturalım size bir şeyler ısmarlayayım.” Daha dün annesine tripler atan bu mu diye gözlerini kısarak abisine baktı. Miray’ın masumiyeti onun fikirlerini değiştirmiş olabilir mi acaba diye düşünmeden edemedi. “Olur,” diyen Miray’ın peşine takıldı. Masaya oturduklarında Arda Miray’la konuşmaya başladı. “Nasıl beğendin mi buraları?” “Evet güzel ve fazla kalabalık.” Miray’ın utangaç halleri Arda’nın hoşuna gitmiş gibi kıza kaçamak bakışlar atmaktan kendini alamıyordu. “Telefon kılıfı ve birkaç takı aldık kendimize.” diyerek araya girdi Aslı. O sırada garson gelip siparişleri aldığında bu defa genç kız yaşıtına döndü sesi yumuşak ve dostaneydi. “Okuluna alışabildin mi Mehmet?” Eğer aynı okula gitselerdi onu arkadaş grubuna dahil edip yardımcı olmayı planlamıştı. “Açıkçası buraya zorla getirilmiş biri olarak pek sevdiğim söylenemez. Seveceğimi de sanmıyorum.” Mehmet ablasının aksine daha girişken bir yapıya sahipti. “Daha yeni geldiniz hemen karar verme. İnsanın alıştığı memleketini bırakması elbette kolay değil. Hele biraz zaman geçsin buraya da alışır seversin.” Arda’nın bir abi edasıyla konuşması Aslı’nın hoşuna gitmişti gururla abisine bakarken birden kendini kötü hissetti. Ona ihanet etmiş arkasından işler çevirmişti aynı şekilde Mert Ali’yi de kandırmıştı. O an masanın üzerinde duran telefonuna bir bildirim düştü. Mert Ali “Ne yapıyorsun güzelim, sesin soluğun çıkmıyor.” Ekrana bakarken kalbi sıkıştı. Umursamıyormuş gibi yapmayı seçti Arda’nın zaten gözü üzerindeydi bir şeyler sezdiğini söylemişti onu daha fazla meraklandırmak istemiyordu. Bu sırrı, ne kadar daha saklayabilirdi bilmiyordu. * O gece, gecenin tam ikisinde, sessizliği cep telefonlarının ardı ardına çalan melodileri bozdu. Birbiriyle aynı anda titreyen cihazların ışıkları, karanlık odaları kısa süreliğine aydınlattı. Mert Ali, yarı uykulu haliyle telefona uzandı. “Efendim Komutanım.” Kısa bir sessizlik oldu. Komutanın sesi sert ama sakindi. “Emredersiniz Komutanım.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD