Büyük Buluşma

1727 Words
“Hoş geldin.” “Hoş buldum.” Kelimeler gözlerinin önünde belirdiğinde, Aslı’nın yüreği sanki bir anlığına yerinden fırladı. Parmakları titredi, nefesi yarım kaldı. Kalbinin atışı kulaklarında yankılanıyor, zamanın sesi kısılıyordu sanki. “Aman Allah’ım… inanamıyorum.” Odanın havası bir anda değişmişti. Sanki duvarlar bile bu cümleyi duymuş, üzerine düşen sessizliğin kapısını aralamıştı. Perdeden süzülen sabah ışığı masanın üzerindeki çiçeğe vuruyor, onun yeşil yaprakları Aslı’nın kalp atışlarına eşlik eder gibi titriyordu. “Gerçekten mi?” diye yazdı, inanmakla inanmamak arasında kalmış bir hâlde. Abisi henüz gelmemişti. Oysa Mert Ali evine dönmüştü. Onun evi karşı da olduğu için sabahın erken saatlerinde İstanbul’a ayak basmış, şehrin kalabalığını, egzoz kokusuna karışmış deniz rüzgârını içine çekmiş, o gürültülü ama tanıdık sesleri yeniden duymuştu. Gözlerinin önünde birden o yüz belirdi, üniformasının içinde ciddiyetiyle yürüyen ama bir gülümsemesiyle küçük bir çocuğun masumiyetine bürünen Mert Ali… “Gerçekten.” Telefonun ekranındaki o tek kelime, Aslı’nın içindeki bütün duyguları harekete geçirdi. “Şu an mutluluktan uçuyorum.” Cümle parmaklarından taşarken kalbi titriyordu, içinde günlerdir birikmiş özlem, korku ve sevgi birbirine karışıyordu. Pencereden içeri dolan rüzgâr bile sanki onunla birlikte sevinmişti. “Şükürler olsun…” diye fısıldadı kendi kendine. Sanki kış bitmiş, bahar yeniden başlamıştı. Sanki güneş bugün bir başka doğmuştu. Mert Ali’den yeni bir mesaj geldi: “Bende çok mutluyum prenses. Bu şehri hiç bu kadar özlememiştim. Meğer İstanbul çok güzel bir yermiş.” Aslı, gözlerinin dolduğunu fark etti. Onun içtenliğini, satır aralarına sinmiş yorgunluğunu duyabiliyordu. Oysa her gün yazarken o kadar kısa, o kadar ölçülü konuşurdu ki. Şimdi ise bu kelimeler, kalbinden kopmuş gibiydi. Mert Ali daha cesur ve açık sözlüydü. “Müsait misin? Sesini duymak istiyorum.” Aslı’nın parmakları terledi. Kalbi hızlandı. “Odamdayım, bizimkiler mutfakta.” diye yazdı. Birkaç saniye sonra telefon çaldı. Ekranda onun adı belirdiğinde, Aslı’nın içinden bir heyecan yükseldi. Gözleri doldu, ama yüzünde farkında olmadan bir gülümseme belirdi. Birbirine çok tezat duyguları aynı anda yaşıyordu. Gelen aramayı sabırsızca açtı çünkü o da özlem yüklüydü. “Hoş geldin Mert Ali! Bu gerçekten çok güzel bir sürpriz oldu. Geleceğini neden haber vermedin, neden söylemedin?” Ardarda sıralayıp nefes almadan konuşması genç adamı gülümsetti. “Kızım dur hele, tane tane konuş.” Aslı, eliyle ağzını kapattı utanmıştı. “Ay kusura bakma, çok heyecanlandım.” “Belli oluyor,” dedi Mert Ali tebessüm ederek. “Bizi son anda izne gönderdiler. Normalde Suriye’ye geçecektik ama ertelendi.” “İyi olmuş. Seninle aynı şehirde olmak daha güzel.” “Asıl güzel olan şey sensin.” Aslı’nın sabırla beklemesi sürekli yazıp hal hatır sorması onun için endişelenmesi çok büyük anlam taşıyordu genç adam için. Bu küçük kızın bu kadar güçlü olacağını asla tahmin etmediği ve ona haksızlık ettiği için içten içe pişmanlık duyuyordu. Kızın utandığını anlayınca konuşmaya devam etti. “Nasılsın bakalım ben yokken bu şehirde neler yaptın?” “Sen yokken okula gittim eve geldim ders çalıştım başka bir şey yapmadım. Ah bir de ara sıra Miray ile gezmeye gittik o kadar. Peki sen bensiz neler yaptın?” “Ben de çok bir şey yapmadım sadece dağlarda kuş avladım.” Aslı’nın yüreği sızladı onun zor şartlar altında hayatını hiçe sayarak savaşması elbette hiç kolay değildi. Bu kimliği belirsiz efsane adamların her biri çok büyük işler başarıyordu. “Aslı…” bir an sustu ama ardından derin bir nefes alıp devam etti. Sesi ciddi ve derindi. “Yarın seni görmek istiyorum. Sınav mınav dinlemem, ona göre.” Aslı sakinleşmek için başını kaldırıp tavana baktı. Kalbinin ritmi değişmiş daha da hızlanmıştı. “Peki zaten yarın cumartesi” dedi sessizce. Mert Ali bir an inandıramadı kendini. “Seni görmek istiyorum, lütfen hayır deme.” Diye yeniledi sorusunu. “Tamam dedim ya, Mert Ali. Yarın görüşebiliriz.” “Valla mı?” “Valla.” Dedi onu taklit ederek, İkisi de gülüştü. O gülüş, aralarındaki bütün mesafeyi eritmişti. Bir heyecan dalgası kapladı yüreklerini. “Bu yaşadığım en zor görevdi,” dedi Mert Ali yavaşça, sesi bir itiraf tonuna bürünmüştü. “Ama seni düşündükçe her şey daha katlanılır oldu. Yarın sana söyleyeceğim şeyler var. Bunları yirmi gündür içimde taşıyorum.” “Ne söyleyeceksin?” diye sordu nefesini tutarak. “Yüz yüze geldiğimizde ancak duyabileceğin şeyler.” “Peki.” Yer ve saati kararlaştırıp telefonu kapadılar. Aslı bir süre ekrana bakakaldı bu yaşadıkları bir rüya kadar güzeldi. İnanmak öylesine güçtü ki… Parmakları elindeki telefonun üzerinde dolanırken sanki onun ellerini hissediyor gibi kalbi titredi “Yarın” kelimesi, göğsünde sıcak bir ateş gibi yanıyordu. Birden ‘ben ne giyeceğim’ sorusu zihnine bir bomba gibi düştü, hızla yatağından fırlayıp dolabını açtı ve kıyafetler üzerinde göz gezdirmeye başladı. Elbise giymeyi düşündü fakat elbise giymeyi pek sevmiyordu. Her zaman kot pantolon ve tişört giyerdi özünden farklı bir kimlikle karşısına çıkmak istemiyordu. Nihayet en sevdiği kot pantolon ve pembe renkli bir bluzda karar kılmıştı. O sırada kapı zili çaldı. “Oğlum.” Annesinin sesiyle abisinin geldiğini anlayınca bir çırpıda kendini odasından dışarı atıp Arda’nın boynuna sarıldı. “Hoş geldin abicim.” “Hoş bulduk canım.” Abisinin omzuna bir yumruk geçirdiğinde nihayet intikamını almıştı. “Sakın bir daha beni uyandırmadan gitme. Ne olursa olsun seninle vedalaşmak istiyorum.” Kızın burnunu parmakları arasına alıp sıktı. “Güzellik uykundan uyandırmadık işte kötü mü ettik?” Diye şakaya vurdu. “Uyandığımda burada olmadığını görmek çok kötü bir duygu. Bana bir vedayı çok görme.” “Tamam söz bir daha yapmayacağım.” Sonra abisine bir daha sarıldı nasıl özlemiş nasıl da endişelenmişti onun için. Evin içi bir anda neşeyle doldu. Rabia Hanım telaşla mutfağa koştu, derin dondurucudan köfteleri, sarmaları çıkardı, tencerelerin altını yaktı. Ev, mutluluğun kokusunu yaymıştı her yana. Sabriye Teyze hemen haberi alıp ‘Hoş geldine’ geldi. Miray işteydi. Aslı ona mesaj atmaya karar verdi. “Selam Miray, nasılsın?” “İyiyim Aslı, çalışıyorum. Sen nasılsın?” “Ben de iyiyim. Bil bakalım ne oldu?” “Arda geldi.” “Nereden bildin?” “Senden önce annem haber verdi : )” Ve bir gülücük emojisi eklemişti sonuna. “Geç kaldım desene. Akşama bize çaya gelin. Annem abimin en sevdiği tatlıları yapacak.” “Bak tatlıya hayır diyemem.” Kızın gönlü var gibiydi ama Aslı temkinli davranmak istiyordu, ne Miray’ı boşuna umutlandırmak, ne de abisini duygusal bir çıkmaza sürüklemek isterdi. Akşam yemeğinden sonra Sabriye Hanım ve çocukları geldiler. Hep birlikte terasa çıktılar. Gökyüzü açık, yıldızlar berraktı. Ilık bir rüzgâr esiyordu. Sohbet, kahkahalar ve çay kokusu birbirine karışmıştı. Harika bir aile tablosu çıkmıştı ortaya. Keşke Mert Ali de burada olsaydı özlemini çektiği aileye kavuşmuş olurdu diye düşünmeden edemedi Aslı. Miray bu kez yeşil bir başörtü takmıştı, beyaz tenine, duru yüzüne çok yakışmıştı bu renk. Aslı her seferinde o ikisini gözlemliyor birbirlerine olan bakışlarını ve konuşmalarını tahlil etmeye çalışıyordu. Miray utangaçlığını üzerinden atmış eskisinden daha konuşkan hale gelmişti. Ana okuldaki çocuklarla olan maceralarını anlatırken Arda’nın gözleri bir an olsun ondan ayrılmıyor hayranlıkla dinliyordu. Tabi Aslı’nın gözünden kaçmadı bu hâl. Abisinin bu kızı beğendiği çok belliydi. Ama kalbini koruma altına aldığı da ortadaydı. Pınar’dan sonra bir daha kırılmak, bir daha terk edilmek istemiyordu. Aslı bunu çok iyi anlıyordu. Onun bakışlarında hem özlem, hem korku, hem de sessiz bir umut vardı. Çay bardağını eline alıp gökyüzüne doğru baktı. Kalbini avuçlarının içinde taşıyor gibiydi. “Yarın,” diye düşündü. Kulaklarında hem Mert Ali’nin sesi, hem de kalbinde yankılanan yeni bir heyecan vardı. Yarın… uzun zamandır beklediği o “yarın” nihayet geliyordu. Bir gün, herkesin beklediği o “yarın” gerçekten gelecekti. * Sabah, perdelerin arasından sızan ışık yastığında gezinirken Aslı çoktan uyanmıştı. Ne uyuyabildiği, ne de tam anlamıyla dinlenebildiği söylenebilirdi. Tüm gece boyunca Mert Ali’nin sesi yankılanmıştı kulaklarında. “Yarın sana söyleyeceklerim var.” Bir cümleydi sadece. Ama içi bir mektup kadar dopdoluydu. Elini kalbinin üstüne koydu. Atışı hızlıydı, adeta bir kuş göğsünün içinde çırpınıyor gibiydi. Aynadaki yansımasına baktığında yüzünde hem bir gülümseme, hem belli belirsiz bir tedirginlik olduğunu gördü. Bugün o gündü. Nihayet kavuşacaktı uzaktan sevdiğine. Küçük bir telaşla saçlarını topladı, sonra beğenmeyip tekrar özgür bıraktı. Dolabın kapağını açtığında zihni önüne dökülür gibi oldu ama kendini çabuk toparladı. “Doğal ol.” dedi kendi kendine. “Sen sadece olduğun gibi ol.” Akşam karar verdiği şeyleri çıkarıp giyindi. Aynadaki yansımasına bakarken pek hoşnut olmadığına karar verdi. Bu defa pembe bluzu çıkarıp açık mavi bir tişört giydi. “Sakin ol Aslı her şey güzel olacak.” ama sesi bile onu ikna edemedi. Tişörtü çıkarıp pembe bluzu tekrar giydi, nedense bu defa içine sinmişti. Kahvaltı masasına oturduğunda heyecanını belli etmemeye çalıştı. Yer gibi yapıp oyalandı masadan kalkarken abisinin sesi duyuldu. “Dışarı mı çıkacaksın?” “Evet abicim, sen gelmeden önce arkadaşlarla sözleşmiştik. Ama başka planların varsa gitmeyebilirim.” Nefesini tutup bekledi. Arda şüphelenmedi, sadece gülümsemekle yetindi. “Yok Aslı sen gidip dolaş ben bugün dinlenmek istiyorum, dikkatli ol geç kalma.” Derin bir nefes verip rahatladı. Abisi şüphelenmesin diye o şekilde konuşmuştu ama bir an gitme diyecek diye ödü kopmuştu. “Merak etme abiciğim.” Dışarı çıktığında rüzgâr saçlarının ucunu hafifçe savurdu. Gökyüzü açık, güneş ılıktı, şehir çoktan hareketlenmişti. Kuşlar bile sanki genç kızın heyecanına ortak olurcasına daha neşeliydi bugün. Sahilde, açık havada buluşmak istemişti onunla. Denizin tuzlu kokusu, rüzgârla birlikte yüzüne vururken içi ürperiyor, her nefes alışında heyecanın ve mutluluğun sıcaklığı ciğerlerine doluyordu. Ayakları titriyordu adım attıkça. Kalbinin sesi, deniz kıyısında hafif hafif esen rüzgârın uğultusuna karışıyordu. Ve tam o anda onu gördü. Zaman bir an durdu. Etraf sessizleşti. insanların konuşmaları, martıların çığlıkları, denizin coşkusu… her şey sanki arka planda kayboldu. O, oradaydı. Gerçekti. Birkaç metre ileride, Mert Ali sahil banklarından birine oturmuş, denizin dalgalarına dalmıştı. Başını hafif yana eğmiş, düşünceli bir hâli vardı. Aslı durdu, öylece yandan onun profilini izlemeye başladı. Güneş, genç adamın yüz hatlarını yumuşak bir ışıltıyla aydınlatıyordu. O an ne kadar karizmatik bir duruşu olduğunu fark etti. Geniş omuzları, sakin ama güçlü tavrı, huzurla karışık bir güven hissi yayıyordu etrafa. Genç kızları kendine hayran bırakacak kadar yakışıklıydı. Birden Mert Ali sanki içindeki o yoğun bakışı hissetmiş gibi başını çevirip baktı. Göz göze geldiler. Genç kızın kalbi bir anlığına duracak gibi oldu. Boğazında bir yumru, dizlerinde hafif bir titreme… Derin bir nefes alıp adım atmak üzereydi ki, Mert Ali’nin yerinden kalkıp ona doğru yürüdüğünü gördü. O an bir daha nefesini tuttu. Sanki dünya yavaşlamıştı, dalgaların sesi bile kesilmişti. Aralarındaki mesafe azaldıkça Aslı’nın kalp atışları daha çok hızlandı. Artık sadece bir metre vardı aralarında. “Merhaba Mert Ali,” sesi ince bir titremeyle çıktı. Genç adamın yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Gözleri parlıyordu. O anı, hafızasının en derin yerine kazımak istercesine, hayranlıkla bakıyordu kıza. “Merhaba,” dedi yumuşak bir sesle.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD