Arkana Bak

2048 Words
Arda, çay bardağını masaya bırakırken söze girdi. “Bugün seni almaya geleceğim. Çıkışta beni bekle, birlikte döneriz.” Aslı hemen itiraz edecek oldu ama onun kararlı bakışlarını görünce sustu. “Olur abi.” Rabia hanım ekmeğine tereyağı sürerken sessizce çocuklarına baktı. Oğlunun korumacı hâlini anlıyordu ama bazen, sevginin ağırlığının fazla geldiğini hissediyordu. Arda farkında olmadan kız kardeşine siper olmaya onu korumaya çalışıyordu bu elbette güzel bir şeydi ama oysa Aslı büyüyordu ve bunun farkında değildi… Kalbinde neler döndüğünü söylemese de bir anne sezgisiyle anlıyordu, bir şeyler değişmişti. O çocukça gülüşlerin altında artık saklanan bir heyecan, ismini koyamadığı bir tutku, gözlerinde bir parıltı vardı kızının. Gün, her zamanki gibi sıradan bir şekilde başlamış, sabahın dinginliği öğle telaşına karışmıştı. Evin içinde çay kokusu, dışarıda ise yaz yağmuru yağıyordu. Akşamüstü olduğunda, okulun bahçesi kalabalık bir uğultuyla dolmuştu. Çocuklar neşe içinde koşuşturuyor, sesleri birbirine karışıyordu. Aslı, son ders zili çaldıktan sonra okulun demir kapısının önünde durdu. Çantasını omzuna geçirmiş, saçının bir tutamını kulağının arkasına yerleştirirken gözleri kalabalığın arasında abisini aradı. Beklerken eline telefonunu aldı, Mert Ali’den mesaj gelmişti. Gözlerinde bir sıcaklık belirdi. “Nasılsın güzelim, okuldan çıktın mı?” Parmakları hafif titredi. “Evet, abim almaya gelecek. Onu bekliyorum.” Birkaç saniye sonra yeni bir mesaj düştü ekrana. “O zaman yazmayayım. Bu arada abinle tanışmak için sabırsızlanıyorum.” Aslı’nın kalbi bir an durdu. O cümle içini tuhaf bir sıkıntıyla doldurdu. Sanki göğsünün ortasında bir taş büyüdü. Nedense istemiyordu bunu. Abisinin bakışını, suskun öfkesini hayal edince içi ürperdi. Tam o sırada Arda, okulun köşesinden göründü, attığı adımlarda kararlılık vardı. “Abim geldi, akşam yazarım. Görüşmek üzere.” derin bir nefes alıp telefonu cebine koydu. Usulca gülümsedi, sonra ona doğru yürüdü. “Küçükken de beni okuldan almaya gelirdin,” dedi neşeyle. Arda gülümsedi, ama gözlerinde o tanıdık sertlik vardı. “Abilik bir günlük değil küçük kardeşim, ömür boyu devam ediyor.” “İyi bir abi olduğun için teşekkür ederim.” dedi, sonra kollarını onun boynuna doladı. O da aynı sıcaklıkla karşılık verdi. “İhtiyacın olduğu her zaman yanındayım” diye fısıldadı. Bir süre sessizce yürüdüler. Aslı, kalbinde kıvrılan düşüncelerle baş başaydı. Sonunda susturduğu kelimeler boğazına sığmadı. “Abicim… sana bir şey söylemek istiyorum.” Arda başını çevirdi, gözlerinde dikkatli bir merak vardı. “Geçen gün Pınar bize geldiğinde bana seninle görüşmek istediğini söyledi ve benden yardım istedi. Sana söylememeyi düşünüyordum ama sonuçta bunun benim değil senin verebileceğin bir karar olduğunu fark ettim.” Genç adam bir anda sessizliğe gömüldü. Aslı, abisinin sessizliğine dayanamadı. “Abicim? Bir şey demeyecek misin?” Arda nihayet yürümeyi bırakıp durdu. Yüzündeki ifade bir anda kararmış sanki birden, aylar öncesine dönmüştü. “Ne diyebilirim ki kardeşim…” dedi kısık bir sesle. “Bazı insanlar vardır, onlara sadece bir kere güvenirsin, bir kere yanılırsın. Sonra hayatın boyunca o hatayı bir daha yapmazsın.” Aslı’nın kalbi sıkıştı, sesinde öyle bir kırgınlık, öyle bir sızı vardı ki, o an ne söylese yetersiz kalacaktı. Sessiz kalmayı seçti. Yol boyunca bir daha konuşmadılar. Sadece ayak sesleri duyuldu, kaldırım taşlarına vuran adımlar, içlerinde biriken suskunluğu taşıyordu. O akşam, Arda odasından hiç çıkmadı. Aslı, pişmanlıkla odasının köşesinde otururken “Keşke Pınar’dan hiç bahsetmeseydim,” diye iç geçirdi. Ev ona dar gelmişti, duvarlar bile sessizliğin yüküyle ağırlaşmış gibiydi. Sonunda dayanamadı, çat kapı Miray’a gitti. Bu kez salonda değil, Miray’ın odasında oturdular. Odada vanilya kokulu bir mum yanıyor, duvardaki pastel renkli tablolar huzurlu bir atmosfer oluşturuyordu. “Sınavların bitti mi?” “İki tane kaldı,” dedi Aslı esneyerek, “sonrası özgürlük.” “Senin adına sevindim.” “Sen nasılsın, iş yerinde bir sıkıntı yoktur umarım?” “Yok çok şükür, her şey yolunda.” Kısa bir sessizlikten sonra Aslı çekinerek konuştu. “Miray… Bilmeden seni kırmış olabiliriz. Bende, abim de çok üzgünüz. Eğer bize darıldıysan lütfen söyle, bunu telafi etmek istiyorum. Böyle ne olduğunu bilmemek insanın içini kemiriyor.” Miray bir an sustu. Bakışlarını kaçırdı, sonra derin bir nefes aldı. “Geçen gün Pınar diye bir kız yolumu kesti,” dedi. Aslı’nın kalbi hızla atmaya başladı. “Bana öyle şeyler söyledi ki… Ağıza alınmayacak hakaretler. Arda’nın onun nişanlısı olduğunu, eğer elinden alırsam bana bu dünyayı dar edeceğini söyledi. Ama bana kimse Arda’nın nişanlı olduğunu söylemedi. Neden benden gizlediniz?” Aslı’nın gözleri büyüdü. “Ama nişanlı değil ki! O kız tam bir deli. Sana her şeyi anlatayım,” dedi, heyecanla. Ve bir solukta anlattı: Arda ile Pınar’ın geçmişini, kısa süren ilişkilerini, sonra Arda’nın görevi yüzünden nasıl uzaklaştıklarını… “O kız başkasını bulmuştu zaten,” dedi. “Abim çok üzüldü ama toparlandı. Şimdi kalbi boş. Sen soğuk davranınca beni kenara çekip ‘Miray bize kırıldı mı?’ diye sordu. Hatta ‘Bilmeden bir yanlış mı yaptık, onu üzmek istemem,’ dedi.” Miray şaşkınlıkla dinliyordu. “Arda çok hoş biri,” dedi sonunda. “Onu beğeniyorum ama kalbi yaralı bir adamla bir ilişki ne kadar sağlıklı olur bilemiyorum.” Aslı gülümsedi. “Abim diye söylemiyorum ama harika biridir. Sevgi dolu, saygılı, sahiplenici… Biraz da romantik. Mesela bana ilk çiçeğimi o almıştı.” Gülümsemeler arasında ortam yumuşadı. Ardından Aslı, bir anlık cesaretle Mert Ali’den bahsetmeye başladı. Nasıl tanıştıklarını, sahildeki o ilk buluşmayı, denizin sesini, kırmızı gülleri… Ve o cümleyi. “Ben seni seviyorum.” Miray hayranlıkla dinliyordu. “Ah Aslı! Bu kadarını filmlerde görürüz sanırdım.” Aslı gülümsedi ama gözleri birden ciddileşti. “Evet, güzel… hatta çok güzel ama ben korkuyorum Miray. Abim onun arkadaşıyla sevgili olduğumu öğrendiğinde nasıl tepki verecek bilmiyorum. Ailemin asker biriyle görüşmemi onaylayacağını da sanmıyorum. Bütün bunlar beni korkutuyor.” Miray bir süre sustu, sonra çayını yudumlayıp derin bir nefes aldı. “Aslı,” dedi, “Kader diye bir şey var. Mert Ali dürüst bir adama benziyor. Eğer kalbin onun sözlerine inanıyorsa, korkularını değil kalbini dinlemelisin. Her şey olacağına varıyor.” Aslı başını önüne eğdi, sonra yavaşça gülümsedi. “Sanırım haklısın. Garip ama içimde bir huzur oluştu. İnşallah her şey düşündüğümden çok daha güzel olur.” O an ikisi de sustu. Odanın penceresinden içeriye loş bir akşam ışığı süzülüyordu. Dışarıda ılık rüzgâr perdeyi hafifçe dalgalandırırken, içlerinde hem umut hem korku aynı anda nefes alıyordu. Arda’nın gitmeden önceki son akşamıydı. Evin içinde hafif bir telaş, dışarıda ise sessiz bir hüzün vardı. Sabriye teyze, elinde sarmalarla gelmişti. Yüzünde hem gurur hem de derin bir endişe okunuyordu. Arda ile vedalaşırken gözleri doldu. “Allah’a emanet ol yavrum,” derken sesi titredi. Arda ise eğilip kadının elini öptü, “Helallik isterim teyzeciğim, hakkını helal et,” dedi. Kadın başını salladı. “Helal olsun evladım, yeter ki sağ salim dön.” Arda, bu tür uğurlamalarda dualarla gönderilmeyi severdi. Ona göre dua, geride kalanların sessiz zırhıydı. Koruyucu kalkandı. Herkes kendi telaşındayken Arda bir an fırsat yakaladı. Miray mutfakta çayları dolduruyordu, usulca yanına geldi, sesi kısık ama kararlıydı: “Hakkı helal et Miray.” “Helal olsun. Hayırla gidip dön inşallah.” Miray’la göz göze geldiğinde kız bakışlarını kaçırdı. Onun bu hallerini sevdiğini düşündü. “Miray, bana telefon numaranı verir misin? Görevdeyken yazmak isterim… tabii, eğer sen de istersen.” Miray şaşırmıştı ama bu teklifin gelmesini içten içe bekliyordu. Kalbi hafifçe hızlandı. Gözleri yere kayarken gülümsedi. “Olur.” Telefon numarasını yazarken parmakları titredi, sonra toparlanıp çayları tepsiye yerleştirdi. Arda onun arkasından baktı. Gidişin ağırlığını ilk kez o anda hissetti. Aynı akşam, Aslı terasta oturmuştu. Elinde telefonu, gözleri gökyüzünde gezinirken yavaş yavaş kararan bulutlara bakıp içini çekti. O sırada ekran aydınlandı. “Keşke gitmeden önce bir kere daha görüşebilseydik.” Mesajı okur okumaz kalbinde ince bir sızı hissetti. Göz kapaklarını kapatıp derin bir nefes aldı. “Bunu ben de isterdim ama biliyorsun denk gelmedi… ayarlayamadım,” yazdı. Cümle sade ama içinde bin ağırlık vardı. “Sabah erken çıkacağım, o saate yazıp seni uyandırmak istemiyorum. O yüzden şimdiden vedalaşalım.” Aslı’nın parmakları titredi. “Kendine dikkat et. Seni çok özleyeceğim.” “Sen de kendine dikkat et prensesim. Allah’ıma emanetsin.” O anda boğazına bir yumru oturdu. Elini kalbine götürdü, “Sende Allah’a emanet ol,” diye fısıldadı. Arda, valizini kapatmaya çalışırken telefonu titredi. Ekranda tanıdık ama özlemiyle solmuş bir isimin mesajı vardı farklı bir numaradan yazıyordu. “Merhaba Arda, ben Pınar. Gideceğini duydum, hayırlı yolculuklar demek istedim. Yolun açık olsun.” “Sağ ol.” Ardından ikinci mesaj geldi: “Arda, ben çok pişmanım. Bir hata yaptım, ne olur beni affet.” Arda derin bir nefes aldı, parmaklarını şakaklarına bastı. Kısa bir sessizlik… sonra kısa ama keskin bir cevap yazdı: “Sen seçimini yaptın Pınar. Geçmiş, geçmişte kaldı. Bana bir daha yazma. Senin de yolun açık olsun.” O anda yüzünde duygusuz bir ifade vardı, ama içinde kopan fırtınayı kimse bilmiyordu. Aradan iki hafta geçmiş şehire çiçeklerin kokusu yayılmıştı. Yıl sonu balosu yaklaşmıştı. Aslı mutfakta bulaşıkları makineye yerleştirmeye çalışıyordu ama içi bomboştu. Telefonuna gelen mesaj kalbini hızla attırdı: “Merhaba prenses?” “Mert Ali! Çok şükür yazdın.” Derin bir rahatlama hissetti. “Kusura bakma güzelim, bazen habersiz bırakıyorum ama burada şartlar el vermiyor.” “Sorun değil. Sadece seni merak ediyorum. Müsait olduğunda yazman bana yeterli.” “Ben hangi ara bu kadar şanslı oldum bilmiyorum. İnsanın bir bekleyeninin olması çok güzel bir duygu… Hayatımda olduğun için ne kadar şükretsem az.” Aslı telefonu tutarken gözlerinden yaşlar süzüldü. Keşke şimdi burada olsaydın, diye geçirdi içinden. “Ee anlat bakalım, neler yapıyorsun?” “Artık rahatladım sınavlarım bitti, ortalamam gayet iyi. Yılsonu balosu olacak bütün kızlar çok heyecanlılar.” “Sahi ne zamandı?” “Bu cumartesi akşamı. Katılmayı istemiyorum ama kızlara söz verdim, gelicem diye.” “Bence de gitmelisin. Senin için değişiklik olur. Üstelik bunu hak ettin.” “Sensiz bir anlamı yok,” diye düşündü, ama yazmadı. “O gün yanında olup sana eşlik etmeyi çok isterdim keşke bunu yapabilecek imkanım olsaydı.” “Bunu biliyorum, olsun önemli değil.” “Nasıl bir elbise aldın? Bana fotoğraf atarsan sevinirim.” “Lila rengi sade bir elbise. Saçlarımı salık bırakacağım.” “Eminim gecenin en güzel kızı sen olacaksın.” Kızın yanakları kızardı. O sırada Mert Ali, yatakhanede arkadaşlarıyla oturuyordu. Yorgun ama içi kıpır kıpırdı sevdiği kızla mesajlaşırken. “Sana bir haberim var,” yazdı Aslı. “Hayırdır?” “İki hafta daha büyüdüm.” Genç adam kahkaha atınca bütün yatakhane ona dönüp baktı. “Elinden telefon düşmüyor dostum,” dedi Arda gülerek. “Artık bizimle ilgilenmiyor, kız arkadaşı var,” diye atıldı Selim. “Kıskanmayın, sizin de olur bir gün,” dedi Mert Ali neşeyle. Sonra ciddileşti. “Benim ne yapıp edip cumartesi akşamı İstanbul’da olmam gerekiyor.” Efken şaşırdı. “Hayırdır?” “Benim prenses mezun oluyor. Yanında olmak istiyorum.” Bir an sessizlik oldu, sonra herkes gülmeye başladı. “Oğlum biz de ciddi bir şey oldu sandık,” dedi Arda. Bir anda yastıklar havada uçuştu, kahkahalar arasında geceyi bölüşen genç adamların neşesi yankılandı. * Ertesi sabah, Mert Ali kapıyı tıklattı. “Girebilir miyim komutanım?” Hakan komutan başını kaldırıp gözlüğünü çıkardı. “Gel bakalım Mert Ali, hayırdır?” “Komutanım, bu cumartesi için sizden izin almak istiyorum, mutlaka İstanbul’da olmam gerekiyor.” “Kötü bir şey mi oldu oğlum?” “Hayır komutanım. Ama benim için çok önemli bir konu. İlk kez izin istiyorum. Eğer önemsiz olsaydı karşınıza gelmezdim.” Komutan bir süre sustu, karşısındaki adamın yüzüne baktı. Mert Ali’nin gözlerindeki ciddiyet, kelimelerinden çok daha fazlasını söylüyordu. “Tamam oğlum,” dedi sonunda. “Üç günün var, işini hallet ve hemen dön. Şu an önemli bir görevdeyiz, yetişemezsen sensiz yola çıkarız.” “Merak etmeyin komutanım,” dedi Mert Ali, selam durdu. “Tam vaktinde burada olacağım.” Kapıdan çıkarken içini tarif edemediği bir heyecan sardı. Bu sadece bir izin değil, kalbinin peşine düşmekti. Artık bir amacı vardı: Prensesine sürpriz yapıp onu mutlu etmek. * Aynanın karşısında kendine baktı. Lila rengi kumaşın ışıkta parlayan zarafeti odanın içine huzurla yayılıyordu. Saçlarını salık bırakmış, sadece ince bir toka takmıştı. Sadeliğiyle güzeldi ama bir şey eksikti. Mert Ali yoktu. Annesinin sesi duyuldu. “Aslı hadi kızım, baban seni bekliyor, geç kalacaksın!” “Geliyorum anne.” Sesi boğazında düğümlendi. Salona girdiğinde her yer ışıl ışıldı. Duvarlarda balonlar, tavanlarda ışık zincirleri asılıydı. Kızlar heyecanla birbirlerine elbiselerini gösteriyor, hatıra fotoğrafı çekiliyordu. Ama Aslı… o kalabalığın ortasında kendini yalnız hissediyordu. Müzik ne kadar ritmikse, içi bir o kadar sessizdi. Bir ara sahnenin ışıkları değişti, herkes dans pistine geçti. Aslı ise pencere kenarındaki masada oturmayı tercih etti hatta tüm gece boyunca bu masadan kalkmayı düşünmüyordu. Telefonunu eline aldı sonra tekrar bıraktı. O sırada bir mesaj geldi. Ekranda sadece iki kelime yazıyordu: “Arkana bak.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD