KAÇIŞ-2 / "Konuşan Saç Telleri"

1275 Words
Kaçış -2 /4. Bölüm * * * Kavgalı bakışları, başının yavaşça bana doğru çevrilmesi ile gözlerimle buluştu. Peçenin ardında duran yüzümün her detayını görebiliyor gibi bakıyordu.  Sessizliği bir nefes gibi havaya karıştığında cevap vermeyen dudakları, bir baş sallaması ile büyük bir cevaba dönüştü. Hayır cevabı kelime olmamıştı belki ama sağa sola sallanan saçlarına, kirpiklerine, boynuna ve yüzündeki her çizgiye karışmıştı.  Benim onun yanında kalabilmek gibi bir şansımın olmadığını dudakları dışında her uzvu teker teker söyledi... İnsanoğlunun kaybolmuşlarla alakalı büyük bir derdi olmalıydı. Bizi saran  veya sarsan şeylerin hepsi kaybolmuşlarla alakalıydı.  Bir şeyin kıymetini en çok elimizden kaçınca anlıyorduk. Ve sanırım bu hayat, benim için "değerli olma" duygularının tamamının farkına ben ölünce varacaktı. Ve sonunda, bu benim göremeyeceğim bir sahiplenme olacaktı. O tam beni içine almak, kuşatmak istediğinde ben çoktan gitmiş olacaktım... Gözlerim hemen baş ucumda duran gümüş renkteki lambaderdeydi. Biraz önce aşağı çekilmiş ipi hala sağa sola sallanıyordu. Bedeni parlak bir gümüşten olsa bile yaydığı ışık loş bir sarıdan ibaretti. Ve alttan baktığım ışık tavanda anlamsız gölgeler oluşturuyordu.  Burası şık bir yatak odasıydı. Etrafımdaki her şey özenle seçilmiş eşyalardan oluşuyordu. Modern bir dizayndan ziyade her şey olabildiğince otantikti ve sanırım koca odanın içerisinde en modern duran şey hemen baş ucuma dikilmiş olan lambaderdi.  O günün üzerinden ne kadar geçtiğini hesaplayamayacak kadar gün kavramım birbirine karışmıştı. Gece ve gündüzün devir daimine şahit oluyordum fakat kaç kez batıp doğduklarını hesap edecek kadar aklım başımda değildi.  Ve bu durum, kendimi daha derin bir bataklığın içinde hissetmeme neden oluyordu.  Vakit namazlarını daha bu gün kılmaya başlamıştım. Vücudumdaki çürük izler hala olduğu yerinde duruyorlardı ama acısının ilk günkünden çok daha az olduğu yadsınamaz bir gerçekti. Tabi bu süreçte,  Ammar' ın getirdiği doktorun etkisi büyüktü. Birkaç dakikadır aynı pozisyonda olduğum için sağ tarafımın uyuşmaya başladığını hissedebiliyordum. Gözlerimi sarı ışığın gümüş gövdesinden çektim yavaşça. Sırasıyla ilk önce orta boylarda bir dolap ve hemen yanında duran aynalı bir şifonyer görüş alanıma girdiler.   Sağ yanağımı yastıktan kaldırdığım zaman gerçekten tutulmuş olduğumu fark ettim. Hareketlendiğim an kulaklarıma kemiklerimin çıtırtıları dolmuştu. Ve yaralı olan bedenim bir ceylan ürkekliğinde, istemsizce kasılmıştı. Ayaklarımı parke zemine bastığımda bir süre iki elimi yanlarıma koyarak oturmaya devam ettim. Hala iyi değildim.  Hızlanmak zararıma olurdu. O kötü günün sonunda, doktor gelmeden önce Ammar' ın sözleri aramıza büyük bir uçurum açmıştı. Hayır, hayır... Öyle bir uçurumun oluşabilmesi için aramızda herhangi bir yakınlığın oluşması lazımdı ve biz her zaman iki buz dağı gibi durmuştuk birbirimize karşı. Benim buzlarım ara ara erise bile hiçbir zaman tamamen çözülmemiştim. Ama onun benim yaralanmamdan sonra bana hüzünle söylediği sözler o buz dağlarının birbirinden daha fazla uzaklaşmasına neden olmuştu. Beni zarar görmemem için muhakkak yeni bir hayata katacağını söylemişti ve o günden beri durmadan aklının bir köşesinde buna yer ayırdığına adım kadar emindim. Çünkü mesafesi ile soğuyan gözleri yanlışlıkla denk geldiğinde bile büyük bir ayrılığın habercisi gibi bakmaya devam ediyordu.  Ben herkesçe aranan, kaçırılmış bir kadındım. Beni nasıl bir ihtimal ile kendinden uzak tutabilirdi, yeni bir hayata nasıl ulaştırabilirdi bilmiyorum ama her ne olursa olsun yapmanın bir yolunu bulacağını çok iyi biliyordum. Çünkü o bütün olasılıklara karşı dimdik durabilmeyi daima başarıyordu.  Ve yine bütün olasılıklara kafa tutup başaracağına hiç bir şüphem yoktu.  Oysa ben onun yanında olmayacak bütün olasılıklara o kadar çok uzaktım ki, o yolu bulmaması için içten içe dua bile ediyordum.  Sadece yemeğimi getirip, ilaçlarımı hatırlatmak için bu odaya giren bu adamın herhangi bir şeyi olabilmek için bütün ihtimalleri arkamda bırakmayı çok isterdim.  Zemin, bütün hissedilirliği ile ayaklarımın altında titrediği zaman bedenimi olabildiğince az sarsarak ayağa kalktım. Tekmelerin indiği yer sızlıyordu.  Yavaş yavaş kapıya doğru yürümeye başladım.  Yaralandığım gün doktor eve birkaç saat içinde gelmişti. O gelene kadar Ammar baş ucumdan bir kez olsun ayrılmamış, bana yeni bir hayat kuracağını söyledikten sonra tek bir kelime etmeden öylece yanı başımda durmuştu.  Doktor geldiğinde hem çürüklerim ile ilgilenmiş hemde neredeyse kendinden geçmiş dikişlerim ile. Dikişlerin arasında oluşan cerahat o kadar çok ilerlemişti ki onun müdahalesi olmasa birkaç gün içinde daha büyük bir sorun ile başbaşa kalacaktım muhtemelen. Atılan tekmelerin yaraya gelmemesi ise en büyük şanstı.  Bana ayrılan odanın kapısı direkt salona açılıyordu. Bu eve geldiğim andan beri ilk kez odanın dışına çıkıyordum. Duş ve tuvalet ihtiyacı için odamda bulunan banyoyu kullandığımdan çıkmak için herhangi bir nedenim olmuyordu. Zaten bugün birkaç adımdan fazlasını atabilmek için kendimde yeterli gücü görebilmiştim. Daha dün bile iki adımımı etrafa tutunarak atabiliyordum. Salon o kadar hoştu ki sanırım bir evim olsa bu şekilde dizayn edecek kadar çok beğenmiştim. Fazla büyük değildi ve genelde kırmızı ahşap beyaz ve çoğunlukla pamuk kumaşlar ile kullanılmıştı. Her köşe başını süsleyen o kadar güzel yeşil bitkiler vardı ki, orta büyüklükteki camların ön tarafı bile bir bahçeyi andırıyordu. O camın hemen önünde durup bir kahve içmek için çok şey feda edebilirdim. Etrafta herhangi bir ses duymamaktan cesaret alarak titrek bacaklarım ile cama doğru yürümeye devam ettim. Çıplak ayaklarımdan kısık ve tok patırtı sesleri çıkıyordu.  Camın hemen önüne vardığım zaman koku yaymayı seven Hoya Kentiana çiçeklerinin o tatlı aromasını genzimin derinliklerinde hissedebiliyordum. Camdan dışarı baktığım an ise bir an gördüklerimin mükemmel bir rüya olduğunu düşünmeden edemedim. Çok yüksekteydik. Camın hemen önünü süsleyen pembe begonvillerin arasında epey aşağıda duran denizin maviliğini rahatlıkla görebiliyordum. Ve beyaz ve mavinin birlikte inanılmaz bir uyum sağladığı küçük evler o kadar güzeldi ki bütün ciddiyetim ile olduğum yerin bir hayalden ibaret olduğunu düşünmeye başlamıştım.  İnanılmaz bir güzellikti... "Kuzey Kıbrıs Karmi köyüne hoş geldin..." Hemen arkamdan gelen ses Ammar' a aitti. Refleks olarak sesin geldiği yere bakmadan edememiştim. Baştan aşağı siyahlar içerisinde olan ve çıplak ayakları ile zemine basan adamın varlığı yeniden soluklarımı hızlandırmıştı. Onun varlığının elimi ayağımı birbirine dolamasına daha fazla müsaade etmeden hızla yeniden camdan görünen manzaraya döndüm. Ve dudaklarımdan kısa  bir cümle kaçtı. "Burası çok güzel." "Evet..." dediği zaman sesi hiç tanımadığım bir yabancının sesi kadar soğuktu. "Burası gerçekten çok güzel." Bana doğru gelen adım seslerini rahatlıkla duyabiliyordum. "Burası bir İngiliz Köyü. Herkesin herkesi tanıdığı ve genellikle başka bir milletten kimsenin bulunmadığı bir yer."  Adımları aramızda mesafe bırakarak camın hemen önünde durmuştu. Aynı yere doğru bakıyorduk. "Yabancılar ise sadece turistik amaçlı ve günübirlik gelenler..." Günler sonra bana karşı çıkan ilk anlamlı ve uzun cümleleri bunlar olmuştu. İçine doğru derin bir nefes çektiğinde, ona doğru bakmamış olsam bile göğüs kafesinin intizamla yukarı kalktığını görür gibi olmuştum.  "Şu an Beşparmak Dağı'nın eteklerindeyiz. Olabildiğince yukarıda..." Burayı nasıl ayarladığını sormayacaktım çünkü onun her işini ondan önce halleden birileri muhakkak oluyordu. Bu durum benim için artık şaşılası bir şey değildi. Onun gözleri manzarayı seyrederken benim bakışlarım camdan seyrilip ona doğru kaymaya başladı.  Profili, bir portre gibiydi. Bir yunan heykeli kadar sarsılmaz duruyordu.  Herkese kafa tutabilirmiş gibi duran dağınık saçları bile birbiri içinde kendisi ile kavgalı gibiydi.  Bu görüntü içimden bir yerlerin hayretle onu izlemesine neden olurken nefesimin kesildiğini hissedebiliyordum. Ve bir anda dudaklarımdan beklemediğim bir cümle kaçtığında, saçlarının birbiri ile verdiği kavgaya gözleri de dahil olmuştu.  "Bana yeni bir hayat kurmasan olmaz mı? Buraya... Senin yanına ait olmak istiyorum ben." Kavgalı bakışları, başının yavaşça bana doğru çevrilmesi ile gözlerimle buluştu. Peçenin ardında duran yüzümün her detayını görebiliyor gibi bakıyordu.  Sessizliği bir nefes gibi havaya karıştığında cevap vermeyen dudakları, bir baş sallaması ile büyük bir cevaba dönüştü. Hayır cevabı kelime olmamıştı belki ama sağa sola sallanan saçlarına, kirpiklerine, boynuna ve yüzündeki her çizgiye karışmıştı.  Benim onun yanında kalabilmek gibi bir şansımın olmadığını dudakları dışında her uzvu teker teker söyledi... (Ey mü’minler! Hem) Allah'a, (hem) O’nun Peygamberine itaat ediniz; birbirinizle uğraşıp çekişmeyiniz; sonra korkaklaşıp kuvvetten düşersiniz; (şevketiniz ve devletiniz elinizden gider, kâfirlerin ve zalimlerin güdümüne girersiniz). Bir de (çeşitli zahmet ve musibete) mutlaka sabrediniz, (her türlü düşman ve tehlike karşısında metanetli hareket ediniz ve gevşeklik göstermeyiniz) iyi biliniz ki Allah sabredenlerle beraberdir (onlara manevi destek sağlayacaktır). Enfal Suresi / 46. ayet * * * * * *  Selamun Aleykum. Selam Ve Dua İle.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD