KAÇIŞ-2/ "Yüzleşme"

3369 Words
KAÇIŞ-2/ 1. Bölüm Bu Bölümün Sonuna Eklemeler Yapılmış, Düzenlenmiştir. * * * Biliyordum.  Ve bu haklılık kül tablasına söndürülmüş bir sigara izmariti gibi ruhumda sönmüştü. Aitlik duygum tamamen çökerken, inandığım her şey uçurumun kenarında sıraya dizilmişti. Onun kelimeleri hızlı bir döngüye dönüp kafamda çalkalandığında inandıklarım da aynı hızla aklımın uçurumundan atlamaya başladılar. Ben düşünemediğim her şey kadar ölmeye başlamıştım. Artık nereye ait olduğunu bilmeyen bir ölüydüm.  Yürüdüğüm yer, ayaklarımın altına zamk gibi yapışan bir çamur ile kaplıydı. Yürüdükçe çamurun ayak bileklerimden yavaş yavaş dizlerime doğru yükseldiğini görebiliyordum. Balçıktan olan kirli ve kahverengi çamurdan yükselen çürümüş soğan kokusu o kadar ağırdı ki, ben ilerledikçe koku biraz daha büyüyor biraz daha genzimin içerisinde yayılıyordu. Etrafım, ayaklarımın altında gittikçe büyüyen balçığa rağmen temiz ve ferah yeşilliklerle kaplıydı. Ne için yürüdüğüme dair en ufak bir fikrim yoktu. Kenara doğru birkaç adım atabilsem balçın olduğu alandan kurtulabilecek durumdaydım ama nedense zihnim gereken emri bedenime veremiyordu. Ben yana doğru yürümek yerine dümdüz yürümeye devam ediyordum. Yürüdüğüm her an daha fazla battığımı bildiğim halde bu çabamdan geri durmamam beni büyük bir sona doğru götürüyor gibiydi... Balçığın içerisindeki ayaklarımın çıplak olduğunu, arada bir tenime batan küçük çakıllardan anlayabiliyordum. Ben, her koşulda savaşmayı yeğlerdim de bilinmez ile mücadele etmek haneme yazılmamıştı. O yaşıma kadar kabullenemeden büyüdüğüm tek şey bilinmezdi. Belirsizlik beni duygusal anlamda yok edebilecek tek şeydi. Bir bilinmezin içerisinde savrulmaktansa binlerce kişinin arasında savaşmayı yeğlerdim. Hatta ölümü bile. Şimdi bu balçığın içerisinde ayaklarımın etrafında dönenleri bilmeden yürümek benim için bu kadar kolay olmamalıydı. Gözümün görmediği her şey, netlik kazanmayan her şey benim için zihnimdeki tehlike ile eşdeğerdi. Tam gözlerim çamurun içindekileri görebilmek için aşağı doğru odaklanmıştı ki, o kadar kötü kokunun arasında bir anda etrafıma yayılan tatlı bir parfüm kokusu ile hızlıca kafamı kaldırıp etrafa bakmaya başladım. Bunun bir kadın kokusu olduğuna emindim. Tesettüre büründüğümden beri parfüm sıkmayı bırakmıştım. En azından dışarıda kullandığım bir şey değildi... Ama bu kokunun hangi markanın kaç numaralı ürünü olduğunu rahatlıkla söyleyebilecek kadar kokuya vakıftım. Bakışlarım, yayılan kokunun kaynağını bulabilmek için dört bir tarafımı tarıyordu. Ama buna rağmen etrafta kokuya kaynaklık edebilecek hiçbir şey göremiyordum. Nasıl olmuştu da bu koku, bütün bu iğrenç kokunun arasında bir anda bu kadar hızlı bir şekilde yayılmıştı? Ben hala etrafı gözetlerken bir anda arkamdan, ensemin hemen dibinden seslenen bir ses ile olduğum yerde kalakaldım. Bu yakından tanıdığım ve daha öncede ensemde hissettiğim ses ile tıpatıp aynıydı. "Shalom aleichem, Naomi..." İbranice verdiği selam yıllar önce verdiği selamlardan çok daha başkaydı. Eskiden gerçekleşen karşılaşmalarımızda bu selamın çok daha içten, çok daha samimisini duymuştum. Bu ses tonuna yabancı değildim aslında. Daha önce boğazıma bir bıçak dayadığı zaman da aynı sesi duymuştum. Aynı öfke, aynı nefret emekleye emekleye bana doğru yürümüştü ses renginin arasından. Korku muydu o ürpertinin arasından bana gülümseyen? Nefes alışlarını ensemin tam dibinden gerçekleştiriyordu. O, her nefes aldığımda benim tüylerim ayaklanıyor ve garip bir ürperti bütün bedenimi sarıyordu. Bilerek dudaklarını enseme yakın tutuğuna adım kadar emindim. O beni ürpertebilmek için bu yöntemi itina ile seçmişti muhakkak. Çünkü onun yaptığı hiçbir şeyin altında boş bir anlam yatmıyordu genelde. Gözüne kestirdiği her şeyi, herkesi kökünden koparabilecek kadar hırslıydı... Hep böyle böyleydi zaten. Ama ben onun gerçek bir savaşçı olduğunu, ölüm makinesi gibi çalışan uluslararası bir örgütün gizli üyeliğini üstlendiğini çok kısa bir zaman önce öğrenmiştim. Beni ve bütün geçmişimizi tek bir hamlesiyle yerle bir etmeyi başarmıştı birkaç gün önce. Şimdi solukları ensemin tam dibinde hissediliyorken, beni yalnız bulduğu bu yerde gözünü bile kırpmadan öldürmemesi için hiçbir nedeni yoktu. Ben onun için vatanını satmış bir haindim. Eğer Allah'a iman etmiş olmasaydım o yanlış yerde ,yanlış kişilerin evladı olarak doğmuş derdim haşa... Onun olması gereken yer Levy Malikanesi olmalıydı. Joseph Levy onun babası olsaydı eğer onunla gurur duyacağına en ufak bir şüphem yoktu. Ensemde ölümü ürperten kişi Eliza' nın ta kendisiydi... "Neden karşılık vermiyorsun Naomi? Yoksa Yahudi selamı da mı almamaya başladın?" O bana söylediği zaman karşılık vermek için gerçekten cesaretinin olmadığını fark ettim. Onunla yakın yaşlara sahip olmamıza rağmen ondan çok daha güçsüz, çok daha korku doluydum. Aynı toprakların, aynı şehirlerin ve neredeyse birbirinin aynısı ailelerin evladıydık. Hatta onun babası benim babamın aksine çok daha güler yüzlü bir adamdı. Ve şu an olduğumuz konumda ensesine üflenen kişi Eliza olmalıydı ben değil... Sağ eli bir anda yükselip boynumu bulduğunda, vücudumun üzerinde herhangi bir tesettür olmadığını fark ettim. Askılı bir tişört ve tayt dışında üzerimde hiçbir şey bulunmuyordu. Bunu şu an fark etmiş olmak beni dehşete düşüren ikinci şeydi. Korkumu tavana çıkaran şey ise, onun boğazını tutmaya başlayan eliydi... Boğazımdaki eli sıkmıyordu ama sıkmaya başladığı an, sadece birkaç dakika alırdı beni öldürmesi. Uzun parmaklarının bunu yapabilmek için gayet yeterli güce sahip olduğunu biliyordum. Etrafımı süzmeye başladığımda dikkatim her ne kadar parmaklarında olsa bile önceliğim etrafta sesimi duyabilecek herhangi birinin olup olmamasındaydı. Beni bu denli bir açıklıkta kimsenin görmesini istemezdim ama ölümün soğukluğu o kadar diri idi ki kurtulmak için bulduğum ilk dalın ayaklarına kapanabilecek kadar korkuyordum. Eli beklemediğim bir şekilde boynumu okşamaya başladığında bir anda korku ile yutkunmadan edemedim. Beklediğim bir şey değildi bu hareket. Yutkunmam onun da dikkatini çekmişti ve bunu fark ettiği zaman kahkahası kocaman alanın her tarafına yayıldı. Bu halimin onu eğlendirdiğini bilmek gururumu kırsa da elimden karşı koymak için hiçbir şey gelmiyordu. "Korkma... " dedi, alay eder gibi. "inan bana seni bu kadar kolay öldürmek, hiç olmasını istediğim bir şey değil." Akabinde kahkaha attığı zaman yeniden yutkunmamak için kendimi zor tutuyordum. Gözyaşlarım, korkunun çaresizliği ile yavaş yavaş gözbebeklerime saldırmaya başladılar. Beyazlıkların üzerini şeffaf bir yorgan gibi saran ıslaklık, şimdiden etrafı bulanık görmeme neden olmaya başlamıştı bile. Kurtulabileceğim bir yolum yoktu. Sesimi duyabileceğim hiç kimsenin etrafta gezdiğini sanmıyordum. Bu durum gerçekten ara ara düşündüğüm ölümün kendisi olmalıydı. Yaşam ile ölüm arasındaki o çizgideydim işte ve Eliza' nın burada beni öldürmemesi için elinde çok büyük bir planının olması lazımdı. Ses tonu bile bana olan kini gibi kokuyordu. Öldürmesi için birçok neden varken öldürmemesi için elinde hiçbir sebep yoktu aslında. Ben onun için vatanını satmış bir hain hatta biliyorsa yahut tahmin edebiliyorsa ülkesinin önde gelen adamlarından birisini gözlerini kırpmadan öldürmüş bir düşmandım. Ortadan kaldırılmam şarttı... El ile öldürmeyeceğini söylemesi başka bir yöntem ile de öldürmeyeceği anlamını taşımıyordu zaten. "Sen ve beraberinde kaçtığın o adam, rahat bir ölümü değil acı ve uzun sürecek bir ölümü hak ediyorsunuz. Hakettiğiniz ölümün kısa sürmemesi için elimden gelen her şeyi yaparım. Hatta bu öyle bir ölüm olmalı ki, ölebilmek için bana yalvarmak istemeniz lazım. Hele o adamın, Jacob' ın ölmesi için saatlerce bir köpek gibi yalvarmasını izleyeceğim. Bu anı görebilmek için yaşıyorum sadece. Şu an, seni burada gebertmiyorsam sebebi onun nuhakkak seni bulmaya geleceğinden emin olmamdan kaynaklanıyor. O buraya gelecek ve siz beraber ölümü tadacaksınız. Madem beraber hareket etmeyi bu kadar seviyorsunuz, ölüm vakti de ayrılmanızı hiç istemem... " Etrafı tarayan gözlerim, onun sözleri ile hemen ayak uçuma düştü. Kahverengi balçığın o kirliliği içerisinde aşinası olduğum bir surete karşı duyduğum garip hüzün ile çalkalanıyordum. Benim için Ammar' ın buraya geleceğini düşünmesi ne büyük aptallıktı. Beni onların eline bile bile veren, gözünü kırpmadan teslim eden kişi onun ta kendisiydi. Neden şimdi kurtarmaya gelsin ki? Korku bedenimin hüzün ile aralamışken, içimdeki o garip ihanet hissi ile konuşmaya cesaret ettim. Elleri hala boğazımdaydı... "Onun benim için geleceğini düşünerek ölümümü erteleme. Çünkü beni bulmak isteyeceğini hiç sanmıyorum. Şimdi rahatlıkla gerçekleştirebileceğin ölümü ertelemeden benimle tanıştır. Onun geleceğini beklemek aptallıktan başka bir şey olmaz. Sadece beklemişti olursun..." Bunu söylemem ile beklemeden ve hiçbir şey söylemeden hızlıca boğazıma yapıştı. Kesinlikle bu kadar hızlı atağa geçmesi, beklediğim bir şey değildi. Soluk borum üzerine tıkanan ince uzun elleri ile o kadar sıkı sarılmıştı ki, nefes almak bir anda büyük bir yeteneğe dönüşmüştü. Hiçbir çarem yoktu şimdi... Onun gelişini beklememeyi ve ölümü hemen istediğimi kendi ağzımla söylemiştim. Bu saatten sonra benim için gelen sona arkamı dönemezdim. Sık sarılan eller, yanaklarıma düşen gözyaşları ile daha fazla sarıldılar boynuma. Güçleri iyiden iyiye artarken tam karşımda gördüğüm Ammar, çırpınmalarımı bir anda kesti. Oradaydı işte. Gelmişti... Onu görmek, hayata yeniden dönmek istediğimi bana hatırlatmış gibi kurtulmak için verdiğim mücadeleyi arttırmıştım. Ben onun saniyeler içerisinde gelip beni kurtarmasını beklerken onun beni izleyen varlığı, yavaş yavaş solmaya başladı. İyice belirsizleşmesi demek yeniden yalnız kalmam demek anlamına geliyor. Muhtemelen zihnimin bana oynadığı büyük bir oyundan ibaretti silüeti... Hayal kırıklığım, onun dağılan duman manzarası gibi etrafa yayılırken boynumu tutan ellerden kurtulmak için verdiğim bütün çabayı kestim. Kırılacak gibi sıkılan gırtlağım, en ufak bir nefesi bile aşağı geçirmiyordu. Ölümün ensesinde soluklandığımı fark ettiğinde etraf kararmaya başladı. Ayaklarım hissetmediğim bir boşluktan ibaretti artık. Gözlerim geriye doğru kayarken boynumdaki eller hala ilk andaki kadar sıkıydı. Canım hiç olmadığı kadar yanıyordu... Akciğerlerin paramparça olacak gibiydi. Fakat o an yaşadığım hiçbir fiziksel acı, onun dağılan silüetinin verdiği acı kadar değildi. Bedenim boşluğa doğru kendini bıraktığında Eliza' nın elleri boynumdan çekildi. Bir parça suyun dik bir yokuştan inişi gibi takatsizce aşağı doğru üzüldüğüm zaman, balçığın içerisine batan tek şey ayaklarım değildi artık. Nefessiz bir şekilde ilk önce gövdem, ardından bütün yüzüm karanlık çamurun içerisindeydi. Ölüm kulaklarıma, burnuma ve ağzıma kirli bir balçık gibi dolarken ben ölümün ne demek olduğunu şimdi anlıyordum... * Etrafımdan gelen sesler artık daha anlaşılırdı. Dudaklarımın arkasını ve dilimi tamamen kaplamış ağır bir pas tadı vardı. En son bir arabanın arka koltuklarında uzatılmış olduğumu hatırlıyorum. Duyduğum motor sesinden sonrası karanlıktı. Nasıl ve ne zaman uykuya daldığıma dair herhangi bir fikrim yoktu. O kısımlar tamamen karanlıktı. Şimdi ise kendime gelmiştim ama gözlerimi açmaya korkuyordum. Karşılaşacağım manzaranın ne olduğuna dair bir fikrim yoktu. Arada bir duyduğum adım sesleri dışında herhangi bir şeyin sesini duyamıyorum. Birden fazla kişinin bulunduğu bir odada olduğuma adım kadar emindim. Hatta öyle ki dikkatli dinlemenin akabinde, birisinin çok yakınımda nefes aldığını hissedebiliyordum. O arabaya bindirilirken yeniden yaşama tutunmak için herhangi bir sebebimin kalmadığını kendime hatırlatmıştım. Bütün imkanlarım, bütün hayatım ve güvendiğim tek şey bir anda tuzla buz olmuştu. Gözlerimi açtığım zaman ölümü dilemeye kendimi hazırlamak zorundaydım. Ne olursa olsun o ölüme gitmeliydim isteyerek. Çünkü bana dair yaşayabileceğim herhangi bir hikayenin içerisinde kendime yer bulamazdım bu saatten sonra. İçinde olmaya çalıştığım bütün hikayeler üzerime devrilmiş iken ben hangi hikayenin kapısını çalacak kadar cüretkar olabilirdim ki? Küçük Naomi, benimle aynı fikirde değildi. O yaşamayı oldum olası çok severdi. Son zamanlarda olanlar onun da yaşamaya dair hissettiği heyecanı azaltmış olsa bile, ölüme gidecek kadar nefret etmiyordu kendinden henüz. Yine zihnimin bir köşesine diz çökmüş, bacaklarını gövdesine doğru çekmişti. İki kolunu o kadar sıkı kenetlenmişti ki o bacaklarına neredeyse düğüm olmuştu. Üzerinde yedi sekiz yaşlarımda iken giymeyi çok sevdiğim kırmızı beyaz elbisem vardı. Saçları omuzlarının biraz aşağısına doğru uzanıyordu. O kadar masumdu ki somurtan dudakları ona hiç yakışmıyordu. Ölümün korku dolu havası onu da kendine esir etmişti işte... Kaşlarının hemen üzerine düşen kahkülleri o kadar solgundu ki, birkaç saniye sonra en ufak bir çıtırdı da bana doğruyu ölmek istemediğini haykıracağını biliyordum... En çok onun kendinden geçmiş bu halini görmek vicdanımı sızlatıyordu. Ben en çok başkalarına umut bağladığım zaman ümitlendirdiğim içimdeki bu küçük kız çocuğunun hayallerini yıktığım için sızım sızım sızlıyordum şimdi. Herkese, herşeye arkamı dönmeye hakkım olabilirdi. Ama bu küçük kızı yaşamdan koparmak asla benim haddim olmamalıydı. En çok onu korumalıydım. Gözlerinim üzerini süsleyen o kahkülleri soldurmamak için elimden gelen her şeyi yapmalıydım. Kendi içinde başbaşa kaldığım bu manzara o kadar ağır geliyordu ki, gözlerimin biraz daha kapalı kalması demek bu manzaraya daha fazla tahammül etmek anlamına geliyordu. Ben ise yalnız başıma kaldığım bu manzarayla nasıl mücadele etmem gerektiğini, nasıl görmemezlikten geleceğimi bilmiyordum. O küçük kıza doğru baktığım her an vicdamın sesi biraz daha yükseliyor ve o manzara kalbimin tam üzerine yapıştırılıyordu. Biraz daha dayanamayacağımı biliyordum. Bu manzaraya bakmaya devam edersem delirmekten korktuğum için hızlıca gözlerimi açtım. Ölüm ile karşılaşmak onu hayal etmekten daha acı verici olurdu belki... Kafamın içerisindekiler ile yalnız kalmaya devam etmek demek, ölümün bir versiyonu gibiydi zaten. Kalkıp yüzleşmek en doğru olandı. Biraz daha yaşamak demek hem kendime hem de içimdeki küçük çocuğa ümit aşılamam anlamına gelirdi. Oysa biz artık ölümün gelip bulması için bekleyen olmaktan başka bir sıfat üstlenemezdik... Gözlerimi açtığım an gördüğüm ilk şey bulanık bir görüntüden ibaretti. Birkaç saniye içerisinde manzara netleşmeye başladı. Bakışlarımın değdiği şey beyaz bir tavandı. Yer yer kavlamış olan ve gayet eski duran tavandan dolayı köhne bir yerde olduğuma kanaat getirdim. Bakışlarım beyaz tavanı süsleyen çatlaklardan yavaşça sola doğru aşağı inmeye başladı. Burası bir depo veya eski bir merdiven altı alan değildi. Benim zihnimde kaçırılanların ya da ele geçirilenlerin daima hücreye benzer yerlerde tutulduğuna dair bir fikir vardı ama şu an olduğum yer hiç de o tarz bir yeri andırmıyordu. Hatta düşüncelerimin aksine olduğum yer beklentilerimin üzerindeydi. Burası en az 1960'lı yıllardan kalmış eski bir yatak odasına benzeyen ve içerisinde bulunan her şeyin antikaya gibi durduğu bir evdi. Hatta malzemelerin duruşuna bakılacak olursa ev demek fazla mütevazi kalırdı. Burası bir konaktı. "Nihayet uyanabildin Naomi. Seni beklerken çok yoruldum.... Bir an hiç uyanmayacağını zannetmiştim." Arkadan duyduğum ses ile hızlıca bakışlarım duvardan ardımdan konuşan kişiye doğru kaydı. Ne yapacağımı bilemeyecek şekilde kala kalmıştım... Korkunun usulca yağan kar taneleri gibi suratıma yağdığını hissedebiliyordum. Yüzüm koyu kırmızı bir alev ile kaplanıyordu.  Siyah ve kalçalarına doğru inen saçları, bütün bedenini saran yine aynı siyahlıkta beyaz büstiyeri ile Eliza tam karşımda duruyordu. Ben korku dolu gözlerle ne yapacağımı bilemeden öylece duruyorken, o benim bu halimden zevk alıyor gibiydi. Şuh bir kahkaha attı. Kahkahası bütün odanın içerisine ilerlemeye başladığı zaman ben nefes alamıyor gibi hissettim. "Bakıyorum da hala bıraktığım gibisin. Hala korkak ve hala kendi başının çaresine bakamayacak kadar aptal... Bıraktığım izin kafandaki yeri hala değişmemiş sanırım ama merak etme aynı izin çok daha derini, çok daha acı verenini bedenine kazıyacağım bugün. Ama ilk önce sahte kahramanlık peşinde koşan ve kollarından ayrılamadığın adamın buraya gelmesini bekleyeceğiz. O, buraya geldiği zaman ikinize de kesilmesi gereken çok güzel hesaplarımız var. Bu gece buradan ikinizin de cesedi çıkacağına hiç şüphen olmasın..." Korku onun sesinin dokunduğu her yerdeydi ve dudaklarımı aralamak bile büyük bir cesaret istiyordu. Ben onun karşısında güçsüz bir korkaktan başka bir şey değildim... Düştüğüm kuyu Ammar' ın geliş ihtimali ile sarsıldığı zaman korku daha yüksekten düşen bir korku ile çarpıştı. Odanın içerisine bir anda kazınmaya başlayan sesim, en çok bana ihanet eden adamın zarar göreceği bir ihtimal ile sarsılıyordu.  Eliza' nın ona zarar vereceği fikri beni öyle çok endişelendirmişti ki cürretim korkumu hızla araladı. Dikkatini başka bir noktaya çekmek zorundaydım.  "Onun buraya geleceğini sanacak kadar aptal olan sensin Eliza. Beni kendi elleri ile size teslim etmiş bir adam neden kurtarmaya gelsin ki? Yapayalnız bir şekilde karşında duruyorum. Görmüyor musun? Bence beni öldürmeyi onun gelmesini bekleyerek erteleme. Buna değmeyeceğine eminim. O çoktan yolunu çizerek uzaklaşmıştır buradan." Cümlem bittiğinde dudaklarımın, yüzüme yayılan sıcak kan ile cayır cayır yandığını hissettim. Ammar' ı koruduğumu düşünerek söylediğim cümlelerin aslında gerçeğin ta kendisi olması canımı yakıyordu. İhanete uğratan bir adam için söylediğim kelimeler tam anlamıyla içimden dökülenlerdi fakat koruma hissi ile söylendikleri için hala bir aptaldan farksız değildim. Sağ elini saçından geçirip bir tutamını diğer tarafa attığı zaman bu güzelliğin karşısında etkilenmeyecek bir erkeğin olmayacağına kanaat getirdim. Mitolojik bir uyarlama yapılacak olsaydı eğer Eliza için kullanabileceğim en güzel benzetme Medusa olurdu... Güzelliği dillere destan ama bakışları zehirli kadın... O bedenimi korku ile kitlerken aynı zamanda güzelliğini düşündürtecek kadar çekiciydi. "Sen..." dediği zaman, sesi eskiden tanıdığım kadının sesi ile aynıydı. Uzun zaman sonra ilk kez bu ses ile benimle konuşmaya başlamıştı. "Çok değişmişsin Naomi. Hatta beklediğimden çok daha fazla."  Bir an... Sadece küçük bir an söylediği cümlenin içerisinden bana doğru seslenen eski günlerimizin geçtiğini hissettim. Ama bu, bir kar tanesinin yeryüzüne düşer düşmez hızla erimesi gibi kısacık bir andı.  Yeni çıkan kelimeler özenle bilenmiş keskin bir bıçaktan farksızdı. "Eskiden standartların çok yüksekti. Hiçbirimizin bakmaya cesaret edemeyeceği adamları seçerdin. Hayatına aldığın erkekler özenle seçilmiş gibi olurdu. En farklı olanlar... En ulaşılmaz olanlar... Hepsi senin yanında durmak için yalvarırlardı." Ağzından çıkanların yol aldığı anlamları beklerken içimdeki Naomi de ayağa kalkmış benimle aynı şekilde Eliza' ya şaşkınlıkla bakıyorlardı.  "Şimdi ise..." diye devam etti, omuzlarını silkerek. "Uğruna öldürülmeyi talep ettiğin adam, benim tek bir kelimem ile mest olacak kadar bana hayran. Anlamıyorum..." deyip durduğunda, keskin bıçak bedenimin üzerinde ince çizgiler atmaya başlamışlardı. Bana bakan gözlerinde en ufak bir yalan yakalayamadım. "Benim kollarımın arasından çıkıp sana tutunmuş bir adam için karşımda neredeyse ağlayacak kadar düşmüşsün. Bütün Technion onun bir zamanlar bana olan zaafını konuşuyorken sen onunla ülkene ihanet etmeyi seçtin. Yazık. Hiç değdiğini zannetmiyorum." Keskin bıçağın tenimde dokunduğu her yer ince bir çizik şeklinde açılıyor  ve bedenimin her tarafını kplayacak şekilde acılı kağıt kesiklerine dönüşüyordu. Bulunduğum yatağın her tarafına kırmızı kiremit parçalarının pervasızca düştüğünü hissediyordum. Bedenimi teğet geçen her kiremit ruhuma ıskalanmadan çarpıp parçalanıyorlardı.  İyi hikayelerin evladı değildim. Evet... Fakat kötü hikayelerin zarar gören tarafına geçmeyi de hak etmemiştim. İçimden yükselen sesler Eliza' yı yalanlamaya hazırken, benim gibi duyduklarının kırmızı kiremitleri arasına sıkışmış küçük Naomi, tek bir gerçek ile mahvoluyordu. Beni kendi elleriyle onlara teslim bir adamın hangi doğrusuna tutunabilirdim ki?  Karşı çıksam bile ihaneti yüzüme yüzüme çarpmayacak mıydı?  Eliza, Ammar hakkında daha önce de yalan söylemişti ama bu kez başkaydı. O zamanlar masumiyetinin arkasına sığınmış bir erkek çocuk görüyordum Ammar' a bakarken... Şimdi ise kime ve neye hizmet ettiğini bilmediğim, beni tek kalemde arkasında bırakmış olan bir adam vardı. Hala ihtimallerin arkasında durmak beni daha fazla dibe sürüklemez miydi? Bütün bunlara rağmen fısıldayan kelimeler yavaşça dudaklarımın arasından kaçtı. "Yalan söylüyorsun..." Halim, her şeyini kaybetmiş bir çaresizin haliydi. Bıçak kesikleri sırtımdan yavaş yavaş boynuma doğru kaymıştı. Her kelime ölümü gırtlağıma yaklaştıran bir köprü görevi görüyordu.  Olduğum yer, gök kubbe ile yer küre arasında sıkıştığım bir zindandan farksızdı. "Sorun değil." dediği zaman, benim başım yastığa düşmüş ve gözlerim ense kökümdeki ağrı ile tavana sabitlenmişti yeniden. Kaybetmenin manzarasıydım o an. Ve Eliza, hiç çaba harcamadan kazandığı zaferini rahatlıkla kutlayabilirdi. "Onun muhakkak buraya geleceğine eminim. Jack buraya geldiği zaman onunla evinde kalıp kalmadığımı sorabilirsin. Sana beraber geçirdiğimiz saatleri anlatır mı bilmiyorum fakat cevabının evet olacağına adım kadar emindim." Karşı çıkmak istiyordum. İçimde bildik bilinmedik her yanım onun cümlelerine karşı mükemmel bir savunma hazırlayıp karşı çıkmak istiyordu. Ama Naomi... O sadece susuyordu.  Karşı çıkmaları duydukları ile sadece sessiz susuşlara dönüşmüştü.  Buna rağmen yeniden en çaresiz halimi son bir tekme ile bastırarak konuşmaya çabaladım. Boş gözlerle baktığım tavan ve kelimelerimin yorgunluğu savaş meydanında ölmeden önce son kılıç darbesini bekleyen esirden farksızdı. Ölümü kendi ellerim ile ayaklarıma çağırıyordum. Ve keskin bıçak gırtlağımızın tam altında duruyordu. "Bütün bunlara rağmen hala neden geleceğini söylüyorsun Eliza? Sen de ondaki yerimi bu kadar iyi biliyorken neden hala beni arkasında bırakıp gittiğini anlamıyorsun? Beni kurtarması için hiçbir sebebinin olmadığını kendi ağzınla itiraf etmedin mi az önce?" Eliza "Hayır..." dediği zaman gırtlağımda bekleyen hayali bıçağını yavaşça havaya kaldırmıştı. Sözleri son darbeyi indirmek için hazırlanıyordu.  Gözlerim tavandan usulca ona doğru kaydı. Siyah gözleri ölümü andırıyordu. Medusa baş ucumda ölümümü ilan etmek için bekliyordu. Taşa çevirmesi için son bıçak darbesini indirmesine ihtiyacı vardı. "Sen Joseph Levy' nin kızısın Naomi... Onun ellerinde tuttuğu en güçlü kozsun. Seni en başından beri bu nedenle kendi tarafına çekmeye çalıştı. Bütün kapıları açabilecek tek anahtarsın. Senin onunla işbirliği yaptığını veya onun esiri olduğunu gizliden gizliye duyurduğu her ülke, ona bütün kapıları sonuna kadar açıyor çünkü. Babanın tek varisisin artık. Bütün yetki sendeyken hangi bürokrasi sana arkasını dönebilir ki? Tek bir emrin ile işbirliği yapmak için sırada bekleyen bir çok devlet lideri olacağına yemin edebilirim. Yoksa bir kaçağın seni sadece bir aşk için arkasına takması sence mantıklı bir ihtimal mi? Lütfen biraz aklını kullan artık. "  Sözlerini toparlayıp bitirdiği zaman gırtlağımdaki bıçak hızla tenime indi. Ben, can çekişen bir bedenken ruhum ayaklarımdan çekilmeye başlamıştı. Bugüne kadar kafamın içerisinde oluşan bütün soru işaretleri Eliza' nın söyedikleri ile tamamlanmıştı. O kadar haklıydı ki konuştukları arasında tek bir eksiklik bulamıyordum. Ve Ammar' ın varlığı zihnimde hızla karanlık, silik bir manzaraya dönüşüyordu.  "Haklı olduğumu biliyorsun Naomi." Biliyordum.  Ve bu haklılık kül tablasına söndürülmüş bir sigara izmariti gibi ruhumda sönmüştü. Aitlik duygum tamamen çökerken, inandığım her şey uçurumun kenarında sıraya dizilmişti. Onun kelimeleri hızlı bir döngüye dönüp kafamda çalkalandığında inandıklarım da aynı hızla aklımın uçurumundan atlamaya başladılar. Ben düşünemediğim her şey kadar ölmeye başlamıştım. Artık nereye ait olduğunu bilmeyen bir ölüydüm.   "Ey peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "İnandık" diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azap vardır." ( Maide Suresi, 41. ayet ) * * * Selamun Aleykum. Selam Ve Dua İle...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD