KAÇIŞ / "Araf "

1563 Words
Kaçış - 2 / 14. Bölüm * * * * * * * * * Ağaçları devrilmeye başlayan bir ormanın içerisindeydim. Karanlıktı ve etrafı kaplayan sisli bir duman vardı. Her şey tek tek yıkılırken ben ne kaçıyordum ne de korkuyordum. Hissizdim… Yıkıntıların beni vurduğu yerde ilk önce duygularımı kaybetmiştim. Öyle ki, ağlamak için çığlıklar atan küçük Naomi’ nin sesini bile bastırmıştı bu halim. Ne renkler vardı, ne de kokular… Yapayalnız ölümü dileyecek kadar yeniden yalnızdım.  Gizliliğin, insanı kendine doğru çeken o tuhaf tarafının tadına ilk kez bundan birkaç ay önce varmıştım. O kadar garip bir yanı vardı ki, bütün benliğim ile kapılmak istemiştim. Bütünüyle teslim olmak. O gizliliğin yatağında yanan ateş beni şimdiki Aişe'ye çevirmişti. Günlerin tamamını birbirine karıştırarak yaşıyordum. Hangi zamanın üzerinden ne kadar vakit geçirdiğime dair en ufak bir bilgim yoktu. Fakat buna rağmen olanların üzerinden daha fazla zamanın akmadığını varsaymak istiyordum. Ne garip... O kadar çok yorgun hissediyordum ki zamanın akışından bağımsız olarak ruhumun saç tellerinin beyazladığını düşünecek kadar yaş almış gibiydim. Salondaki tekli koltukta, iki kolumu bedenime doğru bağlamış, karanlık camdaki yansımamı izliyordum. O kadar koyuydum ki benim dışımda kalan karanlık bile daha aydınlıktı. İçimdeki karanlığın daha görünür olabilmesi için tam tepemden vuran ışık ise, her şeyi biraz daha görünür kılıyordu. Peçemin açık olması, yüzümdeki çaresizliği yakından hissetmeme neden oluyordu. Bu duyguya başka bir isim bulabilmeyi çok isterdim. Kelimenin kendinde taşıdığı çare yoksunluğunun evin her köşesine sindiğini hissedebiliyordum. Bu, benim biraz daha karanlığa boyuyordu. Zaten her şeyim ile yeterince siyaha bulanmıştım... Üzerime sinen siyahlık üzerimdekilerden değil, tamamen içimden kaynaklanıyordu. Gözlerim, camdaki yansımamdan yavaşça aşağı doğru kayarken, yokuş aşağı inen bir suyun kayışı kadar berraktı. Değdiği her yere ıslak bir is bırakıyordu. İçimdeki koyu dumanın isi bakışlarıma kadar yükselmişti. Ne tutabiliyordu, ne de kendiliğinden dağılıyordu. Kafasına göre hareket eden koyu bir karaltıdan farksızdı. Hemen dizlerimin olduğu hizada, sehpanın üzerinde bekleyen kutu bütün heybetiyle orada duruyordu. Benim dokunmamam için etrafına görünmez bir zırh geçirmiş gibiydi. İlk geldiği dakikadan sonra ne açabilmiştim ne de yeniden dokunabilmiştim. Gelişinin üzerinden neredeyse iki gün geçecekti. Parmaklarım kutu yüzeyi ile buluştuğu an, beni esir edecek bir zehrin parmak uçlarımdan bütün bedenime yayılacağını hissediyordum. Karşılaşacaklarım yeni kabusların habercisi olacaktı. Buna adım kadar emindim. Bu nedenle onu yakınımda tutup sadece bakmak ile yetiniyordum. Açabilecek gücü kendimde asla bulamıyordum. Benim siyah kutu ile olan bakışmamı bölen şey arka taraftan yaklaştığını hissettiğim adım sesleriydi. Ammar, salona geliyor olmalıydı. Hızla peçemi yüzüme indirdim. İçimdeki karanlığın onu görünce bir miktar dahi olsa dağılmasını ümit ediyordum. Yalnız başıma kaldığım vakitlerde, aklım olabilecek en güçlü şekilde bana saldırmaya başlıyordu. Camdaki yansımalar hareketlenince, onun salona girmeden hemen önce kapının önünde durduğunu fark ettim. Benim onu seyrettiğimin farkında değildi. Benim olduğum tarafa bakmamıştı henüz. Bakışları ayaklarındaydı. Kapının pervazına yavaşça vurduğunda, olabildiğince rahatsız etmek istemediğini anlayabiliyordum. "Gelebilir miyim?" "Tabi. Müsaitim."dediğim de bakışları yerden kalktı ve benim olduğum tarafa doğru bakmaya başladı. Bakışlarımız camdaki yansımada birbiriyle buluşmuştu. O an, birkaç saniye önce onu izlediğimin farkına varmıştı. Üzerinde acı kahverengi uzun kollu bir üst vardı ve altında gri bir eşofmanı... Uykudan uyandığı o kadar çok belli oluyordu ki bir an saati sorma gereği duydum. O benim ne söyleyeceğimi anlamış gibi konuşmaya başladığında, gerçekten ruhumu okuduğuna bir kez daha ikna olmuştum. "Saat dördü geçiyor. Yine bu saate kadar uyanık mı kaldın?" Çıplak ayakları zemin üzerinde tok bir ses uyandırıyordu. Onun adımları soğuk parkeye çarptıkça ben üşüyordum. Yürüyüşü karşımdaki tekli koltuğa geçene kadar sürmüştü. Karşıma oturduğu zaman kan çanağına dönmüş gözlerini fark edebilmiştim. "Yatamadım. Sen neden uyandın?" Benim gibi geriye yaslandı ve kollarını bedeninde birleştirdi. Gözlerinin altında toplanmış mor halkalar oldukça belirgindi. En az benim kadar yorgun görünüyordu. "Odana geçtiğin zaman kapıyı kapatma sesi geliyor genelde. Bir süre o sesi duymayı bekledim. O esnada uyuya kalmışım. Dürtüsel olsa gerek uykum kısa sürdü. Kontrol etmek istedim." Kutunun kapıya bırakıldığı ilk andan beri tamamen tetikteydi. Asla kapısını kapatarak uyumuyordu. En küçük bir tıkırtıda odama gelemese bile bana seslenmek zorunda kalıyordu. Bundan önce de asla tam uyuduğunu düşünmüyordum ama şimdi tamamen uyanık bir vaziyete yakın uyumaya çalışıyordu. Bu durum benden daha çok onu yoruyordu. Bu kutunun kapının önüne bırakılması yerimizin net bir şekilde bilindiğinin işaretiydi. Bu nedenle benim nereyse beş mislim dikkatli davranıyordu. Ben ise düştüğüm çukurun içerisinde, boş bir kutuya gözlerimi dikerek bakmaktan başka hiçbir şey yapamayan bir avareydim. Gözleri önümde duran kutuya doğru kaydı. Çenesiyle işaret ederek konuşmaya devam etti. Umursamıyor gibi dursa bile en az benim kadar merak ettiğini biliyordum. “Ne zamana kadar beklemeyi düşünüyorsun?” Bilmiyordum. Karşılaşacağım şeyin beni ondan koparacak bir şey olma olasılığı beni öldürüyordu. Böyle bir ihtimalde Ammar’ ın nasıl davranacağına bir türlü karar veremiyordum. Sanırım bütün olan bitene rağmen onunla kalmak istiyordum. Onun varlığı ihtiyaç duyguyum tek güvenli alandı. “Bilmiyorum. Karşılaşacağım şeyden çok korkuyorum.” Dediğim zaman, uykulu gözleri iyice kısılmıştı. “Daha fazla zamanımız yok Aişe. Açarsan, en azından biraz daha zaman kaybetmemiş olacağız. Şimdi apaçık ortada duran hedeften farksızız. Bu adamların şu ana kadar burayı basmamalarının tek nedeni seni kendi isteğinle teslim almak istemeleri ve muhtemelen senden istedikleri başka bir şey… İşimi daha fazla şansa bırakamam. Bu adamların her yerde kulağı var ve peşimize taktıkları şey tahmin ettiğimden daha hızlı çalışıyor.” Haklıydı. Ammar’ ın nereden beslendiğini bilmediğim yanı olmasa, bir yerden ciddi bir destek almasa İsrail örgütleri tarafından anında bulunabileceği bir gerçekti. Şimdiye kadar bulamamalarının sebebi kesinlikle Ammar’ ın tek başına hareket etmiyor oluşuydu. Şimdi saldırmamalarının sebebi ise kesinlikle bambaşka bir şey olmalıydı. Daha fazla beklemek, işimi zorlaştırmak dışında bir şeye yaramıyordu. Onun dediklerine herhangi bir karşılık vermeden kutuya doğru uzandığımda, o da yaslandığı yerden hareketlenmişti. Uykusunun iyice açıldığını görebiliyordum. Siyah kutuyu avuçlarımın arasına aldım ve dizlerimin üzerine koydum. Büyük bir rulet masasında gibiyim. Sonucun beni bir kayba götürmesi en büyük korkumdu ve bildiğim bir şey varsa böyle durumlarda asla kasa kaybetmezdi. Kaybedecek tek taraf bendim. Kalp atışlarım kulaklarımı uğuldatırken derin bir nefes eşliğinde kapağı yavaşça açtım. Başıma saplanan etkili bir ağrının çarpması ense kökümden bile hissediliyordu. Kapağı sehpaya koyduktan sonra kutunun içindeki beyaz zarfı elime aldım. Zarfı açarken zamanın bütün kumlarının akmayı bıraktığını hissediyordum. Geçen saniyelerin hepsi boynuma kalın bir urgan geçirmişlerdi. Zarfı açtığımda içinden minik bir not ile beraber birkaç fotoğraf çıktı. Fotoğrafları elime aldığımda Ammar oturduğu yerden kalkıp hemen sağ tarafıma geçmişti. Kiliseye giderken çekilmiş ve şu an bulunduğumuz evin önünde arabadan inerken olan fotoğraflarımız vardı. Birkaç fotoğraf atladıktan sonra Ammar ile gittiğimiz mekânda Ammar’ ın arabaya binerken çekilmiş fotoğrafları bulunuyordu. “Demek bizi fark ettikleri ilk yer, o mekân oldu. Senin olduğun arabaya saldırının olduğu gün…” Bunu demesi ile o gün gördüğüm ama Ammar’ a söylemeyi unuttuğum şeyi hatırlamıştım. Her şey yine benim yüzümden berbat olmuştu. Hızla ona doğru dönerken kelimeler endişe ile dudaklarımdan dökülüyordu. Ara ara kekelememe engel olamıyordum. “Gördüm o gün oradaydı. Sen o siyahi adamı döverken kalabalığın arasından seni izliyordu. Sana söyleyecektim ama unuttum. Çok özür dilerim.” “Kim Aişe? Kim bizi izliyordu?” dediğinde yaşadığım anın akislerini kalbimin en içinde hissediyordum. “Bizi limana getiren adam… Dağ evinden almıştı hani. İşte o adamı gördüm. Sana söyleyecektim ama unuttum. Çok özür dilerim. Ammar gerçekten tamamen aklımdan çıktı söylemek.” O adamın ona ihanet ettiğini duyduğu zaman yüzü öyle bir hal aldı ki, dişlerini sıktığını görebiliyordum. Yüzündeki her kas tir tir titriyordu. “Limandan iner inmez neden basıldığımızı şimdi anladım. " Sinirle hemen önündeki sehpaya bir tekme indirmesi ile çığlık atmam bir oldu. “Allah kahretsin. Kimseye güvenemeyecek miyim ben? Bir tek ben miyim bu dava için mücadele eden.” Devrilen sehpanın onun sesi ile yerinde tir tir titrediğine adım kadar emindim. Yumruğunu sıkıyordu ve bütün bedeninden öfke yağıyordu. “Notu oku hemen.” Diye bağırdığında, yeniden sıçramama engel olamamıştım “Ammar. Çok öz-“ Özrümü keskin bir bıçak gibi kesti bağırması. “Aişe sana notu oku dedim.” Başımı sallayıp hızla okumaya başladığımda kelimeler dolan gözlerim ile puslu görünüyordu. Onun bana kızan sesinin arasındaki öfke o kadar diriydi ki, acı bir tokat yemiş kadar canım acıyordu. “Sayın Naomi Levy, bir suçluya yardım etmeniz, babanız Joseph Levy için hiç şüphesiz büyük bir utanç kaynağı olurdu. Bütün bu olanlara rağmen geri dönmeyi istemeniz halinde size hiçbir yaptırım uygulanmayacağını bilmenizi isterim. İşbirliğinize daima hazırız. Aksi durumda sevgili anneniz için güzel günlerin yaklaşmayacağını size üzülerek bildirmek isteriz. Kutunun sizin ellerinizde açılacağına sonsuz bir eminlik duyuyoruz. Suçlunun size duyduğu zaaf en büyük silahımızdır… “ Annem… Bir şeylerin kırık sesi kulağıma doluşuyordu. “Bu mesaj senin için değil. Bu yazılar benim için, bizzat benim duyacağımdan emin olarak yazılmış yazılar. Şimdi anlıyor musun neden gitmek zorunda olduğunu?” Kızgın fısıltısı bir anda yeniden yüksek bir bağırtıya döndü. “Sen benim en büyük zaafımsın. Sen onlara karşı benim tek yumuşak karnımsın. İki seçenekte de seni onlara vermek zorunda kalacağımı bana ispat etmek için yazılmış bir mektup bu…” Ellerim ayağıma karışıyordu ve dediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. “Senin zaafım olmadığını göstermem için seni onlara teslim etmemi istiyorlar, eğer zaafım olduğunu kabul edersem yine teslim etmek zorunda kalacağım. Çünkü benden önce ilk sana saldıracaklar. Senin değerlerine dokundukları an gitmek istediğini biliyorlar. Annen ise elinde kalmış son şey. Sen benim köşeye sıkışmamın tek nedenisin. Allah kahretsin…” Ağaçları devrilmeye başlayan bir ormanın içerisindeydim. Karanlıktı ve etrafı kaplayan sisli bir duman vardı. Her şey tek tek yıkılırken ben ne kaçıyordum ne de korkuyordum. Hissizdim… Yıkıntıların beni vurduğu yerde ilk önce duygularımı kaybetmiştim. Öyle ki, ağlamak için çığlıklar atan küçük Naomi’ nin sesini bile bastırmıştı bu halim. Ne renkler vardı, ne de kokular… Yapayalnız ölümü dileyecek kadar yeniden yalnızdım.  * * * * * * * Selamun Aleykum. Selam Ve Dua ile... 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD