Hiç hevesle başladığınız işe, bir zaman sonra ‘ben şu an ne yapıyorum ya?” dediğiniz oldu mu? Bence herkesin mutlaka böyle bir anısı vardır.
Çünkü sıkıca sarıldığım çantam ile mahallenin girişinde öylece dururken tam olarak düşüncelerim bu yöndeydi. Uzun süredir bekliyor olacağım ki kahvehaneden bir dayı kafasını uzatıp bağırdı.
“Hayırdır hanım kızım? Birine mi bakmıştın?”
Ne diyeceğimi bilemeyerek birkaç saniye bakakaldığımda amca yanındaki servis yapan diğer amcayı dürttü. “Şu kıza yazıktır, içeriye buyur.” dediğinde başımı iki yana salladım.
“Yok…hayır. Teşekkür ederim ama aslında ben birine, daha doğrusu birilerine bakıyordum.” dediğimde amca gözlerini kıstı.
“Kime?”
“Alperen.” dedim aklıma gelen ilk ismi söyleyerek. Ama yüzümü buruşturdum. Aynen kesin Alperen deyince tanırlar zaten! Ne soyisim biliyordum ne başka bir şey.
Ama benim beklediğim gibi olmadı. Amcanın alnı daha çok buruştu. Buruştu da buruştu. Alnı dağ olsa tırmanırdım. İkimizin arasında geçen boş bakışlar sonrasında heyecanla bir cevap beklerken derin bir nefes aldı ve “Tanımıyorum.” dedi.
Evet. Kandırıldık.
Zalim. Nasıl da biliyormuş gibi davranmıştı ama!
“Hm.” dedim. “Kimin oğludur? Sen bana onu söyle?”
Amca, Allah aşkına ben bile isimlerini daha dün yeni hatırladım sence bunu hatırlayabilme gibi bir şansım var mı?!
“Bilmiyorum.”
“Dur dur dur..Abi ‘o’ Alperen’den bahsediyor olmasın?” dedi çay servisi yapan büyük ihtimalle lise çağlarında olan çocuk. Hemen ilgiyle ona döndüm.
‘O’ derken ki iması da neydi öyle?
Amca düşünceli bir şekilde baktı. “Hele sen bir tarif et bakayım.”
Tabii amca. Muhtemelen 1.30 boylarında falandı ben bıraktığımda!
“Uzun boylu.”
“Kesin o!” dedi hem çocuk hem amca.
“Kibar.”
“Değil değil.”
“Açık kahverengi gözleri var. Güneşte bal sarısı gibi oluyor.”
“O!”
“Çokta anlayışlı biri.”
“O değilmiş.”
“Tam burasında bir ben var.” diyerek gözümün altını işaret ettim.
“Kesinlikle o!”
“Bir de herkese ve her şeye uyum sağlar. Oldukça sakin biri.”
“Yok o değil o zaman…”
“Puştun teki.” dedim dik dik gözlerine bakarak. “Tamam Alperen abi işte!” dedi çaycı çocuk. Bu saçma diyaloğun ardından aramızda bir sessizlik oluştu.
Çocuk ne dediğini fark ettiğinde zoraki bir gülümseme verdi ve amcaya dönüp “Ben tüyüyorum abi. Sakın Alperen abime bugünle ilgili bir şey söyleme.” diyerek kaçmaya çalışınca “Dur!” dedim panikle.
“Durdum.”
“Aynı Alperen’den mi bahsediyoruz?”
“Valla abla karakter özelliğinden tam emin olamamakla birlikte..sanırım.” deyince gözlerimi kıstım. “Bir saniye.” diyerek çantamdaki fotoğrafı çıkarıp masaya koyduğumda amca da duraksadı.
“Sen Güneş’sin…” dedi bir anda gözleri parlarken. Sevinçle “Beni tanıdın mı?!” diye heyecanla sordum.
“Tanımaz olur muyum? Senin haylazlığın yüzünden tavuklarım kaçmıştı!” diyerek sonlara doğru sesini yükseltince dudaklarımı birbirine bastırdım.
Aman ne olmuş sanki!
“Bu Alperen abi mi?” dedi çocuk merakla fotoğrafı eline alırken. Diğerlerine bakmaya başladı. “Aslında diğerlerine de bakıyorum. Neredeler? Üniversiteye gittiler mi? Ne okuyorlar? Alperen ben pilot olacağım deyip duruyordu, hayalini gerçekleştirdi mi? Rüya’da kuaför olacağım, size tırnak yapacağım diyordu sonra..sonra,”
Amca sözümü kesti. “Dur kız. Önceki dediğini unutuyorum. Yaşlıyım ben yaşlı. Anlayış biraz.” deyince başımı salladım.
“Bu Burcu mu..” dedi çocuk hayranlıkla. Gösterdiği kıza bakınca “Evet.” dedim. “Zalimin kızı, küçükkende çok güzelmiş.” dediğinde amca, çocuğun ensesine vurdu.
“Serkan dövdürtme kendini bak.”
“Abi bir şey demedim ya.”
Boğazımı temizleyip dikkatleri üzerime çekmeye çalıştım. “Ee? Bana nerede olduğunu söyleyecek misiniz?”
Adının Serkan olduğunu öğrendiğim çocuk ile kısa bir süreliğine bakıştılar. “Güneş. Kızım. Sanırım sen kendine güzel bir hayat kurmuşsun. Kurtulmuşsun buradan. Ama sen gittikten sonra burada çok şey değişti. Eski arkadaşlarını bulmak için geldiysen onlar eskisi gibi..nasıl desem? Eskisi gibi pek sevecen değiller.”
Kaşlarımı çattım. “Nasıl yani?”
Serkan, “Yani Alperen abi senin anlattığın gibi pek sıcakkanlı, anlayışlı, sabırlı birisi falan değil. Yani sen öyle anlatınca, başka birisinden bahsettiğini düşündüm.”
Elimdeki fotoğrafa bakakaldım. “Aslında onları görmek istiyordum.” diye mırıldandım. “Eskisi gibi olamayız tabii ki. Böyle bir şey bekliyor değilim ama ne bileyim…Eski günleri yad etmek güzel olabilirdi.”
Amca anlayışlı bir şekilde baktı bana. “Senden bir abi tavsiyesi Güneş, bu mahalleye nasıl geldiysen öyle çık. Onlarla tanışmak istemezsin.”
Niye onlardan bir canavarmış gibi bahsedip duruyorlardı?
“Ben gittikten sonra ne oldu ki?” dediğimde amca sessiz kaldı. Serkan’a bakınca omzunu silkti. “Beş yaşındaydım ben abla, tek Burcu’mu hatırlıyorum.”
“Ne hatırlıyorsun bebe?” dedi amca bir anda keyiflenerek. “Beni dövdüğünü, patakladığını, ağlattığını..of. Olsun ben buna da razıyım.”
İstemsizce güldüm. Fotoğrafı tekrar çantama atarken boğazımı temizledim. “Teşekkür ederim ama ben kendim görmeyi tercih ediyorum. Onların bir adresini söyleyebilir misiniz?”
Serkan, “Abla adrese gerek yok. Bu yokuşun en aşağısına inince sola dön. Orada çıkmaz bir sokak var. Duvarın altında çit gibi bir şey var, oradan geçince onların inine giriyorsun.”
İçimden tekrarladım. Unutmazdım herhalde. “Teşekkürler.” dedim gülümseyerek ve Serkan’ın saçlarını karıştırıp kahvehaneden çıktım. Amcanın, Serkan’a söylendiğini duysam da Serkan, “Gidip kendi görsün. Yoksa hep aklına kalacak.” demişti.
Haklıydı.
Serkan’ın tarif ettiği yerleri geçerken etrafıma bakınıyordum. Çok bir şey hatırladığım söylenemezdi ama anımsıyordum. Bir parkın yanından gözlerimin önüne gelen anılarla gülümsedim.
~
“Alperen daha hızlı salla beni!”
“Düşeceksin.”
“Düşmem.”
“Ne inatçısın sen.”
~
Çıkmaz sokağa girdim. Gördüğüm teli açıp içinden geçtim. Burası sanki farklı bir dünyaydı. Tüm mahallenin cıvıltısı uçuş gitmişti sanki. Karamsarlık çökmüştü.
Üç katlı büyük bir evdi. Dış cehpesi dökülüyordu. Çimler uzamıştı, uzun zamandır temizlenmemiş gibi duruyordu.
Evin ön tarafına geldim. Önünde bir veranda vardı. Boş salıncak rüzgarda sallanırken cızırtı çıkarıyordu. Kendimi korku filmindeymiş gibi hissederken derin bir nefes aldım.
Buraya kadar gelmiştim. Yapabilirdim.
Büyük kapının tokmağını üç kere vurdum. “Kimse yok mu?” diye bağırdım ama sadece sessizlik aldım.
Kapının kenarındaki camları gördüğümde eğilip içeriyi görmeye çalıştım ama cam o kadar pisti ki hiçbir şey göremiyordum.
“Anne gel bunları gör.” diye homurdandım.
“Hey! Kimse var mı?” tekrardan cama vurdum.
Oflayarak ne yapacağımı düşünmeye başladım. Rüzgar tekrar estiğinde kapının üstündeki çıngaraklar oynamaya, ses çıkarmaya başlamıştı.
‘Sonra gelirim.’ diye düşünürek merdivenlerden indiğim sırada içeriden gelen ayak sesi ile gözlerimi kıstım ve omzumun üzerinden eve baktım.
“Hey!” diye bağırdım bir ayağımı yere vurarak. “Evde olduğunu biliyorum! Neden açmıyorsun??”
Sinirle yerden küçük bir taş aldım. Gözüme bir cam kestirmeye çalışırken tek gözümü kapattım ve elimi ileri uzattım.
Tam on iki!
Taş, camda yüksek bir ses bırakarak yere düştü.
Size hiç değişmedim demiştim.
“Sen çıkana kadar gitmeyeceğim.” diye homurdandım ve merdivene oturdum. “Sanki yiyeceğim sizi! Sadece konuşmak istiyordum.”
Ayaklarımı yere vurmaya başladım. Sinirlendiğimde yapardım genelde.
“Alp!”
“Bana o isimle seslenme.”
Kalın, oldukça sakin, kendinden emin olarak duyduğum ses ile ayaklarım titremeyi bıraktı. Duraksadım. Tam karşımda, o duruyordu.
Alperen. O olmalıydı.
Uzun boylu, kumral saçlı, açık kahve gözleri nerede olsam tanırdım.
“Alp.” dedim tekrardan gülümseyip ayağa kalkarak. “O isimle seslenme demiştim.” dediğinde omuz silktim ve ona doğru yürüdüm.
Karşı karşıya geldiğimizde boyunun muhtemelen 1.85 civarında olduğunu söyleyebilirdim. Omzuna geliyordum. Başımı kaldırmak zorundaydım.
“Neden? İsmin Alp değil mi?”
“Böyle olmadığını sende çok iyi biliyorsun.”
Sende mi?
Tanımış mıydı beni?
“Tanıdın mı beni?”
“Mahallede haberler hızlı yayılır.” dedi duygusuz bir sesle. “Neden geldin bilmiyorum ama geri dön. Burada sana yer yok.” diyerek yanımdan geçerken kolundan tuttum.
Umursamaz bir ifade ile “Diğerleri nerede? Onları da görmek istiyorum.”
Alperen’in gözleri kısıldı. “Ne dediğimi duymadın galiba?”
“Yo.” dedim rahat bir tavırla. “Çok iyi duydum. Ama bil bakalım neremde değil?” bakışları sinirli bir hal alırken güldüm. “Umurumda değil yahu! Sen ne anlamıştın?”
Başını iki yana salladı. “Seni bir daha bu mahallede görmeyeyim.”
Sanki mahalle onun!
“İçerideki kim? Ne kadar seslenirsem sesleneyim dışarı çıkmadı.”
Onu takmadığımı fark ettiğinde yorgunca üfledi. “Yabancılardan hoşlanmıyordur belki? Ne dersin?” dedi alayla.
“Ben yabancı mıyım?” diyerek haylaz haylaz güldüm. Donuk suratı bir saniye bile değişmedi. “Evet?” dedi sadece.
Ona yorgunca bakıp laf anlatmaya devam edecektim ki camdaki silüet dikkatimi çekti. Pembe saçlı bir kız, merakla bana bakarken onu fark ettiğimi anlayınca perdeyi hızlıca çekti.
“Aa! Rüya!” diye sevinçle bağırdım ve Alperen’i geride bırakıp eve girdim. Alperen arkamdan bir küfür mırıldanıp gelirken ben ise gördüğüm görüntü ile duraksamıştım.
Vay anasını!