"Hesap Sırası."

1222 Words
Sokak lambalarının sarı, hastalıklı ışığı altında yürürken elimdeki kitabı çantama öyle bir sıkıştırdım ki, sanki ondan kurtulmak ister gibiydim. Ama Stefan Zweig’ın Satranç’ı, sırtımda taşıdığım bir tuğla kadar ağır geliyordu şimdi. Yıldıray’ın ofisinden bizimkilerin karargâh olarak kullandığı eve yürüme mesafesi on beş dakikaydı. Ama bu on beş dakika, benim için bir ömür gibi geçti. Her adımda zihnimde aynı kelimeler dönüyordu: “Onların sadece bir piyonuydum.” Sahi, Yıldıray'dan neden bu kadar nefret ediyorlardı? Özellikle Alperen ve Yıldıray kan kardeşiyken. Biraz sonra bu mahallede kıyamet kopacaktı! Evin önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Ciğerlerime dolan hava soğuktu ama içimdeki yangını söndürmeye yetmiyordu. Yıldıray’ın o son bakışı… “Sana yardım etmek için burada olacağım.” Beni manipüle ediyordu. Ya da ben öyle umuyordum. Anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. İçeriden gelen gürültü bir anda kesildi. Salona girdiğimde hepsi oradaydı. Alperen pencerenin önünde volta atıyor, Rüya tırnaklarını yiyor, Enes koltuğun kenarına tünemiş, Burcu ve Yavuz ise fısıldaşıyordu. Beni gördükleri an zaman durdu. “Güneş!” diye atıldı Rüya, yerinden fırlayarak. Koşup boynuma sarıldı. “Çok korktuk! Telefonlarına neden bakmıyorsun?!” Gerçekten endişelenmiş gibilerdi. Acaba ben mi fazla kafada kuruyordum? Biraz olsun utanma hissettim. Onlardan şüphe ettiğim için. Alperen hızla yanıma geldi, omuzlarımı tuttu. Gözlerinde, daha önce hiç fark etmediğim bir analiz yeteneğiyle beni tarıyordu. “Bir şey yaptı mı? Konuştu mu? Sana zarar verdi mi?” Omuzlarımı silkip Alperen’in ellerinden kurtuldum. Rüya’yı da hafifçe ittim. “Bırakın beni,” dedim, sesim beklediğimden daha soğuk çıktı. Yine de hesap sormadan içim rahat etmezdi bir kere! Salona bir sessizlik çöktü. Enes, “Güneş, iyi misin? Rengin atmış,” diye mırıldandı. Çantamı koltuğun üzerine fırlattım. İçindeki Satranç kitabı tok bir sesle koltuğa düştü ama kimse fark etmedi. Ortada durdum ve hepsine tek tek baktım. “Söylesenize, ne zaman Yıldıray'ın bir zamanlar sizin grubunuza dahil olduğunu söyleyecektiniz?" dediğimde hepsi, gözle görülür bir şekilde gerildi. Alperen’in yüzündeki renk çekildi. Yavuz başını öne eğdi. Burcu sadece derin bir nefes aldı. Rüya ise dudaklarını birbirine bastırdı. “Söylemiş,” dedi Alperen, sesi mekanik bir tıslama gibiydi. “Kafanı karıştırmak için hemen o kartı oynamış.” “Oynamak mı?” Üzerine yürüdüm. “Siz bana adamın sadece düşmanınız olduğunu söylediniz Alperen! ‘Onunla bir hesabımız var’ dediniz ama Yıldıray'ın eskiden sizden biri olduğunu sakladınız! Neden? Ben bir şeyleri sorgularım diye mi? Seninle kan kardeşiymiş! Parmağındaki izi gördüm!” “O eskidendi!” diye bağırdı Alperen, ilk defa kontrolünü kaybederek. “Çocukluktu! O zamanlar kim olduğunu bilmiyordum. Sonra değişti, bize ihanet etti, bizi sattı! O yara izi bir kardeşlik simgesi değil, benim en büyük hatamın damgası!” Herkes farklı bir şey söylüyordu. Kafayı yiyecektim. “Peki ben?” diye bağırdım ben de. “Ben sizin neyinizim? Arkadaş değil miyiz? Ben böyle bir şeyi nasıl saklarsınız? Ama hata bende...hala sizi arkadaş gibi görüyorum." diyerek eşyalarımı toparlarken Alperen kolumdan tuttu. "Gidemezsin." "Giderim." dedim dik kafalılık ile. "Gidemezsin!" Hayatın cilvesine bakın siz... Daha birkaç hafta önce beni kapıya koymak için ellerinden geleni yapıyorlardı, şimdi ise bırakmamak için. "Giderim!" "Yeter!" diye bağırarak araya girdi Burcu. "İkinizde susun. Sende anlat bakalım...o yılan dilli Yıldıray başka hangi sözleriyle zehirledi seni?" Harika. Bu sefer yine suçlu ben olmuştum! Rüya bir adım öne çıktı.. “Güneş, dinle. Eğer sana her şeyi anlatsaydık, oraya gittiğinde doğal olamazdın. Yıldıray insan sarrafıdır. Eğer gözlerinde en ufak bir bilgi kırıntısı, en ufak bir tedirginlik görseydi anlardı. Senin oraya saf bir merakla, saf bir kırgınlıkla gitmen gerekiyordu. Bilmemen, senin en büyük silahındı.” Bilmiyorlardı ama Yıldıray çoktan anlamıştı. “Yani beni kandırdınız. Daha inandırıcı rol yapayım diye, beni kandırdınız.” “Seni koruduk!” dedi Burcu. “Neyse ne. Anlayabilirdi, sizin bu aptalca 'seni koruduk' zırvalarınızdan dolayı planı anlayabilirdi. Patlayabilirdim!" “Ama anlamadı,” dedi Alperen, sesi tekrar buz gibi bir tona bürünerek. Gözlerini kıstı. “Peki, sonuç ne? Ne oldu? Anladı mı?” İşte o an. Kırılma noktası. Yıldıray’ın sözleri zihnimde yankılandı: “Sence Alperen, benim bu planı anlamayacağımı düşünecek kadar beni tanımıyor mu?” Eğer şimdi onlara “Evet, anladı, planınız suya düştü” dersem, beni bu oyundan çekerlerdi. Belki de gruptan uzaklaştırırlardı. Ve ben, kimin doğruyu söylediğini asla öğrenemezdim. Yıldıray haklı mıydı, yoksa sadece zihnimi bulandıran bir şeytan mıydı? Bunu öğrenmenin tek yolu, oyunun içinde kalmaktı. Yıldıray’ın bana verdiği gücü hissettim. O sırrı saklamanın verdiği tehlikeli gücü. Derin bir nefes aldım. “Hayır,” dedim yalan söyleyerek. Gözlerimi Alperen’in gözlerine diktim. “Anlamadı.” Odada toplu bir nefes verme sesi duyuldu. “Gerçekten mi?” diye sordu Enes heyecanla. “Evet,” diye devam ettim, senaryoyu kafamda yazarak. “Bana inandı. Hatta… bana acıdı. Sizin ne kadar kötü arkadaşlar olduğundan bahsetti. Kahve içtik, dertleştik. O da yalnızmış, anlaşılmadığını düşünüyormuş falan filan… Klasik manipülasyon taktikleri denedi ama yemedim tabii. Sadece… yemiş gibi yaptım.” Rüya’nın gözleri parladı. “Harika! İşte benim kızım! Gördünüz mü? Size Güneş bu işi kıvırır demiştim!” “Bana bir kitap verdi,” dedim, çantayı işaret etmeden. “Tekrar gelmemi istedi. Kapısının her zaman açık olduğunu söyledi.” Alperen’in yüzünde memnuniyetsiz ama tatmin olmuş bir ifade belirdi. “Güzel. Kancayı yutmuş. Şimdi ipi yavaş yavaş çekeceğiz.” “Ben…” Elimi alnıma götürdüm. Başım gerçekten dönüyordu. Bu kadar yalan, bu kadar gerilim bünyeme fazlaydı. “Benim eve gitmem lazım. Çok yorgunum. Midem bulanıyor.” dedim. Kendi evime gitmek istiyordum. Haftalardır uğramadığım evime. "Evindesin zaten." dedi Alperen. Normalde deli gibi sevinmem gerekiyordu ama hayır. Sevinemiyordum. "Yok, kendi evime gideceğim. Biraz düşünmem lazım." "Düşünecek bir şey yok." dedi Burcu sert sesiyle. "Burcu!" diye uyardı Alperen, ikaz edercesine. Burcu yine buzlar kraliçesi olma özelliğini konuşturarak omzunu silkti. “Seni bırakalım,” dedi Yavuz, uzun bir aradan sonra konuşup hemen anahtarlarına uzanarak. “Hayır!” dedim sertçe. Sonra yumuşatmaya çalıştım. “Hayır, lütfen. Yalnız kalmak istiyorum. Yürüyerek gideceğim. Hava çarpsın yüzüme. Biraz… düşünmeye ihtiyacım var.” “Ama Güneş…” “Alperen, lütfen,” dedim ona dönerek. “Bana yalan söylediniz, hemde ben biraz olsun size yaklaştığımı düşünürken. Şu an hiçbirinizin yüzünü görmek istemiyorum. Sadece uyumak istiyorum.” Alperen duraksadı, sonra başını salladı. “Tamam. Haklısın. Git dinlen. Yarın… yarın her şeyi telafi edeceğiz.” Çantamı aldım. İçindeki kitabın ağırlığı artık bana yük değil, bir kalkan gibi geliyordu. Arkamı döndüm ve kapıya yöneldim. “İyi geceler,” dedim ortaya, kimsenin yüzüne bakmadan. Evden çıktığımda gece iyice çökmüştü. Soğuk hava yüzümü tokatladı ama bu iyi geldi. Adımlarımı hızlandırdım. Bir an önce kendi güvenli alanıma, evime gitmek, yorganın altına girip bu kabusu unutmak istiyordum. Hem belki ev rkadaşım ile dertleşebilirdim. Gerçi ona ne anlatacaktım ki? Hey ben haftalardır kayıbım çünkü eski çocukluk arkadaşlarımı bulmaya çalışırken bir çete olduklarını öğrendim. Bunu mu?! Artı olarak, beni kullanmış olabilme potansiyelleri de var. Polise falan şikayet ederdi, herhalde. Köşeyi dönmek üzereydim ki elimi cebime attım. Boştu. Diğer cebimi yokladım. Ceketimi, pantolonumu… Yok. Telefonum yoktu. “Kahretsin,” diye mırıldandım. Çantamı karıştırdım ama orada da yoktu. O sırada aklıma geldi. Eve girdiğimde, o sinirle koltuğa fırlattığımda… Telefon ceketimin cebinden kayıp koltuğun arasına düşmüş olmalıydı. Geri dönmek istemiyordum. Onları bir daha görmek istemiyordum. Ama telefonsuz yapamazdım. Telefon benim her şeyimdi. Hadi ama, kimin değildi ki? Ayrıca müzik dinlemeden yol çekmek istemiyordum. Oflayarak geri döndüm. Mahallenin sessizliğine alışmıştım ama yine de ürperdim. Kapının önüne geldiğimde elimi zile uzatacaktım ki, içeriden gelen sesleri duydum. Kapıyı tam kapatmamışlardı. Ya da kilit dili yerine oturmamıştı. Aralık kapıdan sızan ışık, koridoru aydınlatıyordu. Elim havada asılı kaldı. “...çok riskliydi Burcu, farkındasın değil mi?” Bu Alperen’in sesiydi. Gergin, öfkeli.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD