3.Bölüm

1992 Words
BURÇAK “Kocasını bir inat uğruna tehdit etme gafletinde bulunan Burçak Soysal, Dinçer Soysal’ın geçirdiği cinnet sonucu oldukça genç bir yaşta, hayatının baharında canından oldu.” Gazete başlıklarını şimdiden görebiliyordum. Dinçer elindeki son lokmasını çalmışım gibi öfkeyle bana bakarken, daha iç açıcı başlıklar düşünmem mümkün değildi. Aldığı derin nefesler sanki yetmiyormuş gibi uzun soluklu bir nefes daha aldı. Sindirmeye, hazmetmeye çalıştığının birazcık farkında olabilirim fakat benim çok yakından tanıdığım kocam ne kadar sindirmeye çalışırsa çalışsın başaralı olamazdı. Psikolojisi gibi sindirim sistemi de bozuktu bence. Bana diktiği gözleri sanki ruhumu emiyor ve beni güçsüz bırakıyordu. Bu adam da enerji tüketmek gibi bir yetenek vardı. “Burçak!” İşte başlıyorduk. Derin bir nefes aldım ve kendimi kocamdan gelecek ataklara karşı hazırladım. Bu kez alttan almaya niyetim yoktu. Sabah elimin içinde iki çizgi haline gelen o çubuk hâlâ kâbus gibi beynimin içinde dönüyordu. Lanet olsun hamilelik testlerine. Evet.. evet… Şu an bu aptal durumda olmamın sebebi sadece bir çubuktu. Hem de çift çizgili bir çubuk! Kocam bana saydırmaya hazırlanırken, ben de sabah saatlerinde yaşadığım krizi yeniden hatırladım. Dinçer Soysal beni iyi dinle be adam, bütün suçlu o çubuk! *** Sabah kavga, gürültü, patırdı eşliğinde kocamı işe yollayıp, ardından soluğu annemin evinde aldım. Ondan akıl almaya ihtiyacım vardı. Dinçer’i kendime yeniden âşık etmem gerekiyordu. Dinçer’in eski tatlı hallerine dönmesini ancak böyle sağlayabilirdim ve nedense bu beni birazcık da olsa heyecanlandırıyordu. Elimdeki kahvelerle oturma odasına yöneldim ve annemin kahvesini uzattıktan sonra hemen yanındaki boşluğa kuruldum. Annem beni çok iyi tanıdığı için hemen konuya girdi. “Karın ağrın nedir?” Aslında karnım ağrımıyordu ama annemi terslemek işime gelmediği için kahvemden bir yudum alıp yüzüne baktım. “Dinçer!” Evet, benim karnımı ağrıtan tek kişi Dinçer’di. Sadece karnımı ağrıtmakla kalmıyor tüm sistemimi bertaraf ediyordu. Vücudumun orkestra şefi tiroitlerim değil de Dinçer’di sanki. Sinir sistemim, iç organlarım ve sindirim sistemim de dahil olmak üzere her bir parçam Dinçer’in önderliğinde hareket ediyordu. Hain tiroitler. “Ne olmuş Dinçer’e?” diye sordu annem telaşlı bir şekilde. Dinçer hayatıma dâhil olduğundan beri ailemde ikinci plana atıldım. Erkek kardeşimle, kız kardeşimi de sayarsak listenin sonlarını zorladığım bir gerçekti. Hayatım dışarıdan bakanlara göre yükselmiş görünüyordu ama asıl gerçek bu değildi. Kümeye düştüm. Tamamen! Hem de gönüllü olarak. Sonuçta kocamın evlenme teklifine haddinden fazla bir heyecanla “Evet, evet, evet!” diye atılan bendim. “Akılsız kalbin cezasını mutsuz bir hayat çeker.” Neyse! Düşüncelerimden sıyrılarak derin bir nefes aldım. “Dinçer öküz gibi sağlam, bir şeyi yok. Sorun şu ki, o öküzü minik bir kedi gibi evcilleştirmek istiyorum. Başını okşadığımda benden uzaklaşacağına göğsüme sinse fena olmaz. Minik bir kedi, bir öküzden daha hayırlıdır değil mi?” “Sen kocan hakkında nasıl konuşuyorsun?” Anneme gözlerimi devirmekle yetindim. Koca benim değil miydi, istediğim gibi konuşurdum. “Konumuz bu değil. Eskisi gibi değiliz, sürekli kavga edecek bir şey buluyoruz. Mesela kravatlar, onlar kesinlikle büyük bir sorun. Sonra işime son vermesini hâlâ affedebilmiş değilim. Beni gözü yükseklerde olmakla suçladı. Benim derdim oyunculuk falan değildi, sen biliyorsun. Ben sadece zor anında ona yardım etmek istemiştim.” İki ay öncesini hatırlayarak derin bir iç çektim. İki ay öncesine kadar her şey harika gidiyordu. Baş belası diziye ve Haluk’un teklifine kadar! Beni, Dinçer’in zor durumda olduğuna öylesine inandırdı ki, gerçek anlamda bir işe yarayacağımdan dolayı çok mutlu oldum. Kocanızın zengin olması sizi yükseltmiyor aksine eziyordu. Evliliğimizin ilk on ayı asistanı olarak çalışmaya, arada sırada ofisinde karısı olmaya devam ettiğim heyecanlı günlerdi. Fakat dışarıdan bakanlar için siz bir hiçtiniz. Tuvalet koridorlarının bir numaralı dedikodusu daima bendim. Ben ve Kocam… Hakkımızda gerçek olmayan bir çok hikaye vardı. Beni en çok dehşete düşürense Dinçer’i taciz edip kayda aldığım ve onu benimle evlenmeye zorladığım masalıydı. Asistanıyken Dinçer’in gözlerine on saniyeden fazla bakamayan ben, nasıl olur da onu tehdit edebilirdim ki? Mantığınız alıyor muydu Allah aşkına? Konumuza dönecek olursak Haluk’a evet demiştim ve Dinçer’e yardımcı olabileceğimden dolayı çok mutlu olmuştum. Kocam da Haluk’un teklifini kabul edince, ertesi gün çekimlere başlamıştık. Daha doğrusu başlayamamıştık çünkü çekimler başladıktan on dakika sonra, çekim yaptığımız kafede kocamın “Yeter,” diye kükreyen sesi ortalığı inletmişti. Beni kolumdan tuttuğu gibi eve sürüklemiş ve ertesi günü artık çalışamayacağımı duyurmuştu. Yüzüme karşı açıkça beni kovduğunu söylemişti. Ve o gün bugündür kavgalarımız durulmak bilmiyordu. “Ben mutlu olduğumuz zamanları özledim. Sence ne yapmam gerekiyor?” Anneme yalan söylediğim için huzursuzdum. Zira derdim mutlu olmaktan ziyade kocama bir ders vermekti. Annem bunu bilseydi, kesinlikle benimle iş birliği yapmazdı. “Bence sizin artık bir çocuğa sahip olmanızın zamanı geldi.” “Çocuk mu?” “Evet tatlım çocuk. Bebek yani hani kadınların karnından çıkan minik yaratıklar.” “Çocuğun ne olduğunu biliyorum anne!” diye oflayarak söylendim. “Sadece biz bu kadar huzursuzken çocuk yapmak pek akıl kârı değil” “Bir bebek her şeyi düzeltir.” “Allah aşkına anne, doğsa bile konuşamayacak bir bebek nasıl her şeyi düzeltebiliyor?” “Size evli olduğunuzu hatırlatacak. Hem benim torun sevme zamanım geldi.” Ben evli olduğumu her zaman hatırlıyordum zaten. Dinçer’le aynı yatağa girmek evli olduğumuzu her gece vurguluyordu bana. Bir dakika! Bebek mi? Bebek demişken… “Benim günüm gecikti,” dedim dehşetle. Gözlerim hissettiğim dehşetten dolayı yuvalarından çıkacak gibi hissediyordum. Aceleci tavırlarla telefonu elime aldım ve takvime girdim. Hızlıca bir hesapla not aldığım günün üstünden kırk beş gün geçmişti. “Ah, hayatım hamile misin yoksa?” Annemin heyecanlı ses tonuyla çığlık atma isteğimi bastırdım. Çantamı koluma alıp telaşla ayağa kalktım. “Ben hemen geleceğim.” *** Annem abartılı bir heyecanla, ben ise birazdan ölüm fermanım açıklanacakmış gibi tuhaf bir hisle önümüzdeki teste bakıyorduk. “Oh bir şey yokmuş,” dediğim sırada annem itiraz etti. “Bak… bak… İkinci çizgi beliriyor.” “Hayır,” dedim koca bir dehşetle belirmeye başlayan pembeliğe bakarak. “Bu olamaz.” “Ne güzel işte,” diyerek ellerini çırptı annem. “Evli, mutlu, çocuklu…” “Anne o dediğin bizden olmaz. Unut bunu!” Dehşet ve hayretler içinde yeniden başımı eğerek teste baktım, çizgi tamamen kırmızıya dönmüştü. Dinçer baba olabilecek kapasiteye sahip değildi ki. Hele ben! Ben bebek bakmaktan ne anlardım ki? Annem elini olmayan göbeğimin üstüne koydu ve okşadı. Aman Allah’ım! Daha şimdiden anneannelik sevdasına başladı. “Bence her şey çok güzel olacak.” “Güzel falan olmayacak. Karnım şişmeye başladığında etrafı oyuncularla çevrili olan kocam beni başından atacak. O kim bilir kimlerle kokteyl, yemek, parti gezerken ben evde çocuk bezi değiştireceğim. Ben daha yirmi altı yaşındayım. Bu hamilelik benim katil olmamla sonuçlanır ve çocuğu cezaevinde doğurmak zorunda kalırım. Cezaevlerini bilirsin. Orada doğan bir çocuğun sağlıklı bir yetişkin olması imkânsız… Hem okula gidemezse bu ülkede iş falan bulamaz. Kimse dönüp yüzüne bakmaz. Hayır, hayır. Kocamı mezara, kendimi hapishaneye, çocuğumu bilinmez bir geleceğe göndermeye niyetim yok.” “Burçak! Burçak!” Annemin sesiyle hızlıca ona döndüm. “Efendim?” “Sus artık! Doğmamış çocuğu hapishaneye, okulsuz bir hayata, yetmedi bilinmez geleceğe gönderdin. Bir nefes al yavrucum!” “Ama anne!” diye itiraz etmeme fırsat vermeden beni banyodan sürüklemeye başladı. “Şimdi git ve kocana bu harika haberi ver.” Çantamı kucağıma doğru fırlatıp beni kapı dışarı etti. *** Hiçbir zaman anne sözü dinleyen bir çocuk olmadım. Annemin fikirleri aklıma yatmadığı sürece daima itiraz ederdim. Annemin söylediklerinin aksine bir kafede oturmuş, kahvemi içiyor, bir yandan da kara kara düşünüyordum. Minicik plastik bir çubuk beş dakika içinde hayatımı karartmıştı. Dinçer’e sabah söyledikleri yüzünden hâlâ kızgınken, ona bu haberi verecek değildim. Buna hazır değildim. Ne anne olmaya, ne aldatılmaya, ne de cezaevine girmeye… Dinçer bu konuda bana güven vermiyordu. Beni her an aldatabilir ya da boşanmaya evet diyebilirdi. Bir günü, diğer gününe nadiren uyardı. Ve aramız bu kadar kötüyken, nasıl olur da karşısına çıkıp, “Baba oluyorsun,” diyebilirdim ki? Aklıma bir anda Dinçer’in dün akşam Haluk’la yaptığı görüşme geldi. Ondan nasıl intikam alacağıma çoktan karar vermiştim. Haluk’u ikna etmek biraz zor olsa da sonunda başarmıştım. Onu kocamın iş yerine gönderirken, soluğu evde aldım. Kısa bir duşun ardından hazırlanarak eski şirketime doğru yola koyuldum. Arabayı şirketin otoparkına park ederken uzun binaya gözlerimi diktim. Vicdanımın sesini bastırarak, “Dinçer bunu hak ediyor,” diye fısıldadım. Evet, kesinlikle hak ediyordu. *** “Sana inanamıyorum Burçak!” Dinçer’in sesiyle şimdiki zamana döndüm. Günümü mahveden bebek haberi beni ölesiye dehşete düşürüyordu. Aramızın iyi olduğunu varsaysaydım bile bu bebeğe hazır değildim. Evlenmemize rağmen Dinçer ile aramızda hiçbir zaman bebek muhabbeti geçmemişti. Üç ay içinde yıldırım nikahıyla evlenen bir çifttin normal olmasını bekleyemezdiniz. Zaten bizim de normal olduğumuz pek söylenemezdi. Flört dönemimiz, ilk öpüşmemiz, ilk tatile çıkışımız, evlenmemiz her şeyimiz daima hızlı gelişmişti. Fırtınalı bir çift miydik yoksa ikimiz de delirmiş miydik emin değildim. Bildiğim bir şey varsa o da bu evliliğin rayından çıktığıydı. Raydan çıkmıştık ve bir türlü tekrar rayına oturtamıyorduk. Kocamın gözlerinde bazen eskisi gibi ışık görsem de çok çabuk kayboluyordu. Artık gittiği davetlere beni götürmüyor ve her şeyden soyutlamaya çalışıyordu. Bu benim için kabul edilmesi kolay bir durum değildi, anlıyor musunuz? Ben eve kapanacak, kocasını kapılarda karşılayacak, o gününü gün ederken evde kocasını bekleyebilecek bir kadın değildim. Bunu benden beklemesi hiç adil değildi. Onun, o davetlere yalnız gitmesini ve oradaki birbirinden alımlı kadınlarla baş başa kalmasına dayanamıyordum. Bu çifte standarda daha fazla tahammül etmeye niyetli değildim. Fakat karnımdaki bebek tüm planları bozuyordu. “Sen beni dinliyor musun?” Kocamın öfkeli sesi kulağımın dibinde çınladı ve şaşkınca ona baktım. “Hayır,” diye yanıtladım gerçeği dile getirerek. “Dediklerinin bir kelimesini bile duyduğumu sanmıyorum.” “Sana inanamıyorum.” “Şey, onu duymuştum.” Uzun parmaklarıyla omuzlarımı kavrayarak beni hafifçe sarstı. “Beni deli ediyorsun! Senden nefret etmem için elinden geleni yapıyorsun. Seni bu zamana kadar tanıyamadığıma şaşırıyorum. Nasıl olur da, beni olmayan bir çocukla tehdit edersin? Boşanmayı, oyuncu olmayı bu kadar çok mu istiyorsun?” Gözlerinden geçen hayal kırıklığı benim hayal dünyamın yarattığı bir karmaşa mıydı emin olamadım. “Asıl sen beni nasıl gözden çıkarabilirsin?” diye isyan ettim. “Kravatlarına bile benden daha fazla değer veriyorsun. Çalışanlarına karşı bana olduğundan daha kibarsın. Önüne gelen oyuncuya gülümsüyorsun. Onlarla boy boy resim çekilirken, ben bunları gazetelerden öğreniyorum. Eğer bana en başında aşk evliliği değil de, kariyerin için evlilik yaptığını söyleseydin bu kadar hayal kırıklığına uğramazdım. Beni kullandın! Sırf kariyerine bir puan daha kazandırmak için evlenirken, bana aşık olmuş numarası yaptın. Şimdi karşıma geçmiş beni mi suçluyorsun?” Dinçer’in elleri omuzlarımdan düştü. Şaşırmış görünüyordu, oysa asıl şaşıran bendim. Haftalardır içimde tuttuklarımı nihayet kusmayı başarmıştım. Bunları ona söylemek bana o kadar imkansız geliyordu ki günlerdir içim içimi yemişti. Oysa bir başladım mı, hepsi peş peşe dudaklarımdan firar etmişti. “O aptal beyninde bunları mı kuruyorsun sen?” dedi hiddetle. Duydunuz değil mi? Bana aptal dedi, bana… Araya girmeme fırsat vermeden devam etti. “Yetinmeyi bilmiyorsun değil mi? Sana asla sahip olamayacağın bir hayat verdim. İnsanların tepeden baktığı basit bir asistanken şimdi sen onlara tepeden bakabiliyorsun. Buna rağmen hala beyninde aslı olmayan şeyler kuruyorsun.” Her zehirli kelimesiyle biraz daha küçülüyordum sanki. Bu Dinçer’in kavgadan kaçış formülüydü. Her defasında aynı şeyi yapıyor ve beni biraz daha parçalıyordu. Aynı dörtlükleri sıralamasından bıkmıştım. Ben böyle sığ bir hayat istemiyordum ki. Ayrıca insanlar bana hâlâ tepeden bakıyor ve arkamdan konuşuyorlardı. Kocam olayları daima kendince yorumluyordu. Çünkü zekiydi, Dinçer Soysal yanlış hüküm vermez, hata yapmazdı. Kahrolası egoist! Farkında olmadan söylediği laflar çok ağırdı. Onun kaçış formülü beni tüketiyor, karşısında ezilmeme neden oluyordu. Ve ben bundan nefret ediyordum. “Bilmiyorum,” diye bağırdım çığlık çığlığa. “Yetinmeyi bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Zengin hayatının da, tepeden bakan insanların da canı cehenneme! Ben sadece bana aşık bir koca istiyorum. Bana bahşettiklerini gözüme sokmaktan vazgeç, çünkü onlar beni mutlu etmiyor anlıyor musun? Ben eskisi gibi olmak istiyorum.” “O sen her şeyi batırmadan önceydi,” dedi tuhaf, güvensiz bir bakışla. “Her şeyi batıran asıl sensin! Yeri gelmişken ben, sen değilim. Yalan falan söylemedim. Gerçekten hamileyim.” Onu şoka uğramış bir halde arkamda bırakırken kilidi açarak odadan sıvıştım. Kahretsin bebeği söylemenin sırası değildi ama bir kere ağzımdan çıkmıştı. Ne demişler, silahtan çıkan kurşunla, ağızdan çıkan söz geri alınamaz. “Burçak şimdi ayvayı yedin işte,” dedim arkamdan kükreyerek koşan kocamdan kaçarken… Bela resmen geliyorum diyordu. “Burçak dursana! Kime diyorum. Nereye kaçtığını sanıyorsun Allah aşkına?”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD