Normal Olamıyoruz
Jankat
“Annemle babam, kavga etmekle yalan söylemek arasındaki farkı bilmiyor bence!” diye odasına dalan kardeşim, içeride aşağı yukarı yürümeye başladı. Sinirinden sağ şakağındaki damarı çıkmıştı yine. Onun sağında benim solumda çıkıyordu ne zaman sinirlensek.
Gerçekten olaysız bir günümüz geçmiyordu, biri bize lanet falan okumuştu muhtemelen. Küçüklü büyüklü bir sürü olay yaşıyor, küçükleri bir şekilde örtbas ederken büyük olanlarında ailelerimiz ve okul müdürü tarafından sorgulanıp cezaya bırakılıyorduk.
Okuldaki son olayda uzaklaştırma almıştık ve hemen peşinden gecenin bir saati hiç beklemediğimiz bir olayla karşılaşmıştık. Kapımıza dayanan bir adam ve kadın, kızlarının intihar ettiğini söyleyerek evimizi neredeyse basmıştı. Onlar evdeyken bize inanır gibi yapan annemle babamın, onlar gittikten sonra yaptıkları sorgulamaysa deli danaya dönen kardeşimin bu halinin açıklamasıydı
O söylenerek odada dolaşırken ben de yatağına oturup beklemeye koyuldum ve telefonumla ilgilenmeye başladım. Aybars bu kadar sinirliyken onunla iletişim kurulamazdı, kendini kapatıyordu çünkü. Bir yandan bizim çocuklara ailelerin toplantısından ne çıktığı ile ilgili tahmin alırken, diğer yandan da olanları anlatıyordum. Konuşacak o kadar çok konu vardı ki, konferans görüşmesi yapmayı önerdiler. Ben de Aybars sakinleşince haber vereceğimi yazıp kardeşime döndüm, hala volta atıyordu:
“Beynimi döndürdün, dur artık” deyince bana döndü:
“Duramıyorum, o kadar sinirliyim ki Jan!”
“Tamam, anlıyorum ama bak bir sürü şey var başımızda. Çocuklar bizimkilerin toplantısıyla ilgili konuşmak istiyorlar. Konferans görüşmesi yapalım dediler, hadi otur da arayalım” deyince derin bir nefes alıp yanıma oturdu. Bizimkilere mesaj yazıp sonra da görüşmeyi başlattım.
“Evet sayın dinleyenler! Bir olay sonrası değerlendirme toplantısına daha hoş geldiniz!” diyerek konuşmaya yine kendine has başladı Ayaz.
“Ve zevzek spikerimiz iş başında!” diyerek her zamanki ciddiyetini sergiledi Yiğit de.
“Beyler, mevzular ciddi ve ben gerçekten hiç sakin değilim” diyen Aybars sert ve gergindi, herkes toparlandı.
“Bu intihar mevzusu nedir bro?” diye sordu Ayaz.
“Ya yemin ederim kendimi keseceğim! Kızın biri bana aşık olmuş diye kendini zehirlemeye kalkıyor, babası evi basıyor hem de bu saatte ve annemle babam da bana inanmıyor!” diye isyanı bastı.
“İnanıp inanmama mevzusu değil o oğlum, her şeyi en az beş kere sorup her seferinde aynı mimiklerle mi cevap veriyoruz yoksa halimizde yalana dair bir şey yakalarlar mı diye emin olmaya çalışıyorlar” diyen Yiğit’in cümlesini anlamak için birkaç saniye susup düşündük.
“Ama doğru” diye kendi fikrini savundu Yiğit de.
“Haklılığımızı ya da haksızlığımızı konu bile etmeden söylüyorum, bize güvenmediklerinden böyle” dedim. “Olaylar onlara fazla geliyor artık, bir de bizim müdür ne söylüyorsa onlara hemen doluyorlar”
“En büyük olayımı o müdürle yapıp kariyerimi zirvede bırakacağım ben” diyen Aybars’ın öfkesi giderek katlanıyor gibiydi.
“Onu bunu bırakın da, bizimkiler beyin fırtınası için dışarıda buluştular. Sizce ne çıkacak altından?” diye sordu Ayaz.
“Bu defa uzaklaştırma aldık, bir daha olursa da okuldan atılacağız. Atılmasak da babam dedi ki, bizi başka şehirlerde okullara gönderecekmiş bir kez daha şikâyet olursa. Ceza büyük olacak gibi geliyor” dedim.
“Babam burnundan değil başka bir yerinden soluyor okuldan geldiğimizden beri. Bir de bana vurdu ya!” diye söylendi Yiğit hırsla.
“Kafana vurdu oğlum, sen de ağzını burnunu kırmış gibi ağlanma” diyen Ayaz’a:
“Nereme vurduğu önemli değil, o kadar insanın içinde vurması önemli olan. Hala sinirliyim” diye cevap geldi Yiğit’ten. Okulda da çok kızmıştı zaten.
“Senin baban yine kafana vurup geçti ki Çınar amca zaten aksi bir adam. Ya benim babama ne demeli? Annemi bile geçti lan, nasıl sinirli nasıl nemrut oldu var ya. Yemek yiyorduk, benden bir ekmek isteyişi vardı, yüzüme tükürse daha iyiydi yani” dedi Ayaz.
“Alp amcaya da virüs bulaştı, onu da kaybettik desene” dedim gülerek.
“Sen dalga geç minnoşum, yarın ağzımıza edecekler o zaman da gülersin” diye cevap veren Ayaz’a sinirlendim.
“Sensin minnoş, sana kaç kere şu lafı söyleme dedim!”
Minnoşum diye Gülay teyze söylüyordu bana eskiden. Bir kere duydu Ayaz ve o günden sonra ne zaman gıcık etmek istese böyle seslenir oldu.
“Tamam, sulandırmayın abi” diye olaya el koydu Aybars. “Bizimkiler neye karar verdiyse yarın öğreneceğiz hepsini. Ama şu kızın intiharı hiç iyi olmadı. Şimdi bizimkiler kafalarında bir sürü ek yaparlar o cezalara, katlanarak gelir”
“Senin aşk hayatın yüzünden bonus alacağız biz de yani” dedi Ayaz.
“Zorlama istersen beni, bütün sinirimi senden çıkarmayayım. Benim aşk hayatım falan değil, kızı hatırlamıyorum bile!” diye Ayaz’a cevap verdi Aybars da.
“Ya nasıl hatırlamıyorsun abi, kız sana mektup verdi ya. Teneffüslerde bizim yanımızdaki banka gelip oturuyorlar hani arkadaşlarıyla. Sana kendini göstermek için neler yapıyor, nasıl fark etmezsin?” diyen Ayaz, hepimizi şaşırtmıştı.
“Maşallah, senin de radarlar ne kadar açık öyle” dedi Yiğit. “Adam kızın mektubunu bile hatırlamıyor, sen günlük bütün egzersizlerini izlemişsin”
“Dikkatimi çekti sadece” diye gelen savunma bize yetmedi ama üstelemedik.
Yapacak tek şey beklemekti ve konuşarak bir yere varamayacaktık. O yüzden de vedalaşıp telefonu kapadık.
“Gideyim mi kalayım mı?” diye sordum Aybars’a görüşme bitince.
“Git sen Jan, ben de yatıp uyuyacağım becerebilirsem” dedi, üzgün görünüyordu.
“Kafana takma bu kadar, alışmış olman lazım bu durumlara”
“Hangi durumdan bahsediyorsun?”
“Annemlerin bize inanmaması”
“Ya Jan, onların inanıp inanmaması umurumda bile değil şuanda. Benim canımı sıkan o gözlüklü kızın benim yüzümden ölmeyi istemesi”
“İyi de senlik bir şey yok ki”
“Onu bilmiyorum işte, ondan emin olmam lazım”
“Anladım”
“Anladın mı sahiden?”
“Anladım tabi geri zekâlı! Biz seninle ikiziz, ondan da öte seni herkesten iyi ben tanıyorum. Şimdi sen, acaba farkında olmadan bir şey yaptım da mı böyle oldu diye düşünüp onu bulmaya çalışıyorsun. Ya da onu bu fikirden alıkoyacak bir şey yapabilir miydim diye”
“Aynen öyle, yani belki mektubu alınca gidip konuşsaydım böyle olmazdı. Ben sanırım mektubu çöpe attım, yani doğru hatırlıyorsam”
“Evet, kimse okuyamasın diye de epey parçalamıştın”
“Of anasını satayım ya! Gidip başka birine âşık olsaydı olmuyordu sanki”
“Ya kız iyiymiş işte, sen de rahat bırak kendini. İyileşsin, biz de okula dönelim, gidip konuşursun olmadı. Arkadaş olursunuz, iyi davranırsın falan. Kendine yüklenme”
“Neyse bakalım, yapacağız bir şeyler” dedi ve ben de daha fazla konuşmak istemediğini anlayıp odama geçtim. Tam kulaklıklarımı takmışken Setenay göründü kapıda. Müziği kapatıp:
“Odama bir prenses gelmiş” dedim gülerek. “Ama pijamalı”
“Evet, prensesler de pijama giyiyor, ama bu bir sır ve kimseye söyleme” diyerek o da güldü ve yanıma geldi.
“Aşağıda olaylar koptu yine” derken yüzünde endişe vardı. “Merdivenin başından dinledim, inemedim aşağıya ama kötü olmuş”
“Bize de sürpriz oldu, hele Aybars abine tam şok”
“O söylene söylene çıktı yukarı yine, annemler mi bir şey dedi?”
“Her zamanki sorgulama seansı işte, değişik bir durum yok. Abin kıza olanlara üzüldü, annemlerle ilgili değil”
“Kendini mi suçluyor?”
“Aybars abini bilirsin, o içinde kuşku olmasını sevmez. Kızla konuşursa rahatlayacak”
“Konuşacak mı?”
“Okula dönünce konuşacak sanıyorum. Şuanda olay yeri inceleme var içinde, acaba katil oralarda bir yerlerde mi diye” dediğimde ikimiz de güldük.
“Ben ona da kapıdan bir baksam mı?” diye sordu Setenay.
“Bu iyi bir fikir olmayabilir. İstersen bırakalım bu gece kendiyle kalsın, yarın sabah ilgileniriz, ne dersin?”
“Olur abicim, yarını beklerim. Ben de yatayım, sanırım yarın evde karar duruşması var” derken gözlerini açıp yanaklarını şişirdi.
“Öyle, mahkeme kurulacak”
“Sanıklar da burada olacak mı?”
“Olmaz mı? Ayaz abinle Yiğit de gelecekler, cezamızın toplu halde yüzümüze okunması lazım”
“O zaman yarın ola hayrola deyip gidiyorum. Sen de uyu, yarın için güç lazım” dedi ve beni öpüp gitti.
Ben de kulaklığımı takıp yavaştan uyuma moduna geçtim.
Aybars
Aklımı kurcalıyordu bu intihar olayı. Jankat gidince yatağıma yattım ama uyuyamadım. Mutlaka emin olmam lazımdı bu duruma benim sebep verecek bir şey yapıp yapmadığımdan. Bizim orman ürünleriyle bu konuyu çözüme kavuşturmak mümkün olmadığı için, kız kankam Tuğba’ya sormaya karar verdim. Geç olmuştu saat ama dayanamadım yazdım.
“Tuğ, sana bir şey soracağım uyumadıysan” yazdım ve beş saniye kadar sonra çevrimiçi oldu neyse ki
“Uyumadım kanka, hayırdır ama?”
“Sen hatırlarsın, bir kız bana mektup yazmıştı hani okuldan. O kız kim, sen tanıyor musun?” diye hemen konuya girdim.
“Ha evet, Nihan da senin nereden aklına düştü bu saatte?”
“Aklıma düşürdüler hanım kızım, ben istemedim. Kız intihara kalkışmış, ailesi bize geldiler. İçim sıkıldı, kafamda soru işaretleri var” diye olanları söyleyince:
“Oha! Çüş! Ne intiharı ya? Çok üzüldüm abi, nasıl yapmış, iyi miymiş peki?” şaşkınlıkla soru yağmuruna başladı.
“İyiymiş, ablası yakalamış şükür. Kızın soyadı nedir?”
“Dur bakayım bir, i********: da ekli bende. Senle kankayız diye beni takibe almıştı ben de takip ediyorum onu” dedi ve kısa bir süre kayboldu. Sonra yeniden çevrimiçi oldu:
“Soyadı Güngör, istersen instagramdan bak. Bende var zaten çıkar hemen” diyerek bilgiyi verdi canım hafiyem.
“Tamam, bir bakınayım ama daha fazla bilgi lazım olacak. Ben yokken sen biraz araştırma yapar mısın? Benim kızı intihara sürükleyecek bir davranışım olmuş mu?” derken ümitsizdim ama belki diyordu içimden bir ses.
“Ya canım benim, ben bakarım ederim etmesine de, sanmıyorum bilgi alabileceğimi. Yani bunu en doğru şekilde kızdan öğrenebiliriz ama o da imkânsız işte”
“Of vallahi daraldım Tuğba! Neyse, bir şekilde öğreneceğim artık. Şu yarınki ceza işini halledelim de”
“Ne cezası?”
“Annemler ceza verecek bize, yarın toplanıyoruz da bizimkilerle. Bakalım artık ne çıkacak”
“Uzaklaştırma aldığınız yetmemiş mi? Bir an önce üniversiteye gitsek de rahat etsek artık!” diye isyanı bastı. Onun ailesi de bizimkilerden farklı değildi.
“Direniyoruz işte o zamana kadar ne yapalım”
“Yarın için başarılar kanka, umarım ağır olmaz”
“Sağol Tuğ, haber ederim bir şey olursa. Haydi yat zıbar, sonra göz altlarım neden bu kadar çökük diye beynimi yiyorsun”
“Aman be tamam, yatıyorum. O beynini daha çok yiyeceğim ben senin merak etme. Sen de yat uyu” dedi ve vedalaşıp mesajlaşmayı sonlandırdık.
Tuğba’yla konuşmamız bitince, kızın hesabına girdim. Sadece profil resmi vardı görünen, gizliydi gerisi. Takip etmek falan işlerine de girmek istemedim ama bir şekilde onunla konuşmak geçiyordu içimden. Sormazsam, asla rahat edemeyecektim.
Yaklaşık bir saat yatakta dönüp ne yapacağımı düşündükten sonra telefonu elime aldım ve bir mesaj yazdım:
“Merhaba Nihan. Beni tanıyorsun sen ama ben seninle ilgili en fazla bilgiyi bu akşam öğrendim. Ailen gelip de intihar ettiğini ve buna benim sebep olduğumu söylediğinde gerçekten ne hissedeceğimi bilemedim. Öncelikle çok geçmiş olsun. Hiç tanımadığım ve bir kez bile konuşmadığım birinin, benim yüzümden neredeyse öleceğini duymak çok kötüydü. Gerçekten bilmeye ihtiyacım var, seni bu karara daha doğrusu bu saçmalığa iten bir şey mi yaptım? Bana bunu açıkça söyler misin?”
Mesajı yazdım ve gönderdim. Saat geçti, kız zaten hastanelik olmuştu, muhtemelen görmeyecekti ama ben de yazmazsam duramayacaktım. Yatak beni iyice bunalttı ve kalkıp balkona attım kendimi. Biraz müzik dinleyip kendime gelmek istiyordum. Öylece dalmış, kafamdaki onlarca soruyla boğuşurken telefona bildirim gelince şaşırdım. Ekrana baktım, Nihan mesajıma cevap vermişti. Derin bir nefes alıp, içinde ne olduğunu tahmin edemediğim mesaj için hazırladım kendimi ve açtım:
“Merhaba Aybars. Mesajının bildirimini görünce, ne hissedeceğimi bilemedim aslında. Öncelikle ailemin sizin eve gelmesi gerçekten çok utanç verici, bunun için üzgün olduğumu bilmeni istiyorum. Umarım seni zor durumda bırakacak, ailenle problem yaşatacak bir şey olmamıştır. Ve diğer bir konu, neden böyle bir şey yaptım. Haklısın, biz hiç konuşmadık ve sen benim farkımda bile değilsin. Yazdığım mektuba rağmen hem de. Yaptığım şeyle seni üzmek istemezdim inan. Ama bir anlık bir şeydi ve insan başladığı anda pişman oluyor. Ama sen bana hiçbir şey yapmadın, içinin rahat olmasını isterim. Dediğim gibi bir anlık bir şeydi sadece”
Yazdığı mesajı on defa falan okudum sanırım. Ne hissedeceğimi bilemedim ben de onun gibi. Bir yandan daha detaylı konuşmak isterken, bir yandan da üstüne gitmeye çekiniyordum. Kendin öldürme kararını henüz verip bundan son anda yırtmış biriyle nasıl konuşulabileceği konusunda bir fikrim yoktu ki!
“Ailenin gelmesinden dolayı utanma, özür de dilemene gerek yok. Onlar senin için korkmuş sadece” diyerek devam ettim. Ondan gelecek tepkiye göre konuşmayı ilerletmeye karar vermiştim.
“Babam bana biraz fazla düşkündür, bana kızamayınca nereye saldıracağını bilemedi. Defterlerimi, telefonumu, her şeyimi karıştırmışlar. Sonra da size gelmişler işte”
“Sanırım her şeyinde benimle ilgili bilgiler var” diye sordum bir anda ve:
“Beni utandırmaya devam etmek mi istiyorsun?” sorusuyla karşılaştım. Bana hissettiği şeyleri yüzüne vurur gibi olmuştum galiba biraz. Açıklamaya geçtim:
“Hayır, seni anlamaya çalışıyorum. Geç kaldım belki, o mektup geldiğinde seninle konuşmalıydım sanırım. Yani seni tanımasam, bir şey hissetmesem de bir cevabı ve konuşmayı hak ediyordun. Ama bunu atladım ben”
“Aklın başına yeni mi geldi diyebilirsin ama geçmiş için üzülmeye ya da hayıflanmaya gerek yok bence. Bugün bana mesaj atman bile çok değerli” yazdı. Duygusallaşıyordu konu ve toparlamam gerekiyordu.
“içim rahat etmedi. Beni ne kadar tanıyorsun bilmiyorum ama ben kimseye bilerek zarar verecek biri değilim”
“Biliyorum öyle biri olmadığını. Senin yüzünden mi ölmek istedim onu merak ettin” diye gelen cevap da çok net olmuştu bu defa.
“Evet, birinin kendini öldürme kararı almasına sebep olmak çok da hoş bir şey değil tahmin edersin ki” derken biraz gerildim.
“Merak etme Aybars, sen bir şey yaptın diye bu kararı almadım. Sana hissettiğim şeylerle de ilgisi yok. Tamamen benimle ilgili, bir anlık boşluktu. Kendini suçlu hissetme, için de rahat olsun. Eğer sorularına cevap alıp huzura kavuştuysan, ben uyuyacağım. Malum, zor bir gündü.”
Tavırlı bir mesajdı sanki yazdığı, ya da bana öyle gelmişti. Kızı hiç tanımıyordum ki!
“Teşekkür ederim açıklıkla cevap verdiğin için. Çok geçmiş olsun tekrar, umarım kısa sürede toparlarsın. Dinlenip kendini toparla, okula döndüğümde konuşuruz yeniden. Malum ben de bir hafta uzaklaştırma aldım” diye yazdığım mesaja
“iyi geceler” diye cevap gelmesi beni biraz şaşırttı açıkçası. Ama kızın içinde bulunduğu ruh halini düşününce bunun üzerinde durmadım. Ben de niye ona uzaklaştırma aldığımı söyleme gereği duymuştum o anda, onu da anlayamadım.
Nihan’la konuşmak biraz sakinleştirmişti beni. Ceza mahkemesine hazır olmak için artık uyumam gerekiyordu ve kendimi yatağa bırakıp uykuya daldım.
SABAH
Jankat
Kahvaltı sofrasında gerilim filmi dönüyordu sanki. Annemin tabağına aldığı domateslere çatalı saplaması, babamın zeytinle giriştiği kavga, Gülay ve Hacer teyzenin gözlerindeki korku, Setenay’ın merakla gözlerini hepimizin üzerinde gezdirmesi ve Aybars’la benim ‘ne olacaksa olsun bitsin’ bekleyişimiz…
Kimse konuşmuyordu ve tabakla çarpışa çatal bıçak seslerinin bu kadar sinir bozucu olduğunu ilk kez fark ediyordum. Neyse ki kahvaltı bitti ve nihayet kapımızın zili çaldı. Nefes aldım ve ilk kimin geldiğine baktım. Gülçin teyze, Alp amca ve Ayaz gelmişlerdi. Biz sakince selamlaşırken, annemlerde gözleriyle birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı. Bence Gülçin teyzeyle annemin arasında, sadece ikisinin bildiği bir dil vardı, kesinlikle.
Onlardan sonra Çınar amca, Beril teyze ve yiğit de geldiler ve beklediğimiz Timur amcayla Efsun teyze.
“Onlar ne alaka?” dedi Yiğit bize fısıltıyla.
“Takviye kuvvet, bizden korkuyorlar sanırım” diyen Ayaz’ın lafıyla gülüştük ve ilk müdahale Gülçin teyzeden geldi:
“Gülünecek bir haliniz mi var da orada fısır fısır konuşup gülüşüyorsunuz?”
“Anne iki dakika bize bakmasan olmaz mı?” diye soran Ayaz anında buna pişman oldu çünkü Gülçin teyze gözleriyle ateş açtı ona.
“Evet,” dedi babam. “İsterseniz başlayalım”
“Baba, biz dışarı çıkalım, Setenay da mübaşir olsun bizi çağırsın” dedim kendimi tutamayıp. Babam bana gülerek ama sinirli bir şekilde gülerek bakıp:
“Kaşınma oğlum, sana zarar” dedi. Bense çok keyif alıyordum bu durumdan. Nasılsa ceza alacaktık, en azından istediğim gibi laf sokabilmem lazımdı değil mi?
“Durum aslında belli, olan biteni tekrar konuşmaya gerek yok. Ben direkt cezalarını söyleyelim diyorum” diye devam etti babam.
“Aynen” dedi Çınar amca. “Üzerinde konuştukça sinirleniyorum”
“Kim açıklamak ister?” diye soran anneme
“Ben yaparım” dedi Alp amca. Onda da bu kadar sinir potansiyeli olduğunu başkası söylese inanmazdım. Adamın içinden ejderha çıkmıştı sanki. Ağzını açınca alevler saçıyordu etrafa.
“Buyur” diyen babam Alp amcaya bıraktı sözü.
“Öncelikle yaptığınız olaydaki en büyük şansınız o çocuğa bir şey olmaması ve müdürünüzün ailesini şikâyetçi olmaması konusunda ikna etmiş olması” derken Çınar amca:
“Ailesiyle konuşmuş mu?” diye araya girdi.
“Evet, sabah aradım merak edip. Çocuğun durumu iyiymiş ve aile de uzaklaştırma cezasından sonra konuyu çok büyütmemişler”
“Kendi çocuklarını tanıdıkları içindir” diye araya giren Ayaz’a döndü bütün oklar.
“Sen susacak mısın evladım?” diyen Gülçin teyze, susmazsa neler olacağını göz bebeklerinde sahneledi Ayaz’a ve sustu o da.
“Neyse” diye devam etti Alp amca. “Cezanızın ilk aşamasını anlatacağım. Şimdi ikinci aşama mı var diye sormasın biriniz, fena yaparım. Yediğiniz halt öyle basit bir şekilde geçiştirilecek bir şey olmadığı için size kapsamlı bir ceza daha hazırlıyoruz. O çocuk ölse ya da komaya girse, bugün size ıslah evine ziyarete geliyor olabilirdik. Siz bunları hesaba katmıyorsunuz ama biz düşünüyoruz. Dediğim gibi, daha ağır bir ceza alacaksınız ama ilk önce, harçlıklarınız kesilecek, bilgisayar ve telefon kullanmanız da yasaklanacak” dediği anda hepimiz itiraza başladık.
“Ne demek ya telefon, bilgisayar yok” diye atıldı Aybars.
“Harçlık kesmek de nasıl bir şey” diye ekledi Yiğit.
“Zindana kapatın isterseniz?” diye bir tepki de Ayaz’dan gelirken ben de:
“Yaşadığımız çağa daha uygun bir ceza bulsaydınız ya. Ne bu böyle sevgilisi olan kıza ceza verir gibi telefona el koymak” dedim.
Bizdeki tepkiler ailelerimizi deliye döndürdü. Hele benim söylediğim şeyden sonra annem çıldırdı.
“Terbiyesizler!” diye bir çıkışı vardı, ilk kez bu kadar korktum ondan. “Sizi ayağımın altına alır dümdüz ederim! Size mi soracağız ne ceza vereceğimizi” derken, içinde bir Gülçin teyze çıkmıştı resmen. Ve hemen bayrağı Gülçin teyze devraldı.
“En güzel ceza dilinizi kesmek olur aslında, o zaman böyle arsızlık edemezsiniz! Ama siz daha durun, bu daha başlangıç. Bu halinizle ne kadar büyük bir cezayı hak ettiğinizi de kanıtlamış oldunuz!” dedi ve burnundan solumaya devam etti susup.
Birbirimize bakarken, hepimiz başımıza daha neler geleceğini düşünüyorduk.
“Ha bir şey daha” diyen Alp amca, içime bir sıkıntı saldı. “Bu bir hafta boyunca da birbirinizi görmeyeceksiniz”
‘Sağ ol ya’ dedim içimden. ‘illa ayırın bizi de rahat edin’. Ve benim söylediğim şeyi Aybars dillendirdi, ikizim ya işte fikirler bile aynı.
“Sizin zaten derdiniz zorunuz bizi ayırmak. Alın telefonları falan, para da vermeyin. Ama kafamızı koparsanız da bizi ayıramayacaksınız” dedi ve kalkıp çıktı salondan. Biz de hemen onu takip ederek fırladık. Arkamızdan Gülçin teyzenin:
“Size gidebileceğinizi kim söyledi?” dediğini duyunca Ayaz hemen dönüp:
“İkinci mahkemeye kadar en azından biraz özgürüzdür herhalde anne” dedi ve kaçtı hemen. Merdivenleri çıkarken de:
“Annemi delirtmeye bayılıyorum” diyerek güldü. Aldığımız ceza bile onun neşesini bozmamıştı.
Hepimiz Aybars’ın odasına geçip oturduk, kritik yapmamız gerekiyordu.
“Bu cezalar boşuna le bu cezalar boşuna” diyerek durumumuzla dalga geçti Ayaz. Yiğit onun ensesine bir tane yapıştırıp:
“Az ciddi olsana ya!” diye sinirlendi.
“Senin gibi mi olayım somurtkan şirin? Ne yapalım telefonlarımız alıyorlarsa? Her şey telefonla para mı” dedi Ayaz da.
“Abi, olay telefon, para falan değil! Duymadınız mı ikinci ceza gelecek dediler ve bunu söylerken de ürkütücü bir hal vardı hepsinde” diye durumun önemini vurgulayan Yiğit haklıydı.
“Aynen” dedim. “Ne planlıyorlar bilmiyorum ama sert olacağı belli”
“Biz neden normal bir gün geçiremiyoruz?” diye isyan eden Aybars’a:
“Normal olmadığımız için olabilir mi?” dedi Ayaz. “Yani ailemize göre” diye de ekledi.
“Ben anlamıyorum! Hiçbir ahlaksızlığımız yok, sigara içmiyoruz, uyuşturucu kullanmıyoruz, kızlarla gezip eğlenmiyoruz, sadece yanlış bir şeyle karşılaşınca tepki veriyoruz diye neden idam mahkûmları gibi muamele görüyoruz biz?” diyen Aybars sinirinden titriyordu.
“Beyler” dedi Yiğit. “Biz yaptığımız şeylerde haklı olduğumuza inanıyoruz ve şüphemiz de yok. Ama onlar da sanırım bıktılar bizden. Bir kere okuldan atıldık, sürekli bir şikâyet alıyorlar, şimdi de uzaklaştırma aldık ve bir şey daha olursa buradan da atılacağız. Son yaptığımız şeyde, haklı sebeplerimiz olsa da bir gerçek var, o da herif ölebilirdi. Alp amcanın dediği gibi, biz de hapsi boylayabilirdik.”
Düşündüm, haklıydı söylediklerinde.
“Doğru diyor beyler” diye ona katıldığımı söyledim. “Tamam, şerefsizin teki ama o beş para etmez yüzünden hayatımız kayabilirdi. Sadece o değil, başka bir zaman da aynı şey olabilir.”
“Biz öfkemize kapılıp önünü arkasını düşünmüyoruz” diyerek devam etti Yiğit. “Ailemiz bize hiç güvenmiyor ve belki de gerçekten sonuna kadar haklı olduğumuz bir olay bile olsa yanımızda durmayacaklar bir dahakine. Sokakta biri bize saldırsa mesela, biz hiçbir şey yapmasak bile onların gözünde biz suçlu olacağız”
“E ne yapacağız?” diye sorarken etkilenmiş gibiydi Ayaz, dalga geçmiyordu çünkü.
“Ben düşündüm uzun uzun. Bir süre ne olursa olsun bir olay yaşamayacağız. Ceza vereceklerse versinler, tepki vermeyelim. Uyumlu olduğumuzu görüp biraz yatışsınlar. Bu ilerisi için yatırım olacak bize”
“Yani şunu mu demek istiyorsun, bir süre olaysız geçirirsek herhangi bir olay yaşadığımızda haklı olduğumuzu düşünebilirler?” diye Yiğit’in konuşmasından anladığını paylaştı Aybars.
“Yani, öyle de denebilir” diyen Yiğit’e Ayaz itiraz etti:
“Ya abi, yarın bir şey yaşarsak ve müdahale etmemiz gerekirse etmeyecek miyiz? Aileler inansın, onların gözüne girelim diye kendimizden mi ödün vereceğiz?”
“Bunu yapmak zorundayız” dedi Yiğit. “Ben artık babamın tavırlarıyla uğraşmak istemiyorum. Sürekli laf sokuyor, sürekli uyarıyor, bunaldım. Biraz sakin davranalım bence. Şuanda onların gözünde hiçbir şeye hakkımız yok ve ne olursa olsun biz kötüyüz. Tam tersine çevirirsek rahat ederiz”
“Bence haklı” dedi Aybars.
“Bence de” diye ben de katıldım. Ayaz biraz mırın kırın etse de sonunda kabul etti.
Böyle olması herkes için en iyisi olacak gibi görünüyordu. Bir sonraki cezamızın ne olacağına dair tek bir konuşma bile geçmedi aramızda. Kafalarımız bununla doluydu ama üzerinde konuşarak daha fazla kendimizi bunaltmak istemiyorduk. Bekleyip görmek en doğrusuydu.