BÖLÜM 5

2951 Words
Organize İşler Bunlar Aybars Nihan’ı hiç görmemiştim öğle arasına kadar. Bir an önce ondan durumu dinleyip ne yapacağımızı düşünmek istiyordum. Kendi kendime etrafa bakarak olmayacağını anlayınca, Tuğba’yı devreye soktum. Onu Nihan’ın sınıfına gönderip, öğle arasında onu yan taraftaki banklarda beklediğimi söylemesini istedim. Tuğba öğle arasından önceki son teneffüste Nihan’ın sınıfına gitti, biz de dışarı çıktık. Birazdan Tuğba yanımıza geldi, sinirli gibiydi. “Hallettin mi?” diye sorunca derin bir nefes verip: “Onu hallettim de, şu Melis’i halledemiyorum ona canım fena sıkılıyor” dedi. “Hayırdır?” dedi Jankat “Kız bana yaklaşmak için ne yapacağını şaşırdı ya. Sana yakın olmak için beni kullanacak aklınca. Katlanamıyorum ona, farkında değil” “Sen onu salla, halledeceğiz biz. Geliyor mu?” diye sordum. “Geliyor, herkes yemekteyken konuşacaksınız ama. Yani sen yemeğe gitme hemen” “Olur, daha iyi olur” dedim ve zil çalınca derse girdik. Öğle arası zili çalınca hemen Nihan’la buluşmak için okulun yan tarafına geçtim. Çok geçmeden o da geldi. Yanıma sessizce oturdu. “Nasılsın?” diye konuşmayı başlattım. “İdare ediyorum, sen nasılsın?” “Aynı, ceza sonrası ultra gözetim altındayım. Onun dışında sıkıntı yok, bir de şu…” derken lafımı o tamamladı: “Benim olaylar” diyerek “Olaylar diyelim istersen, aitlik belirtmeye gerek yok. Anlatır mısın bana, neler oldu?” “Öncelikle şunu söylemek istiyorum, oradan ne kadar zayıf göründüğümün farkındayım ama normalde öyle biri değilim. İntihar olayları falan, onlar çok anlık şeylerdi. Sadece seninle ilgisi yok, başka nedenler de var ve ben bir anda bunaldım.” “Başka nedenler?” “Bana ait şeyler, sana bunları anlatabileceğim kadar yakın değiliz. Her neyse, intihar olayından sonra babam üstüme gelmemeye çalıştı ama bir yandan da korkuyor. Okul değiştirmemi istediğini söyledi, başka bir okul bulmuş bile. Ama kararı bana bıraktı etkilenirim diye. Ben de zaten yaptığım şey yüzünden üzülüyorum, gittim arkadaş sandığım Melis’e anlattım. O arada da, seninle konuştuğumuzu söyledim. Yani beni merak edip mesaj attığını” dedi ve bir an durup: “Buna kızmadın değil mi?” diye sordu. “Hayır, neden kızayım ki?” diye cevapladım. “Merak ettim seni ve bu saklamak istediğim ya da saklanacak bir şey değil” “Tamam, teşekkürler. Sonra neyse, Melis değişti birden. Senin bana acıdığını, zavallı olduğumu falan söyledi. Onun arkasından da herkese benim intihar olayımı anlattı. Dayanamadım, kavga ettim onunla okulun ortasında. Müdür uyardı bizi, bir daha olursa disipline gidersiniz falan dedi. Tabi aileler de duydu ve babamın beni başka okula gönderme isteği kesinleşti. Ara tatilinde geçişim olacakmış” “O mevzuya ayrıca bakacağız ama ben şu Melis olayındayım şuanda. Bu konuları, her şeyi yani okula yayan kesin o değil mi?” “Evet. Senden hoşlanıyormuş. Bana ilgi duymayacağından emin olduğu için sessizce bekliyormuş ama senin bana mesaj attığını öğrenince delirdi işte. Ondan sonra kontrolden çıktı tamamen” “Şimdi Nihan, biliyorsun bizim bir olaya daha hakkımız kalmadı. Hem okul yönetiminde hem de aileler içinde. Sonra uzun uzun anlatırım neden bu hale geldiğini işlerin ama Melis konusunu bir şekilde çözmemiz lazım. Bunu da gürültüsüz patırtısız yapmamız lazım. Sen bana bu kızla ilgili biraz bilgi verir misin? Mesela nerelere takılıyor,  neler yapıyor, nasıl biri falan gibi?” “Aybars ben önce sana bir şey sormak istiyorum” “Sor tabi” “Neden bu konuyu çözmek için kendini riske atıyorsun? Senin de adın karıştığı için mi?” derken gözlerime öyle bir bakıyordu ki, soru işaretleri saplanıyordu resmen gözlerime. Emin olmadığım bir durumdu bu, nedenini tam olarak ben bile bilmiyordum. Ona kendi adımı da insanların dilinden kurtarmak için desem kırılacaktı. Ben de kendi yöntemimle hem onu yanıtlayacak hem de ortada bir cevap vermeyi seçtim: “Ben bu olayı bizimkilere anlattığımda, hiçbiri neden diye sormadı bana. Beni tanıyorlar çünkü Nihan. Sen de tanırsan, bu soruların cevabını almış olursun. Ama bencillikle aldığım bir karar değil, her şeyin adil olmasını istediğim için” dedim ve daha fazla soru sormasına fırsat vermeden: “Hadi yemek yiyelim saat dolmadan” diyerek kalktım. O da benimle hareketlendi. Yolda da: “Bana Melis hakkında birkaç şey yazarsın olur mu?” dedim ve yemekhaneye girdik. Bizi beraber gören ilk bizimkiler oldu, sonra da Melis. Onlar yemeklerini bitirmiş çıkıyorlardı. Biz geçerken Melis: “Numaralar işe yarıyor desenize” diyerek güldü.  “Aybars sen ezikleri koruma derneği falan mı açtın ya?” diye devam edince sinirlendim iyice. Tam ben adım atacakken bizimkiler etrafımı sardı ve araya Tuğba girip Melis’e diklendi: “Yanlış hamleler bunlar tatlı şey, çok ayıp ama” dedi. “Sen karışma” cevabını alınca: “Karışırım ben, çok fena karışırım aklın şaşar. Bu adamların cezası yeni bitti. Eğer yeni bir cezayı senin yüzünden alırlarsa, seni de epey karıştırırım” dedi ve hafiften itip gönderdi onları. Biz de Nihan’la yemeğe geçip oturduk. Birkaç cümle ile konuşup, sonra da sınıflara dağıldık. Çocuklara olayın özetini Nihan’dan duyduğum kadarıyla bir kez daha anlattım. Şimdi beklediğimiz Melis’le ilgili birkaç bilgi ve sonrasında da planımızı belirlemekti. Jankat İlk haftanın dağılımında, herkes kendi ailesinin yanında başladı ceza çalışmasına. Ben annemin yanında, Aybars babamın yanında, Ayaz Gülçin teyzeyle eczanede ve Yiğit de Çınar amcanın yanında başladı. Cumartesi günü erkenden kaldırıldık yataktan. Baktığımızda, kalkan sadece bizdik Aybars’la. “Gülüm bizimkiler inmedi mi?” diye sordum Gülay teyzeye. Aldığım cevap tansiyonumu çıkardı sabah sabah. “Onlar kalkmadılar kuzum. Sizi bir araba alıp, gideceğiniz yerlere bırakacakmış, babanız öyle dedi.” Aybars’a dönüp baktım, onun da siniri benden aşağı kalır gibi değildi. “Kahvaltınızı edin de çıkarsınız” diyen Gülay teyzeye: “Kalsın kahvaltı” dedik ve el sallayıp çıktık evden. Kapıda babamın yardımcısı Metin abi bekliyordu bizi. “Günaydın gençler” diyerek selamladı bizi. Çok severdik Metin abiyi, babamın şirketteki sağ koluydu. Babam adamı da hafta sonundan etmişti bizim yüzümüzden. “Günaydın Metin abi” deyip arabaya bindik. Yolda biraz sohbet ettik falan derken Aybars’ı şirkete bıraktık. Sonra da beni fabrikaya bıraktı Metin abi. İndim, içeri yürüdüm. Ne yapacağımı, kiminle konuşacağımı bile bilmiyordum ve inanılmaz gergindim. Etrafta gezinip birilerini bulmaya çalışırken tanıdık bir yüzle karşılaştım, Ozan amcayla. “Koç!” diyerek geldi ve sarıldı bana. “Nasılsın Ozan amca” dedim. “İyiyim, senden ne haber?” “Gördüğün gibi, ceza mesaisine geldim” “Haberim var” deyip güldü. “Sen niye buradasın? Yoksa annem sana da mı ceza verdi?” “Yok, şekerlik yani annen bana öyle şeyler yapamıyor. Benim işlerim vardı o yüzden geldim. Ama seninle de ben ilgileneceğim. Gel bakalım” dedi ve beraber yürümeye koyulduk. Önce bana iş kıyafetleri, ayakkabı falan verdi. Bir dolaba kendi eşyalarımı koyup onun verdiklerini giydim. Sonra da üretime girdik. Ne yapacağımı düşünürken, üretim alanını geçip başka bir bölüme girdik. Epey yaşlı bir adama: “Usta günaydın!” diye seslendi ve beni onunla tanıştırdı. “Bu Sinemis Hanımın oğlu Jankat Saim usta. Haberin vardır belki, bir süre her hafta sonu bir misafirimiz olacak ve sana yardım edecekler” “Haberim var Ozan müdürüm, Sinemis Hanım söyledi” diye yanıtladı onu samimi görünümlü usta. “Tamam, çok güzel ustam, işimiz kolay o zaman. Artık sen kendine göre bir iş verirsin, ama çok hafif işler olmasın bak. Sonra annesiyle uğraştırma beni” deyip güldü. İçimi bir korku kaplamıştı. “Merak etme sen müdürüm, hallederiz onu biz” deyip o da gülünce, iyiden iyiye ürktüm ama belli etmedim. Ozan amca gidince, Saim ustayla kaldık. Bana bakım ofisini ve oradakileri tanıttı. Sonra da yaptıkları işi anlattı. Ve işin en can alıcı kısmı, benim yapacağım işi de. “Bak evladım, sana makine tamir ettiremem, anlamazsın. E kalıpları da sen kaldıramazsın. En uygun işi düşündüm ben” dedi oldukça babacan bir tavırla. “Nedir ustam?” “Bizim yedek takımlar var, onları sayıp bilgisayara kayıt edeceksin. Zor değil ama kafanı yorar. Hem sana eziyet etmemiş oluruz, hem de annenin istediğini yapmış. Ne dersin?” derken göz kırpması beni öyle rahatlatmıştı ki. “Sen nasıl dersen usta” dedim gülerek. Saim ustanın bana gösterdiği raflar çok fazlaydı ama sıkıntı yapmadım. Ben daha fena bir şeyler yaparım diye korkuyordum çünkü. Bana verdikleri değişik bir bilgisayarı alıp, raflardaki malzemeleri saymaya, sonra da girişlerini yapmaya başladım. Öğle arasının geldiğini bana Saim usta haber verdi. Saati görünce, zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark ettim. Burada olduğum sürece işim kolay olacaktı. Gerçi sayılar, girişler biraz kafamı yormuştu ama ben memnundum. Akşama kadar yarısını bitirdim sayımın. Saim usta mesainin bittiğini haber vermek için yanıma gelince: “Nerede kaldığını işaretle evladım, haftaya gelen de oradan devam etsin” diye uyardı beni. Saydığım rafta kalan son malzemeleri de sayıp diğer rafa işaret koydum ve Saim ustaya veda ederken bilgisayarı da teslim edip çıktım. Üzerimi değiştirirken yüzümün gözümün yağ içinde olduğunu gördüm, epey kirlenmişti gerçekten. Kapıda bekleyen Metin abi ve Aybars’ı görünce arabaya yürüdüm ve binip ayrıldık fabrikadan. “Nasıl geçti?” diye sordum Aybars’a. “Arşivdeyim, havasızlıktan ölecektim” dedi. “Dosyaların kayıtlarını kontrol ediyorum” “Benimki de ona benzer bir şeydi. Parçalar var, onları sayıp giriş yaptım ben de” “Her yanın yağ olmuş, epey pisti galiba parçalar” “Pislikten değil, malzemeler öyle. Ama fena değildi. Sen de gidince rahat edersin, Saim usta var çok baba adam. Anneme tabi öyle söylemeyeceğim” “Ya bizde de Mine abla var, çok yardım etti bana. Ben de babama öyle söylemeyeceğime söz verdim. Neyse ki bizimkiler kadar gaddar değil herkes” deyince güldük. Metin abi de gülüyordu. “Metin abi, arabada konuşulan arabada kalıyor değil mi?” deyince: “Ben hiçbir şey duymadım gençler” dedi ve yine güldük. Eve girdiğimizde annem karşıladı bizi. Benim yağ içindeki halimden, Aybars’ın da kızarmış gözlerinden memnun görünüyordu. Onun hemen arkasından babam da geldi: “Nasıldı gününüz?” dedi babam. “Yorucu” dedim hemen. “Duş almak istiyorum” “Üstün başın batmış zaten, ne iş yaptın?” diye soran anneme dönüp: “Ozan amca beni bakım bölümüne götürdü. Saim ustayla çalıştık, takımların sayımıyla girişlerini yaptım” diye anlattım. Tavırlı davranmamak için, detaylarıyla anlatmıştım. “Çok güzel” deyip Aybars’a da aynı soruyu sordu: “Ben arşivdeydim, oradaki kayıtları kontrol ettim. Dosyaların yerlerini düzenleyip adresledim. Bitmedi tabi ama bir kısmını düzene sokabildim. Mine ablayla çalıştım ben de” diye anlattı o da. “Çok güzel” dedi babam. “Sevmiş gibisiniz?” “Sevmekten değil, başka şansımız olmadığı için” dedim ve merdivenlere yöneldim. Kendimi direkt olarak duşa attım. Akşam yemeğini hızlıca yiyip Aybars’ın odasına geçtik ve bizimkilerle konferans görüşmesi yaptık. “Nasıldı gün?” diye sordu Aybars. İlk isyanın sahibi Ayaz oldu: “Hayatımın en karanlık günüydü. Yemin ederim annemde olan bu işkence aşkı Çinlilerde bile yoktur” “Oğlum ne yaptı o kadar ya?” dedim. “Korkutma insanı, haftaya ben Gülçin teyzeyle olacağım” “Allah kolaylık versin kardeşim ama inan anlatılmaz yaşanır. Durmak bilmeden emirler yağdırdı, iki dakika oturtmadı beni. Kendisinden emdiğim sütün burnumdan çıkışını görme arzusuyla iflahımı kesti” “Yandık baba biz” diyen Aybars’a cevap Yiğit’ten geldi: “Siz asıl yanmayı babamla çalışınca görün. Adam öğleye kadar kaldı yanımda, zaten o bana yarım gün gibi değil yarım asır gibi geldi. Neler taşıdım, nereleri temizledim, ne getir götür işleri yaptım koca fabrikada aklınız durur. Yürümekten, hele o çelik burunlu korkunç ayakkabılarla yürümekten ayaklarım su topladı. Babam gidince başıma manyağın birini bıraktı. Herif çalışma delisi, iş manyağı, hastalıklı! Babama duacı oldum inanır mısınız?” “Eyvah eyvah!” dedi Ayaz. “Sıra bize gelince yandık yani” “Yandık evet, külliyen yandık” deyip sonra bize sordu Yiğit hemen: “Sizin nasıldı ikizler grubu?” “Beyler” diye ben girdim cevaplamak için. “Annemin fabrikada Saim usta var, dünya tatlısı. Biraz yorucu bir iş verdi bana ama adam çok babacan. Az rahat edersiniz orada merak etmeyin” “Nasıl? İyi mi yani orası?” “İyi, böyle giriş yapıyorsun bilgisayarda bir program var. Malzemeleri sayıyorsun, ufak tefek şeyler zaten. Bir şey yok yani” “E onlar bitince?” diye sordu Ayaz endişeyle. “Adam dedi, seni makinelere veremem diye. Kalıplar da ağır dedi. Böyle giriş çıkış işleri verecek belli. Orası iyi yani” “Anladım, o zaman çok şükür ki iyi bir yer varmış. Aybars sende durum neydi?” diye sordu Yiğit yine. “Ben de arşivdeydim. Temiz iş abi, dosyaların kayıt yerlerine bakıyorsun orada mı diye falan. Orası bizim ceza bitene kadar bitmez zaten. Rahat yani” “Şükür, sizinkiler insaflı çıktı” dedi Ayaz. “Bizimkiler değil canım, anneme kalsa tembihlemiş ağır bir şeyler olsun diye ama beraber çalıştığımız insanlar iyi” “O da bir şey işte ya” dedi Ayaz sevinerek. “Öyle işte, hadi kapatalım da bir şeyler izleyip uyuyacağım ben” dedim ve görüşme sonlandı. Yorulmuştum, bir şeyler izleyecek bile halim kalmadan yatıp uyudum…   Ayaz İlk ceza mesaimi annemle yapmak, belki de bu hayata gelişimden sonraki ikinci büyük talihsizliğimdi. Annem kesinlikle bir Nazi subayı falandı önceki hayatında. Odamda yatağıma oturmuş, şişen tabanlarımın sancısını dindirmeye çalışıyordum. Kapı vuruldu ve babam göründü. “Gelebilir miyim?” demesi beni biraz şaşırtsa da onayladım ve girdi. Yatağımın ucuna oturup ayaklarıma bakarken: “Çok mu ayakta kaldın, bu hal ne?” dedi. Acaba babam bana verdikleri cezayı mı unutmuştu ki? “Annem bir saniye bile rahat bırakmadı baba, bu halime şükrediyorum şuan” diye cevaplayınca başını salladı ve sessizce çıktı. Anlamamıştım ne yapmak istediğini ama üzerinde durmadım. Birazdan yemeğe çağırıldım ve gidip sessizce yedim.  Sonra odama geçip bizimkilerle konuştum ve bir dizi açıp izlemeye koyuldum. Tam böyle, günün yorgunluğudur falandır gidiyor derken, annem belirdi kapıda. “Ayaz!” diye öyle bir seslendi ki, kalkıp tekmil vermem gerektiğini falan hissettim ama yapmadım. “Efendim?” dedim artık gerilmiş bir halde. “Sen babana beni mi şikâyet ediyorsun?” dedi, sular ısınıyordu. İki seçenek arasında kalmıştım. Biri annemi idare edip alttan almak, diğeri ise eski Ayaz olup kafa tutmak. Aslında kaybedeceğim bir şey yoktu, zaten uyumlu da olsam aynı işkenceleri yaşıyordum. “Ne şikâyeti anne, neyden bahsediyorsun ya?” deyince “Bana öyle ya falan diye konuşma” dedi hemen. “Anne” dedim biraz gergin. “Bak bütün gün senin hizmetinde çalıştım, bari evde rahat bırak” “Hak ettiğin bir cezayı çektin sen, hiç duygu sömürüsü yapma. Zaten babana da yapmışsın, senin yüzünden gerildik” “Sen de hırsını benden mi almaya geldin?” derken babam göründü arkada. “Ne oluyorsunuz?” diye sorunca: “Anneme ne dediysen delirmiş, geldi bana çatıyor. Lütfen kimseyi şikâyet etmediğimi anlatır mısın?” “Seni delirtirim ben evlat! Ne biçim konuşuyorsun sen?” diye çıkıştı annem hemen yine. “Yeter ama ya!” diye isyan ettim. “Unuttuğun çok önemli bir şeyi artık hatırla anne! Ben senin oğlunum, beslemen ya da evlatlığın değil! Gerçi şüphe duymuyor değilim ama, babama benzediğim için bu ihtimali kurcalamıyorum. Lütfen anne, lütfen bana nefes alabileceğim bir alan bırak!” dedim ve kalkıp odadan çıktım. Evin çıkış kapısına yönelince: “Nereye?” diye sordu hemen yine. “Hava alacağım, tabi eğer ayağımdan zincirlemeyeceksen” dedim ve kendimi dışarı attım. Bu tepkiyi vermemin nedeni, bütün gün bana yaptığı şeylerdi aslında. O kadar acımasızca davrandı ki, bu kadar nefret ve katılık için yaptığım şeylerin yeterli olup olmadığını sorguladım. Ama anlam veremedim hiç. Genel olarak her şeyden keyif almaya çalışan biri oldum hep ama annemle olan hiçbir şey keyif vermiyordu bana. Sevmediğimden değil, onun beni sevmediğini düşündüğümden. Ben sinirle bunları düşünerek yürürken birden nereden geldiğini anlamadığım bir darbe alıp kendimi yerde buldum. Bir an için annemin bir şeyler fırlatmış olabileceği ihtimali geçti aklımdan ama bacağımdan dönen bisiklet tekerini görünce onun olamayacağını anlamış oldum. Kulağımdan fırlayan kulaklık boynuma dolanmıştı ve hala müzik çalıyordu. Ne olduğunu anlamak için kafamı kaldırınca, bisikletin diğer tarafında birini daha gördüm, yerdeydi. Biraz çabayla kalktım, baktım o da kalkıyor. Tam “İyi misin?” demeye yeltenmişken: “Seni salak! Senin kulaklarında nasıl bir problem var da şu zili on saattir çaldığımı duymuyorsun?” dedi gözlerini fal taşı gibi açmış olan kız. “Anlamadım?” dedim, gerçekten de anlamamıştım. “Bir zekâ problemin var belli! Sana zil çalıyorum deminden beri, beni nasıl duymazsın!” deyince: “Kulaklık vardı” dedim gayri ihtiyari “O kadar yüksek sesle müzik dinleme yaşını geçmedin mi ya sen?” diye saldırmaya devam ediyordu ve gerçekten bir kavgaya daha ihtiyacım yoktu. “Ya uğraşamam seninle, lütfen git yoluna” deyip yürüdüm ama durmadı. “Sana mı soracağım ya gidip gitmeyeceğimi? Sen önce bir özür dilesene benden, ne hale getirdin bisikletimi!” deyince durup bir nefes aldım ve dönüp bisiklete baktım. Oldukça sağlam duruyordu. “Bir şey yok işte, abartma. Beni de rahat bırak” deyip devam ettim. “Kaba şey! Medeniyetsiz! Dağ adamı! Öküz!” dedi ve dönüp ona doğru yürüyüp dibine kadar girdim: “Bak! İnan bana benimle kavga etmek için hiç doğru bir zaman değil. Birikmiş bütün hırsımı bisikletinden çıkartırım, o zaman abarttığın hale gelir durum. Bana hakaret etmeden, al bisikletini devam et, çok ciddiyim!” deyince bir an durdu. Anneme olan kızgınlığımla, kızın söylediklerine olan kızgınlığım birleşince ciddi bir öfke belirmişti bende. Sanırım daha fazla uğraşmak istemedi ve bir şey söylemeden, sadece kötü kötü bakarak uzaklaştı. Nasıl bir şirretlik vardı öyle bünyesinde, küçük Gülçin gibi dikilmişti karşıma. Çok düşünmeden yürümeye devam ettim. Biraz rahatlamaktı istediğim ve o bisikletli cadının buna engel olmasına izin vermek istemiyordum. Ben usulca yürürken, ileriden gelen 3 kişiyi ve yanlarında da bizim cadıyı gördüm. “Abisini çağırmış” diye mırıldandım ama yürümeye de devam ettim. Önümde sıralandılar ve durduk. Bu gece bela benden uzak durmamakta kararlıydı belli ki. “Baksana sen!” dedi ortalarındaki. “Baktım” dedim ben de. “Sen kardeşimi bisikletten düşürüp, bir de üstüne tehdit mi ettin?” İstemsizce gülüp cadıya baktım, sonra çocuklara dönüp: “Öyle yaptım, ne olmuş?” dedim. Olayı anlatıp da zaman kaybettiğime değmezdi, gerçekten. Anlamaya kapalı tiplerdi çünkü. “Bak görürsün şimdi ne olmuş” deyip üçü birden saldırdılar. Karşılık verdim, hatta sanırım kavga arasında birinin burnunu kırdım ama ne olduğunu anlamadığım bir şeyin sırtıma vurmasıyla fazlaca sarsıldım. Kendimi toparlayamadan darbeler sıklaştı ve son hissettiğim, başımın arkasındaki çok canımı yakan acıydı. Sonrasına dair hatırladığım tek bir kare yoktu…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD